Etrafıma bakarken yere düşmüş telefonumu görmemle beraber eğildim ve elime aldım. iPhone 6 Plus ile bir süre bakıştım. Hayır ya olamaz...Böyle bir şey olamaz değil mi?! Pinterestten çıkma duvar kağıdımla da bir süre bakışıp hızlıca takvime girdim.
Ve takvim, 8 ağustos 2014 yılını gösteriyordu. “Ne?” diyebildiğim, dudaklarımın arasından çıkan tek kelime o oldu. Yatağa oturdum. Bir süre daha telefonla bakıştım. Hatta bunun bir oyun olduğunu düşündüm, teker teker tüm sosyal medya hesaplarımı gezdim. Retrica ile çekilmiş onca resim, altına yazılmış bol saçmalamalı atarlı giderli sözler, tumblr hesabımın hala duruyor olması, snapta yıkıp geçtiğim 186.284 sitrik.
“Lütfen bu bir şaka olsun!”
Saate baktım. 18.45
Banyoya girdim ve elimi yüzümü yıkadım. Eğer her şey gerçekse ve ben öldürülüp on yıl öncesine ışınlandıysam bu bana verilen ikinci bir şanstı değil mi? Eğer...eğer başarırsam bunların hiçbiri olmazdı. Ölmezdim. En kötüsü kocam ve metresi tarafından tutulan kiralık katil sayesinde öldürülmezdim.
Vallahi ölmekten çok o canımı sıkıyor. Gururum ayaklar altında. “NAZ! KUAFÖRLER GELDİ AŞAĞIDA BEKLİYORLAR HADİ!” annem yine bağırırken “Geliyorum.” dedim. Son kez aynaya baktım.
Banyodan çıkıp aşağı indiğimde etrafın curcuna olduğunu gördüm. On yıldan önceki beni hatırlıyorum. Sabahın köründe kalkmış, deli gibi herkesin etrafında dolanıp doğru yaptıklarından emin olmuştum. O kadar mutlu ve o kadar heyecanlıydım ki evlenmemi istemeyen arkadaşlarım bile burun kıvırma bana destek olmuşlardı. Şimdi o heyecan yok, aksine yaşatılanların acısı var.
Annem beni gördüğünde baştan aşağı memnuniyetsizce süzdü. “Üzerine düzgün bir şeyler giyseydin.” dediğinde cevap bile vermeden koltuğa oturdum. Annem şaşkınca bana bakarken ona bakmaya devam ettim. Demek annem ve babam her şeyden haberleri olmasına rağmen bana hiçbir şey dememişlerdi, aksine onu desteklemişlerdi.
Bu da bir ihanetti.
“Efendim saçlarınızı nasıl yapalım?”
Annem söze girdi. “Öncelikle bugüne yakışır bir şey olsun lütfen. Biliyorsunuz biz saygın bir aileyiz, yarın kızım manşetlere çıkıp güzelliği ile herkesi büyüleyecek. Güzel bir topuz yapalım, önlerinden bir tutamı kıvırı-“ annemin sözünü kestim. “Saçım açık, uçları dalgalı olsun.”
Annem kaşlarını çattı. “Çok basit! Gelinsin sen. Sanki kahvaltıya gidiyorsun?!”
“Dediğin gibi gelin olan benim. Benim istediğim olacak.” Deyince kaşlarını çattı ancak gözlerindeki o ifadeyi yakaladım. Şaşkın, neler olduğunu anlamaya çalışan ifade. Biricik, bizi koltuğun en uç köşesinden izlerken söze girdi. “İkinizinde istediği olsun canım.” Güldü. “Alttan topuz yaparız, hem çok gösterişli değil hem d-“ bakışlarımı fark ettiğinde “Zaten o gelinliğe açık saç yakışır Nilüfer teyzeciğim! Gel biz dışarı çıkalım.” deyip annemle dışarı çıktı.
O lanet olası adamın, beni öldürmeden önce dediği son cümleyi hatırladım. “Sana yeni bir hayat bahşediyorum.” demişti. Ve anladığım kadarıyla bu benim ikinci hayatım, ikinci şansımdı. Bana erilen bu ikinci şansı ise çöpe atmayacaktım.
O hayatımı geri alacaktım.
Mutluluğuma gölge edenlere izin vermeyecektim.
En önemlisi ben, kendim olacaktım.
*
Sakinlik.
Oh be. Herkesi kapı dışarı edip kendimi gelin odasına kapattıktan sonra yemek söyledim. Şimdi bugüne özel güzel bir hamburger menüsü patlardı. Allahın cezası adam ve sevgilisini henüz görmemiştim. Yaman bir kere odama gelmeye çalıştığında uğursuzluk getirir diyerek kovmuştum. Bir de onun sahte samimiyetini çekemezdim.
Telefonum çaldı. “Alo?”
“Siparişinizi getirdik ama bizi içeri almıyorlar.”
“Arka bahçeye getirim, geliyorum.” deyip telefonu kapadım. Odadan çıkıp kimseye görünmeden arka bahçeye gittim “Neredesin?”
“Ha buradayım abla!” valla ses var görüntü yok. “Bu ne ya? Köpek gibi hamburgeri koklama çalışarak buluyoruz.” Diye homurdanırken “Abla yav boyum kısa. Sizde amma çekmişsiniz ha çitleri.”
“Poşeti kaldırsana be.”
“Kaldırdım abla.”
“Gördüm gördüm.”
Bahçenin en ucunda görünen bir şey vardı. Minicik bir orta parmak...Sanırım cidden kısaydı. “Geldim geldim.” Deyip yerde duran taşın üstüne çıktım. “Yav abla sen benden de kısaymışsın. Nasıl vereceğim şimdi sana bunu?”
“Ya sen kurye dğil misin?”
“Abla alayım çok çözemedim.”
“Çözüm sende yani! Taş falan bul. Hadi bak çok açım. Evleniyorum. Vallahi nikahta damadı bırakır kaçarım.” Bu tehdit onu ne kadar bağlardı diye düşünürken adam bir anda ninja olup duvara tırmandı ve bana poşeti uzattı. Ona şaşkınca bakarken kendini açıklama gereği duymuş olsa gerek “Üç gün önce nikâh masasında terk edildim abla. Şimdi yaptığım masrafları karşılamak için gece d kuryelik yapıyorum...Ah ah.”
Ulan dertlendik durduk yere.
“Aldattın mı?”
“Tövbe haşa abla!”
“Hmm, garip.”
“Aşka olan inancın kaybetmiş.”
“Gel seninle evleneceğim.”
Gözleri kocaman açıldı. “Aman abla.”
“Beğenemedin mi?”
“Şimdi yanlış anlama ama hiç gelin gibi görünmüyorsun.” Kendime baktım. Annemlere inat dolabımdaki beyaz bir elbiseyi giymiştim. Tabii bundan henüz onların haberi yoktu. Normalde bu elbiseyi ben kahvaltıya gittiğimde falan giyerdim de neyse.
“Gelinlik giysem evlenecek misin benimle?” diye sordum. Şöyle bir eve baktım. “Evlenirim.” Gözlerimi kıstım. Tam daha ayrılalı kaç gün olmuş nasıl kabul edersin diye çemkirecektim ki arkamdan gelen derin bir ses irkilmemi sağladı.
“Ne oluyor burada?”
İşte bu sesi çok yakından tanıyorum. En son bu sabah falan gördüm gerçi.. Ölmeden gördüğüm son yüz de o olsa çok güzel olurdu ama nasip kısmet diyelim. Arkamı dönerken tam çıktığım taştan düşecektim ki belimden yakaladı. Bir bana bir kuryeye tip tip baktı. “Siktir git lan buradan.”
Kuryenin dizleri titreye titreye “Afiyet olsun abla, damat çok sinirliymiş bu arada.” deyip aşağı atladı. Motorun uzaklaşa sesiyle kendime gelerek doğruldum. “Ne yapıyorsun sen burada?” gözlerini kıstı. Arkamdaki poşetle sağa sola sallanırken elimden tuttu. “Ne o?”
“Yalnız bu yaptığın-“
“Sus güzelim.”
Elimden poşeti aldı. “Hamburger mi? Ciddi misi sen?” huysuzca baktım ona. Elinden poşeti çekip koşar adımlarla odaya girerken peşimden geldi. Kendim bir çilingir sofrası kurarken “Gelinliğini giymemişsin?” dedi gözlerini kısıp. “Hm, üzerine çiçek suyu döküldü.” dedim.
Ben döktüm.
“Sen de yemek ister misin?” üzerimdeki elbisenin varlığını umursamadan yatakta bağdaş kurdum ve kucağıma yastık alıp hamburgerimden koca bir ısırık aldım. “Yiyelim bakalım.” Deyip yanıma yattı. “Nilüfer teyze bu halini görse ortalık fena karışır.”
“Salla.”
Soğan halkasını batırdım. Emre bu halime kıs kıs gülerken “Ne?” dedim. “Bugün bir değişiksin.”
“Ne kadar değişik?”
“Kendin gibi.”
Duraksadım. Bunu yanlış yorumlayıp “Kötü bir şey demedim.” dedi. “Sadece...” ensesini kaşıdı. “Gerçekten o adamla mutlu olacak mısın Naz? Asla güvenmiyorum o orospu çocuğuna.” Gözleini kaçırdı.
Normalde buna karşı çıkar ve onun hakkında böyle ileri geri konuşmaya devam edecekse dışarı çıkmasını isterdi ama öyle yapmadım. “Haklısın.” dedim sadece. Valla haklı çıkmıştı. Adam bile demek istemediğim o şerefsiz beni öldürttü! Hem de bayağı bayağı!
Emre’nin şaşkın bakışlarının hedefi olduğumda belli etmemeye çalışıyordu ama dudaklarındaki minik tebessümü görebiliyordum. “Emin olmadığın birisiyle gerçekten de evlenecek misin?” diye sordu bu defa. “Neden olmasın? Kötü bir tecrübe de olsa hepsi deneyim.”
Gözlerini kıstı. Evet, düşününce dediğim şeyin ne kadar saçma olduğu aşikâr bir şekilde belliydi ama yalan söylemiyordum! O pisliğin gerçek yüzünü on beş yıl sonra da görmüş olsam da ikinci hayatımda ona yer yoktu.
“Sen bugün gerçekten bir garipsin...ve bu halini sevdim.” deyince tüm patates kızartmalarını ağzıma doldurduğum için alvinlerdeki sincaplar gibi kalakaldım. Gülüp işaret parmağı ile yanağıma dokundu. Hızlıca ağzımdakileri bitirme çalışıp kolamdan bir yudum aldım. “Emre,” dedim. “Ben evlensem de aramızdaki hiçbir şey değişmeyecek biliyorsun değil mi?”
Değişecekti.
Yutkunamadım.