Oturduğu yerden usulca kalktı. Bedenine giren keskin ağrı ile bir süre vücudunu esnetti. Tozlanmış üzerini silkip yerde duran çantasını aldı. Akşam serinliği yüzüne vurduğunda tebessüm etti. Neredeyse bir saattir ıhlamur ağacının altında okuduğu kitap onu dünyadan uzaklaştırmıştı. Tebessüm etti, okudukları içinde tazelenmeye yüz tutmuş çiçekleri canlandırmıştı.
Adımları yavaş ve sakindi. Aceleci olmayan tavırları ile akşamüstü oluşan canlılığı izledi. Caddeler çocuk sesleri ile neşelenince Elif’in bu durumda sadece sakin kalıp izleme fırsatı olabiliyor, bundan oldukça memnun kalıyordu. Caddedeki çocuk sesleri onu kitabın içindeki bir karaktermiş gibi hissettiriyordu. Dimağına sinen bu anların tarifi imkânsız bir hâl aldığını düşünüyordu.
Eve girmeden evvel köşedeki dondurmacıdan birkaç kap dondurma aldı. Evde de kendini bekleyen bir güzellik olduğunu düşündüğünden heyecanı daha da artıyordu. Küçük yeğeninin de kısa tembihleri Elif’in neşeyle ev yoluna dondurma ile düşmesini sağladı.
Kapı ziline basmasının ardından Züleyha kapıyı açtı. Karşısında yorgun gözüken ablasına selam verip içeriye girdi. Daha birkaç adım atmamıştı ki bacaklarına dolanan Tuğçe ile düşündüğü görüntüyü eksiksiz buldu.
“Teyjeee donduyma.” Gülümseyişi çoğaldı. Elindeki poşeti gösterip, “Hem de çilekli,” dedi. Tuğçe, tatlı tatlı gülümserken Elif poşeti ablasına verip minik bedeni kucağına aldı. Küçücük çocuk yoruyordu ama kokusu sayesinde bu yorgunluklar unutuluyordu.
“Ama ben ödülümü almadım.” Elif, yanağını gösterince Tuğçe, hiç itirazsız sulusundan bir öpücük bıraktı. Züleyha, kapı pervazında Tuğçe’ye başını sallayarak baktı. Elif, ablasının yorulmuş ifadesine gülümsedi. Kendisi çocuk yetiştirmenin nasıl bir şey olduğunu bilmese de yorucu olduğunu ablasına bakarak anlayabiliyordu. Hatta gece kaç kere uyandığına bile şahit olmuştu.
“Sen geç az dinlen, ben ilgilenirim yeğenimle.”
“Valla bu saatten sonra zaten kimse beni yerimden kaldıramaz.” Elif, ablasının hâlini anlar gibi kolunu sıvazladı. Kucağındaki çocuk, şu an tatlılık gösterse de nasıl bir yapıya sahip olduğunu biliyordu. Birazdan canına okuyacaktı. Şu küçücük beden bir insanı nasıl bu kadar yorabiliyordu diye düşünmeden edemedi. Züleyha, dinlenmek için odaya geçerken Elif’le Tuğçe de salona geçti. Tuğçe’nin dağılmış oyuncaklarının yananı ulaştı. Elini tutan küçük yeğeni onu çoktan oyununa dâhil etmişti.
“Kuzucum sen ne zaman kız çocuğu oyuncaklarına sahip olacaksın acaba?” Yerde onlarca arabayı görünce gülmeden edemedi. Bebekleri de vardı ama Tuğçe biriyle bile oynamıyor, arabalarla teyzesini şaşırtmayı başarıyordu. Aslında kendisinin küçüklüğü aklına gelince pek şaşırmıyordu. Hatta annesinin kendisinin de hep arabalarla oynadığını söylüyordu. “Kız çocuğu halaya benzer derlermiş ama ben de sanırım ucundan aşılamışım genlerimi.” Kendi kendine söylendi. Aslında kendisi halasına hiç benzemiyordu ama bu benzetme biraz konu dışıydı.
Evdeki sessizlik annesinin ve babasının gelişiyle bozuldu. Yarım saattir sessizce oynayan çocuk Ahmet Bey’i görünce sessizliğini bozmuştu. İki günde dedesine alışan küçük çocuk, tatlılığı ile Ahmet Bey’in eve sabırsızlıkla gelişinin tek sebebiydi.
Elif, Ahmet Bey’in gelişi ile teyzelik görevinden bir müddet soyutlanıp mutfağa geçti. Kaselere dondurmaları ayarlayıp salona geri döndüğünde kendisine ilk koşan Tuğçe oldu. Gülerek ilerledi, sehpaları çektikten sonra kaseleri dağıtıp hemen köşesine oturdu. İştahla dondurmasını yiyen Tuğçe’yle sıcacık oldu. Küçücük çocuğun masumiyeti evdeki en güzel görüntülerden biriydi.
“Ay valla ne iyi etmişsin Elif. Sıcaklar insanı daha fazla yoruyor.” İştahla dondurmasını yiyen ablası rahatlamış gibi gözüküyordu.
“Afiyet olsun.” O da aynı şekilde iştahla yedi dondurmasını. “Hatırlıyor musun abla, dondurma yiyeceğimiz akşam abim bize ne oyunlar oynardı.” Züleyha, hatırlayınca gülmeden edemedi. Evdeki büyüklerde bu kahkahaya karışınca Züleyha, “Sonra elindeki dondurmadan da olurdu,” diye devam ettirdi Elif’in konuşmasını. İki genç kadın, anıları uzun uzun konuştu. Evde o akşam anılar konuşuldu. Elif ve Züleyha için çocukluklarını konuşmak birer eğlence haline dönüşüyordu.
…
Elindeki kalemi döndürmeyi bırakıp önündeki kâğıtta yazılı duran eksiklere son kez göz attı Elif. Bugün tarifini aldığı sufleyi ve limonatayı yapacaktı. Bazı zamanlar özel bir köşe hazırlardı, bu da bu haftanın özel specieli olacaktı. Biten kakule ve mahlep için kafeden çıktı. Köşedeki dükkândan çıkan İbrahim Bey’i görünce önce oraya uğramak istedi. Kafeden bir bardak çay alıp dükkâna ilerledi. İbrahim Bey Elif’i görünce elindeki işi bıraktı. Elif’in getirdiği çayı alıp sehpanın üzerine koydu.
“Kolay gelsin İbrahim amca.” Canlı bir sesle söylenmesi İbrahim Bey’in keyifini yerine getirdi. Karşılaştıkları zaman sohbet etmeden duramazlardı. İbrahim Bey, yetmişlerin ortasında oldukça dinç bir emektardı. Yaşına rağmen hiçbir zaman boş durmaz, bol bol aktiviteler yapardı. Bu yüzden Elif, İbrahim Bey’e hep özenirdi. Neredeyse gençliğinden beri kafenin yanında duran çiçek dükkânında parasını kazanırdı, daha doğrusu burası onun için bir yuva olmuştu. Yaşının gereği dinçti.
“Sağ ol güzel kızım, sahaftan mı yine?” Elif, köşedeki gülü koklayıp doğruldu. Güler yüzle İbrahim Bey’e dönüp, “Yok İbrahim amca, dışarıda işlerim var onları halledeceğim. Belki uğrarım ama,” diyerek düşen çantasını koluna taktı. “İstersen sana kitap almak için uğrayabilirim.” İbrahim Bey, kitap okumayı sevdiği için Elif’in bu jestine köşeden bir gül vererek karşılık verdi. Elif, gülü alıp mutlulukla köşedeki çiçeklere döndü. Çiçeklerin kokusu onu çoktan büyülemişti.
“Yeni ürünler gelmiş, şu köşedeki karanfile talibim İbrahim amca,” deyince İbrahim Bey karanfili alıp uzattı. Ücret almayacaktı ama Elif’in ısrarlarına asla söz geçiremedi. Birbirleriyle vedalaştıktan sonra Elif, önce karanfili dükkâna bırakıp oradan gideceği yöne rotasını çevirdi. Önceliği aktardı.
İçeriye girdiği an da kokuların ortama buram buram yayılması Elif’i mest etti. Sanırım aktara gelmek için sebeplerinden biri de buydu. Burada saatlerce kalsa asla gıkı çıkmazdı. Özellikle türlü türlü baharatların ve taze çekilmiş kahvelerin kokusu ne kadar birbirine karışmış olsa da bu hiç rahatsız edici değildi.
Şu anlık sadece ihtiyacı olduğu miktarda alacaktı listedekilerinden. Biraz kakule ve mahleple bakışları hemen köşedeki keten tohumuna kaydı. Uzun zamandır aradığı keten tohumunu da sepetine koydu. Daha fazla bakmak isterdi ama bu durumda kendine büyük paylar çıkarabilirdi. Bu hâli onu gülümsetti. Diğer eksikleri de tamamladı. Ödemeyi yapıp aktardan çıktığı an kokuda azaldı ve bir müddet sonra yok oldu.
Neşesini getiren diğer neden ise karşısındaki sahaftı. Önce içeriye girecek sonra babasıyla hasret giderekti. Görünüşe göre içerisi sakindi. Günü düşündü, çarşambaydı. Perşembe gecesi yapılacak dersin yarın olduğunu düşününce içeriye rahatça girebildi. Normalde derslerin olduğu gün sahafa gelmezdi. İçeriye girmesi bütün kasveti alıp götürmüştü sanki. Hemen köşede burnuna indirdiği gözlüklerle kitap okuyan Ahmet Bey’in yanına gitti. Ahmet Bey, daha yeni fark etmişliğin yavaşlığı ile kendisine hızla sarılan Elif’e karşılık verdi.
“Hoş geldin fıstığım, nereden böyle?” Elif, Ahmet Bey’in karşısındaki sandalyeye oturup, “İşlerim vardı, onları hallettim. Geçerken de buraya uğramak istedim,” dedi. Bakışları etrafta gezindi.
“Bugün sakin buralar.” Ahmet Bey, elindeki kitabı sehpanın üzerine koyup, “Öğrencilerin çıkmasına yarım saat var, birazdan yavaş yavaş dolar,” dediğinde Elif, usulca başını salladı. Babasını yalnız bıraktıktan sonra ayağa kalkıp her zamanki yaptığı raf dolaşma işine başladı. Buralar ona çocukluğunu hatırlatıyordu. O zamanlar dedesi Selim Bey ilgileniyordu burayla, Ahmet Bey de şu anki gibi gençliğini de burada çok geçirmişti. Babasının vefatı onu büyük sarsmıştı. Ardından ise annesinin… Üzerinde çok hakları vardı, en çok da babasının kendisini özenle yetiştirmesi hiçbir zaman aklından çıkmazdı. Haklarını ödeyemezdi, bu yüzden de elinden geldiğince ailesine hizmet etmek gücüne gitmez bilakis ona var olduğu yeri hatırlatırdı.
“Yeni gelenleri Akif yerleştirdi, sen seversin bir gez istersen. Hemen sol köşede.” Akif ismini duymasıyla diğer dediklerine aşina bile olamamıştı. Gülümseyerek ilerledi sol tarafa. Zaten sahafın düzeni Akif’e aitti. O, bunu çoktan öğrenmişti. Öyle özenliydi ki raflar, itinayla yerleşen her kitap birbirine oldukça uyum sağlıyordu.
Parmakları raflarda dolaştı bir müddet. Eline aldığı bir kitap ilgisini çekti. Kitabın çok fazla okunduğunu anlamıştı. Hemen köşeden düşen kâğıt ise daha da ilgisini çekti. Kâğıdı yerden aldı ve yazı yazan tarafını kendine çevirdi. Bir el yazısıydı bu, en önemlisi de bir tasavvufi kısa bir sözdü.
Ey ki hergiz ferâmuşet nekonem
Hîçet ez bende yâd mî âyed?
Fısıltıyla okuduğu sözü arkasında duyduğu ses tamamladı: Ey seni hiç unutmadığım! Hiç beni hatırladığın oluyor mu? Ve devam etti:“Hâfız-ı Şirâzî…”
Duyduğu sesle ve karşısındaki tanındık heybetle kâğıt elinden düştü ve ayakuçlarına ulaşması saniyeler sürdü. Karşısındaki adam ise hiçbir harekette bulunmadı. Aralarındaki bu rastlayış ikisinin de kâğıtta yazan bir kavuşmasıydı. Elif, sustu ama kalbi bu susuşa itimat etmedi.
Bazı hisler insana verilmiş bir armağan mıydı yoksa imtihan mıydı bilemiyordu Elif. Karşısındaki adamın tek bir hissini yakalayamaması onun için çetrefilli bir hâl alıyordu. Uzun uzun gözlerine bakamadığı için bu yüzden hissedemiyordu belki de. Karşısındaki adamın gözlerinden çekti bakışlarını, aynı zamanda genç adam da Elif’in yaptığını yapıp bakışlarını yerde duran kâğıda çevirdi. Elif, yere düşen kâğıdı aldı.
“Okumuş muydun kitabı?”
“Defalarca.” Aralarındaki ilk muhabbet böyle başladı. Elif, ismini duyduğu ama bir türlü alıp okuyamadığı bu kitabı şu an da almak için rafa geri koymadı. Bazı zamanlar kaçamak bir şekilde Akif’in okuduklarını takip eder, hangi kitabı okumuşsa bitirdiğinde alıp okurdu.
“Bir Niyazi Mısri yapar mı sence?” Dediklerinin pişmanlığı ile hızla elini ağzına götürdü. Akif’in, Niyazi Mısri divanını ne kadar çok sevdiğini bildiğinden ağzından kaçırıvermişti. Akif, genç kıza şaşkınlıkla baktı. Elif, yaptığı aptallığı düzeltmek için, “Şey, yani. Ben Niyazi Mısri divanını severim de ondan dedim,” diyerek nefesini zar zor verdi. İşi kurtardığını düşünüyordu ama karşısındaki genç adamın buna inanmadığını fazlasıyla anlamıştı. İçinde dolanan heyecanla yanakları alev aldı.
“Tamam yakalandım. Birkaç kez okuduğunu görünce sevdiğin bir eser olduğunu düşündüm.” Akif’in dudaklarında ufak bir tebessüm belirdi. Elif, bu tebessüme kapılmayı bırakıp tekrardan bakışlarını çekti. Şu an baş başa konuştuklarını anlayınca gitmesi gerektiğini anladı. Yaptıkları yanlıştı, harama bulaşma korkusu içerisinde geri çekildi.
“B’ben gideyim artık. Sana kolay gelsin.” Aslında kızıyordu da. Karşısında o kadar heyecanlanıyordu ki genç adamın bu tepkisizliği gururunu zedeliyordu. İki yıldır gözünün içine bakıyordu tepki versin diye lakin istediğini alamıyordu. Belki de kızgınlığı kendine değil onaydı. Hislerini belli etmemek için çabalasa da fark edilmek de istiyordu. Ki hâl ve hareketlerinin kendini ele verdiğini düşünüyordu.
Akif’in bir şey demesine müsaade etmeden yanından ayrıldı. Babasını göremeyince sessizce sahafı terk etti. Arkasında bıraktığı adam kendisine bakarken görmüştü. Yine de ne dönüp bir şey dedi ne de bunu düşündü.
…
Saliha Hanım, elindeki kutuları masaya koyup yorgun bedenini sandalyeye bıraktı. Birazdan kutuları almaya gelen görevliyi bekleyedurdu. O ara bakışları Elif’e kaydı. Elif sessizce önündeki hesaplamaları yapıyordu.
“Var mı eksik?” Elif, başını defterden çekip annesine döndü. Birazdan o da annesi ile beraber çadır kentlere gidecekti. Bu yüzden işi biraz daha titizlikle yaptı.
“Yok anne, hatta bu ay sanki yardım meblağı daha fazla.” Saliha Hanım keyifle gülümsedi. İstediği buydu. Hatta dernekten bir gençten yardım istemiş, tanıtım amaçlı belgesel çekilmişti. “Ömer abinin çektiği belgesel işe yaradı sanırım.”
“Riske girdik ama değdi.” İki kadın bu sözü onayladı. “Hadi toplada eşyalarını gecikmeyelim daha fazla.” Elif, annesinin dediğini yapıp ayaklandı. Üzerine feracesini geçirip defteri çekmeceye koydu. Saliha Hanım zarflara son kez baktı. Eksiklik istemiyordu. Bu yüzden zarfları tek bir kutuya koyup masanın üzerine bıraktı. Çoğu işle kendisi ilgileniyordu ama kendisi gibi çalışan birkaç genç vardı ki Saliha Hanım onlara güvenerek zarfları telsin ediyordu.
Kapı tıklatıldı. Çok geçmeden içeriye Ömer girdi. Saliha Hanım gülümseyerek baktı genç adama. Karşısında efendiliği ile gönlünü alan bu genç adama, “Gel Ömer,” diyerek ilk adımı attı. Ömer önce Elif’e baş selamı verip ardından Saliha Hanım’a yaklaştı.
“Hocam, hazır mı gidecekler.”
“Hazır hazır, diğerleri nerede?”
“Buradayız hocam, geldik.” İçeriye giren üç dört gençle Saliha Hanım’ın gülüşü genişledi. Gençler her bir elden kolileri taşıdı. Saliha Hanım’da zarf dolu kutuyu Ömer’e verdi. Birkaç kargaşadan sonra yardım tırları istenilen görüntüyü aldı. Hep beraber arabalara geçildi. Elif sessizce akıp giden yolları izledi. Dünden kalan buruk bir acı kalbine oturmuştu. Akif’in soğuk hâlleri canını sıkıyordu. Ona kızmaya hakkı yoktu ama kırgındı. Bu zamana kadar en azından bir ışık görmek istiyordu. Ne yazık ki görememişti. “O hissetmiyor,” diye geçirdi içinden. Sevgisinin karşılıksız olduğunu düşünmesi canını yakıyordu. İlk defa birine karşı böyle hisler vardı içinde ama o hislerde her an tepe takla oluyordu.
Çadır kentlere gelmişlerdi. Elif yardımda gitti. Gücü yettiği kolileri alıp diğerleri gibi taşıyordu. Daha dernekten kimseyle tanışmamıştı ama bazı aşinası olduğu yüzleri biliyordu. Hep yoğunluğa denk geldiği içinde kimseyle tanışamamıştı.
Adım adım ilerledi çadırlara. Oradan oraya koşturan çocuklara baktı sonrasında işini gücünü bu izdihama veren anne-babalara. Öyle sefillik vardı ki, Elif bakışlarını çekmek bir kenara, oturup ağlayacak kıvama gelmişti. İlerledi. Annesine yardım edip, kolilerdekileri halletmeye başladılar.
“Gelin çocuklar, biz açtık kolileri.” Birkaç genç gelmişti yanlarına. Kenara çekildiğinde gençler kolileri alıp uzaklaştılar. O an kösedeki bebeği gördü ve hemen ileride kendi başına dalgın bir şekilde oynayan kız çocuğu ilişti bakışlarına. Bebeği alıp yanına gitti. Onun gibi eğilip kazdığı kumu izledi bir süre. Hiç sesi çıkmadı, şu an ona karşı nasıl yaklaşması gerektiğini de bilmiyordu.
“Merhaba,” dedi usulca. Kız çocuğu önce Elif’e baktı tatlı tatlı gülümsedi akabinde tekrar işine döndü. Elif anlamıştı, bu yüzden hassas olmaya gayret gösterip, “Beni de oyununa alır mısın?” dedi. Kız çocuğu bir şey demedi, sadece başını salladı.
“Bununla oynayabiliriz istersen, hem duyduğuma göre bebekleri severmişsin.” Normal zamanda mutlu olacak bir çocuk dümdüz baktı bebeğe. Yavaşça aldı ve dudaklarını büzdü.
“Benim çok bebeğim vardı ama artık yok biliyor musun?” Nefes alırken tıkandığını hissediyordu ve bu elinden gelmeyen bir durumun hesabını yapmak kadar berbat durumdu.
“Sana bir sır vereyim mi fıstık?” Küçük kız merakla Elif’e baktı. Elif gülümseyip, “Benimde hiç bebeğim yok,” demesi küçük kızın neşesini yerine getirecek gibi oldu ama vazgeçti.
“Şu ilerideki çadırda çok güzel bebekler var. Bakmak ister misin? İstediğini seçebilirsin de, senin için aldım ben onları.” Genç kadının sözleri küçük kızın parlayan gözlerle çadıra bakmasına neden oldu ama sonradan vazgeçmiş gibi önüne döndü. Yüzü düşmüştü. Elif merakla, “Ben getireyim mi sana?” dedi. Küçük kız, olumsuz şekilde başını salladı. Üzerine gitmedi genç kız, bu yüzden ısrar etmekten vazgeçti.
“Adın ne peki fıstık.”
“Seda.” Söylerken içli içli soludu.
“Adın ne kadar güzelmiş, ben de Elif.” Devam edecekti ki köşeden Seda’ya seslenen kadınla küçük kız ayaklandı. Elif merakla gelen yaşlı kadına baktı. Yaşlı kadın önce genç kızı inceledi korkuyla sonra üzerindeki yeleği görünce rahatlamış gibi gülümsedi.
“Kusura bakmayın, ben öyle tek oynadığını görünce yanında olmak istedim.” Yaşlı kadın, “Yok kızım, sen kusura bakma asıl, habersiz gelmiş öyle. Değil mi Seda,” dedi. Seda başını eğip dudaklarını büzdü. Elif, onu öyle görmeye dayanamıyordu.
“Biz kızınızla arkadaş olduk, hem biraz da canım sıkılıyordu iyi oldu.” Seda parlayan gözlerle
Elif’e baktı. “Buyurun çay ikram edelim size.” Yaşlı kadın Elif’in teklifini kabul etti. Beraber çadıra geçtiler. Elif hızlıca çadırın önüne sandalye koydu. Saliha Hanım başka işle meşgul olduğundan sohbetlerine katılamadı.
Hâl hatırdan sonra adının Suzan olduğunu öğrendiği yaşlı kadın, “Torunumun anne babası depremde vefat etti kızım. Bir tek Seda’m kaldı. Kızımın emanetine bir şey olur diye böyle telaşlıyız hep,” dediği an Elif o an anladığı şeyin doğru olduğunu gördü.
“Allah rahmet eylesin Suzan teyzeciğim. Şimdi ne yapıyorsunuz var mı başka çocuğunuz?” Suzan Hanım acı acı güldü. Daldı uzaklara.
“İki çocuğumu da depremde kaybettim kızım. Allah onları daha çok seviyormuş ki benden önce aldı yanına.” Yaşlı kadının bu vakur duruşu Elif’in gözlerini doldurdu. Ortam o kadar içler acısıydı ki. Kim bilebilirdi bir gün sevdiklerinden ebediyen uzaklaşacaklarını? Allah her şeyi öyle bir planlıyordu ki, verdiğinde sevinen insan geri aldığında böyle kahrolabiliyordu. Oysa bunlar birer imtihandı. Allah kendini hiçbir zaman unutturmazdı. Bir gün gelir mutluluğun imtihan, çektiğin cefalar cennetin olurdu.
“Hepsi de şehadetini alıp gitti. Hem bak sana ne güzel emanet bırakmışlar. Biz hep sizin yanınızda olacağız, ne zaman sohbet etmek istersen ben buradayım Suzan teyze.” Yaşlı kadın elini tutan genç kızın elini avuçları arasına aldı. Ona bolca dualar etti ve kucağında uyuyan küçük çocuğu alıp geri döndü. Elif boğazına oturan yumru ile bir süre arkalarından bakakaldı. Dünyada kimsesizliği hissettiğinde o kadar canı yandı ki bu imtihanla sınamaması için Allah’a bol bol dua etti.