Elime aldığım cips paketiyle annemi ararken, bakliyat reyonunun hemen önünde fiyatlara bakarken buldum onu.
"Anne cips alabilir miyim? Uzun zamandır yemedim lütfen." Dediğimde annem bana doğru döndü, o kadar güzeldi ki bazen bile annemden etkileniyordum. Gülümsedi, bembeyaz tenindeki vişne rengi dudakları büküldüğünde yanaklarındaki çukurlar ortaya çıktı ve ben de gülümsemeden edemedim.
"Bugün ne istersen alabilirsin ama çok zararlı şeyler olmasın. Bugün kutlama yapalım."
Bunu hak etmiştim değil mi? Zıplayarak abur cuburların olduğu bölüme ilerledim, normal şartlarda ailemin durumunun yetmeyeceği fakat eğitimi çok övülen bir okulun bursluluk sınavına girmiştim, bu sınav için altı ay boyunca çalışmış ve nihayet başarmıştım. Birkaç bisküvi ve çikolatayı kucaklarken kasaya ilerleyen annemin yanına doğru koşturdum.
"Bunları da alacağım."
Annem bir şey demeden alışveriş arabasındaki şeyleri kasaya koydu, açık öğretime geçmiş ve 10.sınıfa o şekilde devam etmiştim, açık öğretime geçmemin gerçek sebebini annemler bilmese de kararıma saygı duymuşlardı.
"Karen?"
İrkilerek kendime geldiğimde annemin elindeki poşetlerden ikisini aldım.
"Dalmışım..." Çıkmak için kapıya yaklaştığımda yağmur yağdığını gördüm,
"Anne şemsiye aldın mı? Yağmur yağıyor."
"Hayır almadım, bir şey olmaz hava sıcaktır Mayıs ayındayız. Yaz yağmuru bu." Diyerek gülümsedi fakat ben ıslanmayı sevmiyordum, yağmuru da sevmiyordum gerçi ikisi aynı şeydi.
"Ara sokaktan geçip gidelim, ıslanmak istemiyorum." Diyerek surat astığımda marketten çıkmış kapının önünde ne yapacağımızı konuşuyorduk.
"Tamam sen nasıl istersen öyle olsun ama bir an önce gidelim çok yoruldum." Dediğinde başımı sallayarak önden adımladım, birkaç kötü binanın olduğu yeri kentleşme için kapatmış ve yıkmışlardı, yeni yapılan bir bina bir de depo vardı fakat birkaç aydır inşaat durduğu için evimize çıkan kestirme bir yol oluşmuştu, genelde çoğu kişi oradan geçerdi ve normal yola göre yirmi dakika daha kısa sürüyordu.
"Buradan geçmek beni huzursuz ediyor." Dedi annem sokağın hemen başında
"Bir şey olmaz beraberiz, hem on dakikada çıkarız."
Evet hayatım boyunca verdiğim en kötü karar olduğundan habersiz sokağa adımımı attığımda beraberiz kelimesinin hayatım boyunca ben de yük olacağından habersizdim.
Elimdeki poşetlerle yürürken, gözümü yoldan kaldırıp ileri baktığımda, ayaklarım yola saplanmıştı adeta. Görmeyi istemediğim mavi gözler hemen karşımda dururken nefesim ciğerlerimde sıkıştı ve elimdeki poşetleri zar zor tutabildim.
"Karen." Dedi büyülenmiş gözlerle, sesi saç diplerimde bir yangın çıkmasına sebep olmuştu.
"Sen kimsin?" dedi annem çabucak yanıma gelirken,
"Hiç kimse anne, hadi gidelim." Dediğimde yanından geçmek için adım attığımda önüme geçti ve gitmeme engel oldu.
"Ben kızınız bir arkadaşıyım, kendisini çok severim ama o benden nefret eder." Diyerek sırıttığında kendimi bir korku filmi izliyor gibi hissetmiştim.
"Annemin bileğini kavrayıp geldiğimiz yolu geri yürümek istediğimde arkamdaki iki kişiyle attığım adımım yarıda kesildi.
"Müsaadenizle kızınızla bir şey konuşmak---"
"Hayır!" öyle bir bağırmıştım ki annem irkilmişti " Anne hemen polisi ara! Hemen!"
Nefes, bir anda kolunu boynuma geçirdiğinde elimdeki poşetler yere düşmüştü, koluna yapışırken annem elindeki telefonu telaşla bırakıp Nefes ile beni ayırmaya çalıştı.
"Anne! Polisi ara!"
Nefes beni çekiştirirken diğer iki oğlan annemi tuttu ve yerdeki camı kırık telefonu acıyla bize baktı.
"Annemi bırakın lütfen." Dediğimde annemin yardım edin çığlıkları ciğerimi parçaladı, kurtulduğumu zannederken böylesine bir karşılaşma da neyin nesiydi?
"Nefes," dedim adı dilimin ucunda taze bir yara olurken "Lütfen annemi bırakın."
İnşaat depoya beni çekiştirdiğinde ona oranla o kadar güçsüzdüm ki direnmek sadece gücümü tüketmişti.
"Merak etme annene zarar vermezler." Dediğinde kendimi bir anda yerde buldum, beni öyle bir fırlatmıştı ki sırtımı yere çarpıp nefes alamaz hale gelmiştim. Yerdeki tozlar durumu daha kötüleştirirken öksürerek geriye doğru kaçtım.
"Seni ne kadar aradım biliyor musun?"
Nereye kadar kaçabilirdim? Babamın yeni aldığı tişörtüm tozla kaplanırken kollarım soyulmuştu, derimdeki silik kan izleri sızlama hissini hatırlatmıştı.
"Benden ne istiyorsun?"
Biraz olsun nefes alırken ayağa kalkmak istesem de omzumdan tutarak zeminle olan ilişkimi sürdürdü.
"Benim olmanı, elde edemediğim tek şey sensin."
Heyecanlı heyecanlı güldü, o kadar korkunç bir insandı ki mavi en nefret ettiğim renk olmuştu.
"Bir şeyleri zorla da olsa almak çok hoşuma gidiyor. İstediğim her şey," dedi bir anda ciddiye bürünürken "Benim olmak zorunda."
"Tamam, ne istersen yapacağım. Lütfen annemi bırak gitsin seninle geleceğim."
Boğazıma sıkıca tutarak yere uzanmamı sağladığında çaresizce ellerine tutundum, neden onun gibi bir insanla karşılaşmıştım ki? Hiçbir şey yapmadığım halde neden beni takıntı haline getirmişti? Neden kendimi sorguluyordum o bir ruh hastasıydı bir şey yapmama gerek yoktu.
"Artık zorla alma safhasındayım." Dediğinde tişörtümün yakasını şiddetle çekip yırttı, içimdeki bir şeyler çığlık atmaya çalıştı fakat ben tepki veremedim. Ne yapmam gerekiyordu? Bacaklarımla onu ittirmeye karar verdiğimde bacaklarımı o kadar sıkı tuttu ki etimi koparıyor sandım, yardım istesem kim yardım ederdi? Yoksa yine yardım ediyor gibi yapıp ona yandaş mı olurlardı?
"Karen!"
Annem elindeki taşla bir anda içeri dalıp Nefes'in kafasına vurduğunda çığlık atarak ellerimle yüzümü kapattım. Nefes üzerimden düşüp bacaklarımı bıraktığında annem beni hızlıca ayağı kaldırdı.
"Kaç hemen ben onu tutarım." Dediğinde yerde başını tutan Nefes'in bileklerine sarıldı, o incecik narin bilekleri ile onun gibi bir psikopatı zapt edebileceğini mi sanıyordu?
"Hayır, gidelim çabuk hadi!" dediğimde annemi de tutup deponun çıkışına koşturdum fakat içeri diğer oğlanlardan birisi girdi, onunda başı kanıyordu.
"Bu kadının kızı da, kendisi de canımı sıkıyor artık." Dediğinde elindeki çakıyla bize adımladı.
Annemin önüne geçerken bu kez geriye adımlıyorduk fakat annemin çığlığıyla donup kaldım, öyle bir bağırmıştı ki birisi kalbini söküyor sanmıştım. Arkama döndüğümde Nefes'in annemi...
Annem...
Annem...
Çığlıklar. Annem. Kan. Bıçak. Nefes.
Annem.
Annem.
"Anne!"
Göğsünü kızıla boyayan kanının eşliğinde yere düştüğünde çığlımla birlikte yanına çökmüş, zayıf bedenini kucaklaşmıştım.
"Anne ölme!"
Yarasına bastırdığımda ufak bir çığlık daha çıktı dudaklarından, her şey benim yüzümdendi.
"Özür..." nefes alamıyordu "Karen...kaç.."
Gözleri neden kapanıyordu, yırtık tişörtüm kanla kaplanırken nefes saçlarımdan yakalayarak beni kapıya doğru sürükledi, kopan saçlarımın acısını hissedemedim. Tek istediğim annemin yanında olmaktı, onu öylece bırakamazdım.
Annemi bırakamazdım.
"Bırak beni!"
Yerdeki kanlı çakıyı alıp, saçlarımı kestiğimde Nefes'in eli boşa çıkmış hem de onun elinde de derin bir yara açılmıştı. Anneme koşarken Nefes'in acıyla elini tuttuğunu diğer arkadaşının ise donuk donuk bize baktığını gördüm.
Annemin gözleri kapalıydı, sağ gözünün kenarından küçücük bir yaş kulağına süzülmüştü, göğsü inip kalkmıyor elleri iki yanında öylece duruyordu.
"Anne!"
O kadar korkmuştum ki yarasının acımasını umursamayarak omuzlarından onu sarsmıştım.
"Anne! Ne olur ölme!"
Nefes'in arkadaşı depodan koşarak çıkarken ne olduğunu anlayamadan kanlı bir el bana uzandı ve boğazımı sıkıca kavradı.
"Seni de öldüreceğim." Mavi gözlerin sahibi iki eliyle boğazımı kavradığında gözlerinden akan yaşlar yüzüme damladı,
"Hepsi senin yüzünden, başkasının olmana izin vermeyeceğim."
Ağlayamıyordum bile. Boğazımı sıkmak için güçsüz olduğunu düşünmüş olacak ki kapının önündeki çakıya bakarak yürüdü, hemen biraz ötemde yatan anneme acıyla bakarken artık yaşamak için çırpınmama gerek yoktu. Nefes geri dönerken başka bir beden önümde durdu ve çakı avucunun arasında bir yağ gibi kaydı, boynuma kesilen elinden kan damlarken oyuncak gibi olduğum yerde yatıyordum. Annemin kanı bana uzanmak üzereyken nasıl tepki verebilirdim?
"Sen kimsin lan!" diye bağırdı Nefes fakat o tarafa dönemedim bile,
"Annem..."
Olayın şoku artçı deprem gibi dolanıp duruyor vücudumu yıkmak ister gibi sallıyordu. Annem ölmüş müydü? Anneler ölür müydü? Melekler ölür müydü?
Anneme doğru sürünürken, bedenimdeki bütün ağrı ve acılar baş gösterdi. Benim ölmem gerekirken o neden ölüyordu? Her şey benim yüzümden olurken annem neden ölüyordu? Annem neden ölüyordu?
Annem ölüyor muydu?
Yerdeki kan birikintisine elim düşerken acı bir çığlık ciğerlerimle birlikte boğazımı parçalayarak dışarı çıktı. Annem ölmüştü!
Annem!
Ölmüştü!
"Anne!"
Küçükken düştüğümde ağladığım, üzüldüğümde ağladığım her ağladığımda onu çağırdım annem ölmüştü.
"Anne..."
Yine böyle ağlarsam gelir miydi? Elimi kavrayan eli hissettim, beni nazikçe doğrultup kucağına çekerken ağlamaktan hiçbir şey göremiyordum.
"Beni neden kurtardın! Annem öldü! Beni neden kurtardın! Neden!" Yırtık olan tişörtüm, kanlı boynum ve buz gibi bedenimle gövdesine yaslanmışken üzerindeki kapüşonlu ceketi üzerime örtüp bana sıkıca sarıldı.
"Özür dilerim, geç kaldım..." dediğinde üzerindeki okul formasına ve üzerindeki isime baktım.
'Ateş'
Beni tanıyor muydu? Ben onu tanıyor muydum?
"Annem öldü." Dedim sıcacık kolları arasında ağlarken, ne demeye beni kurtarmıştı? Ben annemsiz nasıl yaşayacaktım şimdi? Neden ölmeme izin vermemişti?
"Annem öldü..."
Ağlıyor muydu? Omuzları neden sarsılıyordu? Neden bana bu kadar sıkı sarılıyordu? Kaybetmekten korkar gibi. Neden beni kurtarmış ve geç kaldım demişti? Annem neden ölmüştü? Tüm bunlar neden başıma gelmişti? Benim suçum neydi?
Kendimden geçer gibi olurken, gözleri kapalı bilincim yarım açık şekilde başımı yavaşça yere koydu. Yüzümdeki yaşları silerken saçlarımı düzeltti ve yanımdan kalkıp gitmeden hemen önce benden tekrar özür diledi.
Daha erken gelse annemi kurtarabilir miydi? Ona minnettar olmak yerine neden öfkeliydim? Sadece beni kurtardığı için mi yoksa ölmeme engel olduğu için mi?
Anne...özür dilerim.
4 AY SONRA
Çantamın kolunu sıkıca kavrayıp derin bir nefes aldım. Büyük okul binası beni yutacak gibi dursa da annem için bir yerden başlamam gerekiyordu, benim için kendini feda eden annemi pişman etmemeliydim. Çok başarılı ve güçlü birisi olup bütün yardıma ihtiyacı olanlara yardım edecektim. En önemlisi vicdanlı bir savcı olup, haklıların hakkını verecektim. Paraya minnet etmeyecektim.
"Merhaba"
Bir kız sesi duyduğumda arkamı döndüm. Sıcacık bakan ela gözlerle karşılaştığımda ne yapacağımı bilemez halde mimik oynamayan yüzümle gözlerine baktım. Yüzümdeki ifadesizliğe rağmen kocaman gülümsedi. Omzumdaki elini fark ettiğimde konuşmasını beklemeye başladım.
"Sen iyi misin? Bayılacak gibi duruyorsun da " dediğinde gözlerimi kırpıştırdım.
"Ben..." Ben iyi miydim? Hayır o manada sormamıştı.
"Evet sanırım iyiyim."
"Sen şu efsane olan kızsın, Karen adın değil mi? %100 burslu geldin bu okulda ilk kez bu bursu kazanan kişisin herkes seni çok merak ediyordu." Dediğinde başımı iki yana salladım, kimse beni merak etmesin, herkes beni görmezden gelsin istiyordum.
"İnsanlarla konuşmaktan hoşlanmam." Dedim net bir şekilde, başıma yeni bir bela açmaya hiç mi hiç hevesim yoktu.
"Daha sonra görüşürüz."
Yanından ayrıldığımda koridorlarda pek kimse yoktu, gerçekten de okulun hepsi çalışkan öğrencilerden mi oluşuyordu? Acaba sınıfta deli gibi ders mi çalışıyorlardı? Köşeden dönüp müdür yardımcısının odasına çıkan merdivenleri ararken tekerlekli sandalyesiyle pencerenin önünde duran ve hemen onun önünde alaylı ifadesi ile konuşan bir çocuk ve yanında onu dinleyen arkadaşını gördüm. Ne konuştuklarını duyamasam da hoşuma gitmeyen bir hava yüzüme çarptı.
"Tabi yürüyemeyip başka bir işi beceremeyince beynine yüklenmiş arkadaş." Dedi uzun boylu olan çocuk arkadaşına. Acaba arkadaşlar mıydı? Kısa olanın onun anlattıklarına ilgisi pek yok gibi görünüyordu.
"Senin gibi yürüyen arıza olmaktan iyidir Yağız."
Bu anı kitaplarda okumuştum eğer müdahale edersem masum ve kendini tehlikeye atan aptal kız durumuna düşecektim bu yüzden olaya dahil olmadan yoluma devam edecektim. Merdivenleri görüp basamaklardan birisini çıkmıştım ki duyduğum gürültü ile arkama döndüm, az önceki çocuk yerdeydi. Tekerlekli sandalyesi de onunla birlikte devrilmişti, adının Yağız olduğunu öğrendiğim çocuk ona doğru eğildi,
"O zaman bir daha düşün. Yardıma muhtaç olmaktansa arıza olmak daha iyi." Dediğinde yanında ki arkadaşı bıkkınca onu durdurdu.
"Dur artık."
"Ailen ölünce ve beş parasız kalınca nasıl hissettin çok merak ettim. Anne, anne diye ağladın mı?" diyerek meseleyi uzattığında dayanamayarak onlara adımladım ve adının Yağız olduğunu öğrendiğim çocuğa sırt çantamla sertçe vurdum.
"Kes sesini!" diye bağırdığımda anne kelimesinin kapanmamış yaralarımı daha şiddetli kanamasına sebep olmuştu. Annesi ve babasını kaybetmiş birisine nasıl bu kadar kötü olabilirlerdi?
Sen hala insanların nasıl kötü olduğunu mu sorguluyorsun cidden?
"Sen nereden çık---" dedi ve bana dönünce aydınlandı "Sen şu inek olan kızsın." Dediğinde gerçekten bu konuşmaların hala var olduğuna inanamadım. İnek mi demişti? Hiç kimseyle konuşmak istemedikçe neden bu olayların içine düşüyordum?
"Ders çalışmaktan yemek yemeyi mi unuttun? Üflesem uçacak gibisin." Deyip kahkaha attığında omuzlarım düştü, hayır annemi kaybettim ve yemekten kesildim diyemedim çünkü karşımdaki insanın bunu anlayacak yüreği yoktu.
"Aynen." Diyerek yerdeki çocuğa yöneldiğimde beni durdurdu.
"Hop hop, dur bakalım yeni kız. Bana sökmez bu sert kız tavırları."
Gerçekten insanlar benimle uğraşmak zorundalar mıydı? Tüm acılarımın yanında neden onlara katlanmak zorundaydım? Derin bir nefes aldım, neden herkesi öldürmek istiyor gibi hissediyordum? Bu kadar nefret dolu olmak çok yorucuydu. Nöbetçi öğretmen ya da başkaları hiç kimse görmüyor muydu?
"Böyle davranarak havalı olduğunu mu zannediyorsun?"
Yağız gülerek çenesi kaşıdıktan sonra arkadaşına baktı,
"Yerdeki zeminden daha düz ama sevdim bu kızı." Dedikten sonra bedenimden bu şekilde bahsetmesi beni sinirlendirmemişti çünkü umurumda değildi gerçekten. Kolunu omzuma attığında çatılmış kaşlarla ona baktım.
"Bundan sonra benim sevgilimsin. Bu kız benim ha." Dedi kaba bir şekilde, arkadaşının umursamaz bakışları beni bulurken kolunu sinirli bir şekilde omzumun üzerinden itekledim, bu olaya dahil olamazdım daha fazla. Yerdeki çocuğun tekerlekli sandalyesini düzeltip yerden kalkmasına yardım etmeye çalıştım, kolları titrerken onu tartmaya çalıştım fakat kendimi bile zor taşıyordum.
"Oo Ateş Bey." Dedi Yağız bu kez, bu çocuk neden bu kadar çok konuşuyordu?
"Kaybol Yağız."
Duyduğum sesle duraksarken bu sesi nereden tanıdığımı düşündüm ya da babamın sesine benzettiğim için mi böyle hissetmiştim? Yerdeki çocuğu kollarının altından tutup tek hamlede sandalyeye koyarken şaşkınca ona baktım. Beş katım desem abartı olmazdı herhalde fakat benim zayıflığımı da hesaba katmalıydınız.
"İyi misin Yusuf?"
"İyiyim Ateş, teşekkürler." Dedi çocuk daha sonra bana döndü, yüzü o kadar güzeldi ki bir an için onu kız zannettim. Beyaz teni, yeşil gözleri, düzgün burnu ve nemli dudakları ile tıpkı bir kız gibiydi yanakları beyaz kağıttan bile temizdi.
"Sana da teşekkür ederim, dahil olduğun için üzgünüm." Dedikten sonra yaka kartıma bakarak gözlerini kıstı "Karen".
"Sorun değil." Dedim ve Ateş'e baktım çoktan bana baktığını gördüğümdeyse yutkundum, gözlerinin kahvesi o kadar canlıydı ki kehribara çalmak üzereydi. Ona söylemem gereken bir şey olmadığı için yanlarından ayrılıp üst kata çıktım, müdür yardımcısının yanına uğrayıp sınıfıma döndüğümde öğrenciler yoktu fakat çantaları duruyordu.
"Konferans salonuna iniyoruz." Dedi az önce Yağız'ın yanında olan çocuk, müdür bana bununla ilgili bir şey dememişti fakat sınıfın ve koridorların boş olmasının sebebi bu olmalıydı.
"Teşekkürler." Dedikten sonra boş olan sıraya çantamı ve ceketimi bırakıp sınıftan çıktım. Etek en küçük beden olmasına rağmen beli bol geliyordu o kadar zayıflamıştım ki yürüyen bir iskelete benziyordum. Bunun yanında halsizdim, çok çabuk yoruluyordum.
Merdivenleri yavaş yavaş inerken hiçbir şey düşünmüyordum, annemi kaybettiğimden beri düşünme yetimi kaybetmiştim. Aradan geçen dört ay bana seneler gibi hissettirmişti o kadar yorgundum ki acımı bastırmak için durmadan ders çalışıyordum. En alt kata indiğimde konferans salonunun olduğu koridorun üç ışığından sadece biri yanıyordu geç mi kalmıştım? Umarım kapı direkt kürsüye açılan yerde değildir çünkü eğer öyleyse herkesin gözü üstümde olacaktı.
Kulağımı kapıyı yaklaştırırken birkaç konuşma duyuyordum fakat anlayamıyordum, tıkayıp içeri girdiğimde içerisi karanlıktı bu yüzden hiçbir şey görememiştim. Birisi bileğimi kavrayıp içeri çekerken ışıklar da açıldı ve kendimi sahnede buldum. Bu da neyin nesiydi böyle? Koltukta oturan birkaç kişi alkışlarken, omzumdaki kolun ağırlığı altında ezilmiştim. Gözümü kör eden ışık ayaklarıma düştüğünde nihayet etrafıma bakma şansımı bulmuştum.
"Tanıştırayım arkadaşlar. Kendisi sevgilim olur." Dediğinde Yağız'ın kolunu itekleyip ondan birkaç adım uzaklaştım. Koltukta oturan üç kız ve dört oğlana baktım sırasıyla beni kandırmışlar mıydı?
"Beni kandırdınız mı?"
Bu tanıdık histe neydi? Neden kandırılmanın verdiği hissi bu kadar iyi biliyordum?
"Hayır, sürpriz yaptık. Bunlar benim tayfa, seni tanıştırayım dedim kötü mü yaptım?"
Neden hayatım lise kitaplarındakine dönmüştü? Başıma gelen onca şeyden sonra bir de kötü çocuklarla ve kıskanç kızlarla mı uğraşacaktım? Hayır. Asla olmazdı.
"Beni buna dahil etmeyin lütfen." Dedim biraz daha çekingen bir tavırla, bu insanlarla tek başıma savaşamazdım.
"Bir şey yapmıyoruz ki."
"Yağız, işine karıştım diye mi bana bunu yapıyorsun?" dediğimde derin bir nefes aldım aynı şeyleri yaşayana kadar gururumu ezmek daha kolay gelmişti.
"Özür dilerim, bir daha işine karışmayacağım tamam mı?" dedikten sonra çok hızlı bir şekilde konferans salonundan çıktım fakat Yağız'ın da arkamdan geleceğini hissetmiştim bu yüzden merdivenlere ulaşmaya çalışmak yerine gördüğüm ilk kapıdan girip, kapıyı kapattım ve kilitledim. Kazan dairesine saklanmak ne kadar iyi bir fikirdi bilmiyordum fakat Yağız ben merdivenlere gidene kadar bana yetişirdi, tüm bunlardan uzak durmak istiyordum.
Anahtar neden kapıdaydı peki? Bu da mı bir oyundu yoksa? Kapının kulpu aşağı indiğinde dudaklarımın üzerini kapatarak yavaşça geriye doğru adımladım.
"Karen içeride misin?"
Yağız'ın kafası gerçekten çalışmıyordu elbette ki ona buradayım demeyecektim böyle bir soru da neyin nesiydi? Sinirlenmiş olacak ki iki kez kapıya sertçe vurdu.
"Özür dileyerek sıyrılamazsın, eğlencemi bozmanın bedeli daha değerli." Dediğinde birkaç adım attım sanki kapıya yakın oldukça burada olduğumu anlayacak gibi.
"Burada değil mi acaba?"
Kime soruyordu? Sigara kokusuyla birlikte bir bedene çarptığımda korkarak arkama döndüm fakat ses çıkarmakta istemiyordum.
"Sen kimsin?" diye fısıldadım telaşla, bugün gözlerim ışık yüzünden ikinci kez kör olurken ellerimi telefon flaşına siper ettim.
"Bu soruyu benim sana soruyor olmam gerek asıl sen kimsin? Niye buraya girdin?"
"Ben...ben..."
Neden buraya girdim? O kimdi? Ona söylersem kaderim nasıl şekillenecekti? Yağız'ın arkadaşı ya da daha kötü birisi olabilir miydi?
"İki kelimeyi bir araya getiremeyen insanlardan nefret ederim, çık dışarı. Müdüre de burada sigara içtiğimi söyleme sakın."
"Söylemem, birazdan çıkacağım." Dediğimde oflayarak kapıya yöneldi, onu tam göremesem de durdurmak için uzandığımda elini yakaladım. Bana döndüğünde buz mavisi gözleri kalbime saplandı ve elimi yanmış gibi geri çıktım.
Hayır.
Yine mavi gözlü birisi ile karşılaşmış olamazdım, yine aynı şeyleri yaşayamazdım. Ya Nefes gibi bana kafayı takarsa o zaman ne yapacaktım?
"Ben birisinden kaçıyorum, sevgilisi olmam için beni zorluyor." dedim çabucak fısıldamaya devam ederek.
"Beni ilgilendirmiyor." Dediğinde sertçe yutkunarak konuştum,
"Seni müdüre söylerim."
Hayatımda yaptığım en büyük hatalardan bir diğeri buydu sanırım nasıl birisi bile olduğunu bilmeden onu tehdit etmiştim.
"Ne dedin?" diyerek bu kez bana yöneldiğinde korkuyla birkaç adım attım.
"Eğer bana yardım etmezsen, seni müdüre söylerim."
Bu nasıl bir yardım isteme şekliydi?
"Bütün insanlar aynı..." dedikten sonra derin bir iç çekti, "İnsanlar nasıl kanadığını görmek için seni derinden keser, Karen."
Adımı biliyordu... Sertçe yutkundum, o Yağız'dan daha kötü birisi miydi?
"Farklı olduğunu düşünüyorsun değil mi? Değilsin. Yardım isterken bile tehdit ediyorsun."
Bu filozof gibi konuşmanın altından ne çıkacağını oldukça merak etmiştim. Başımı nasıl bir belaya sokuyordum?
"Sana yardım ederim ama burada sigara içtiğimi aslında hayır herhangi bir şeyi birisine anlatırsan--- Anlayacağın dilden söyleyeyim karanlığıma dokunursan, seni o karanlıkta boğarım. Bu okulda karşına almak isteyeceğin son kişi benim."
Onu karşıma almak ya da pis işlerine burnumu sokmak gibi endişelerim yoktu zaten tek istediğim Yağız'dan kurtulmaktı.
Kapıyı açtığında Yağız'ın hala beklediğini gördüm, mavi gözlü çocuğa baktığında yüzü hiç olmadığı kadar ciddi bir hal aldı.
"Her yerden sen çıkıyorsun Merih."
Merih... Tuhaf bir isimdi. Söylerken insanın dili acıyordu sanki.
"Aynısını ben sana diyecektim Yağız. Rahatsız ettiğin kişinin kim olduğundan haberin var mı?" dedi Merih, Yağız umursamaz bir tavırla bana baktı.
"Hadi gel Karen, konuşacaklarımız var."
Başımı iki yana salladım, bu okula ne demeye gelmiştim ki?
"Gelemez, bir daha ona bulaştığını görmeyim. O benimle."
O benimle m? Bu ucu açık cümle ile neyi kastetmişti? Bana böyle mi yardım edecekti yani? Neydim ben de benimle, benim deyip duruyorlardı? Şaka mıydı bu?
"Önce ben gördüm." Dedi Yağız dalga geçer gibi markette reyonda satılan bir ürün müydüm ben? Neden bana bu gözle bakılıyordu?
Sen benimsin. Başkasının olmana izin veremem.
Uğursuz bir ses zihnimde dolanırken başıma iki yana salladım ve kaşınan boğazımı sertçe kaşıdım.
"Hayır, hayır. Ben kimsenin değilim."
Kaşıntım artarken kollarımı ve saç diplerimi gürültülü bir şekilde kaşımaya başladım.
"Vay!" dedi Yağız sevinçle "Bu deli bir de! Sen delileri seversin Merih, senin olsun."
Hayır. Kimsenin olmayacaktım. Hayır.
Hayır.
"Hadi ben kaçtım çifte kumrular." Dedikten sonra kapının önünden ayrılırken müdür yardımcısının sesini duydum.
"Çocuklar ne yapıyorsunuz burada? Çıkın yukarı!" diye bağırdığında çıkış görmüş gibi kapıya koştum fakat Merih hızlıca kapıyı kapattı.
"Seni söylemeyeceğim sade---"
Merih sert bir şekilde ağzımı kapatırken kapının kilidini sessizce çevirdi.
"Ne halt ediyorsunuz burada? Sigara kokusu alıyorum, sigara mı içtiniz hergeleler?" diye sesini yükselten müdür yardımcısının sesiyle Merih'in elini çekmeye çalıştım.
"Bana borçlandın, sesini çıkarmazsan ödeşmişiz sayarım." Dediğinde benimle müdür yardımcısının karşılaşmasını neden bu kadar istemediğini anlamadım. Yine de böyle basit bir şeyle bir daha görüşmeyeceksek kabul ederdim, çırpınmayı bırakıp sessizce beklediğimde müdür yardımcısı gitmemekte ısrarcıydı.
"Kızlar siz ne yapıyorsunuz burada? Aklıma kötü şeyler geliyor hepiniz yukarı! Bir daha burada göreyim sizi ailelerinize haber veririm ona göre!"
Ne kadar çok bağırıyordu bu adam? Kapı açılmaya çalışırken Yağız'ın boğuk sesini duydum.
"Hocam orası kilitli, bizde az önce baktık da."
Ne yani Yağız, Merih'i mi kolluyordu? Bir anda bütün gücüm tükenmiş olacak ki olduğum yere çökmüştüm, karanlığı, depoya benzeyen yerleri ve mavi gözleri insanları hiç sevmiyordum. Ben de mavi gözlü olduğum için aynaya dahi bakamıyordum.
"İyi misin?"
Cevap vermedim, neden daha ilk okul günümden bu kadar belaya bulaşmıştım? Neden insanlar beni görmezden gelemiyordu? En ihtiyacım olduğunda beni görmeyen insanlar neden şimdi beni görüyordu?
"Sana diyorum. Sakın bayılıp başıma kalma." Dediğinde müdürün gittiğini duydum ve çöktüğüm yerden hızlıca kalkıp kapının kilidini çevirdim.
"Karen." Dedi Merih "İnsanlar nasıl kanadığını görmek için seni derinden keser, bu okulda kimseye güvenmemeni tavsiye ederim."
"Biliyorum." Dedim odadan çıkmadan hemen önce "İnsanlara inanmayı da güvenmeyi de uzun zaman önce bıraktım."