17. BÖLÜM:
"HEDİYE"
"Sevgili kardeşim Kim Mi Hi, açıklama yapacak mısın yoksa ben yaptırayım mı?" Abim dişlerinin arasında tıslayarak konuşmaya başlayınca kelimenin tam anlamıyla ayvayı yediğimi anlamıştım.
Hemen aceleyle paraları kapattım ve ayağa kalktım. "Ben buraları temizliyordum falan ayağımı çarptım buldum, valla karıştırmadım."
Kurduğum anlamsız cümlelere karşı abim güldü ve bana doğru birkaç adım atıp yaklaştı. Hiç beklemediğim bir anda kolumu tutup beni sarsmaya başlayınca sertçe yutkundum. İmdat, adam öldürüyorlar diye bağırsam mı acaba?
"Gördüklerini unutacaksın, kardeşim."
"O kadar parayı unutmak nasıl mümkün olur abi?" Gözlerimi kıstım. "Doğru söyle bana nereden buldun o kadar parayı? Çaldın çırptın değil mi lan? Biliyordum ben."
"Saçmalayı kes! Çaldığım falan yok. Hakkımla kazandım ben bu parayı."
"Ne?" Onu küplere bindirecek bir şekilde güldüm. "Oğlum sen işsizsin lan. Ve gelmişsin bana bon bo poroyo hokkomlo kozondom diyorsun. Güzel senaryo ama benden söylemesi bu dizi tutmaz."
Abim daha çok delirdiğini belli edecek şekilde kolumu sıkmaya başladı. Kesinlikle şimdi orası morarcaktı. Benim cildim çünkü oldukça hassastı.
"Bir bok bilmeden konuşma!"
"Söyle de konuşmayım!"
"İşe girdim ben bir kere. Oradan kazandım bu paraları."
Bir an duraksadım. Ve abimin ellerinden kollarımı kurtardım. Bir elimi belime attıktan sonra baş parmağını abime doğru salladım.
"Sen iş buldun ve biz bunu bilmiyoruz öyle mi? Ayrıca kazandığın paraları da bilmiyoruz? Ki sen ne iş yapıyorsun da bu kadar çok para kazanıyorsun? Yalan söylüyorsun, ben senin çalışmaya gittiğin bir Allah'ın gününe şahit olmadım." Ellerimi birbirime sürtüp Joker gülüşü attım. "Aha şimdi elime düştün sevgili abicim Kim Min Joon! Ehehehe."
Abim sinirle ellerini saçlarına geçirdi. "Makinalı tüfek gibi saydırmaya bırakta beni bir dinle. Daha ne iş yaptığımı bile bilmiyorsun gelmiş burada laf ediyorsun bana, çıldıracağım."
"Allah, Allah söyle de bilelim o zaman! Sanki FBI da çalışıyorsun, ne bu gizlilik?"
"Gizlilik falan yok! Sadece şu an saklıyordum."
"Sebep?"
"Size sürpriz yapacaktım."
"Ne sürprizi Allah aşkına? Ne iş yaptığını bile bilmiyoruz daha."
"Bir şirkette çalışıyorum Mi Hi!" dedi dişlerini sıkarak. Birazdan bana tekme tokat dalacak gibi görünüyordu. Açıkçası tırsmadım desem yalan olurdu ama umrumda bile değildi. İşte bu yüzden yerlere yuvarlanarak gülmeye gülmeye başladım.
"Ne? Bir de şirkette çalışıyorsun sen? Vay be, görüyor musun sen şu Allah'ın işini? Benim diplomasız, lise terk abim şirkette çalıyor! Anlıyorum... İyice kafa gitmiş senin."
Ben ne kadar onunla dalga geçsem de beni ciddiye bile almıyordu ve hayali işini anlatmaya devam ediyordu. Vah yavrum, yazık sana. Bu genç yaşta gitti valla kafa.
"Doğru söyle şirketin temizlikçi misin yoksa?"
"Saçmalayı kes! Yakın bir okul arkadaşım bir şirket kurmuştu. Orada yardımcı asistan olarak işe başladım. İşi de evden yürütebiliyorum. Rahat bir iş. Gördüğün gibi iyi para da veriyorlar ki bu sadece avans."
Abim basbaya ciddiydi. Gülmemi kestim. "Ha sen doğru söylüyorsun yani?"
"Günaydın!"
"Bize ne zaman söyleyecektin peki? Annem seni başıboş dolaşıyor, çalışmıyor diye ne kadar üzülüyor haberin var mı?"
"Biliyorum, biliyorum ama biraz daha zaman istiyorum sizden. İyice para biriktirdikten sonra söyleyeceğim ve işte o zaman hiçbir şey eskisi gibi olmayacak Mi Hi, bana saygı duymayan herkes önümde eğilecek."
Kore böyle bir yerdi işte. Başarılı değilsen, bir diploman bile yoksa halk tarafından ezilir ve yok edilirsin. Birçok insan sırf bu yüzden canına kıyar. Bu bir bataklıktır ve abim de bu bataklığın içindedir.
Bu yüzden şimdi ona ne kadar güvenebilirimdim ki?
Abi, umarım dediğin gibi güzel bir işe girmişsindir ve bu parayı oradan kazanmışsındır.
Zira aksisini düşünmek nefesimi kesiyordu.
-
"Jungkook, senin acilen bir beyin doktoruna görünmen gerekiyor biliyorsun değil mi?" Dedim 30 soru içersinde sadece 5 net yapan Jeon Jungkook'a bakarak. "Hayır ben o kafatasının içinde bir beyin olduğundan da şüpheliyim gerçi ama..."
Parti gecesi, marti gecesi derken Jungkookla çalışma günlerimiz iyice aksamıştı. Bir de başımıza dağ evi işi çıkmıştı. Yani bizim için ders tamamiyle yalan olmuştu. Bu yüzden ikimiz oturup tartıştık ve bu hafta içi okuldan sonra gece yarılarına kadar tüm günler ders çalışmaya karar verdik.
Ve şimdi Jungkook'u ders çalıştırdığım bilmem ne kaçıncı günlerden birindeydik.
Bu benim için sorun değildi ama Jungkook'un zekası için büyük bir sorundu.
Ama umrumda bile değildi. Eşek gibi çalışıp derslerinde başarılı olacak ve abisine gününü gösterecekti.
Zaten bu ders çalışma günlerinde enteresan bir şekilde yaklaşmıştık.
Ha durun, o yaklaşma o tür yaklaşma kesinlikle değildi.
Sadece...
Kayınço-birader olmuştuk.
Ehe.
"Kalbimi kırıyorsun ama..."
"O zaman kırdırtma." dedim elimdeki kalemle başına vurarak. "Çocuğum beni neden deli ediyorsun? Ben sana bu konuyu kaç gündür anlatacağım diye bir yerlerimi yırtıyorum, anlatıyorum da! Ama sen anlamıyorsun. Yok olmaz bu böyle. Babana söyleyelim de buna bir son verelim. Ben çekemem seni daha fazla."
Yalan.
Sadece korkutmaya çalışıyordum. Ve başarılı oldum da.
Jungkook gözlerini açtı ve birden dizlerine üstüne düşerek ellerimi tuttu. Bu durumda bana evlenme teklifi edecek gibi hissediyordum.
Ama asıl önemli olan neydi biliyor musun?
Jeon Jungkook'un benden, tenimden korkmamasıydı.
Sevdiğim çocuk benden korkmuyordu, iğrenmiyordu.
İşte bu bana yeter de artardı ömrüm hayatım boyunca.
"Aman Mi Hi Hanımefendi, ağzımızın tadı kaçmasın."
Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ve ellerimi çektim.
"Bilemiyorum," dedim ciddi olarak. "Sende hiç çaba göremiyorum Jungkook. Ben ders anlatırken sen hiç burada olmuyorsun. Aklın hep başka yerlerde. Ve işin tuhaf tarafı bunu bilerek yapman. Bilerek dinlemiyorsun beni. Sorun bende mi? Ben mi iyi anlatamıyorum? Bak eğer-"
"Hayır, hayır!" dedi ellerini sallayarak. "Seninle hiçbir alakası yok Mi Hi. Kendin de dedin ya, bilerek dinlemiyorum."
"Ha sen cidden ben geri zekalıyım diyorsun." dedim kaşlarımı kaldırarak. "E o zaman benim gırtlağımı niye yoruyorsun?"
"Çünkü ailemin zoruyla ders çalışıp başarılı olmak istemiyorum. Onları tatmin etmek istemiyorum. Onların benim için istediği konumlarda olmak istemiyorum."
Bunu o kadar hızlı bir şekilde söylemişti ki bir ara rap yaptığı falan zannetmiştim.
"Sırf bunun için mi yani? Böyle bir yere yol alamayacağını biliyorsun, değil mi?"
Derin bir iç çekti. "Biliyorum,"
Tam o sırada kapı açıldı ve içeriye hizmetli abla geldi.
"Akşam yemeği hazır. Sofrada arkadaşınızı da görmek istiyorlar."
"Tabii ki, onlara birazdan geleceğimizi söyle."
Jungkook sırıtarak bana baktığında kafamı sağ sola sallamaya başladım. "Yoo, hayatta olmaz. Hiç bana öyle bakma." Bu eve gelmeye başladığım günden beri ailesini hiç görmemiştim -babası hariç- ve görmeye de hiç merakım yoktu.
"Nedenmiş o?"
"Ailem merak eder."
"Tamam konuşuruz onlarla."
"Olmaz, ayrıca konuşsak da izin vermezler."
Ama o beni dinlemedi ve telefonumu elimden alıp ayağa kalktı. Aha valla birisini arıyordu.
"Lan! Ver hemen o telefonu, Jungkook!" Ayağa kalkıp zıplamaya başladım. Tanrı aşkına bu çocuk benden neden bu kadar çok uzundu? Zürafa gibi zıplamama rağmen telefonumu alamıyordum.
"Ya, kimi arıyorsun sen?!"
"Anneni," dedi baş parmağını dudağına bastırıp sessiz olmamı isteyerek.
"Alo, merhaba efendim. Ben kızınızın okuldan arkadaşıyım."
Annemin telefonu açmasıyla maskeyle yarısı kapalı olan yüzümü ellerimle tamamen kapatmıştım.
"İsmim Jeon Jungkook... Evet, evet oyum, ders verdiği... Ben şey diyecektim. Ailem Mi Hi'nın bizde akşam yemeğine kalmasını istiyor, tabii siz de uygun görürseniz."
Parmaklarımın arasını açtım ve oradan Jungkook'a baktım. Jungkook ise hâlâ sırıtıyordu. Ve dil çıkartıyordu. "Aaa, demek biz de yatıya bile kalabilir, harika!"
Anne, anne! Sen ne yapıyorsun Allah aşkına! Ben senin kızınım, kızın!
Jungkook senin de tavşan dişine yumruk atarım, gülme lan öyle dingil!
"Tamam o zaman, çok teşekkür ederiz... Merak etmeyin, ben sağ salim bıraktırırım eve... Teşekkürler..." Jungkook telefonunu kapatınca sinirle Jungkook'un yatağındaki yastığı alıp suratına fırlattım.
"Ya oğlum ne yapıyorsun sen?!"
"Sen niye kızıyorsun bana? Hem annen beni çok sevdi."
Kaşlarımı çattım. "Herkesi sever o, sana özel değil." Tabii, kesin. "Hem ben ailenin yanında bu suratla nasıl yemek yiyeceğim?"
Jungkook yatağın yanındaki komidine doğru yürüdü. "Ona da var bir çözümüm, sen hiç merak etme."
Yanıma elinde yarım bir maskeyle dönünce kaşlarımı çattım.
"Bu ne?"
"Maske. Senin için."
"Anlamadım?" dedim şaşırmış bir şekilde.
"Anlamayacak pek bir şey yok aslında. Yüzündeki maske gözünün altına kadar geliyordu ve yüzünün yaralı olmayan kısmını da kapatıyordu. Ayrıca rahat rahat yemek de yiyemiyordun." Dediği şeyle küçük dilimi yutacak gibi oldum.
"Ama bu maskeyi takarsan," dedi maskeyi yüzüne getirip bir kısmını kapatarak. "Yüzünün bir kısmı, dudaklarında dahil açıkta kalacak ve rahat rahat yemeklerini yiyebileceksin."
"Peki, peki böyle daha çok dikkat çekmez miyim?" dedim heyecanlanmış bir şekilde.
"Bilmem," dedi dudağını büzerek. "Belki ama daha konforlu bir hayat yaşayacağın aşikar. Hem saçınla o kısmı kapatırsın. Bir sorun olmaz bence."
Maskeyi elime bıraktığı an heyecanla ona baktım. İçim şu an kıpır kıpırdı.
"Takalım bakalım."
Bir eli kulağımın arkasındaki maske ipime gidince duraksadım. Kalbim, pır pırdı. Çok hızlı atıyordu. Birkaç adım geriye gidince gerildiğimi anlayıp elini çekti.
"Ş-şey ben takarım."
Bir çırpıda arkama döndüm ve maskeyi çıkardım. Jungkook'un verdiği maskeyi ise yaralı kısma koyduğumda yüzüme tam olduğunu fark ettim.
"Jungkook, oldu galiba."
Arkamdan yaklaşan adım sesleri ardından omuzlarıma eller kondu. Bu onun eliydi.
O eller beni odadaki boy aynasının karşısına doğru ittirdi ve ben nefesimi tutup yeni görüntümle karşılaştırdı.
"Jungkook..."
Elimi yüzümün açıkta olan kısımda gezdirdim. Bu maske benim için yapılmış falan olmalıydı. Maske sağ kısma takılmalık bir maskeydi ve maskenin tam başlangıcı gözümün iki parmak aşağısındaydı, yani yaranın başladığı yerde. Bitişi ise çenemdeydi, tam da yaranın bittiği yerde. Ayrıca dudaklarımda açıktaydı. Bu da demek oluyordu ki rahat rahat yemek yiyebilecektim artık.
"Jungkook," dedim aynadan Jungkook'a bakarak. "Ya sen bu maskeyi nereden buldun? Bu resmen benim için yapılmış."
"Değil mi? Ben de öyle düşünmüştüm zaten." dedi gülerek. "Birkaç ay önce katıldığım maskeli balo için yaptırmıştım bu maskeyi. Geçen gün tam atacaktım, aklıma sen geldin. İyi ki de gelmişsin. Bu maske çok güzel oldu sana. Yüzünün yarısı artık açıkta." Ellerini ensesine attı ve utangaç bir şekilde kaşıdı. "Şimdi daha çok güzel oldun."
Ama ben söylediği o cümleyi duymamazlıktan geldim.
"Valla ya, iyi ki gelmişim, Allah razı olsun." dedim ve aniden arkamı dönüp birden ona sımsıkı sarıldım. Jungkook bu yaptığım ani hareketle afallanmış olacak ki birkaç saniye öylece donup kalmıştı. Lakin ardından beni şaşırtacak bir şey yapmış o da kollarını bana sarmıştı.
"Bunu bana verdiğin için çok teşekkür ederim," dedim burnumu çekerek.
"Mi Hi, sen ağlıyor musun?"
"Sanırım," dedim gülüp gözyaşlarımı silerek. "Aklıma birisini getirdin. Yıllar önce, anılarımda kalmış birisini... Ona benzettim bir an seni, bu sahneyi."
Manidar bir şekilde gülümsedi ve omzumu sıktı. "Artık rahat rahat yemek yiyebileceğine göre, yemeğe inelim, hadi."
"Kesinlikle!" dedim gülümseyerek. Ve birlikte aşağıya yemeye doğru inmeye başladık.
Herkes sofradaki yerlerine geçmiş bizi bekliyorlardı. Ben Jungkook'un oturduğu yerin hemen yanına oturunca müdür bey amca ay yani Jungkook'un babası -her ikisi de aynı halt sonuçta- "Afiyet olsun," diyerek yemeğe başlamamıza müsaade etmişlerdi.
Yemekler efsaneydi ve ben uzun zamandır hiç bu kadar rahat yemek yediğini hatırlamıyordum. Oysa şu an Jungkook'un ailesiyle yemek yiyordum, tedirgin olmam lazımdı ama ben aşşırı rahattım.
"Eee, kızım ders çalışma serüvenleriniz nasıl gidiyor? Bizim oğlan seni yoruyor mu? Malum kendisi baya tembel." dedi annesi imalı imalı Jungkook'un gözünün içine bakarak.
Abisi de sofradaydı ve bıyık altından gülüyordu. Gözlerimi sinsice kıstım.
Ben bu çocuğu size yedirmem arkadaş!
Hrrr...
"Valla bence Jungkook çok başarılı. Okuldaki dersleri bilmem ama beni çok iyi dinliyor. Ayrıca bugün yaptığım bir testte de full çekti."
Dediğim şeyle masada pür bir sessizlik oldu. Herkes yemeği bırakmış Jungkook'a bakıyordu. Jungkook ise bana.
Jungkook kulağıma doğru eğildi ve sessizce fısıldadı. "Ne diyorsun sen?"
"Aaa, Jungkook'c*m" dedim yalandan. "Bu kadar mütevazi olma. Ailenin de sendeki ilerlemeyi bilmesine hakkı var. Hatta ben size söyleyim, sizin bu çocuğunuz var ya bu yılki sınavlarda uçacak. Uçmak ne demek, depar atacak depar. Aha buraya yazıyorum."
Azıcık beyaz yalandan kimseye zarar gelmezdi sonuçta, değil mi?
"Ay hadi inşallah dediğin gibi olur kızım." dedi annesi bir ümitle.
İnşallah teyzecim inşallah. Biraz zor gibi ama inşallah.
"Yüzündeki maske olayı ne?" dedi abisi alaycı bakışlarını bana sabitleyerek.
Aha, kardeşini yüceltmeme dayanamam sinsi bir abi hedefimize girdi.
Amaç, kahramanı yani beni özgüvenini yok edip ezmek.
Hrrr...
"Abi!" diye bir uyarıda bulundu Jungkook ama ben buna engel oldum.
"Sorun yok ya, zaten görünen köy klavuz istemezmiş derler. Sorun değil." dedim gülerek. "Küçükken evi yakmışım yanlışlıkla. O sırada yüzümde pert olmuş. Gerçi bazı insanlar gibi ruhumun pert olmasındansa yüzümün pert olması iyidir."
Abisi dediğim şeyle kaşlarını kaldırdı ve içkisini yudumladı. "Bu da farklı bir bakış açısı tabii. Ama zor oluyordu böyle yaşamak o yüzle değil mi? Nasıl üstesinden geliyorsun?"
"Küçükken bir arkadaşım sağolsun bana bu konuda çok yardım etti."
"Sorun olmuyor yani?"
"Yoo, elbette ki sorun oluyor. İnsanların ağzı torba değilsin ki büzesin. Ama dediğim gibi geçmişte birisinin bana bu konuda çok yardımı oldu. Ki üstesinden iyi-kötü geliyorum."
Abisi gülümseyip yemeğine devam etti.
Hiç haz etmemiştim bu dangalak heriften. Hyun'un erkek versiyonu resmen. Iyyy... İyi ki böyle bir abim yok. Eve gideyim de abimin yanaklarını sıkıp öpeyim.
Yemeğin devamı havadan sudan konuşarak geçmişti. Onun dışında annesi iyi bir insana benziyordu Jungkook'u küçümsemesi dışında. Abisi ise tam bir şeytandı göründüğü üzere.
Saat benim için iyice geç olmaya başlayınca sofradan kalktık. Beni şoförleri bırakacaktı. Her ne kadar Jungkook ben de seninle geleyim desede kabul etmemiştim.
"Her şey için çok teşekkür ederim. Yemekler çok güzeldi."
"Ne demek kızım, asıl biz sana teşekkür ederiz." dedi babası. Sonra hepsiyle tokalaştık. Sıra abisine gelince elini iyice sıkıp gülümsedim.
Göreceksin sen, kardeşini bir güzel Albert Einstein yapayımda saksı gibi kal sen ortada.
Kapının önüne çıkıp arabayı beklediğimde Jungkook'da peşimden gelmişti.
"Mi Hi abimin salak salak soruları için çok özür dilerim."
Gülümsedim. "Dedim ya, sorun değil. Alışığım ben böyle şeylere."
"Olsun, moralini bozdu."
"Hem bu yüzümdeki maske var ya bu." dedim maskeye dokunarak. "Bu maske sayesinde benim moralimi kimse bozamaz bugün."
"Sevindim, o zaman." dedi gülerek. Sonra bir an ciddileşti. "Başta sana kötü davrandığım için özür dilerim Mi Hi. Okulda yanıma gelmemeni istemek kocaman bir hataydı."
Omzumu silktim. "Önemli değil."
"Benim için önemli. Ama artık sana öyle şeyler söylemeyeceğim. Sonuçta artık biz bir arkadaşız, değil mi?" dedi tavşan dişlerini göstererek.
Ve o lanet ettiğim his yüreğime yapışmıştı. Yutkundum ve kendimi zorlayarak gülümsedim. "Artık arkadaşız."
Evet, aşık olduğu çocukla yanlışlıkla arkadaş olarak tarihe geçmiş olabilirdim şu an.
Ne acı ama, değil mi?
Yazık Mi Hi sana, çok yazık.