5.

826 Words
Akşam yemeği öncesi Noyan Berk’in kurabiye töreni için mutfakta toplanan aile, aşçılığının tam not alması üzerine etrafı mutlu gülücüklerle dolduran çocuğun neşesi ile bir nebze ferahladı. Babaannesinin acı kaybını düşündüklerinden daha büyük olgunlukla karşılayan çocuğun bu neşesi belki de çok erken yaşta tanıdığı ölümün ne zaman geleceğini bilmediği için hayatta olduğu zamanları iyi değerlendirmek niyetiyleydi. Çocuğun çabasına bakarak onunla gurur duyan Ayşe, acaba babaannemi kaybettiğimde yanımda birileri olsa, ilk günden seni sevmeyeceğim diyen adamla sırf aile olmak hevesi için bir yola çıkar mıydım diye sorgularken buldu kendini. Galiba gerçekten de aile sevgisi almayan insanlar kendilerine açılan ilk kucağa sığınıveriyorlardı. Düşündükleri ile beraber gözlerini kardeşine çevirdi. O da mutlu gözükmek için elinden geleni yapıyordu şu an. Ağlamaktan kıpkırmızı kesilmiş gözleri kurabiye işindeki başarısı ile övünen çocuğu dinlerken gülümsemekten kısılıyordu. Seni kimsenin üzmesine izin verme dediği zaman kızın gözleri hızlıca dolmuş ama dolu gözlerle inat kocaman gülümsemişti ablasına. "İyiyim ben merak etme" diyerek güvence bile vermişti ama Ayşe'nin abla kalbi pır pır ediyordu. Oğlu ve kardeşinin yüksek sesli konuşmaları mutfağı doldurduğu için duyulmayacağını umut ederek kocasının kulağına yanaşıp mırıldandı. “Ural, Yusuf’tan bir haber var mı? Gökçe affetmiş olabilir ama hala yapması gereken bir açıklama var bize.” Genç adam karısının gözlerindeki öfke ile karışık derin endişeyi görebiliyordu. Sadece bildiği kadarı ile çokca endişelenen kadının içini ferahlatmak için kendinden emin sesi ile cevap verdi. “Yapacak.” Sadece açıklama yapmayacak üzerine bir de hesap verecekti ama Gökçe’yi incitmemek için tepkilerini şimdilik içine gömüyordu Ural. Bir fırsatını bulup kızla baş başa konuşabilse ne düşündüğünü de öğrenmiş olurdu ama şimdilik beklemekten başka çaresi olmadığını görüyordu. Beraber geçirdikleri akşam yemeğinden sonra Selim, Yusuf’un geldiğini haber verdiğinde neyse ki Ayşe, Noyan Berk’i uyutmak için odaya geçmişti. Gökçe muhtemelen annesi ile kış bahçesinde oturuyordur diye düşünen adam, Yusuf’u odasına mı çağırsa kendi mi dışarı çıksa karar vermedi. Bu eve destursuz girme yetkisine sahip olan genç adam Selim ile haber gönderdiğine göre "artık abin değilim" derken verdiği mesajı almış olmalıydı. Elini alnına bastırıp bir karar vermek için oyalandığı esnada ürkekçe kapısı tıklandı. Alnındaki elini alıp sese döndüğünde Gökçe, ellerini önünde kavuşturmuş suçlu çocuklar gibi yüzüne bakıyordu. Kızın ne kadar sıkıntılı olduğunu gören Ural, hürmetle ayaklanarak odaya buyur etti. Zavallı kızı bu hallere sokan Yusuf efendi de beklesindi biraz. “Gökçe, gelsene kardeşim. Bir şey mi vardı?” Kız gözlerini kaçırıp kavuşturduğu ellerine bakarken mırıldandı. “Şey, Ural abi..” “Lütfen çekinme Gökçe, ben senin ağabeyinim.” Derin bir nefes alan Gökçe de Ural’ı Yakup’tan farklı görmüyordu. “Yusuf gelmiş.” Kızın çekingenliğinin sebebini çözen Ural tam olarak ne olduğunu anlamak için sorularını sıraladı. “Seni mi aradı, görüşmek mi istiyor?” Kız başı önde aşağı yukarı sallayınca bir kez daha sordu. “Sen görüşmek istiyor musun peki?” Allah biliyor ya istemiyorum desin de yaptıklarının hesabını rahatça sorayım istiyordu ama kız bir kez daha başı ile onayladı. “Tamam, sen bilirsin kardeşim. İstiyorsan görüş ama lütfen seni hiç kimsenin üzmesine izin verme.” Kızı dolu dolu gözlerle, tıpkı ablası gibi kendisi için endişe eden adama bakıp hıçkırmamak için dudaklarını birbirine bastırdı. Ne vardı kendi babası ya da ağabeyi kıza onun yarısı kadar büyüklük etseydiler. Kendini zorlayarak bulduğu sesi ile “teşekkür ederim” diye mırıldandıktan sonra hızla çıktı odadan. İnsana kendini kıymetli hissettirecek bir ailesinin olması adımlarını çok daha sağlam attırıyordu fakat Gökçe tüm bu insanlara ihanet etmişti. Habersizden nikah kıymış ve kocası olacak ciğersiz yüzünden onuru şerefi iki paralık edilmişti. Son beş yılında kendini korumak için can pahasına çabaladığı yakıştırma sevdiği adamın annesi tarafından bir çırpıda üzerine yapıştırılıvermişti ya, üstelik adam ona sahip çıkacağı yerde g.t gibi orta yerde bırakıp gitmişti ya.. Gökçe beş yıl boyunca bir an bile çakısız durmayacak kadar korktuğu tecavüze ruhunun maruz kaldığını hissediyordu. Yusuf da.. Yusuf da annesini istiyordu madem, alabilirdi. Tam on yılını açlık sefalet içinde şiddete maruz kalarak geçirmiş kıza aşk acısı da koymazdı o kadar. Aklı ayrı kalbi ayrı söylerken tükettiği koridorun sonunda yanaklarını ıslatan yaşları silip derin bir nefes daha aldı. Bütün gücünü kullanarak soğukkanlı kalmak üzere kendine söz verdikten sonra kulpuna uzandığı kapıyı araladı. Karşısında en az kendisi kadar bitik gözüken bir Yusuf vardı. "Bana güven her şey yoluna girecek" derken ne kadar da kendinden emindi oysa. Koynuna almak için türlü sözler verirken ne kadar romantikti.. Bu yazın beraberce annesinin köyüne gidip el öpeceklerdi mesela, annesi zaten yeter ki Yusuf birini sevsin, kendi evlatlarından öte severdi. Kulaklarında yankılanan yalanlarla kalbindeki krampları bastıran Gökçe, iki adım ilerleyerek acı çeker bir ifade ile suratına bakan adama doğru yürüdü. “Neden bu kadar üzgünsün?” Çok farklı şeyler söylemeyi planlarken dudaklarından dökülen sözlere Gökçe de şaşırmıştı ama kocası ondan da şaşkın gözüküyordu. “Sen.. seni öyle bıraktığ..” Acıyor muydu yani bir de! Zavallı hale düşürdüğü kıza merhamet mi sunuyordu! Bunu asla kabul etmeyecek olan Gökçe hızla başını iki yana salladı. “Sorun değil geçti gitti.” Adam duyduklarına inanamaz bir ifade ile baktı kızın yüzüne. Gerçekten olanları unutmanın, bu kez sahiden mutlu olmanın imkanı var mıydı.. “G’gerçekten mi? Gerçekten affettin mi beni?”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD