Zor Bir Gecenin Sabahı

1432 Words
Arabaya atladım ve ilana saçlarımı geriye yapıştırdım. İstanbul havalimanı buraya bir saat mesafedeydi. Yetişebilirdim. Radyodan güzel bir parça açtım. Annem defalarca aradı, bir tanesine dönmedim. Babam yüzlerce mesaj attı, cevaplamadım. “Ömrün sonu kelebek gibidir, Göz açınca bitecek bir gün, Aşk kalbinin değerini anlar, Bu mudur budur Yürek her şeyi sana buyurur, Yut gel yeminlerini, Bana ne aşk mesele...” “ÖZGÜRÜM!” diye bağırdım. Otopark kısmına girmeden direkt girişe park ettim ve arabadan indim. İçeriye geçtim. Berlin...belin. Evet nerede? “Siktir.” dedim gördüğüm şeyle. Yolcular içeriye alınmaya başlanmıştı. Tüm gücümle o bloğa doğru koşarken birilerine çarptım, az daha kolileri deviriyordum, bir çocuğun arabasını eziyordum, yeni temizlenmiş yere basıp kayıp düşüyordum ama yetiştim. Tek sıra halinde dizilmiş yolculara bakıp içlerinden Emre’yi seçmeye çalıştım ama burada değildi. İçeriye mi girmişti yani? Uçakta mıydı? Güvenliğe doğru gidiyordum ki ileriden gelen kişiyle duraksadım. Her zamanki gibi yavaştı, sürekli arkasına bakıyordu. Sanki gözlediği birileri vardı. Belki de o kişi bendim ama yetişmeyi bırak gelmemiştim bile. Bir eli cebinde başı eğik yürüyorken “Bazen ait olduğumuz düşündüğümüz yerlere ait değilizdir.” Emre bir anda başını kaldırıp benimle göz göze geldiğinde şaşkınca baktı. Devam ettim. “Bazen sadece konfor alanından çıkmamak gerekiyordur, bazen sadece kafanı güvenle yasladığın göğse sığınmak yeterli gelmelidir.” Tam önünde durdum. “Bazen bir çift kahverengi yeterlidir.” Güldü. “Kaçak gelin demek?” Onu baştan aşağı süzdüm. “Ne yazık ki sen bu tiple kaçak damat bile olamazsın.” Kıkırdadı. Aramızda sözsüz bir bakışma geçti ama bu yeterliydi. Her ikimiz içinde. /// “Ee.” dedi Emre. Zaten bu saate kadar susma bile takdire şayandı. “Ne ee?” dediğimde gözleri kısıldı. Güneş tam gözlerine vurduğu için açık kahve gözlerinin rengini daha güzel görebiliyordum. Seyrek aşları, hafif kemerli burnu, sert çene kasları, dağınık saçları... “Düğünden neden kaçtığını anlatmayacak mısın? Telefonları da kapattırdın. Annen merak edecek.” dediğinde güldüm. “Merak etmez.” dedim kendimden emin bir ses tonuyla. Bu dediğimle kaşları havaya kalktı. Kendimize iki top dondurma almıştık. Ben birini limonlu diğerini çikolatalı tercih ederken Emre ise vanilyalı ve karamelli almıştı. Ondan bir ısırık alırken “Nilüfer teyze senin üzerine titriyor.” dedi. Ya ne demezsin? Üç kuruş para için hem beni hem kendini sattı. “Bunları konuşmak istemiyorum.” dedim bakışlarımı ondan alarak. Aramızda derin sessizliğin arasında kuş sesleri girerken derin bir nefes aldı. “Tamam.” dedi usulca. “Sen ne zaman konuşmak istersen o zaman konuşuruz.” Parmak uçlarımda onun elini hissettim. Ellerimiz birbirine değdi ama hiçbir zaman kenetlenmedi. Yıllar önce Emre’nin anlayamadığım davranışları yavaş yavaş anlam kazanıyordu. Biliyordum. Onu ve hislerini. Onu o uçaktan indirecek, havaalanında yakalayacak kişinin kendim olduğunu bildiğim gibi. Ama her şeyi akışına bırakmak istiyordum. Çünkü Emre sadece kendini değil beni de yalnızlığa itmişti. Zamanında... İskelenin en ucuna oturduk. Hava karanlıktı. “Üşüyorsun değil mi?” üzerindeki ceketini çıkardı. Omuzlarıma bıraktığında gülümsedim. “Neden gitmek istedin?” diye sorduğumda “Öyle olması gerekti.” diyerek kestirip attı. “Emre.” Uyarırcasına çıktı sesim. Sır küpüydü mübarek! “Tamam.” Ellerini havaya kaldırdı. “Sadece biraz kafam dinlemeye ihtiyacım vardı.” “Seni çağıran şirket?” “Burada daha iyisini bulurum.” “Madem daha iyisini bulabileceksin neden uğraşmadın?” diye sordum. “Burada olmanın bir anlamı yoktu.” “Şimdi?” gözlerimin içine baktı. “Şimdi anlam kazandı.” dediğinde gülümsedim. Ayaklarımıza baktım. Vücudum onun yanında küçük kalıyordu, o biraz daha zorlasa ayaklarını suya batırabilirdi. Benim aksime. Ben ayaklarımı sallarken o da sessizce benim aksime yavaş yavaş eşlik ediyordu. “Sen o naylonu neden nikahta bırakıp gittin?” Bu soruyu bekliyordum. “Bazı şeyler öğrendim.” Merakla baktı bana. O bana böyle masumca bakarken her şeyi anlatmak istiyordum. “Ne gibi?” “Onu daha fazla konuşmak istemiyorum.” diyerek konuyu değiştirdim. Bir müzik açtı, kafamı göğsüne yasladı. İskeleye uzandık. Yıldızları izledik ve o gece hiç konuşmadık. Dalga seslerine karışan şarkıyı dinlemeye odaklandık. Gün ağarken yerimde doğruldum. Emre çoktan uyuyakalmıştı. Elimin tersiyle yanağını okşarken kesik bir nefes verdim. Her şey farklı olabilirdi. Sen ve ben... Ceketinden telefonunu çıkardım ve açtım. Bir sürü arama ve mesaj vardı. Yarısından çoğu anneme aitti. Yok Emre benim kafamı karıştırmış, neredeysem beni ona götürecekmiş, bu rezilliği açıklamam gerekiyormuşum, sabah magazin haberlerinde rezilliğimiz konuşulacakmış falan işte! Nilüfer Civelek. Annemin gerçek yüzü. Kendinden başka kimseyi düşünmeyen, kızı aldatıldığını bildiğini gösterse bile arkasında durmayan o kadın! Bir anne(!) Gözlerimi ovuşturup bizim gruba girdim. Biricik: Olay yerinden bildiriyorum. Ortalık fena karıştı! Merve: Yaman şerefsizi kudurdu! Aslan: Esme ağlayacak Biricik: Biraz hızlı oldu hem ağlıyor hem itiraz ediyor Emek: Son Dakika! Nilüfer teyze gazetecileri resmen kovaladı Merve: Onlara kırk yıllık malzeme çıktı zaten Aslan: Naz’dan haber var mı? Merve: Hayır telefonlarımızı açmıyor Biricik: Aynısı Emek: Emre indin mi sen kardeşim? Buralar biraz karıştı. Sen endişelenme. Halledeceğiz. Güldüm ve kamera resmine tıklayıp ön kamerayı açtım ve ikimize çevirdim. Kocaman gülümserken, işaret parmağım ile Emre’nin çatık kaşlarını düzeltiyordum. Fotoğrafı gruba atar atmaz anında herkesin çevrim içi olmasıyla kıkırdadım. Bağdaş kurup bir süre kimsenin yazmamasını izledim. Sanırım şok içinde kalmışlardı. Bu daha çok gülmemi sağlarken ilk Biricik yazdı. Biricik. OMG Biricik: Kız kocaya kaçmışsın! Biz de seni merak ediyorduk Aslan: Kardeşim seni o kadar vazgeçirmeye çalıştık bu kadar kolay mıydı? Hızlıca yazdım. Emre: Üzgünüm beyler, telefon bende. Kendisi derin bir uykuda şu an. Emek: Uykusunda bile sinirli Merve: Neredesiniz biz de gelelim! Meraktan çatlayacağım bak Konumu atıp almamak konusunda çok arada kalsam da atıp altına kimseye söylememeleri gerektiği hakkında bir not düştüm. Herkes onaylarken çıktıklarını yazmışlardı. Söylediğine göre Biricik annem için bir şişe kolonya bitirmişti. “Daha çok bitirir.” dedim öfkeyle. “Neyi?” sabah uyandığı için boğuklaşan ses tonuyla konuşan Emre’ye bir süre baktım. Allah’ım içimde bir şeyler oluyordu! Karışan saçlarını eliyle düzeltmeye çalışırken gülerek bileğinden tuttum. “Daha çok dağıtıyorsun. Bekle ben hallederim.” deyip nazikçe okşamaya, düzeltmeye çalıştım. Elimle şekil vermekten ziyada okşuyordum ama Emre’nin canına minnetti. Gözlerini kapatmış beni bekliyordu. “Bizimkilerle konuştum. Buraya geliyorlar.” dediğimde huysuzca baktı bana. “Şimdi gelip boş boş beynimi kemirecekler lağım fareleri ya.” diye oflayıp geri yattı. “Geldiklerinde uyuduğumu ve siktir olup gitmeleri gerektiğini söylersin.” deyince kahkaha attım ve bileğinden tutup çekiştirdim. “Saçmalama Emre ya. Hadi kalk.” “Şaka yaptığını ümit etmiştim. Gerçek mi?” Homurdandı. “Hem de yüzde yüz gerçek.” dedim. “Neden ya neden?!” “Ooo kardeşim? Bizi göreceğin için çok heyecanlısın bakıyorum?” İlk Emek geldi. Peşinden sırayla Aslan, Merve ve Biricik. Biricik direkt sarılırken karşılık verdim. Merve de diğer tarafımdan sarıldı. Erkekler ise...erkekler bildiğiniz gibi ya. Emek, Emre’nin bedenine adeta bindiğinde Aslan sırtına birkaç kere vurdu. “Kahvaltılık bir şeyler aldık.” dedi Aslan poşeti sallarken. “Çok iyi düşünmüşsünüz. Çok acıkmıştım.” dedim ve sandviç ekmeğini aldım. Hepsi bana garip garip bakarken “Ne?” dedim. “Sen ekmek yemezsin? Senin için bunları almıştım...” Aslan’ın ne diyeceğini, o kapta neler olduğunu biliyordum o yüzden bakmadım bile. “Yok, artık ekmek yemeye karar verdim.” Deyince Emek, “Kalk kardeşim kendine bir sandviç daha yaptır.” diyerek âdeta anıra anıra güldü. Öyle mi dercesine tek kaşımı kaldırdım. “Sen en iyisi kendin içinde yaptır Emekciğim. Dün düğünümdü biliyorsun...çok açıkmışım.” deyip diğer sandviç kucağıma alınca omuzları düştü. “Sen çok kötü bir kadın oldun.” dedi Emek. “Boş konuşma da gel.” dedi Aslan. “Alacağın olsun ha.” Ona baka baka koca bir ısırık aldığımda kalbini tuttu. Emre de ayaklandı. “Durun ben de geleyim.” deyip bana bakmadan onların peşine takıldı. Kızlarla baş başa kaldığımız an Biricik sessiz bir çığlık attı. “Çabuk bize neler olduğunu anlat.” “Anlatacak bir şey yok.” “Ya sen böyle ketum değildin ne oldu be sana?!” Merve, “Esme ve ailesi ayrı, Yaman ve ailesi ayrı delirdi. Sizinkilere hiçbir şey demiyorum zaten ama Yaman’ın ailesi çok şaşırmış gibi değildi. Yalan söyleyemeceğim.” dediğinde başımı salladım. Biricik, Merve’nin karnına vurunca “Yalan söylemeni gerek yok. Her şeyi biliyorum zaten.” “Ne zamandır?” dediler aynı anda. Neredeyse iki gün önce falan...Tam ölmeden önce öğrenmiş hem de. Ne güzel değil mi... “İki gün önce.” dedim. “AAAA.” dediler aynı anda. İkisi de aynı anda ağzını kapamıştı. “Nikahtan hemen önce bir de İnanamıyorum ya! Şerefsiz pisikler!” Biricik ağzına geldiği gibi sövdü. Canım arkadaşım. Merve, “Cidden büyük şerefsizlik ya. Esme nasıl neredeyse evlenecek biriyle görüşebilir!” Biricik, “Yaman evleniyordu! O iki pisliği de öldüreceğim! Ama seni de küçük hanım çünkü eper vazgeçersin gelip bana söyle ona göre kendimi hazırlayayım demiştim! Hayır ona göre göbek atardım, daha kendim sevinme vakit bulamadan Nilüfer teyzeye kolonya ithal ettim ya!” taramalı tüfek gibi konuşurken gülümseyerek onu dinledim. Onu özlemiştim
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD