Akif elindeki kitabı rafa koyup gelen misafirleri karşılamaya kapıya ilerledi. Ahmet Bey yeni abdest almış, sıvalı kollarını indirerek büyük salonda yerini aldı. Saat çok fazla ilerlememişti. Gençler sıra sıra minderlerine yerleşirlerken Akif ve Bilal ön ikramı dağıtmaya başladı. Ahmet Bey ve İsmail Bey sohbet konularına göz gezdirerek gelenlerin tamamlanmasını bekleyedurdular.
Ortam fazlasıyla manevi bir hal almıştı. Saat dokuz gibi başlayacaklardı ve öncesinden yeni okunan ezanın ardından cemaatle akşam namazını eda ettiler. Bilal, dik duruşuyla namazı kıldırırken Akif ise o güzel sesiyle Kur’an tilavetini yaptı. Uhrevi hava namazla beraber bütünleşmişti.
Herkes tekrar yerine kurulunca geçen haftanın kısa bir özetini yaptılar ardından İsmail Bey söze girdi. Önce dualar yapıp ardından bu hafta anlatılacaklara değindi.
Gençlerden biri, “İbrahim hocam, derse başlamadan önce bir soru sorabilir miyim?” diyerek öne atıldı. İbrahim Bey, munis tavrıyla gence yönelirken ortamdaki sessizlik gencin sorusunu merakla bekliyordu. İbrahim Bey, gençlerden oluşan bu halkaya daha dikkat ediyor, herkese daha titizlikle yaklaşıyordu. Biliyordu ki en önemli ve dikkat edilmesi gereken yaşlara hitap ediyordu.
“İbrahim hocam. Haberlere bakıyorsunuzdur elbette. Ülkenin sorunlarına, çoğu ülkenin verdiği savaşlara… Çoğu da İslam uğruna, mukaddes yerler uğruna savaşlar veriyor ve nedense bu zaferi hep kötüler alıyor. Madem bu kadar kötülük var, madem Allah cezalandıracak peki neden bunca Müslüman zulüm görüyor? Allah bizimle madem neden ettiğimiz onca dua kabul olmuyor? Neden Allah kötülere izin veriyor?”
İbrahim Bey derin derin baktı on beş yaşlarına daha yeni girmiş gence. Ona çocuk gözüyle bakmıyordu, karşısında kocaman istekleriyle iyi niyetiyle yaklaşmasına gülümsedi. Ve bu sözler kendi iradesiyle mi çıkıyordu yoksa kulaktan dolma bilgilerle mi çıkıyordu bilmese de on beş yaşında daha gençliğinin başlarındaki bu günahsız genç onun elini uzatabileceği tertemiz zihne sahipti.
Ortam sessizdi. Herkes cevabı biliyordu ama daha küçük yaştakiler meraklanmıştı haliyle. Gülümseyen İbrahim Bey içten içe genci tebrik etti çünkü onun bu konularda dertli olduğunu, üzüldüğünü görebiliyordu. En azından bunlar üzerinde kafa yoran gençler var diye düşündü.
“Allah insana irade vermiştir evladım. Evet, dünya sadece güzelliklerle ilerlemiyor, kötülüklerde hep var. Kâinata baktığımızda her şey kusursuz, her şey bir düzen üzerine yaratılmıştır. Fakat bu düzeni insanlar kendi iradeleriyle bozabiliyor. Mesela okulda birçok düzen vardır öyle değil mi? Kurallar çok basittir aslında, kılık kıyafetine uyacaksın, saygılı olacaksın ve düzene uyacaksın. Peki, bu düzeni bozan öğrenciler oluyor mu oluyor. Sen diyebilir misin neden engel olunmadı diye, çünkü bu düzene karşı gelen insanlar bunu kendi iradesiyle yapmıştır. Evet, kötülükler oluyor, düzen bozulabiliyor. Allah'ın bu dünyada kötülüklere direkt engel olmaması ise, imtihan dünyasında olmamızdandır. Bu dünya bir imtihan yeridir ve yanlış yapana da doğru yapana da müsaade edilmiştir. Eğer yanlış yapanlara müdahale olsaydı bu imtihan dünyasının bir anlamı olmazdı.
Sevap işleyenlerin başına güller saçılsaydı ve günah işleyenlerin başına da dikenler atılsaydı, artık bu dünya bir imtihan salonu olmaktan çıkacaktı. Ve Allah, insanları imtihan etmeseydi ve kul yaptığı kötülüklerle cennete gitseydi bizim yaptıklarımız bu sefer bizim içimizde bir imtihan olacaktı.
Savaşlar oluyor, insanlar zulme uğruyor. Zulmü gören ise zaten mükâfat içerisindedir. Bu dünyada gördükleri onun en büyük zaferidir aslında. Düşünsene bu dünyada çektiklerini ahirette rahmet olarak alacak. Allah’ın bizden istediği sabretmek sebat göstermek… Biz ne kadar sabredersek Allah bize zaten bunun karşılığını verecek. Allah sevdiğine verir imtihanı. Kimine rahatlığı ile kimine çilesi ile… Biz belki o hayatı yaşamıyoruz ama susmayacağız. Seni tebrik ederim evladım, ümmetin haliyle dertleniyorsun. Senin gibi gençler hep var olsun.”
İbrahim Bey’in konuşması soru soran genç dâhil herkesi etkiledi. Ders sorularla sohbetlerle devam ederken Akif çayları tazeledi. Ders bitmişti artık. Gençler bir bir dağılırken İbrahim Bey ve Bilal’de işlerini bitirip sahaftan çıktılar. Ahmet Bey işi olduğunu söyleyerek o da sahaftan çıktığında Akif rafların temizliğini yapmaya koyuldu. Sohbeti zihninde tarttı. Düşündü bir süre ve zihninde dolanan düşüncelerle hep şunu düşündü: Gençlerin yol gösteren dava adamlarına ihtiyaçları vardı.
…
Elindeki telefona biraz daha bakıp saatin çok geçmediğini anlaması içini rahatlattı. Adımları daha da hızlanmış, çalan telefonu yaklaşmasından ötürü kapanmıştı. Zaten şu an kapının önündeydi. Bahçe kapısından girer girmez birçok tanıdık yüze acelesinden ötürü bir baş selamı vermekle yetindi. Nefes nefese kaldığı için biraz da konuşmak istememişti.
Elinde emanet edilmiş zarfı biraz daha kavrayıp içeriye girdi. Gözü etrafı taradı ve vakfın başkanı ile konuşan annesini görmesiyle oraya ilerledi. Süreyya Hanımla aralarında pek muhabbet yoktu ama birbirlerini gördüklerinde sıcacık tavırlarından ödün vermezlerdi. Bu da Elif’i mutlu ederdi. Bir iki sefer ayak üstü konuştuğu Süreyya Hanım’a karşı büyük muhabbet besliyordu.
“Selamun aleyküm,” dedi öncelikle. Selamını önce annesi sonra ise vakfın başkanı Süreyya Hanım aldı. İkisi de güler yüzle sadece baş selamı verdiler yeniden. Süreyya Hanım’da onlarla vedalaşıp yanlarından ayrıldı.
“Anne bunu Zerrin teyze gönderdi.” Elindeki zarfı annesine uzattı. Saliha Hanım zarftakinden haberi olduğu için bir şey sormadı. Bugün yardım için yemek düzenlenecekti. Süreyya Hanım önderliğinde olacak yemekle her iki ayda bir toplanan paralarla geçen ay ailesini kaybeden iki yavrucağa yardım edilecekti. Saliha Hanım her ne kadar kurs için büyük çaba sarf etse de vakıfta da oldukça zaman geçirirdi. Bu evdeki konumunu biraz daha kısıtlıyordu. Bazen iki gün eve gitmediği oluyor, bazen de vakıf için şehir dışına çıkmak zorunda kalıyorlardı. Kursu da çoğu zaman Nevin Hanım idare ederdi.
“Allah razı olsun Zerrin Hanım’dan.” Elif sessizce, “Âmin,” dedi. Diğer cebinde duran zarfı annesine uzattı. Bazı zamanlar kendi adına verdiği yardımı annesine hep başka biri verdi diyerek geçiştirirdi. Bunu neredeyse iki senedir yapıyordu. Çekindiğinden ya da başka bir şeyden değildi. Sadece bu gibi şeylerde kendini ön plana çıkartmak istemediğindendi. Kendisi bu işleri seviyordu ama vakıfta vasfını bulundurmak istemiyordu.
Saliha Hanım diğer zarfı da ilk zarfın yanına koyup diğer hanımların yanına ilerledi. Elif’te bir köşeye geçip oturdu. Annesinin ısrarı ile yemeğe kalacaktı ve bazı konularda bilgi sahibi olmasını istediğinden buradakilere yardım etmesini kızına sıkı sıkı tembih ediyordu. Elif’te seve seve yapıyordu zaten. Her ne kadar vasfı olsun istemese de ara sıra bu işleri yapmayı severdi. Vakıfta kimseyi tanımadığından ortama dâhil olamıyordu. Bazense vakfın yeleğini giymiş genç kızları görüp imreniyordu. ‘Kim bilir nasıl güzel işler yapıyordu hepsi’ diye düşündü içinden.
“Selamun aleyküm.” Omzuna dokunan elle irkildi önce. Dalgınlığının verdiği boşlukla da arkasına dönmesi birkaç saniyesini aldı. Başucunda duran siyahlar içindeki kızı görmesi rahatlattı. Karşısında kendisine gülümseyen genç kıza, “Aleykümselam,” diyerek karşılık verdi.
“Sen Saliha ablanın kızısın sanırım, biraz önce konuşurken gördüm sizi."
“Evet kızıyım.”
“Burada tek oturma. Çay içecektik kızlarla, sen de gelsene. Tanışırız hem.” Karşısındaki kızın davetini geri çevirmek istemedi, hatta bir an onlarla arkadaş olma hissi uyandı yüreğinde. Özellikle karşısındaki kıza nedense ufakta olsa kanı kaynamıştı. Daha tanımıyordu ama tanışmamak da olmazdı.
“Tabii olur.” Oturduğu yerden kalktı ve genç kızı takip etti. Vakfın birinci katında hemen sol köşedeki odaya girdiler. Kendilerinden hariç üç kız daha vardı içeride. Üçü de birbirlerine olan samimiyetleriyle sohbetlerini koyulaştırmışlardı. İkisi de boş olan yerlere otururlarken kendilerini gören diğer üç kız sessizleşti. Kimi yabancı kaldığı kıza bakıyor ve ne iş der gibi sonradan başlarını diğer genç kıza çeviriyorlardı. O an yabancısı kaldığı ortamdan dolayı biraz gerildi Elif.
“Hoş geldin, ben Asiye.” Kendisini davet eden kızla ilk tanışıklığı oldu. Tombul yüzü, tombul gözlüklerle gülümsemesini daha tatlı hâle getirdi. Ardından Asiye’nin hemen yanında oturan kızıl saçlı kız, “Ben de Tümen,” diye tanıttı. Diğerleri de, “Ben Selma, ben Özlem, ben Vildan,” diyerek kısa kısa tanıttılar kendilerini. Birkaç dakika çekingenlik olsa da, kızların samimiyeti Elif’i rahatlattı. Asiye doldurduğu çayları ortaya bıraktı. Herkes kendi bardağını aldıktan sonra kızlardan biri, “Saliha abla senin bir kafen olduğunu söylemişti, bir kere gelmiştik ama tanımadığın için bizi fark etmemiştin,” demesiyle Elif önce düşündü sonra hatırlamadığını dile getirip, “O zaman yarın tekrar gelin,” dedi. Kendisini tanımadığını düşündüğü kızlardan hiç beklemediği söz açılmıştı. Bu teklifi kızlar kabul ederken Elif’te memnun olup bekleyeceğini söyledi. Sohbet Elif’in umduğundan daha güzel ilerledi, aksine kızlara karşı pek yabancılık hissetmedi. Hepsi de tatlı ve güler yüzlüydü.
Asiye kalkıp kırışmış çarşafını düzelterek kızlara tepeden, “Ben bir içeriye bakayım,” dedi. Birazdan yemek yeneceği için diğer kızlarda artık sohbeti bitirmeye karar verdi. Elif, öncelikle Saliha Hanım’ı bulup yardım edileceklere el attı. Masa zaten hazırdı, gelenler tek tek oturmuş, ikramlar özenle masaya yerleşmişti. Gidilecek yerler, görülecek aileler tek tek not ediliyordu. Süreyya Hanım’la istişarede bulunan birkaç yabancı sima, aileler hakkında nasıl bir yol izleyeceğini konuşuyordu. İstişareler devam ederken yemek faslı da bitmişti. Biriken paraların üstüne masadakilerde konuşulan meblağı eklediler. Herkesin yüzünde memnuniyet içeren gülümseme vardı. Tek tek oda boşalırken Elif’te köşedeki kızların yanına gidip vedalaştıktan sonra vakıftan çıktı.
Yolda giderken düşündüğü son anlattığı ailedeydi. Gizliden aldığı adresi avucunun içine yazmıştı. Telefonu cebinden çıkarıp avucuna yazdığı adresi çekti. Aklına kazıdığı bu düşünceyi birkaç gün sonraya erteledi.
Şimdi gidip eve dinlenmek istiyordu. Vaktin nasıl geçtiğini bir türlü anlayamamanın yoğunluğunda yorgun hissediyordu. Eve girdiği an Tuğçe ayaklarına kapanmış, annesinin bütün uğraşları sonucunda uykuya gitmeyi reddetmişti.
“Kızım bütün gün uyumadın hâlâ oyun peşindesin.” Elif’in kucağına giden Tuğçe yüzünü Elif’in boynuna gömdü.
“Bugün uyumadı mı?”
“Sabah altıda kalkıp enerjisi bitmeyen çocuk sence uyumuş mudur?”
“Yaa, ama sana da yazık. Sen geç dinlen ben uyutayım.” Züleyha, Elif’i hiç reddetmeden salona geçti. Kaç gündür yapmadığını yapıp ayaklarını uzattı ve televizyonu açtı. Evdeyken böyle olanağı olmadığından şu anı iyi değerlendirmek istiyordu. O yüzden kalkıp önce mutfağa ilerledi. Çekmecede ne kadar abur cubur varsa tabaklara yerleştirdi. Yanına bir de çay yapınca her şey hazırdı.
“Hey bensiz sakın bitirme.” Elif, başını kapıdan uzatıp ablasına uyarıcı sözleri söyledikten sonra Tuğçe ile olan serüvenine başladı. Tuğçe yarım saat bile sürmeden uyuyakaldı. Elif sessizce odadan çıkarak ablasının yanına gelmesiyle artık abur cuburuna o da dâhil oldu. Züleyha televizyondaki filme odaklanmışken Elif’in aklı vakıfta olan bitenlerdeydi. Daha önceden birkaç sefer gitmişti ama bu sefer orada olanların her birine ince detayına kadar şahit olmuştu.
…
Sözleştikleri gibi kızlar kafeye gelmişti. Elif, özenle onları karşılarken bir yandan sabahki yaptığı turtadan tabaklara koyup boş sandalyelerden birine oturdu. Ortalığın sakinliğini de fırsat bilen Esra, kızlarla tek tek tanıştı ama gelen tek tük müşterilerden ötürü yanlarında kalamadı. Elif, kızların bir ara yardımlaşma kampanyasına kulak kesildi. Selma, çantasından laptopunu çıkarıp masaya koydu. Kızlar ilgiyle laptopun ekranına bakarken laptop çok geçmeden açıldı. Daha sonra ekranda bir sosyal medya belirdi.
“Vildan fotoğraf makinesini getirdin değil mi?” Vildan, hazırda beklettiği makineyi Asiye’ye uzatınca içindeki fotoğrafı bilgisayara aktardı Asiye. Birçok fotoğraf vardı ve kızlar içlerinden birkaçını seçmekte zorlanıyordu. Elif de hayran kalmış bir şekilde ekrana baktı. Vildan harika iş çıkarmıştı, kızların beğenisini çoktan toplamıştı. Zaten yıllardır fotoğrafçılık kursuna gittiği için her duruma aşinaydı ve vakıfta bu işler kendisine ayrılmıştı.
“Bence şu olsun.” Özlem’in önerisi ile resme birkaç rütüş yapılıp düzenlendikten sonra medyaya koydular. Adresi sessizliğin arasında inceledi Elif. Oldukça büyük bir sayfaydı ve vakfa özeldi. On ya da on beş dakika süren yoğunluktan sonra kızlar kaldığı yerden devam etmeye başladılar.
“Elif turtanın tarifini kesinlikle istiyorum.” Selma’nın araya girmesiyle kızlarda aynı şekilde arkadaşını onayladılar. Ağzı dolu dolu olan Selma’ya hep bir ağızdan gülseler de Selma istifini bozmadan turtasını yemeye devam ediyordu. Elif’se bu keyifli sohbetle çayları tazeliyordu.
“Ee senin görüşme vardı dün gece. Hiç soramadık, sen de bize hiç hatırlatmıyorsun Özlem.” Selma onların keyifli kahkahasının ortasına bombayı bırakıp kaçtı. Kızlarda, “Aa, evet, ne yaptın,” nidalarıyla Özlem’i daraltmayı bir güzel başarıyorlardı. Özlem ise buradan kaçmak ister gibi Selma’ya ölümcül bakışlar atıyordu.
“Oldu, ailemle istişarede bulunduk. En azından bir ya da iki kere daha görüşüp ona göre karar vermek istiyorum.” Anlatırken yüzü kızardı genç kızın. Aslında beğenmişti ama içine sinmeyen bir şeyler var gibiydi. Bu durumda zaten İslamiyet birkaç kere görüşmeye müsaade etmişti. Zaten üçüncüde karar verecekti Özlem, kendi kendine öyle karar almıştı.
“Ama sen beğenmiş gibi duruyorsun.” Kızlar Özlem’in ışıldayan gözleriyle her şeyi anlamıştı. Özlem, sıkıntıyla mavi eşarbının yüzüne yapışan yeri düzeltti ve kaçamak bakışlarını masaya yönlendirdi. Avuçları terlemişti. Ellerini pantolonuna sürtüp, “Bilmiyorum ki, şimdi bakıyorum etrafıma ne çok olaylar var. Beğensem ne, güvenemedikten sonra,” dedi.
“Ya Özlem, sanki gelecek olan bütün adaylara güvenebilecekmişsin gibi konuşuyorsun. Sen bir iki kez daha görüş en iyisi, yoksa ilk randevularda her adayı reddedersin.” Kıkırdayan kızlara Özlem ters ters bakmaya devam ediyordu. Ama Asiye’ye hak verdi, bu iş, armut piş ağzıma düş misali olmayacaktı. Hem Zübeyr’de oldukça efendiydi ona göre. Yüzünde hiç memnuniyetsizlikte görmemişti. “Sanırım haklısın.”
“Sanırım değil, kesin haklıyım. Bu kaçıncı enişte adayı ya, artık şöyle kapı gibi bir eniştemiz olmasın mı?” Özlem, masanın üzerinde duran peçeteyi top haline getirip Asiye’nin yüzüne fırlattı. Asiye ise hala Özlem’e laf atma derdindeydi.
“Şimdiden enişteci olacağını görebiliyorum Asiye, korkutma bizi.” Vildan da araya girince ortamda dönen olay artık oldukça ileri seviyeye atladı. “Tabii. Eniştemiz bize ne büyük iyilik yapacak biliyor musunuz!” Özlem, gözlerini kısıp kötü kötü baktı Asiye’ye. “Emeklerim gözüne dursun Asiye. Ah ah, kardeş dedik bağrımıza bastık.”
“Bağrımıza değil, bağrıma olacak o Özlemcim. Biz hâlâ bağrımıza basıyoruz.” Özlem artık onlara bir şey demiyordu. Başını yazık der gibi sallayıp, “Siz benim elime geçeceksiniz elbette,” dedi ve geri yaslandı. Kızlar kıkırdamalarını devam ettirmekle beraber Elif de onlardan farklı değildi.
“Elif, sen bari yapma kuzum, benim tarafımda olursan söz sana eşim olacak beyin kardeşini ayarlarım.” Elif gözlerini kocaman araladı. Yapma dercesine elini kaldırarak, “Aman kalsın, ben o zaman diğer tarafta olayım,” demekle Özlem’in ummadığı yerden vurmuştu onu. Kızlar zaten Özlem’in pasif olduğunu bildiğinden, “Ay sen mi? Önce bir kendini evlendir,” diyerek yalandan telkinde bulundular. Özlem omuz silkti ve hiçbir şey olmamış gibi höpürdeterek çayından bir yudum aldı. “Öyle olsun bakalım Elif, aşk olsun kızlar size de ya. Evde ablamla abim, burada siz… Kalbim çıt olmaktan artık parça pinçik oldu.”
“Kıyamam sana. Çok ayıp kızlar, insan hiç can dostuna bunu yapar mı?” Arsızca söylenen Asiye’ye herkes ağzı açık şekilde bakıyordu. “Resmen ikiyüzlülük bu, Asiye seninle gazaya giden sırtından vurulur be.” Asiye’nin büyük satışı kızlar arasında kınandı. Asiye bir anda kızların nasıl böyle değişebildiğine anlam veremiyordu. Son çaylarını içip kalktılar. Elif onları uğurlarken bir yandan gülmeden edemiyordu. Sanırım aralarına girdiği en manyak grup buydu.
…
“Elif.” Ablasının bağırması ile duymazlıktan gelerek mutfaktaki işine devam ediyordu. Müziğin sesini biraz daha yükseltip yanına gelen ablasını sessize almak istedi ama yapamadı. Züleyha, telefonun sesini çoktan kısmıştı. Ama Elif, umursamaz davranıp elindeki ekmeğe çikolatasını sürmeye devam ediyordu.
“O üzerindekini nereden aldın bakayım. Hım pek de yeni gibi durmuyor ama.” Züleyha’nın alaycı yaklaşımına kendisi de öyle yaklaştı. Züleyha, bu sefer ciddi olmakla beraber elbisesine el koyan kardeşiyle kükrercesine konuştu. Elif, yüzüne doğru yaklaşan yüzle sırtını geri çekip yüzünü buruşturdu.
“Abla ama ya, valla vereceğim. Hiç temizim kalmamış. Annem makineyi aç demişti ama ben unuttum. Şimdi yıkanıyor. Hem ablaların kıyafetleri kardeşleri için feda olmalı değil mi?” Züleyha bu cevaptan hiç tatmin olmadı. “Hem çok rahatmış bu, püfür püfür hiç terletmiyor.” Kardeşine karşı oldukça anlayışlı olduğunu düşünerek, “Beş saniyen var Elif,” dese de Elif, oralı olmayarak çikolatalı ekmeğinden bir kez ısırdı. “Dört saniye, üç, iki, bir…” Saniyeleri umursamayan kardeşi kendisini daha çok kızdırdı. O an çileden çıkaran çikolata penyeye düştüğünde Elif, bu sefer korkuyla ellerini havaya kaldırdı. Bu sefer ablası onu çiğ çiğ yiyecekti. Çikolatayla kendince kavga ediyordu. Yavaş yavaş ablasına baktı. Ekmeği bitmişti. Geri küçük adımlarla adımlayıp, “Üç, iki, bir…” diyerek hızlıca yanından geçecekken ablasının uzanan koluyla bu fikri pek de geçerli olmadı. Ablasının öldürücü bakışlarının altında resmen yediği dudaklarına daha çok baskı uyguladı. Ablasının en sevdiği penyeyi mahvetmişti daha ne olsundu!
“Hazır makineyi de açmamışken ben şunu da atıvereyim.” Ablası tepki vermedi. Üzerine üzerine yürüyor, Elif de hissettiği korkuyla geri adımlıyordu. Bu sefer ablasına hak verdi. “Abla bak valla…” Züleyha Elif’in konuşmasına fırsat vermeden köşedeki cam kavanozu aldı. Elif, kötü senaryolar üretti zihninde.
“Ya kavanozla parçalarsa kafamı.” İç sesiyle Züleyha’nın elindeki kavanoza baktı. En sevdiği çikolata şimdi elleri arasındaydı, hem de kendisi yapmıştı.
“Ekmek ver bana da.” Bir an afalladı. Ablasının varlığı üzerinden çekilince geri savsakladı. Koşarak getirdiği ekmekle derin bir nefes aldı. Yoksa ablası onu çiğ çiğ yiyecekti. Üzerini değiştirmek için odaya yönlenecekken, “Hepsini bitirme,” demeyi ihmal etmedi. Züleyha Elif’i duymazlıktan gelerek masaya oturdu ve çikolatayı yemeye koyuldu. Elif’e öfkesinden ötürü çikolatayı ekmeğe bol bol sürüyordu. Bütün intikamını böyle alacaktı.
Elif geri döndüğünde gördükleri ufak çaplı değil oldukça büyük bir şaşkınlığa neden oldu. Resmen kavanozun dibini görmüştü. Züleyha’nın iki katı olan öldürücü bakışları bu sefer çok kötü şeylerin olabileceğini gösteriyordu. Züleyha bile kendine bu kadar çok yediği için şaşırıyordu. O kadar çok beğenmişti ki, bitirmeden duramamıştı.
“Elif dur kardeşim, daha çok gencim kıyma bana.” Elif kavanozu hızla ablasının elinden çekti. Resmen bitmesin diye az az yediği çikolatası ablası tarafından haince bitirilmişti. “Tamam, sen bana tarifini ver ben sana yaparım.” Elif bunlara asla kanmazdı bir kere. Hele ki yüreğinden vurulduğu gerçeği şu an sakinleştirmeyecekti onu.
“Abla üç saniyen var. Kaç yoksa hiç iyi şeyler olmayacak.” Züleyha Elif’in dediğini yapıp kaçmak istedi ama arkasından koşan kızın hızı onu bir hamlede yakalattı. Salondaki koltuğun üstünde duran yastığı alıp Züleyha’ya attı. Ağzında çay kaşığı ile duran Züleyha gülmemek için kendini zor tutuyordu.
“Ya ne istedin benim çikolatamdan. O benim hayat kaynağımdı.” Züleyha, kardeşinin abartıyor oluşundan ötürü göz devirdi. Şu an Elif’i ciddiye alması gerekirdi oysaki. Elindeki kavanoza içli içli bakarken kenarlara sürülen çikolatayı parmaklayıp Züleyha’nın yüzüne sonra ise kıyafetine sürdü. Ablasının çığlıkları ile holde koştururken kapı açıldı. İki kız dağılmış bir vaziyette kapıya baktılar. İçeriye önce Saliha Hanım ardından ise Nevin Hanım girdi. İki kadın genç kızların ne yaptığına bakarken şok olmuşlardı. Züleyha, kurtarılmanın verdiği rahatlıkla nefes alırken Elif önce annesine sonra ise Nevin Hanım’a utanarak baktı. Özellikle Nevin Hanım’a rezil olmanın verdiği o duygu ile yerin dibine girmiş gibi hissediyordu.