Karaköy, Baharın İlk Günleri
İstanbul’a bahar, Karaköy’ün dar sokaklarına bile bir umut fısıldıyordu. Ancak Serap’ın kalbinde kışın soğuk duvarları hâlâ yüksekti. Umut, tezgâhın arkasındaki kutuda gülerek emeklerken, Serap’ın hayatı düzene girmiş gibi görünüyordu; fakat o, her an bir yerlerden karanlığın uzanacağını hissediyordu.
Demir’in çay ocağına ziyaretleri, artık bir rutin haline gelmişti. Masası hep aynıydı, siparişi hep aynı: Mercimek çorbası. Oysa Serap biliyordu ki, o adamın aradığı, ne çorbanın tadı ne de Karaköy’ün atmosferiydi. Demir, onun gözlerindeki o Doğu'nun sarsılmaz onurunu okuyordu.
Bir öğleden sonra, Demir çorbasını bitirirken, Serap'a bir kitap uzattı.
Demir: “Serap Hanım, fark ettim ki hukuk dersleri çalışıyorsunuz. Ben de üniversitede hukuk okumuştum. Bu, ceza hukuku üzerine çok sade yazılmış bir kaynak. Belki size yardımcı olur.”
Serap: (Kitabı tereddütle aldı.) “Gerek yoktu Demir Bey. Ben sizin gibi zenginlerin yardımına alışık değilim. Bedelsiz iyilik yapıldığına inanmıyorum.”
Demir: (Serap’ın gözlerinin içine baktı, sesinde samimi bir kırılganlık vardı.) “Serap Hanım, ben buraya geliyorsam, bu çorbaya duyduğum saygıdandır. Ve sizin mücadelenize. Ben, ne size bir bedel ödemeye çalışıyorum, ne de geçmişinizi satın almaya. Ben, sadece sizin inşa ettiğiniz bu onurlu geleceğe saygı duyuyorum. Lütfen, yardımımı bir tehdit olarak görmeyin. Herkes, yeni bir başlangıcı hak eder.”
Demir’in sözleri, Serap’ın kalın duvarlarını biraz olsun eritti. O, Ege’nin parlayan yalanlarına değil, Demir’in kırılgan dürüstlüğüne ihtiyacı vardı.
Serap: (Fısıltıyla) “Teşekkür ederim.”
Hasan Usta, köşeden bu sahneyi izliyordu. Demir’in saflığına inanmış, ama Serap’ın kalbini koruma içgüdüsüyle tetikteydi.
Ege’nin Sinsi Planı
Dışarıda, arabasında oturan Ege’nin sabrı tükenmişti. Demir’in, Serap’ın o kirli hayattan kaçışındaki yeni ışık olduğunu fark etmişti. Ege, Serap’ın ona olan nefretinin, Demir’e duyabileceği sevgiye dönüşmesinden dehşetle korkuyordu.
Ege, artık direkt tehdit etmeyeceğini biliyordu; Serap, bu taktiklere karşı zırhlanmıştı. Ege, en sinsi planını uygulamaya karar verdi: Serap’ın en güçlü yanına sızmak.
Ege, bir emlakçı ve bir avukat aracılığıyla, Serap’ın Umut’la birlikte yaşadığı eski, harabe pansiyonun hemen yanındaki küçük bir daireyi, üçüncü bir şahıs adına kiraladı. Amacı, Serap’ın hayatına görünmez, hayalet bir koruma olarak sızmaktı.
Ege'nin Avukatı: "Ege Bey, bu yasal olarak çok riskli. Sizin paranızın Serap Hanım'a ulaştığı anlaşılırsa, mahkeme bunu velayet davasında aleyhinize kullanır."
Ege: (Gözleri buz gibi) "Serap’ın bundan haberi olmayacak. Ben, sadece oğlumun güvende olduğunu bilmek istiyorum. O kirli pansiyon yerine, temiz bir yerde yaşamalı. Eşyaları yerleştirin, kirasını ödeyin. Ve Serap’ın bu dairenin varlığından bile haberi olmasın."
Ege, bu hamleyi sadece Serap’ı korumak için yapmıyordu; aynı zamanda babalık saplantısını tatmin etmek için de yapıyordu. O, Serap’ın reddettiği serveti değil, Serap’ın kabul etmediği babalık görevini gizlice yerine getirmek istiyordu.
Kırılma Noktası ve İki Gölge
Bir akşam, Serap yorgun argın pansiyonuna döndü. Karanlık, dar merdivenleri çıkarken, aniden duyduğu bir tıkırtı sesiyle irkildi. Pansiyonun hemen yanındaki, yıllardır boş duran küçük dairenin kapısı açılmıştı. İçeride hafif bir ışık yanıyordu.
Serap, kapıya yaklaştı. Tam kapının önünde, Umut’un beşiğine uygun, yepyeni bir battaniye duruyordu. Yumuşak, mavi ve sıcacıktı.
Serap'ın kalbi göğüs kafesinde bir kuş gibi çırpındı. Kimdi bu? Bu bilinmeyen iyilik, Demir’in dürüstlüğüne mi aitti, yoksa Ege’nin gizli oyunlarına mı?
Serap, battaniyeyi almadı. Kapıya yaslandı. Gözleri doldu.
''Benim etrafımda ne oluyor? Bir yanda Demir’in saf saygısı ve kitapları... Diğer yanda Ege’nin sinsi, gizli yardımları. Hangisi daha tehlikeli? Açıkça tehdit eden mi, yoksa sevgi perdesi altında beni kontrol etmeye çalışan mı?
Serap, battaniyeyi kapının önünde bıraktı. O, Umut’u, ne Ege’nin kirli parasıyla ne de bilinmeyen birinin gizemli yardımıyla büyütecekti. O, oğlunu sadece kendi ellerinin onuruyla ısıtacaktı.
Ertesi gün, Ege'nin gizlice kiraladığı dairenin penceresinden bakan Serap, Ege'nin bıraktığı battaniyenin yerinde olmadığını gördü. Ege, Serap'ın battaniyeyi aldığını sanıyordu. Oysa Serap, battaniyeyi çöp kutusuna atmış ve Ege’nin sinsi planına karşı ilk zaferini kazanmıştı.
Serap, ertesi gün çay ocağına gittiğinde, Demir'in masasında yeni bir kitap bekliyordu. Ancak Serap, Demir'in dürüstlüğünden emin olmak için, ona bir test uygulamaya karar verdi.
Serap: "Demir Bey, dün akşam birisi bana, bir komşum, Umut için bir battaniye bırakmış. Siz miydiniz?"
Demir'in yüz ifadesi, Serap'ın kalbini yumuşattı. Şaşkınlık ve kırgınlık arasında kalmıştı.
Demir: “Hayır, Serap Hanım. Öyle bir şey yapmadım. Ben, bir şey yapacaksam, bunu sizden gizlemem. Çünkü ben, sizin sadece dürüstlüğünüze layık olmak isterim.”
Serap, Ege’nin zehrine karşı Demir’in dürüstlüğünün gücünü hissetti. Ama Ege'nin bir sonraki hamlesinin ne olacağını bilmiyordu. Umut, iki zengin adamın gölgesinde büyüyordu.