Eli yırtmacımdan açığa çıkan bacağımı buldu. Tüy kadar hafif olan dokunuşları bacağımda süzülürken, içimde kopan volkanlardan bi haberdi. Bu çok yanlıştı. Hemen ayrılmamız gerekiyordu ama bir o kadar da doğru geliyordu. Mantığım beni çoktan terk etmiş gibiydi.
Bu şey hem bu kadar yanlış olup hem de bi o kadar güzel hissettirebilir miydi?
İki saniye kadar kısa bir an İso geri çekildi. Üstten bana baktı. Başımı kaldırıp gözlerine baktığımda, gözlerinin çoktan buğulanmış olduğunu gördüm. Nefesi hızlanmıştı. Benim gibi. Benden bir onay beklediğini anladım.
Bir kez olsun hayatımda sonrasını düşünmek istemedim. Düşünmedim. Ne kadar pişman olacağımı bilsem de geri çekilmedim. Özlemiştim. Hem de çok özlemiştim.
Ellerim gömleğinin yakalarını bulurken hızla kendime çektim. Bileklerim ezbere bildiği boynuna gitti. Sol elim ensesinde ki minik saçlara giderken, sağ elimle daha çok bastırdım. Yaptığım hareketle İso beni mümkünmüş gibi daha da kendine çekerken hırlamıştı. Dudaklarımız birbirini talan ederken gülümsediğini anımsamdım ama anın büyüsüyle hayal miydi yoksa gerçek miydi anlamadım.
Açıkta kalan bacağımı kendine çekti. Nefessiz kaldığımızda kendini bana biraz daha bastırdı. Hissediyordum. Dudaklarımız ayrılırken hızlı hızlı nefes almaya başladım ama İso direkt boynuma yönelmişti. Derin nefesler çekerken bir yandan öpücükler bırakıyordu.
"İsmail," dedim zevkten kısılmış sesimle.
"Söyle efulim," dedi, boynumu talan ederken.
"Bu çok yanlış," dedim. Eli, kendi bedenine yaslı duran bacağımdan kalçama doğru kayarken, "Daha önce hiç böyle güzel bir yanlışım olmadı." dedi ve dudakları tekrar dudaklarımı buldu.
Söz romantik olabilirdi.
Birini şiire çevirirdi.
"Gülüşün bana yuva gibi geliyor, hiç eksilme"
"Bırakmam seni, ne olursa olsun birlikteyiz "
"Sen benim evimsin."
"Seni sevmek kalbime sığmadı."
Ama bende bir anda bir kapı açıldı: içi karanlık, eski, acı dolu bir kapı.
Kaskatı kesildim.
"Dün de, bugün de, yarın da... elim hep senin elinde olacak. Vazgeçmek yok, senden hiç yok."
Öpüşünün sıcaklığı bir anda üzerimde ağırlığa dönüştü.
Az önce yaşadığımız her şeyi unuttum.
Bana yaslı olan bedenini bir çırpıda ittim ve sert bir tokat attım. Yüzü sağına düştüğünde bir kaç saniye gözlerini kapatarak bekledi.
"Bir daha sakın," dedim parmağımı ona sallarken. "Bana yaklaşma!"
Mavi gözlerini, gözlerime kitlerken, benim aksime gayet sakindi. Beyaz teninde ki kızarıklık yerini korurken, "Fadime'm," dedi.
"Bana Fadime'm de deme!" diyerek var gücümle bağırdım. Aklımla oynuyordu. Bunu yapmaması gerekiyordu. Hiçbir şey olmamış gibi bana "Fadime'm" derken aklından ne geçiyordu?
Gözlerimi kaçırdım, ama bakışlarımı ondan saklayamıyordum. Kalbim göğsümde deli gibi çarpıyordu; her "Fadime'm" dediğinde içimde bir volkan patlıyordu. Sanki bir yandan bana dokunmak, bir yandan da aklımı çelmek istiyordu.
"Fadime'm." dedi yeniden. Beni dinlemiyor muydu?
"Sana bir sınır çizdim, anlamıyor musun?" dedim, sesim titreyerek, ama öfkemin ardında kırılgan bir korku saklıydı.
O sadece bana baktı, sessizdi, ama gözlerindeki o tanıdık sıcaklık ve suçluluk, aklımdaki karmaşayı daha da büyütüyordu. "Ama... ben..." diye başladı, sonra durdu, kelimeler boğazında takıldı.
Ben de nefesimi tuttum, ellerim istemsizce yumruk oldu. Ona doğru yürüdüm, ama mesafeyi korumaya çalıştım. "Ben artık o Fadime değilim. Bana öyle hitap etmeye hakkın yok!"
O an bir anlığına dünya durdu gibi hissettim. Ama sonra fark ettim ki, kalbim hâlâ onun yanındaydı, hâlâ o sesi duymak istiyordu. Nefret ve özlem birbirine karışmıştı, ve ben bununla ne yapacağımı bilmiyordum.
O an bir sessizlik çöktü aramızda; nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Sonra hafifçe adım attı, bana doğru geldi. "Fadime... ben seni incitmek istemedim," dedi, sesi titrek ama samimiydi.
"İncitmek mi? Aklımla oynadın!" diye bağırdım, ama kelimelerim artık öfke kadar kırılganlıktı da. İçimde bir yerlerde, hâlâ onun yanına gitmek isteyen bir tarafım vardı.
O bana yaklaştıkça kalbim istemsizce hızlandı. "Ben hâlâ seni düşünüyorum. Hâlâ seni seviyorum," dedi ve gözlerime bakarken kelimelerinin ağırlığını hissettim.
Bir an durdum. Gözlerim doldu ama ağlamamak için kendimi zor tuttum. "Seviyorsun, öyle mi?" dedim fısıltıyla, kendimden korkarcasına. "O zaman neden beni böyle yıpratıyorsun?"
Ona bakarken içimdeki karışıklığı, öfkeyi ve özlemi aynı anda hissettim. Ve o an fark ettim ki, aramızdaki mesafe, öfke ve kelimelerden daha güçlüydü... ama bunu kabul etmek, her ikimiz için de kolay olmayacaktı.
Bir cevap bekledim ama İsmail o beklediğim cevabı bana vermedi. Onunla üç yıldır kapatmam gereken bir mevzum vardı. Artık zamanı gelmişti. Ondan bir cevap gelmeyeceğini anladığımda ben devam ettim.
"Sen beni bir kere bıraktın. Söz verip kaçtın. 'Gitmeyeceğim' dedin, gittin. 'Seni yarı yolda bırakmam' dedin, ilk fırsatta arkanı dönüp yürüdün!"
O başını öne eğdi. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. "Sen de biliyorsun. O zaman çok zordaydım... Kendimi bile taşıyamıyordum."
"Ben seni taşımayı denedim!" diye bağırdım. "Sana yer açtım, omuz verdim, kapı açtım! Sen ne yaptın? Beni o kapının önünde bıraktın!"
O bir adım atıp elimi tuttu.
"Benim hatam seni kaybetmekti."
Bu cümle...
İşte o cümle.
Bir anda içimde yıllardır saklanan kırgınlık, özlem, öfke, gurur hepsi bir araya geldi. Gözlerim doldu.
Ama yumuşamadım.
Yumuşamayacaktım.
Yanağındaki hafif mahcubiyete, sesindeki çaresizliğe sinirlendim.
"Değdi mi bari?" dedim.
O konuşacak gibi ağzını açtı ama sözünü bitiremedi.
Öfke değildi sadece...
Yıllarca içimde birikmiş kırgınlığın dışarı çıkışıydı.
"O nasıl söz Fadime? Ben çok mu mutluyum sence?"
"Senin ne durumda olduğun beni ilgilendirmemeye başlayalı üç yıl oluyor İsmail. Ben senin kaldıramadığın her şeyin yükünü yıllarca taşıdım. Şimdi karşıma geçip de böyle konuşmaya hakkın yok senin!"
O sessiz kaldı.
Tokadın acısından çok, sözlerimin ağırlığıyla yıkılmış gibiydi.
"Efulim... özür dilerim," dedi fısıltıyla. "Gerçekten... Sadece o an mantıklı olan gitmek gibi geldi. Kaç gece bunu düşündüm ben Fadime."
"Ne demek istiyorsun?" diye bağırdım, kalbim parçalanırken. "Seninle kalmak istiyordum, birlikte olurduk, beklerdim. Ben her şeyi göze alarak o yola çıktım İsmail ama sen beni ilk durakta terk ettin!"
"Aptallık ettim. Seni... peşimden getiremezdim," dedi, sesi soğuk ve keskindi. "Hayatını yaşamalıydın. Ben seni düşündüğüm için böyle olsun istedim. Daha mutlu olursun gibi geldi. Ölene kadar asker yolu bekleme istedim. Seni korumak istedim!" sesi sonlara doğru yükselerek çıkmıştı.
"Korumak mı?" diye hırladım, gözlerim dolarken. "Beni terk ettin! Söz verdiğin halde yaptın bunu. Peşinden gelmemi istemedin! Senin 'korumak' dediğin şey, kalbimi parçalamaktı!"
O derin bir nefes aldı, gözlerindeki sertlik ve kararlılık hâlâ oradaydı. "Evet... seni incittim. Ama o an başka çarem yoktu. Peşimden gelmeni istemedim çünkü ikimiz için bu en doğruydu. Belki hayatımızı kurtardım, ama seni kaybettim, biliyorum."
Kalbimde hem öfke hem de hâlâ süren bir özlem vardı. "Peki ya ben?" dedim, sesi titreyerek ama sertleşerek. "Benim üç yıl boyunca yaşadığım acı ne olacak? Benim hayatımı senin yokluğunla mı doldurmam gerekiyordu?"
O bana baktı, gözlerinde suç ve acının ağırlığı vardı. "Biliyorum... ve hâlâ sana söylemek istediğim tek şey, hâlâ sana ait bir parçamın olduğu. O zaman hak etmiyordum. Üç yıl önce yaptığım şeyleri geri alamam. Senin öfken, hakkın, ve kırgınlığın... hepsi doğru. Ama düzeltebilirim, çabalarım Fadime, yemin ederim. Bize bir şans daha verirsen, ben her şeyi yaparım.
O an sessizlik çöktü. Üç yılın tüm yükü, kırgınlık, özlem ve suskunluk, o andaki bakışlarımızda patlarken benden bir cevap beklediğini biliyordum.
Ve o an anladım ki, bu yüzleşme ya tüm yaraları açacak, ya da bizi bir daha asla bir araya getirmeyecek bir kırılmaya dönüşecekti.
Gözlerimi kıstım. Odaklandığım tek bir cümle olmuştu. Sonrasını sonra düşünecektim.
Derin bir nefes alıp gözlerinin en içine baktım. "Şimdi hak ediyor musun?"
Cevap vermedi.
Ve sessizlik, bazen en yüksek haykırış olur ya...
İşte tam olarak o oldu.
•••
X: Busdeva