BÖLÜM 3- KAN VE IŞIK

1044 Words
Ormanın derinliklerini dolduran uğursuz ulumalar giderek çoğalıyordu. Sis, adeta yaşayan bir şeymiş gibi etraflarında kıvrılıyor, ay ışığını gizliyor ve gölgeleri daha da tehditkâr hale getiriyordu. Elena’nın kalbi, göğsünün içinde zincirlerini koparmış gibi çarpıyordu. Her adımda toprağı titreten ayak sesleri yaklaşırken, boğazı kuruyor, elleri istemsizce titriyordu. Ama korkusunun altında daha farklı, çok daha karmaşık bir duygu vardı. İçinde kabaran o yabancı güç, sanki yıllardır uykuda kalmış bir canavar gibi uyanıyordu. Arden yanındaydı, omuzları dik, gözleri altın gibi parlıyordu. Onun varlığı, Elena’nın zihninde çelişkili bir his uyandırıyordu. Bir yandan ondan nefret ediyor, ailesini ondan bildiği için öldürmek istiyor, diğer yandan kalbinin derinliklerinde ona doğru çekildiğini hissediyordu. Bu hisleri bastırmaya çalışırken Arden’in sesi yankılandı. “Yaklaşıyorlar,” dedi alçak ama kesin bir tonda. Elena hançerini daha sıkı kavradı. “Gelmelerine izin vermeyeceğim.” Arden’in dudakları ince bir çizgiye dönüştü. “Cesursun, ama cesaret tek başına yeterli değil. Burada düşmanla değil, kaderinle savaşıyorsun.” Elena karşılık vermeye fırsat bulamadan karanlığın içinden ilk kurt fırladı. Devasa çenesi Elena’nın omzuna doğru kapanmak üzereydi. O an bedenini saf içgüdü yönetti; hançerini hızla sapladı, yaratık boğuk bir iniltiyle yere yığıldı. Elena’nın göğsü hızla inip kalkıyordu, ama gözlerinde korku yoktu. Yerini, kararlı bir soğukluk almıştı. Arden’in kükremesi ormanı inletti. Düşman kurtların çoğu ona yöneldi, ama birkaçı Elena’yı hedef almıştı. Karanlığın içinden ikisi daha fırladı. Elena geri çekildi, ama aynı anda avuçlarının içinde bir yanma hissetti. Gözleri şaşkınlıkla ellerine kaydı; parmaklarının arasında gümüşi bir ışık titreşiyordu. “Hayır…” diye fısıldadı nefes nefese. “Bu mümkün değil.” Işık büyüdü, bir patlama gibi dışarı fırladı. Önündeki kurtlar çığlık atarak geriye savruldu, gövdeleri ağaçlara çarparak yere düştü. Elena donmuş gibi kalakaldı, nefesi kesildi. Arden ise bir an savaşı bırakıp ona bakakaldı. Gözlerindeki şok, altın rengin bile üzerine çıkacak kadar güçlüydü. “Elena…” dedi, dişlerinin arasından. “Bu… bu imkânsız.” Elena cevap veremeden bir başka kurt üzerine atıldı. Bu kez hançerini kullandı, ama ışık hâlâ avuçlarının arasında titreşiyordu. Kılıç ve ışık birleşmiş gibi görünüyordu; her hamlesi daha güçlü, daha hızlıydı. Birkaç dakika içinde etrafındaki kurtların çoğu yere serilmişti. Ama asıl tehlike yeni ortaya çıkıyordu. Ormanın derinlerinden ağır adımlarla gelen gölge, diğerlerinden daha büyük, daha kaslıydı. Kırmızı gözleri karanlığı delercesine parlıyordu. Bu, düşman sürüsünün alfa lideriydi. Uluması toprağı titretmiş, gökyüzünü bile ürpertmişti. Elena o sesi duyduğunda dizlerinin bağı çözülür gibi oldu. Arden öne çıktı, gövdesiyle Elena’nın önünü kapattı. “Geri dur,” dedi emir verircesine. “Hayır,” diye karşılık verdi Elena, sesinde titrek ama inatçı bir kararlılık vardı. “Bu benim de savaşım.” Alfa ileri atıldığında, Arden de aynı hızla karşılık verdi. İkisi toprağın üzerinde çarpıştığında gürültü bir gök gürültüsü gibiydi. Pençeler, dişler, kan kokusu… Elena nefesini tutarak izliyordu. Ama saldırı bir an Arden’in dengesini bozduğunda, düşünmeden öne fırladı. Ellerini kaldırdı ve içinden yükselen ışık kalkan gibi önlerine yayıldı. Alfa’nın saldırısı duvara çarpmış gibi geri savruldu. Elena’nın bedeni bu güçle sarsıldı, dizleri yere çöktü. Arden hemen yanına geldi, kollarından tuttu. “Bunu nasıl yaptın?!” diye sordu öfke ve şaşkınlık karışımı bir sesle. Elena başını iki yana salladı, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. “Ben… bilmiyorum. Sadece oldu. İstemeden oldu.” Arden’in bakışları karardı, sesi fısıltıya dönüştü. “Hayır… bu tesadüf olamaz. Sen… bu lanetin merkezindesin.” Elena’nın kalbi buz kesti. “Ne demek istiyorsun?” Ama cevap vermeye fırsat kalmadan, düşman alfa yeniden uludu. Bu uluma Elena’nın ruhunu parçalayacak kadar derin ve uğursuzdu. Kulaklarında uğultular arasında bir ses yankılandı. Anahtar sensin. Kan ve ışık birleştiğinde, lanet ya kırılacak ya da sonsuza dek sürecek. Elena çığlık atarak başını elleriyle kapattı. Arden onu sarsarak kendine döndürdü. “Ne oldu? Ne duydun?” Elena gözlerini açtığında altın bakışlar ona kilitlenmişti. İlk kez, o gözlerde sadece otoriteyi değil, korkuya kapılmış bir adamın çaresizliğini gördü. Savaş hâlâ bitmemişti. Kurtlar çevrelerini kuşatmaya devam ediyor, düşman alfa yeniden saldırıya hazırlanıyordu. Ama Elena’nın zihninde yankılanan kehanet, savaşın gürültüsünden çok daha güçlüydü. O an anladı: Bu savaş sadece kurtlarla değil, kaderin ta kendisiyleydi. Ve kader, ondan çok şey isteyecekti. Elena’nın elleri hâlâ titriyordu. Işığın parıltısı yavaşça sönse de damarlarının içinde dolaşmaya devam eden bir enerji vardı. Her nefeste göğsü yanıyor, kalbi sanki ritmini değiştirmiş gibi hızlı vuruyordu. Arden ise bakışlarını ondan ayırmıyor, onun içinden geçercesine, ruhunun derinliklerine kadar görüyormuş gibi bakıyordu. “Bunu saklayamazsın,” dedi, sesi karanlığın içinde yankılanan bir yemin gibi. “Kim olduğunu öğrenmek zorundasın, Elena. Yoksa bu güç seni yok eder.” Elena başını hızla iki yana salladı. “Ben… ben sadece sıradan biriyim. Babamın bana anlattığı her şey yalandı belki ama ben bu değilim! Ben böyle biri değilim!” Arden bir an sustu, sonra ağır adımlarla ona doğru eğildi. Elleriyle Elena’nın çenesini kavradı, yüzünü kendine çevirdi. Gözleri altın gibi parladı, sesi neredeyse bir fısıltıya indi. “Hayır. Sen sıradan değilsin. Sen… lanetin anahtarı olansın.” Bu sözler Elena’nın kulaklarında çınladı. Nefesi kesildi, sanki etrafındaki dünya bir anlığına yok olmuştu. O anda düşman alfa ileri atıldı, korkunç çığlığıyla ormanın sessizliğini parçaladı. Arden onu durdurmak için yeniden kurt formuna geçti, kasları çatırdayarak büyüdü, pençeleri ışığı kesti. Elena geri çekilmek istedi ama ayakları toprağa çivilenmişti. Görüntü bulanıklaşıyor, kulaklarındaki uğultu daha da artıyordu. İçinde bir ses vardı, korkunç ama aynı zamanda büyüleyici bir ses. “Kanını ve ışığını kabul et… ya da her şey yok olsun.” Elena’nın boğazı kurudu. Çığlık atmak istedi ama yapamadı. Bunun yerine avuçlarında yeniden o ışık belirdi, daha parlak, daha güçlü. Orman, sanki onun nefesiyle aydınlandı. Düşman alfa Arden’in üzerine atıldığında Elena haykırdı. Işık, bedeninden yayılan bir dalga gibi etraflarını sardı. Çarpışmanın şiddetiyle gökyüzündeki ay bile titreşiyor gibi görünüyordu. Toprak yarıldı, ağaçlar devrildi. Alfa yere çakıldı, ama tekrar kalktı; gözlerindeki kırmızı parıltı daha da koyulaşmıştı. Elena’nın dizlerinin bağı çözüldü. Nefesi kesilirken Arden tekrar yanında belirdi. Kanla kaplıydı ama gözlerindeki ateş hâlâ yanıyordu. Onun varlığı Elena’ya hem korku hem de garip bir güven duygusu veriyordu. “Bunu durduramayız,” dedi Arden, nefes nefese. “Ama sen gücünü kontrol etmeyi öğrenirsen… belki şansımız olur.” Elena gözyaşlarını sildi, başını kaldırdı. “O zaman bana öğret. Çünkü savaş daha yeni başlıyor.” Arden, bir an bakışlarını kaçırdı. Sonra tekrar ona döndü, dudaklarının kenarında acı bir gülümseme belirdi. “Bunu öğretmek… benim kaderim olabilir.” Elena’nın kalbi yeniden hızlandı. Ama bu kez korkudan değil, bilinmez bir bağın ağırlığındandı. Orman hâlâ kurtların ulumalarıyla çınlıyordu. Savaş henüz bitmemişti. Ama Elena, ilk kez içindeki ışığın ona ait olduğunu hissetti. Ve bunun geri dönüşü yoktu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD