“Bir okul dolusu cahil ve görgüsüz.”

1882 Words
Fatih'in gözleri bir kez daha bana doğru dönüyor. Sanıyorum ki, zaman hızlı ilerlemiyor. Gerçi öğretmenimizin parmakları anında sırtımı buluyor birkaç kez sıvazlıyor ve varlığını fark ettiriyor. Oysa ben, o anda, yalnız bu hareket için akabilen bir zamandan bahsedebilirim. Neticede algım bu hareketi varsayıyor, bana hatırlatıyor ve algımdan ayrı çalıştığını savunan gözlerim ise, Fatih'in mesafeli gözlerine çarpıyor. Ancak o an memnuniyet duyuyorum. Eğer, diyorum. Tülay'dan etkilendiysen ve ondan etkilenirken bir başka insana bakma tenezzülünde bulunmayacaksan, sen benim sevgime değersin Fatih. Bir an, bu memnuniyet hali beni zavallı bir insan yapar mı diye düşünüyorum ama bu düşünceli halimden derhal rahatsızlık duyuyorum çünkü bu zavallılık değildi. Fatih'i, bana bakmadığı veya bana dikkat kesilmediği için suçlayamazdım. Fatih yalnızca buydu: Bir insan, bir başkası, bir başkasının bedeni ve ruhu. Oysa sevgim bendeydi. Bende gizliydi. Bunun var olması için Fatih'in bir titizliği yoktu. "Merhaba." dedim. Tebessümüm hala yüzümde. Derin bir gülümseyiş kısa bir an var oluyor. Onu Fatih'e gösterebildim ve o sadece yüzüme baktı. "Merhaba," dedi önce. Bir an bekledi. Gözlerime baktığını düşündüm. Çok uzun sürmedi. Sanki dudakları hafif bir aralığa kapıldı, öyle durdu. Ona bakmışım ya, birden konuşacağını düşünemiyorum çünkü onun, ne diyeceğini bilemediğini sanıyorum. Çünkü o an, o çok anlamsız görünmüştü. Bocalamış diyebileceğim, sosyal ilişkileri zayıf bir insanın afallamışlığını sezdim diyeceğim ama diyemiyorum çünkü Fatih, sosyal birisiydi ve o an, yalnızca benimle tanıştırılmaktan rahatsız olmuştu. "Ben Fatih." diye de ekledi. Bu kadar. Sonra tekrar Neriman hocaya döndü. "İsterseniz gidelim hocam. Spor salonu bir alt katta, arka kısımda." diyerek devam etti, benim afallamış yüzümün halini fark edemeyecek kadar sabit bir hareketle başıyla gerimizi, merdivenleri işaret etti. Bu mu? Ben ise şapşal tebessümümle afallayıp kaldım. Onun bu denli buzdan kılıflandırılmış bir davranış sergileyeceğini düşünmemiştim. Hadi böyle de olsa, memnun oldum diyebilir sanmıştım. Ancak o, hiçbir şey demedi. Memnun olmadın mı? Oysa Fatih, memnun olursun diye hayal etmiştim. Koridor sessizdi. Uzundu. Belki kısaydı ama Fatih'in öncülük ettiği yolda, onun adımlarının, benim adımlarımı bire on katladığı bu vaziyet için hakikaten uzun sayılırdı. Bu anda soluklarım hızlanabilirdi, sonuçta o, durmayacak gibi görünmekte. Aslında Fatih'in adımları; bacaklarının uzunluğundan nasiplenmiş, atışa geçmişti ve ne hikmetse hocamızın da bundan etkilenip azimle koşayazması tutmuştu. Neyin telaşıydı anlayamamıştım ama bana bıraksalar biraz daha yavaşlar, Fatih'i yavaşlatır ve onu mümkün mertebe izlemek isterim. Ancak- İşte o his yine geldi. Fatih'e kaçıncı kez fazla baktığımı, bu yaptığımdan Fatih'in hoşnut olup olmayacağını bana sordu. Fatih... Sence bunu istiyor mu Esin? Senin ona bakmanı istiyor mu? Eğer istemiyorsa... O, soğuk bir insandı. Bunu isteyip istemeyeceğini bilemezdim. Haliyle yalnız bir ihtimale tutunabilir, onu rahatsız etmemek adına gözlerimi çevirebilirdim. Ne olursa olsun, her ne olursa, Fatih bir başkasıydı. Tanıdık olan tek şey ona duyduğum sevgimdi. Keza Fatih'in yabancılığında sevgimin tanıdıklığını harcayamazdım. Başka bir yere bak Esin. Yeter ki, Fatih'e bakma. Duvara bak. Koridora bak. Neriman hocanın saçlarına bak. Neriman hocanın bukleleri güzel. Bu buklelere bakabilirsin. Veya- Hey, şu panoya bak. Ya da dur, duvarın rengine bak. Soluk gri yapmışlar. Hmm. Annem bu rengi sevmez. Bizim duvarda krem renk sever. Gri rengin, evin havasını kararttığını ve evi kapattığını söyler. Acaba ileride ben de böyle düşünür müyüm? Hani kendi evime çıktığımda demek istiyorum. Hem kaldı- Sakın Esin. Ev yok. Duvar yok. Renk yok. Koridora bak. Bak Esin. İlla bir şeyler bulabilirsin. Oraya bakma. Ona bakma. Saçları çok güzeldi. Dağınıktı. Üstelik ensesine doğru uzanan kısa perçemler sanki onun omuzlarını daha belirgin kılıyordu. Üstelik omuzları genişti. Bunu söylemiştim ama nedense her an yeniden hatırlıyor gibiyim. Üstelik kalıplı. Fatih, kalıplı bir oğlan. Esin! Duvara bak. Olmadı armatürlere bak. Şuna bak. Oh, bizim okuldan temizmiş. Evet, evet bunları düşünebilirsin. Ay, Esin şu kısma baksana. Renkleri ne güzel. Yaa, sakın ona ba- Hey! O... O bana mı bakıyor? Bana bakıyor. Fatih bana bakıyor. Neriman hoca? Neriman hoca nerede? Şaşkınca Fatih'e bakınıyorum. Zaten o da durmuş, az önce bitirdiğimiz yolun ağzında, kapının kenarında bana dönmüş. Dikkati bariz. Alakası olmayan türden. Ciddiyet desen hiyerarşik düzen piramidinin en ala mevkiinde. Yüzünde yine o kevgir ifadesi var. Haydi, der gibi. Oysa Fatih'in bana bakışlarında daha manidar ve hassas ifadeler beklerdim. Çünkü onu kıymetli buluyordum ve onun beni kıymetli bulmasını istiyordum. "Orada mı bekleyeceksin?" Ha? Bana diyor. Benimle konuşuyor. Afallayarak onun sağına ve soluna bakıyor, Neriman hocayı bulmaya çalışıyorum çünkü şu koridora bakmakla meşgul olmasaydım ve dikkatim Fatih'e değmesin diye kırk takla atmasaydım hocamın şu kapıdan içeri ne zaman girdiğini -Fatih orada durduğuna göre Neriman hoca oraya girmiş olmalı- fark edecektim. Aramızdaki mesafeleri azaltayım mı? İster misin Fatih? İstemezsin değil mi? "Efendim?" diye soruverdim. Müşkül bir halim yok. Duruşumda; bir an dalgınlığa uğramış, dikkatsizliğini kolayca fark edebilen ama bundan kesinkes utanmayan bir insanın ilgisi saklı. Az önce dalgındım çünkü sana bakmayayım diye özen göstermiştim. Yoo, şu anki bakışımla kıyaslama. Lütfen. Az önceki bakışım ile bu bir değil. Neticede bu normal bir bakış ama az önceki... Hayallerle doluydu Fatih. Fatih'in kaşları çatıldı. Sanki hoşnutsuz bir ana girmiş gibi bakışları keyifsizliğe bulandı. Ancak bunun nedense benimle alakalı olmadığını, Fatih'in bir nedenle -bu nedeni bilmiyorum- hoşnutsuzluk dalgalanması yaşadığını düşünmekteyim. "Çok yavaş ilerliyorsun." dedi. O, hala aynı noktada beklerken kendisine yanaştığımdan mıdır ne, boyu bir anda gözüme daha uzun göründü. Üstelik omuzları. Sahiden onlara sarılmak ve o omuzların uzantısında duran kollar tarafından sarılıp sarmalanmak istedim. Ki, bunu Fatih'e söylemeye kalksaydım müthiş şaşırırdı. Belki rahatsız olur ve uzaklaşmak isterdi. Ancak ne hacet, ben böylesi bir dikkatsizliği kendime henüz yakıştırabilecek kadar aklımı yitirmemiştim. Henüz. "Okul," diyorum. Sağ kolum havada biraz süzülüyor ve sanki az önceki bedenlerimizi ona gösterebilirmişim gibi ardımı, orada durduğumuz yeri işaret ediyor. "Okulun içini inceliyordum da." Cevabım bir şey değiştirmedi. Kaşları hala çatık, yüzü hala hoşnutsuz. Gergin. Çok gergin. Beni geriyor. Bunu ona söylemiyorum. "Neriman ho-" diyecek oluyorum ki, kapıdan içeriyi gösteriyor. "Neriman hoca içeride." Neriman hoca, ah hocam. Aynı cümleyi tekrarlıyorum. "Hoca içeride." Aptalca bir çaba sergilemişim ve o da anlamsızlık haliyle; beni gözlerimden saçlarıma, saçlarımdan gözlerime ve bir an benim dışımda duran, az önce parmaklarımla işaret ettiğim geriye bakmakta. Öylece bakmak bu denli kolay mıydı? "Geçeyim o zaman," diye geveliyorum ama o cevap vermiyor, öylece beni izliyor ve ne yapmaya çalıştığımı anlamlandırmak istiyor. "Geçeyim bi'." deyişimi eksiltmezsem olmaz. Safsata! Yalnız safsata da iyisin Esin. Yanından sıyrılıyorum, yeni bir alana girmekten ziyade onun yanından geçmenin telaşına kapılıyorum ve kesinlikle ona bakmıyorum. Ancak bir hususu fark ediyorum. Bunu o an, yanından bir telaşla geçtiğim için fark etmiş olmamın zor olduğunu hatırlatarak söylemem gerekir. Çünkü Fatih'in gergin simasında bir dalgalanma oldu, yüzünü bir sakinlik sıvazladı ise dudaklarının kıyısındaki tebessüme ne demeli? Gülümsüyorsun. Hemencecik içeri geçtim. Ardımda ise o. Muhtemelen saçlarıma baktı çünkü arkamdaydı ve belki hiçbir şekilde bana bakmadı ve ben, onun bana baktığını hayal etmek istedim. "Ah, Esin!" diye sesleniveriyor bizim Neriman hoca. Tabii o zamanlar onu fark edememişim, keyfim yükselmiş ya yüzüm gülüyor. Aslında ben, Fatih ile bir hatıra biriktirmenin keyfine kapılıyorum. Bana karşı olan tavrının yalnız bana olmadığını, Fatih'in mesafeli bir insan olarak durduğunu düşünerek, bunun bana iyi hissettirdiğini fark ediyorum. Biliyorum ki, Tülay'a da sırnaşmadı. Çünkü Fatih'in insanlara karşı uzak durmayı tercih eden bir hali vardı. İşte, işte yahu, bu da kanıtı değil mi? Yanaşmayı seven bir oğlan olsaydı böyle mi olurdu? "Sizi Esin ile tanıştırayım." diyerek devam ediyor bizim hoca. Karşısında duran bir yığın oğlan ve bir yığın kıza karşı konuşuyor. Aklım her hal ardımda olduğundan, konuşmanın bir kitle önünde olduğunu geç algılıyorum ve tam o an büyük bir duvara toslamış gibi afallıyorum. Çünkü orada hakikaten bir yığın insan vardı. Üstelik hepsinin duruşunda bir asalet, yüzlerinde bir bekleyiş ve sıkılganlık. Uzun bir insan görsem, kısasını arayacak oluyorum ama ne hikmetse her birinin yeterince uzun bedenleri vardı. Üstelik görüntüleri, nasıl desem bir simetri vardı, bir uyum. "Biraz acele edebilir miyiz?" dedi bir oğlan. Sıkılgan bir halde, elinde duran topu bir o yana, bir bu yana çeviriyor. Hemen yanında bulunan diğer oğlanlardan biri ise hayıflanarak başka yöne bakıyor, bir başkası desek- Tamam Esin, tamam. Hepsi hoşnutsuz. Oldu mu? Bunu kendine söylemek seni göğe çıkardı mı? Yanlarına yanaştım. Hemen yanımda ise Fatih var ama sonra ilerliyor, Neriman hocayı da geçip o kitleye dahil oluyor ve tam olarak bizim hocanın karşısına, kitlenin önünde duracak biçimde geçiyor. Sanki... Sanki buranın sorumluluğu bende diyor. "Atakan haklı hocam," diyerek söze karıştı bir kız. İnce telli kısa saçlarını tepesinde bağlamış, dağınık eşofmanlar içerisindeki hoş ve sahiden albenili görüntüsü ile söyleyeceklerine eklemelerde bulunmuştu. "Dersler zaten yoğun. Sene sonu antrenmanları için yoğun bir tempoda antrenmanlarla uğraşıyoruz. Dakikalarla yarışıyoruz dersek yeridir." Oh! Kızla göz göze geldik. "Sana karşı bir durum yok, lütfen yanlış anlama." diye ilave etti ve ağır ağır oluşan bir tebessümü bana sundu. "Bu arada ben Semra." Kendisine başımla selam veriyorum ama söze girip kendimi tanıtamadan bir başkası araya giriveriyor. "Şekilci Semra." diyor oğlanlardan birisi. Sonra oğlanın bu yaptığının beni rahatsız ettiğini fark etmezken kızın rahatsızlığı farkındalık oluşturuyor ve yüzü buruşuyor. Ancak ne hikmetse kalabalıktan keyifli bir kahkaha yükseliyor. Ne oluyor? Bunun bir espri olduğunu düşünecek oldum. Ancak kalabalığın görüntüsü bir an beni alaşağı ediyor. Her şeyden önce, burada çok fazla erkek vardı. Bu kadar erkeği bir arada, özellikle bana karşı pür dikkat halde gördüğümü hatırlamıyorum. Kaldı ki, onlar birer sporcuydular. Haliyle fizikleri de bu konuda iyi ve dikkat çekiciydi. Yani nasıl desem, bir bedenin dağınık görüntüsünde bile sporun yan etkisini, sporla kamufle olmuş şekilli hali görmek mümkün. "Kes sesini seni dangalak Şino." diye kızdı Semra isimli arkadaş. Bu hoş değil. Kızın durumuyla eğlenen birisi hafif kahkaha attı. O ara Semra olan kızın yüzü aydınlandı ve bizim hocaya dönerek, "Kusura bakmayın hocam, arkadaş biraz dengesiz de. Siz onun kusuruna bakmayın." dedi. Oysa kendini hemen toparlayabilmesi, kendine yakın olan bir oğlanın bandanalı uzun saçlarına el atıp karıştırması ve kalabalığın kolayca Semra'ya uyum sağlayabilmesi benim için enteresandı. Ne yapacağımı bilememiştim. Fatih'e bakayım desem, hemen yanında duran ve kendisi gibi iri yarı biri olan bir oğlana hafifçe eğilip bir şeyler söylediğini fark ediyorum. Yüzü ise dikkat içeriyor. Muhakkak ciddi bir şey söylüyor veya insanlar tarafından duyulmasını istemiyor. Zaten sonra koluna doğru bakıyor, orada duran ve yeni fark ettiğim akıllı saatin ekranını gösteriyor şu diğer oğlana. Acaba ne konuşuyorsunuz? Ona fazla bakmamak için kalabalığa döneyim diyorum ve onların kolayca uyum sağladıklarını, az önce şakalaşılmamış gibi ciddiyete bürünerek bize baktıklarını fark ediyorum. Bakmakta da haklılar çünkü ben de olsam, karşımızda durup bizi öylece izleyen bir kıza anlam veremezdim. Durum komikti. "Sen karşı okuldansın." dedi bir başkası. Beni işaret ediyordu. Aslında herhangi bir şekilde parmakla gösterme yoktu, yalnızca söylendi. Zaten onun bunu söylemesi sessizleşen kalabalıkta kolayca dikkat çekti ve hemen sonra dikkati aniden bana dönen kitlenin, sakince üzerimdeki okul formasına bakması ve böylesi bir kalabalık önünde sanki her daim bu anı yaşarmış gibi dimdik durabilmem, bir nebze olsun şaşırmam, sağıma soluma telaşla bakmak isteyip sakince onları izlemem ve beni işaret eden, ancak yüzü diğerleri gibi ciddiyet barındıran bu oğlana ve sporcu giyimine denk gelince kendimi ufak sanıyor olmam peş peşe gerçekleşiyor. İşte o anda kendi içimdeki hakimiyet yıkılıyor; nabzımın, yükseldiğini ve kulaklarımda attığını sanıyorum. Zaten ona cevap olarak bir tepki vermem gerektiğinden, aceleyle Neriman hocaya dönüşüm ve o oğlana bakmayı keserek başımı aşağı yukarı sallayışım işin sonu oluyor. Bundan sonrası ciddiyet barındırıyor. İlk etapta onları epey ciddi sanmışım ya, unutun onu. Onlarda felaket bir şey var. Birden ağır bir sessizlik ve huzursuz edecek bir hareketsizlik baş gösteriyor. Hele şöyle birkaçına baksam, ne olduğunu anlamaya çalışacak olsam, onların pür dikkat beni izlediklerini görebileceğim. Sorun ne? Niye herkes gerildi? Neriman hoca bu arada söze karıştı. "Gençler, az önce size kendimi tanıtamadım. Ben Neriman. Karşı okulda tasarım dersi öğretmeniyim. Esin ise öğrencim." Bana doğru dönerek, "Gel Esinciğim, kendini arkadaşlara tanıt." dedi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD