Şafak vakti, vadinin üzerine ince bir sis çökmüştü. Doğudan yükselen güneş, taş sütunların arasından süzülüyor, gökyüzünü kan kırmızısı bir renge boyuyordu. Elena, uykusuz gözlerle Arden’in yanında duruyordu. Gece boyunca tek bir an bile huzurlu uyuyamamış, sürünün ulumaları kulaklarında çınlamıştı.
Arden, omuzlarının üzerinde ince bir deri zırh taşıyordu. Yanındaki Elena’ya sert bir bakış attı. “Hazır mısın?”
Elena yutkundu. “Hazır olmasam bile başka seçeneğim yok, değil mi?”
Arden’in dudaklarında hafif bir kıvrım belirdi. “En azından dürüstsün.”
Vadinin ortasında toplanan sürü, onları bekliyordu. Kurt adamlar yarı insan yarı hayvan hâllerinde, kaslı bedenleri ve vahşi bakışlarıyla Elena’nın çevresini sarmışlardı. Her biri onun tökezlemesini görmek için hazır gibiydi.
Yaşlı kurt öne çıktı. “Bugün, aramıza katılmaya layık olup olmadığını göreceğiz. Güç sadece ateşle ölçülmez. Cesaret, hız ve içgüdülerin… işte seni gerçekten tanımlayan bunlardır.”
Elena’nın kalbi hızlandı. Arden yanına eğildi, sesi alçak ama sertti:
“Ne olursa olsun geri çekilme. Onlar senin korkunu koklayabilir. Eğer korkarsan, seni parçalara ayırırlar.”
Elena başını dikleştirdi, yumruklarını sıktı. Korkmayacağım, diye fısıldadı kendi kendine.
İlk sınav, hızdı. Vadinin etrafında koşması gerekiyordu, ama yalnız değildi. Onu takip eden üç kurt, her adımda daha da yaklaşarak dişlerini gösteriyordu. Elena ilk başta sendeledi; kalbi göğsünden fırlayacak gibiydi. Ama sonra içinden bir güç yükseldi. Adımları hızlandı, rüzgâr saçlarını savurdu. Kurtların pençeleri toprağı kazıyordu ama Elena onlardan kaçmayı başardı.
İkinci sınav, cesaretti. Önüne devasa bir kurt çıktı, gözleri kana susamış gibi parlıyordu. Elena’nın bacakları titredi ama geri adım atmadı. Arden’in öğrettiği gibi gözlerini onun gözlerine kilitledi. Kurt hırladı, etrafında döndü, ama Elena kımıldamadı. Sonunda yaşlı kurt eliyle işaret etti ve yaratık geri çekildi.
Üçüncü sınav, içgüdüydü. Elena’nın önüne kapalı bir kutu bırakıldı. İçinde ne olduğunu bilmiyordu, ama kutu titriyordu. “Sezgilerine güven,” dedi Arden. Elena bir an durdu, kalbini dinledi, sonra kutuyu açtı. İçinden fırlayan küçük bir kurt yavrusu onu ısırmak için hamle yaptı. Elena refleksle geri çekilmedi; ellerini yavruya uzattı, onu nazikçe tuttu. Yavru hırlamayı kesti, başını Elena’nın göğsüne yasladı.
Sürünün arasından mırıldanmalar yükseldi. Şaşkınlık, merak ve kabul karışımı bir ses…
Arden, Elena’ya baktığında gözlerinde ilk defa gurur vardı. “Kötü değildin.”
Elena derin bir nefes aldı, alnındaki teri sildi. İçinde hem yorgunluk hem de zafer hissi vardı. Ama bir yandan da biliyordu ki bu sınavlar daha başlangıçtı.
Yaşlı kurt elini kaldırdı. “Bugün kendini kanıtladın, kız. Ama asıl sınavlar bundan sonra başlayacak. Çünkü güç sadece bedenle değil, kalple de ölçülür.”
Elena gözlerini yere değil, göğe dikti. Ve içinden sessizce söz verdi: Ne olursa olsun, bu yolun sonuna kadar gideceğim.
Sınav bitmişti ama sürünün gözleri hâlâ Elena’nın üzerindeydi. Bazıları başıyla onaylıyor, bazıları ise dişlerini sıkarak belli belirsiz hırlıyordu. Onu kabul etmeye niyetli olmayanların bakışları, Elena’nın sırtında ağır bir yük gibi hissediliyordu.
Tam vadiden çıkacakları sırada, genç bir kurt önüne atladı. Omuzları geniş, gözleri öfkeyle parlayan bu kurt Elena’yı baştan aşağı süzdü.
“Bu kadar kolay olmayacak,” dedi, sesi alaycıydı. “Üç küçük oyunda başarılı oldu diye aramıza kabul mü edeceğiz? O sadece insan!”
Sürüden mırıldanmalar yükseldi. Bazıları aynı fikirdeydi. Elena’nın kalbi sıkıştı ama geri adım atmadı. Arden’in yüzüne baktı; onun gözleri öfke ve sabır arasında gidip geliyordu.
“Kenrick,” dedi Arden, sesi sertti. “Yeter.”
Ama Kenrick geri çekilmedi. Tam aksine, Elena’ya bir adım daha yaklaştı. “Eğer gerçekten bizden biri olduğunu düşünüyorsa, o zaman benimle dövüşsün.”
Elena’nın içinden soğuk bir ürperti geçti. Çevresinde kurtların hırlamaları yükselmişti. Bazıları bu meydan okumayı destekler gibi bakıyordu.
“Hayır,” dedi Arden, Elena’nın önüne geçerek. “Bugünlük sınavı tamamladı. Onunla savaşacak kişi sen değilsin.”
Kenrick’in yüzünde öfke kıvılcımları çaktı. “Korkuyor musun? Yoksa onu sen mi koruyorsun, alfa?”
Bu söz, vadide ağır bir yankı gibi çınladı. Sürü sessizleşti. Arden’in gözlerinde kehribar rengi parladı, sesi derinleşti.
“Ben kimseyi korumak zorunda değilim. Ama onun zamanı gelmeden dövüşmesine izin vermem.”
Elena ise Arden’in arkasında durmak istemiyordu. Kalbi çarpıyor, damarlarında ateş dolaşıyordu. Bir adım öne çıktı. “Eğer benden korkmamı bekliyorsan, hayal kırıklığına uğrayacaksın. Çünkü ben buraya kaçmak için değil, kalmak için geldim.”
Kenrick’in gözleri kıstı, dudakları sinsi bir gülümsemeyle gerildi. “Demek öyle…” dedi. “O hâlde yakında kendini ispatlamak zorunda kalacaksın.”
Ardından sırtını dönüp kalabalığa karıştı. Ama bakışları Elena’nın üzerine son bir tehdit gibi saplanmıştı.
Elena derin bir nefes aldı, dizlerinin titremesine engel olmaya çalıştı. Arden yanına döndü, yüzünde hafif bir öfke vardı. “Bunu yapmamalıydın.”
“Onun meydan okumasını görmezden gelemezdim,” dedi Elena, sesi kararlıydı. “Eğer onların arasında yaşamam gerekirse, korkak olmadığımı bilmeleri lazım.”
Arden bir süre sustu, sonra başını yana eğdi. Dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme belirdi. “Sen düşündüğümden de inatçısın.”
Elena, gözlerini yere indirmeden cevap verdi. “Belki de bu yüzden buradayım.”
Gece çökmüştü. Vadiyi saran sessizlik, arada bir yükselen kurt ulumalarıyla bozuluyordu. Elena, kendisine ayrılan küçük taş barınakta oturuyordu. Gözlerini ateşin közlerine dikmişti ama zihni Kenrick’in sözlerinde takılı kalmıştı.
“Yakında kendini ispatlamak zorunda kalacaksın.”
Bu cümle, kulaklarında yankılanıp duruyordu. İçinde korku vardı, evet… ama aynı zamanda garip bir kararlılık da vardı. Ne kadar zor olursa olsun, burada kalmak zorundaydı. Çünkü cevapları başka yerde bulamayacağını hissediyordu.
Kapının önünde bir gölge belirdi. Elena irkildi, hızla ayağa kalktı. Arden, sessiz adımlarla içeri girdi. Ateşin ışığı yüzüne vurduğunda gözlerindeki parıltı daha da keskinleşti.
“Uyumuyorsun,” dedi.
Elena alaycı bir gülümsemeyle omuz silkti. “Sence bu şartlarda uyuyabilir miyim?”
Arden, birkaç saniye sessizce ona baktı, sonra ateşin karşısına oturdu. “Kenrick sana meydan okumak için fırsat kolluyor. Onunla yüzleşeceğin gün gelecek. Ama o gün geldiğinde hazır olman gerekiyor.”
Elena dudaklarını ısırdı. “Nasıl hazır olabilirim? Ben onlar gibi değilim. Ben… sadece bir insanım.”
Arden başını iki yana salladı. “Hayır. Sen sadece bir insan değilsin. Kanın seni farklı kılıyor. Bugün ateş seni tanıdı, bu tesadüf değil. İçinde uyanmak üzere olan bir güç var. Ben sana o gücü nasıl kontrol edeceğini öğretebilirim.”
Elena şaşkınlıkla bakıyordu. “Ama ya kontrol edemezsem?”
Arden’in sesi bir anda karardı. “O zaman seni durdurmak zorunda kalırım.”
Elena’nın kalbine buz gibi bir ağırlık çöktü. Ama Arden gözlerini ondan ayırmadı, sesini alçaltarak devam etti:
“İşte bu yüzden yarın gece gizli eğitimlere başlayacağız. Sürü bilmiyor, bilmemeli. Seni hazır olana kadar koruyamam. O yüzden kendi gücünü öğrenmelisin.”
Elena yavaşça başını salladı. İçinde korkunun yanı sıra bir umut kıpırdanıyordu. “Öyleyse… bana öğret.”
Arden’in gözlerinde kısa bir anlığına yumuşak bir ışık belirdi. Sonra ayağa kalktı, kapıya yöneldi. “Yarın gece. Ateşin doğduğu yerde buluşacağız.”
Elena yalnız kaldığında, kalbi hızlı çarpıyordu. O an fark etti: Bu yol artık sadece hayatta kalmak için değil, kim olduğunu öğrenmek için de bir yolculuktu. Ve Arden’in gizemli varlığı, bu yolculuğun en tehlikeli ama en kaçınılmaz parçasıydı.