Bölüm 19 - ''DAĞ EVİ''

1577 Words
19. BÖLÜM: "DAĞ EVİ" "Anne geç kalacağım ama birazdan gelecekler!" "Tamam kızım şunu da ye, yollarda aç kalma." deyip tereyağlı ballı ekmeği ağzıma tıkadı. "Yo onno, borkoç dokkolok yol oçon yoptoğon şoyo bok. Goron do olko dosono cokocogomozo zonnodocok." (Ya anne, birkaç dakikalık yol için yaptığın şeye bak. Gören de ülke dışına çıkacağımızı zannedecek) dedim ağzım tıka basa dolu iken... Meyve suyumdan yudum alıp ağzımdaki lokmayı yutmaya çalışırken kapının zili çaldı. "Aha, işte geldiler." Kahvaltı masasından kalktığım zaman abim karşıma geçti ve kollarını göğsünde birleştirdi. İşte başlıyoruz. "Bu çocukları görmeden gözüm tutmadı, haberin olsun." Gözlerimi devirdim ve derin bir nefes aldım. "Sence bu benim ne kadar umrumda?" "Mi Hi, benimle böyle konuşmayı kes! Ben senin abinim." Biliyordum, sen benim abimdin. Yüzümüze gülen ama arkamızda bir sürü iş çeviren... Aldığım o nottan sonra dünyam başıma yıkılmıştı. Notun ne kadar doğru olduğu tartışılırdı, abime de güvenmek istiyordum ama içimdeki bir his buna engel oluyordu. Ona güvenmiyordum. İşte bu yüzden gerçekten o paraların hangi kaynaktan geldiğini bulacaktım. Eğer o paralar düşündüğüm yerlerden geldiyse ona hak ettiği cezayı verecektim. Ama o not tamamen bir palavradan ibaret ise ve abim dediklerinde samimi ise derin bir nefes alacaktım. Kısacası bu işin peşini asla bırakmayacaktım. Abimin yanında geçip gittiğimizde o hâlâ arkamdan bana bağırıyordu. "Bana bak o telefonun hep açık olacak. Saat başı, dakika başı arayacağım seni. Ha bu arada o erkek kılıklı varlıklardan da uzak dur! Eğer bir şey yapmaya çalışırsalar sana çabuk abini ara, hemen uçarım oraya!" "He yav he," Kapının önündeki mini bavulumu alıp kapıyı açtığımda tüm ekibin kapımın önünde toplandığını gördüm. Gözüm tabii ki ilk Jungkook'a kaymıştı. Gözünde güneş gözlüğü, elleri cebinde arabaya yaslanmış bir şekilde duruyordu. Giydiği siyah tişört üstüne öyle bir yapışmıştı ki vücutlu yapısını bir güzel göz önüne seriyordu. Giydiği pantalondan bahsetmiyordum bile. Bu çocuğun bacakları ne kadar da kaslıydı böyle? Gözlerimi ondan almak için kendimle büyük bir savaş veriyordum. "Kök saldık, haberin olsun." dedi Hyun. Senin o köklerini yolarım ben. Keşke gerçekten kök salsaydında bizle gelmeseydin. Şaka maka, koca bir haftasonu ne yapacaktım ben Hyun ile? Keşke Youtuber olsaydım, çekeceğim videoların ismi bile hazırdı şu an. Koskoca dağ evinde Hyun şeytanı ile 2 gün! Katil olmama challenge! Hyun'u öldürdüm, çok riskli oldu! İzlenme rekorları kırardım valla. "Geldim işte." Jimin doğduğundan beri bu anı bekliyormuş gibi elimdeki bavulu alıp, beni hemen kolunun altına aldı ve yanağıma sulu bir öpücük kondurdu. Jungkook'un geldiğim andan beri benim üzerimde olan gözleri bu an gerçekleşir gerçekleşmez hemen başka yere odaklanmıştı. "Ekip tamam olduğuna göre gidelim!" Siyah lüks arabanın içine yedi kişi sığmıştık. Bu şaşırtıcı bir olay mıydı, bilmiyordum ama zaten arabayı erkeklerin kullanmasını bekleyemezdim. Daha reşit bile değillerdi. "Hyunglar neredeler?" diye bir soru sordu Taehyung. "Az önce konuştum onlarla, sabah erkenden dağ evine geçmişler ortalığı toparlamak için." dedi Jungkook. Jimin ise kolunu omzumdan almadan gözleri kısılana kadar güldü. "Yoongi hyungda temizliği pek çok sever. Kesin sinmiştir bir yere uyuyordur kedi gibi." "Namjoon hyung da umarım bir yerleri toparlayım, temizleyim derken evi yıkmaz." diye kıkırdadı Taehyung. Namjoon hyung... Kitapçı olan ve o gün evde bana baya mesafeli olan şahıs. Hâlâ o gün neden bana o kadar mesafeli davranmıştı anlamıyordum. İnsanlar garip varlıklardı. Seul'un baya dışına çıkmıştık. Kalabalık uzun evlerin yerine ağaçlar geçtiğinde "Ne kadar kaldı daha?" diye mızmızlanmıştım. "Çok az kaldı, birkaç dakikaya oradayız." diye mırıldandı Jungkook. Tam karşımda bacak bacak üstüne atmış kafasını geriye doğru yatırmıştı. Gözleri kapalıydı ama uyumuyordu. Onu izlemeyi her türlü seviyordum. Keşke şu an başımı omzuna koyduğum kişi Jimin değilde o olsaydı. Bilmiyorum, belki de bu yaptığım büyük bir bencillikti ama elimde değildi ki. Jimin'in ile zaten formalite icabı sevgiliydik. Daha doğrusu herkes bizi sevgili sanıyordu. Kaygılanmam gereken bir durum olmamalıydı. Peki o zaman neden kendimi tutsak gibi hissediyordum? Jungkook'un dediği gibi birkaç dakika sonra dağ evin önüne varmıştık. Tabii buna dağ evi demek ne kadar doğru olurdu, bilmiyordum. Hatta ev demek bile hakaret sayılırdı, o derece. Ağzını balık gibi açmış olan Yu Jin kolumu dürttü ve "Lan Mi Hi, kafayı yiyeceğim bu ne? Bunun ev olduğundan emin miyiz? Hayır anlamıyorum biz mi çok fakiriz, görmemiş insanız da böyle tepkiler veriyoruz?" dedi. "Yok kardeş biz normaliz. Sadece onlar çok zengin." "Bence her ikisi de," dedi. Kapıya vurduğumuzda ise kesinlikle kapıyı pasaklı yemek önlüğüyle açan bir Kim Seokjin beklemiyorduk. Yani en azından ben. "Namjoon! Sana kaç defa söyledim kapıyı aç diye, görmüyor musun ben çocuklara yemek yapıyorum!" Bana bu diyalog bir yerden tanıdık geliyordu. Nereden, nereden... Ah, tabii ki annem ile babamdan. Taehyung derin derin nefesler alarak Jin'i itti ve içeriye girdi. "Miss gibi yemek kokuyor burası, oh." Peşinden bizde içeriye girdiğimizde buranın ciddi anlamda ev olmadığını çok iyi anlamıştım. İçeriye girer girmez büyük bir salon bizi karşılıyordu. Mutfakta salona katılmıştı ve bizim için pişirilen o leziz yemekler ağzımı sulandırıyordu. Açtım ben aç. Namjoon, Hoseok ve Yoongi üst kattan indi ve bizimle selamlaştılar. "Gözümüz yollarda kaldı, nerede kaldınız?" diye sordu Hoseok. Sanırım Hoseok'u gördüğüm her an Jungkook'un kusmuklu poşeti tutuşu aklıma gelecekti. O görüntü gerçekten görülmeye değerdi. "Bildiğiniz Seul trafiği," dedi Jungkook. Yoongi'nin gözü benim yeni maskemde takılı kalmıştı. Çenesini gülerek kaşıdı. "Bu maske bana bir yerden tanıdık geliyor, değil mi Jungkook?' Jungkook kaş göz hareketleri yaptı gülümseyerek. "Kendim için sana yaptırdım ya hyung, ehehe." Yoongi kaşlarını kaldırdı ve kendi kendine mırıldandı. "Tabii ki kendin için." Kafam allak bullak olurken göz ucuyla Yu Jin'e baktım. Dediklerinde doğruluk payı kaç olabilir? Olamazdı. Böyle bir şeyin doğru olduğunu düşünmek beni sadece boş yere ümitlendirirdi. Ayrıca böyle bir şeyin doğru olması demek Jungkook'un bana değer vermesi demekti. Ve bu mucizeydi. Ben ise mucizelere inanmazdım. Gözlerimi kıstım. Gerçekten bana değer veriyor musun Jeon Jungkook? Yoksa sadece bana mucizelere inandırmaya yemin mi ettin? - Güzel bir akşam yemeğinden sonra hep birlikte evi gezmiş birkez daha hayran kalmıştık. Şimdi bahçedeki sandalyelerde otururken ortamı sessiz ama huzurlu bir ortam kaplamıştı. Avuç içlerimi ısıtan kahvemden bir yudum aldım. "Hadi biraz bir şeyler konuşun ne bu sessizlik?" dedi Hyun huysuzlanarak. "Peki," dedi Jin ve gözlerini bana sabitledi. "Senin için sorun değilse sana bir soru sormak istiyorum Mi Hi." Ne tür bir soru geleceğini tahmin etmekte zorlanıyordum. "Ne sorunu canım, sor tabii." "Yüzündeki yara ne zamandır var?" Yara izimi bilmiyorlar sanıyordum. En azından tanıştığımız ilk gün öyleydi ama artık değildi sanırım. "Hyung!" dedi Jungkook sesini yükselterek. "Sorun değil, sorun değil." dedim. "5 yaşından beri var. Yangında oldu." Jin gözlerini kırpıştırıp Namjoon'a döndü. "Bu tür yanıklar krem ile ya da ameliyatta düzelmiyor mu?" "Yanık derecesine göre değişir," dedi Namjoon. Sonra bakışlarını maskemde gezdirdi. "Derecesi kaç?" "Efendim?" dedim anlamayarak. "Tabii sen bilmiyorsun," diye atladı Taehyung. "Namjoon hyung tıp okuyor da, o yüzden bu kadar bilgili bilgili davranıp soru soruyor." Kaşlarımı kaldırdım. Bu adamın ne kadar çok işi vardı böyle? Hem kitapçı hem tıp okuyor... Vay anası. "3. Dereceden yanık." Kafası salladı. "Tahmin etmiştim. Ameliyat oldun mu hiç?" "Küçükken olmuştum dokulardaki hasar için ama o yanık iz olarak hep kaldı." "İstersen bir gün ben de bakayım yaraya. Henüz tam doktor değilim gerçi ama tanıdığım plastik cerrahları var, onlarla görüştürmek isterim seni." "Neden olmasın?" Namjoon gülümseyip içkisinden yudumladı. Büyükler içki içiyor, küçükler ise kahve-kola tarzı şeyler içiyordu. "Off, ne kadar sıkıcı bir konu bu. Bize ne Mi Hi'nın yarasından?" Bunu kimin söylediğini söylemeye gerek var mıydı? Bence yoktu. "Hadi şişe çevirmece oynayalım!" Yu Jin direk yüzünü ekşiltti. "Ayy, şimdiden söyleyim filmlerdeki kitaplardaki gibi şişe çevirmecede abudik gubidik sorular sorup abudik gubidik şeyler yaptırırsanız Mi Hi ve ben dışında kimse sabahı göremez ona göre." "Aynen," diye onayladı Taehyung. "Oynayacaksanız adam akıllı oynayın." "Aman be," dedi Hyun trip atarak. Sanırım bu oyunla ilgili kafasında çok güzel senaryolar kurmuştu. Ama yer mi anadolu çocuğu bunu? Yemez. Herkes oyun fikrini onaylayınca ortaya bir şişe koyup çevirmeye başladık. "Ben soruyorum, sen cevaplayacaksın." dedi Taehyung. Jimin ellerini iki yana açmıştı. "Yolla, gelsin." "Doğruluk mu cesaretlik mi?" "Tabii ki doğruluk oğlum, sana cesaret demek ölüm demek." "Mi Hi'yı hiç öptün mü?" diye sordu. Sonra gözlerini kapattı ve dudaklarını büzdü. "Dudaktan." "Oha!" diye haykırdım. "Henüz öpmedim." Jimin'in dediği şeyle gözlerimi açtım ve ona pis pis bakmaya başladım. Henüz mü demişti o? Roldür o rol. Jimin bana göz kırpınca kafamı başka yere çevirdim. Jungkook'a... Bakışları havada yine diziyle ritim tutuyordu. Şişe birkez daha çevirildi. Bu sefer Jungkook Taehyung'a soruyordu. "Doğruluk mu cesaretlik mi?" "Tabii ki cesaret." Jungkook dudağını büzüp kafasını salladı. "Vaay. Demek cesaret." "Ehehe." "Göstereceğim ben sana birazdan eheheyi, bekle sen." dedi. Sonra elini çenesine koydu ve düşündü. "Yukarıda dansöz kıyafetleri var biliyor musun? Hepsi de tam sana göre. Hadi git onları giyin ve bize güzel bir gösteri yap." Taehyung istemeye istemeye, ayaklarını yere vura vura yukarıya çıktı ve dansöz kıyafetini giyip yanımıza geldi. Mezdeke müziğiyle bize güzel bir şov yapan Taehyung usta bir dansöz gibi kıvırıyor kafasını Jungkook'un kafasına sürtüyor ve herkese özel bir dansözlük yapıp paralarımızı alıp göğsüne sokuyordu. Onun bu haline herkes kahkaha atmaya atıyordu. Hatta Jimin öyle bir gülüyordu ki kendini sandalyeden atmış yerlerde bir panda gibi yuvarlanmaya başlamıştı. Ben ise en son gözümden işeme yeteneğim olduğunu fark etmiştim. Taehyung'un o muhteşem gösteresinden sonra şişe birkez daha çevrilmişti. Ve dırırııım, Jungkook bana soracaktı. "Doğruluk mu cesaretlik mi?" Taehyung'un o halinden sonra cesaret demek kendi ölüm fermanımı imzalamak gibi bir şeydi. "Doğruluk," "Peki," dedi. Bana soracağı soruyu önceden hazırlamış gibiydi. "İlk maskeni tam olarak ne zaman takmaya başladın?" dedi meraklı gözlerle. Kesinlikle böyle bir soru beklemiyordum. Bu soru beni baya bir afallandırmıştı. Jungkook'un benden nasıl bir cevap beklediğini bilmiyordum lakin bir hayli meraklıydı. Bu sorudan 'yüzüm yandıktan sonra' diye mantıklı bir cevap verip kurtulabilirdim ama yapmadım. Ve kitabın sayfaları güçlü bir rüzgarın etkisiyle çevrilerek en başa gitti. Ona bakarak gülümsedim. "Anlatayım o zaman."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD