BÖLÜM (Sürpriz yakında)

2274 Words
Healer'ın tehdidi üzerinden bir hafta geçmiş ama hala görünürde varlığını göstermemiş olması Araf'ın gerginlik yaşamasına neden olan durumlar arasında ilk sırayı çekiyordu. Bir haftadır ne oldu? Ne olacak? Ne yapacak düşünceleri içerisinde kalması geceleri uykusuz olmasına neden oluyordu ve bu durum iş yerinde, günlük hayatında gergin ve sinirli olmasına yol açıyordu, sanki genel de çok sakinmiş gibi. Dirseklerini masaya dayayıp avucunu yüzüne yaslarken derin bir soluk bıraktı. Bu tedirginliği hiç ama hiç sevmemişti ve aklını kurcalayan düşünceler yüzünden iki günde bitirmesi gereken evrakları bir haftada bitirememişti. Yaptığı hesaplamalarda hep bir farklı rakamlara ulaşıyor olması çileden çıkaracak gibiydi. Köşede kalan kahve bardağını eline alıp yudumlayacakken bittiğini görüp kenara, diğer boş bardakların yanına bıraktı. Geceden beri kaç bardak kahve tüketmişti bilmiyordu, dörtten sonrasını saymayı bırakmıştı bile. Fakat günlerdir uykusuz kalmasının acısını kahve tüketerek çıkarıyordu kendince. "Selma!" diye yüksek desibelli sesiyle odada bağırdı ama seslenişine karşılık gelmedi. Sınırlarda gezen siniri daha da bozulurken yerinden sinirle kalkıp odanın kapısı açtı ve sekreter masasına ilerledi. Gördüğü boşluk nedeniyle kaşlarını kaldırsa da sonradan Selma'nın iki aylık izne çıktığını hatırladı. Bir elini beline atıp, diğeriyle saçlarını karıştırırken "Osman!" diye seslendi bu sefer koridorda. Mutfak olarak adlandırılan bölümden çıkan Osman, patronunun sinirini kendisinden çıkarmaması için dualar ediyordu. "Efendim Araf bey." "Selma'nın yerine gelen yeni sekreter nerede?" "Sekretere ihtiyaç yok idare ederim dediğiniz için alım yapmadık Araf Bey." dedi çekinerek Osman. Kendisi personel sorumlusuydu ve Araf Bey'in çalışan konusunda titiz olduğunu biliyordu ve sürekli işçi değişimi yapmasından hoşlanmayan biri olduğu için Selma'nın geçici izninde yeni kişi istememişti. Araf, aldığı kararı hatırlayıp başını geriye atarken sabır dilendi. Sinirini bir başkasından çıkarmak çok isterdi ama haksız olduğu bir konuda susmasını da iyi bilmek zorundaydı. "Arayın iki saat içinde gelsin başlasın." dedi ve cevap beklemeden odasına geri döndü. Onun bu değişen ani kararlar ve duyguları Osman'ı şaşırtmıştı. Normal şartlar altında Araf Bey'in verdiği kararlardan dönme olasılığı bile olmamıştı. Şimdi istemediği çalışan için gelsin başlasın diyordu. Osman şaşkın ifadesini silip anında telefona sarılırken ne yapacağını şaşırmıştı. ... Aradan geçen iki saatin sonunda çalan kapıyla zor topladığı dikkati dağılırken kısık bir küfür savurdu. Gerginliğini sabit tutmaya çalışırken "Gel." komutunu verip sandalyesinde geriye yaslandı. Açılan kapıdan giren yabancı kadın, ilerleyip karşısında durdu. "Merhaba Araf Bey, ben yeni sekreteriniz Güneş." dedi ve kısaca kendisini tanıttı. Araf, karşısındaki kadını incelerken orta boylu ve renkli gözlü olması dışında pekte bir özelliği olmamasını sevmişti. Güneş Hanım'ın taktığı gözlükler sayesinde dikkat çekmediği için memnundu. Her ne kadar yanında sekreter konumunda bir insan olsa bile giyimi kuşamı yerinde olup, dikkat çekmemesini her zaman sevmişti. Sekreteriyle gittiği ortamlarda sekreterine sulanan insanları sevmezdi, bu yüzden daha az dikkat çeken insanlar her zaman tercihi olmuştu. Güneş Hanım'ın topuklu yerine giydiği düz taban ayakkabısı ve dizlerinde olan kalem etiği, içine attığı beyaz sade gömleği ile idealdi. İlk izlenim olarak güzeldi. "Memnun oldum Güneş Hanım." demiş ve hafif baş selamı vermişti. "İşinize şimdi başlamanız bir sorun teşkil eder mi? Yoksa yarın sabah mı başlamak istersiniz?" Güneş Hanım, yüzüne samimi bir gülümseme yerleştirip "Şimdi başlayabilirim, en azından şirketi gezmiş olurum." dedi. Araf ise cevabı çokta önemli değilmiş gibi işine geri dönerken "Bana bir bardak sade kahve getirebilirsin o halde." demiş ve sandalyesinde dik konuma geçip evrakları incelemeye başlamıştı. Güneş ise dudaklarını birbirine bastırıp odasından çıkmış ve gelirken gördüğü mutfağa girmişti. Söylenilenlerin aksine şu anda bir sert ve sinirli anını görmemişti Araf Bey'in, tabi bu şimdilikti. ... "Güneş!" Güneş cam duvarlardan sızıp koridorda yankı yapan sesle yüzünü buruşturmamak için kendisini zor tutuyordu. İşe başlayalı sadece iki hafta olmuştu ama yaka silkme durumuna gelmişti. Söylenilenin fazlası olduğunu bu süre içerisinde çok net anlamıştı. Araf Bey'in çalışanlarına Allah yardımcı olsundu. Yerinden kalkıp yüzüne sahte gülümseme yerleştirip odanın kapısını tıklattı. "Gel." komutunu alıp içeri girerken de aynı ifadenin bozulmaması için uğraşıyordu. "Efendim Araf Bey?" "İstediğim evraklar nerede Güneş." dedi sakin tutmaya çalıştığı ama dişleri arasından tısladığı sesiyle. Araf, günlerdir devam eden gerginliğini atmaya başlamıştı lakin bu seferde işlerin yoğunluğu birikmişti. Haftalardır adam akıllı uyumuyor, yemek yemiyor hatta lavabo ihtiyacı olmasa yerinden kalkma gereği bile duymuyordu. Odasında bulunan banyoda duş alıyor, ihtiyaçlarını gideriyordu. Güneş'in bu yoğunlukta ona denk gelmesi şanssız biri olduğunu düşündürüyordu. "Masanıza bıraktığım evraklar arasındaydı Araf Bey." dedi sakin bir ses tonuyla. Araf kaşını kaldırıp sinirle gözlerine baktı. "Benimle dalga mı geçiyorsun sen? Hani nerede burada?" dedi önünde yığılı olan dosyaları işaret ederek. Güneş dudaklarını birbirine bastırıp bir kaç adım atarak masaya ilerledi. Burnunun ucuna düşen gözlüğünü düzeltirken masanın üzerindeki dosyalar arasında göze batan kırmızı ciltli dosyayı alıp önüne bıraktı. "Burada." dedi ve bir kaç adım geri çekildi. Araf, dakikalardır önünde duran dosyanın farkına yeni varıyordu ve utanması gereken yerde "Tamam çık." sözüyle çalışmasına geri döndü. Güneş, Araf'ın bu tavırlarına alışmıştı o yüzden pek yadırgamıyordu. Odadan çıkmadan önce kolundaki saate bakıp yüzüne gülümseme yerleştirdi. "Mesai saatim bitmiştir Araf Bey, müsaadenizle ben çıkıyorum." dedi. İşe girdiği ilk günden bu yana tam saatinde gelip tam saatinde çıkıyordu, dakik bir insandı. Onun bu huyunu ise Araf bu süre içerinde öğrenmiş, ona Selma'ya fazla mesaiye kalması gerektiğini söylediği gibi söylemek istememişti. Gelip geçici bir insana alışmak, fazla diyalog kurmak gibi bir isteği yoktu sonuç olarak. "Tamam çıkabilirsin." Güneş aldığı cevap ile yüzündeki gülümsemeyi genişletti. Çalışmayı seviyordu ama mesai saatlerinin bittiği zamanı daha çok seviyordu. Araf gibi bir patrona sahip olmayı ise hiç sevmiyordu. Şirkette Araf'ın ne kadar sinirli ve öfkeli olsa da yumuşak ve iyi bir kalbi olduğu söyleniyordu ama Güneş sinirli ve öfkeli halinden başka bir halini görmemiş, iyiliğinden nasiplenmemişti. Bu yüzden Araf Bey'in 'Adamına göre muamele' yaptığını düşünüyordu. Arkasını dönüp kapıyı açmadan önce ise durup Araf Bey'e baktı. "Araf Bey?" Araf başını evraktan kaldırıp soru dolu gözlerle karşılık verdi. "Efendim?" "Rus'ların düzenlediği yarın akşamki partiyi unutmayınız." Araf cevap vermek yerine başını sallayıp işine geri döndü. Güneş ise sessiz kalan tarafı umursamadan mesainin bitmesinin mutluluğunu yaşayarak odadan çıktı. Araf, yarın akşamki partiyi unutmuştu, Güneş ona hatırlatmasaydı unutmuş olacaktı. Dosyanın kapağını kapatıp sandalyede geriye yaslanırken kollarını birbirine bağladı. Yarın akşamki parti için kendisine partner bulması gerekiyordu ve kiminle gitmesi gerektiğini bilemiyordu. Hayatında kadın denilen canlı varlık uzun zamandır yoktu. Eski görüştüğü kişilere sorsa bir çoğu kabul edecekti ama eskilere bulaşmak gibi niyeti yoktu. Partiye gitmek istemiyordu aslında ama giderse bir çok büyük ortaklıklar sağlayabilir, büyük kazançlar elde edebilirdi, bu yüzden istese de istemese de o partiye gitmek zorundaydı. Damsız alınmıyordu lakin birisiyle gitmek gibi bir düşüncesi de yoktu. Kendi farkını koyup damsız da gidebilirdi. Partiye giriş için eskileri yeni hayatına almasına gerek yoktu. Aradan geçen bir kaç saatin sonunda işlerinin çoğunu halledip nefes alacak zaman dilimi yaratmıştı kendisine. Arkasına yaslanıp dinlenmek yerine yerinden kalkıp bedenini esnettikten sonra ceketini alıp odadan çıktı. Saat gece yarısına gelmek üzereydi ve bu yüzden şirkette güvenlik görevlisi ve kendisi dışında kimse yoktu. Şirketten çıkıp arabasına binmiş, park ettiği alandan çıkarıp evin yolunu tutmuştu. Günlerdir yemek yememenin acısını çıkartabilmek için yol üzerinde gördüğü ilk açık restorana girmiş, kendisine bol çeşit yemek söylemişti. Restoranın köşesindeki masaya oturup siparişleri beklerken açılıp kapanan kapı ve anında yükselen kahkaha sesleriyle dikkatini oraya verdi. Ozan, Osman, Güneş ve şirketten bir kaç kişinin daha olduğu kişileri görünce kaşlarını kaldırdı. Onların bu saatte burada olmalarına anlam veremezken grup içinde atılan kahkahalara şaşırmıştı. Gözleri "Yemin ederim artık Araf Bey'in sinirini kusacağım." diye konuşup ardından kahkaha atan Güneş'e takıldı. Buradan önce alkol aldıkları hafif çakır keyfi olduklarından ve restoranı saran yoğun alkol kokusundan anlamıştı. Köşeye daha çok sinip köşede bulunan gazeteyi hızla eline alıp yüzünü kapatırken grubun önündeki masaya oturmasına sessiz kaldı. Şirkette arkasından konuştuklarının biliyordu, önemsemiyordu da lakin ne gibi bir şikayetleri olduğunu bilmek istedi, o an onlarda ne tür izlenim bıraktığını merak etti. "Hadi ama Güneş. Sen daha yeni çalışansın, biz senelerdir çekiyoruz Araf Bey'in sinirini." diye konuşan Ozan'la sinirle soludu. Aralarında samimi olduğu tek kişi Ozan'dı ve o da arkasından konuşuyordu. Söylediğinde bir şey yoktu ama o an sinirlenmek istedi, sinirlendi. "Ya dur Oziiii. Görmüyor musun adamla direk muhatap olan benim, benim canımı çıkarıyor. Siniri öfkesi niye bitmiyor bu adamın, ben yaşlandım iki günde." dedi ve gelen garsona sipariş vermek için sessiz kaldılar. Güneş, kendi kendine öfkelenip kahkaha atarken, Ozan ve Osman daha sakin görünüyordu. Anlaşılan onlar ya alkole dayanıklıydı ya da Güneş kadar içmemişlerdi. Araf, arkalarından konuşan ekibe bakarken tuttuğu gazete kağıdı hangi ara buruşturduğunun farkında değildi. Güneş'in bu kadar hayıflanmasını beklemiyordu ama öğrendiği iyi olmuştu. "Hayır yani o kadar Araf Bey'in iyi, yumuşak bir kalbi var dediniz." dedi Güneş kaldığı yerden devam ederek. "Evet." dedi Osman ve Ozan. Bu üçlü dışında diğerleri çoktan kafayı masaya koyup uyumaya başlamıştı. Güneş kendisini gösterip "E ben niye görmüyorum o kalbi." dedi ve kahkaha attı. Hal ve hareketleri sarhoşluğun göstergesiydi. "Neden bu kadar kafaya takıyorsun?" diye mantıklı bir soru sordu Osman. Geldiklerinden beri sesini ilk kez çıkarmıştı. Araf ise duyacağı cevabı merakla bekliyordu. Güneş sorulan soruyla bir kaç saniye durakladı. Elini çenesine atıp düşünürken kendisini sorguluyordu. "Gün içinde Araf Bey'le sizden daha çok diyalog kuruyorum. Bu benim bir türlü göremediğim iyi kalbini benim için göstermemeye devam ederse işten ayrılmam çok yakındır diye düşünüyorum." dedi mantıklı cevap vererek. Araf ise o an Güneş'e iki hafta içerisinde fazla sert davrandığını, geçici diye pek umursamadığının yeni farkına varmıştı. Bilerek yaptığı bir şey değildi, geçici insanlara alışmayı sevmezdi. Alıştığı insanların onu bırakıp gitmesini de istemezdi. Yine de kimseye gitme kal demezdi. Eğer Güneş işi bırakıp gitmek istiyorsa bu onun tercihi olurdu. Selma'nın izni bitip işe geldiğinde Güneş'in gideceği kesindi, o yüzden ona alışmak gibi bir planı yoktu. Konuşmalara kulak asmaktan vazgeçip önüne konulan yemeğini yedi. Bu süre içerisinde ne ön masada oturanlar onun farkına varmıştı ne de kendisi bir daha onları dinlemişti. Yemeği bittikten sonra hesabı ödeyip restorandan çıkmıştı. ... Eve girip odasına çıkarken her bir basamakta günlerdir uykusuzluğun vermiş olduğu yorgunluğunu daha çok hissediyordu. Elini ensesine atıp boynunu esnetirken gömleğinin bir kaç düğmesini açtı. Odaya girip ışığı açıp kendisine görüş alanı yarattı. Gömleği çıkarıp bir köşeye atarken kemerini çözdü. Odasında bulunan camdan duvara gözü takılırken pantolonu çıkarmadan cama yaklaştı. Günler öncesinde onu buradan dikizleyen Healer tekrar aklına düşünce sıkıntıyla nefes bıraktı. Günlerdir ondan haber alamamak, varlığını dahi hissedememek canını sıkıyordu. Kendi başına ne tür şeylerin gelebileceğini, ne tür şeyler planladığını bilememek delirmesine neden oluyordu. Derin bir nefes alıp camdan uzaklaştı. Onu orada olsun görmeyi istemişti lakin günlerdir kendisini belli etmeyen biri neden şimdi belli etsin ki? Dolabın önüne gelip belinden pantolonu çıkardı. Dolaptan seçtiği pijama takımı alıp yatağın üzerine bıraktı. Duş almak için eline iç çamaşırı alıp yönünü banyoya çevirirken camdan odaya yansıyan ışık haznesine gözü takıldı. Biçimli kalın kaşları çatıldı, elindeki iç çamaşırını pijama takımının yanına atıp cama yaklaştı. Gördüğü karartı yüzünde gülümseme oluşturdu. "Evet." dedi. "Sonun da varlığını gösterdi." Bol ve siyah kıyafetler arasında ağaca sarılan bedeni, gözlerini kısarak inceliyor, yüzündeki gülümseme büyüyordu. Günlerdir içinde tuttuğu sıkıntı bir nebze olsun rahatlarken odada telefonun sesi duyuldu. Odaya girerken yatağın üzerine attığı telefonu eline alırken "Geç bile kaldın." dedi ve telefonu açtı. "Bakıyorum da hasretime dayanamadın Healer." dedi günler sonra rahat çıkan sesiyle. Karşı taraftan homurdanma sesleri gelirken kahkaha attı. Günlerdir yaşadığı stres sıkıntı onda farklı duygular ortaya çıkarıyordu. "Her defasında seni bu şekilde yakalamak zorunda mıyım ben?" Araf, ne dediğine anlam veremezken kahkahasını düşürüp yüzüne gülümseme yerleştirdi. "Ne diyorsun Healer? İnan şu an keyfim o kadar yerindeki..." dedi elini cama yaslayıp gülen suratını yana eğdi. Yüzünü görmediği bir kadından öylece korkup, günler sonra varlığını hissetmek yüzünde gülümsemeye neden oluyordu ve buna engel bile olamıyordu. 'Deliriyorum.' diye düşündü kendi kendine. Sonunu karşısında ağaç dalına sarılmış bir karartıdan ibaret olan kadın belirleyecekti ama Araf hala gülüyordu. "Araf cidden şu fakir donundan vazgeç artık. Gözüm kanıyor. Kusacağım şimdi öğğkk." Araf sinirlenmesi gereken yerde ikinci bir kahkahayı attığında Healer, onun delirdiğini düşündü. Yaşadığı duygu karmaşası onu ne tür bir kişiliğe bürüyordu anlayamamıştı. "Delirdin mi mk?" dedi sinirle Healar. "Evet." dedi kahkahasını zorlukla durdurup kaşlarını çatarken. "Delirdim." "Vah vah vah çok geçmiş olsun Şahlar." dedi dalga geçen ses tonuyla. "Şimdi şu siktiğim üzerine bir şey giy. Konuşmam gerekenler var. Burada konuşmak yerine küçük organının can çekişmesini izlemek istemiyorum." Araf dakikalar önce gülen suratını düşürürken arkasını dönüp altına pijamasını giydi. İnce beline dolanan ipi bağlayıp düşmesini engellerken karın kasları ve göğüs kasları daha çok ön plana çıkmıştı. Healer bu görüntü karşısında yutkunsa da az öncekine nazaran daha çok konuşabilir durumdaydı. Adam kötü falandı ama maşallah fiziği yerindeydi ona göre. Araf, adımlarını tekrar cam kenarına atarken "Evet, seni dinliyorum." dedi. Şimdi eski Araf olmuştu işte. Yüzünde tek bir mimik oynamayan, gözlerinden bile ateş çıkartabilen, sinirli, agresif Araf. "Ayarları yerine geldi tipini siktiğimin." dedi Healer, onun ilk ve gerçek halini anımsarken. Araf'a gülmek yakışıyordu ama üzerinde eğri duruyordu Healer'a göre. Gerçek Araf, onun gözünde bir canavardı, fazlası değil. "Uzatma Healer. Ne söyleyeceksen söyle." keskin ve net sesi Healer'ın kaşlarını kaldırmasına neden oluyordu. Araf'tan gram haz etmiyordu, söylediği her kelime batıyordu ve istemsiz laf sokma isteği oluşturuyordu. Sakin olmaya çalışıp kolunu dala sıkıca doladı. Başını öne doğru sarkıtıp Araf'a daha dikkatli baktı. Onunla göz teması kurup, gözlerindeki nefreti ona göstermek istiyordu lakin bu şimdi imkansız durumdu. Sabırlı olmalı, zamanını beklemeliydi. "Yarın parti varmış." dedi alaylı sesle. "Evet." dedi keskin sesiyle. "Gidecek misin?" "Bu seni neden ilgilendiriyor Healer? Benimle sohbet etmek için burada değilsindir?" dedi ve yüzüne alaylı gülümseme yerleştirdi. "Ah ya da benimle sohbet etmek mi istiyor canın?" diye devam etti. Healer başını sarkıttığı yerden "ÖĞĞKK" gibi sesler çıkarttı ve "Hayal dünyan ne kadar da geniş senin öyle bebeğim yaaaa." dedi sinirle. Çıktığı ağacın tepesinden aşağı inip yolun ortasında durdu. Telefon kulağında, başında şapkası ve yüzünde maskesiyle ıssız sokakta korkusuzca duruyordu. Onun karanlıktan korkmayan bir insan olduğunu Araf çok net biliyordu. Karanlıktan korkan bir insanın yapabileceği bir şey değildi bu yaptığı işler. "Yarın partide olacağım gelirsen konuşuruz, gelmezsen illaki rastlaşırız Şahlar." dedi ve yarım ağız gülümsedi. Araf, sessizliğini ve tepkisizliğini korumaya devam ederken Healaer telefonu kapatmadan önce tekrar konuşmaya başladı. "Haaa bu arada. Ben sözü er bir insanım, yaparım dediysem muhakkak yaparım. Ve insaflı bir insanım ki önceden haber veriyorum; sürprizim çok yakında."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD