Gün doğuyordu ama gökyüzü hâlâ griydi. Sis, ormanın tepesinden aşağıya sarkıyor, her ağacın gövdesine bir kefen gibi dolanıyordu. Elena, tapınağın yıkıntıları arasında sessizce yürüyordu. Taşların arasında hâlâ sıcaklık vardı; geceden kalan lanetin son yankısıydı bu. Her adımında ayaklarının altında ezilen kül, sanki geçmişin sesini taşıyordu. O, artık sadece bir kurt kadını değildi —yüzyıllardır süren bir savaşın son halkasıydı. Bir an durdu, elindeki kolyeye baktı. Arden’in sembolü hâlâ parlıyordu, ama artık sıcak değildi. Elena onu avuçlarının arasında tuttu, gözlerini kapadı. “Beni hatırlarsam lanet yeniden uyanır, demiştin,” diye fısıldadı. “Peki ya unutmam gerekiyorsa? O zaman ben kim olacağım?” Rüzgâr, saçlarını savurdu. O anda uzaklardan bir uluma yükseldi —uzun, derin

