İstanbul Adliyesi, Üç Ay Sonra
Oğlu Umut’un doğumundan iki ay sonra Serap, kendini adliyenin soğuk, yüksek tavanlı koridorlarında buldu. Karnını koruyan elleri şimdi, kucağındaki küçük hayatı, Umut’u sıkıca tutuyordu. Bebek, annesinin gerginliğinden habersiz, usulca uyuyordu.
Serap'ın eski, solmuş kıyafetleri, Ege’nin pahalı, keskin hatlı takım elbisesiyle tam bir tezat içindeydi. Mahkeme salonunun cam duvarları, Serap'ın karanlık geçmişini sanki halka açık bir sergiye dönüştürmüş gibiydi.
Hasan Usta, avukat masasının hemen arkasında, Serap’ın yanında oturuyordu. Onu savunan avukat, genç ve idealist bir kadındı; bu davayı, paranın adaleti satın alamayacağını kanıtlamak için bir fırsat olarak görüyordu.
Duruşma başladığında, Ege'nin avukatı, Serap'ın geçmişini bir karanlık gölge gibi salonun ortasına serdi.
Ege'nin Avukatı: "Sayın Hâkim, müvekkilimiz bebeğin babası olduğunu resmî DNA testiyle kanıtladı. Ancak anne Serap Hanım’ın hayat tarzı ortadadır: Ailesinden kaçış, şehrin gece hayatında kısa sürede kurduğu riskli ilişkiler, bar hostesliği, ve çocuğun babasının kim olduğu konusundaki belirsizliği. Bırakın müvekkilimiz, bu çocuğu, annesinin sefaletinden ve ahlaki çürümesinden kurtarsın. Teklifimiz hâlâ geçerlidir: Varlık içinde bir gelecek, Serap Hanım'a ise sessiz kalması için yeterli bir meblağ."
Serap, bu sözler karşısında buz kesmişti. Karnında hâlâ sızılarını hissettiği o temiz doğum, şimdi Ege'nin avukatı tarafından ahlaki çürüme olarak damgalanıyordu.
İç Monolog: Yine mi? Yine mi benim onurum parayla tartılıyor? Benim geçmişim bir kir, bir leke mi? Ama benim kucağımdaki bu çocuk, benim yeniden doğuşumun temizliğini taşıyor!
Sıra Serap'ın avukatına geldi. Genç avukat, ayağa kalktı. Sert bir sesle değil, derin bir samimiyetle konuşuyordu.
Serap'ın Avukatı: "Sayın Hâkim, burada bir kadının geçmişi yargılanmıyor. Burada yargılanan, bir annenin saf sevgisi ile bir babanın vicdan pazarlığıdır. Evet, Serap Hanım yoksul, ancak zenginlik, iyi ebeveynliğin ölçütü değildir. Müvekkilimiz, ailesinin baskısından kaçmış, karanlık bir ağa düşmüş, istismar edilmiş bir mağdurdur. Ancak en karanlık anında bile, hayatta kalmayı, tövbeyi ve onurlu bir başlangıcı seçmiştir. O, oğlu Umut'u, karanlığın ortasından ışığa taşımıştır."
Avukat, Serap'a baktı.
Serap'ın Avukatı: "Serap Hanım, bu salondakilere, oğlunuza ne verebileceğinizi anlatın. Neden Ege Bey'in parasına ihtiyacınız yok?"
Serap, derin bir nefes aldı. Kucağındaki Umut’un minik elini tuttu.
Serap: (Sesi başlangıçta titrek, ama giderek güçlenerek) "Sayın Hâkim, Ege Bey bana para teklif ediyor. Çok para. Benim yıllarca çalışıp kazanamayacağım kadar... Ama Ege Bey'in parası, benim utancımın bedeli oldu. O para, benim bedenimi kirletti. Benim ruhumu satın almaya çalıştı."
Serap: "Şimdi o parayı oğluma verirse, oğlum da büyüdüğünde, babasının kirli servetinin gölgesinde yaşayacak. Ben, oğluma parayı değil, onurlu bir yaşamı öğreteceğim. Babası onu satın almaya çalışırken, annesi onu hayatın kendisiyle büyütecek. Ben, oğluma bir isim verdim: Umut. Çünkü o, benim ve onun geleceğe dair tek umudumuzdur. Ege Bey'in serveti, bu umudu satın alamaz!"
Mahkeme salonunda derin bir sessizlik oldu. Hâkim, Serap'ın dürüstlüğünden etkilenmiş görünüyordu. Ege ise avukatının yanında, babası olduğu çocuğun annesinin gözlerindeki o Doğu'nun sarsılmaz onurunu görünce yüzü bembeyaz kesilmişti. Ege, Serap'ı parayla satın almayı denedikçe, Serap'ın değeri daha da artıyordu.
Duruşma Ertesi ve Ege'nin Karar Anı
Duruşma ertelenmişti. Koridorda yürürken, Ege aniden Serap’ın yolunu kesti.
Ege: (Sesi çatallanmış, gözleri yaşlı) "Serap, anlıyorum... Sen haklısın. Ama ben... Ben o gece hayatından çıktım. Senin sayende çıktım. Ben değişmek istiyorum. Umut'a iyi bir baba olmak istiyorum. Sana yemin ederim, sana ve oğlumuza bir zarar gelmeyecek. Lütfen... Bana bir şans ver."
Serap: (Sertçe) “Senin bana bir zarar vermeyeceğini mi söylüyorsun? Senin en büyük zararın, bu çocuğun kanında Ege! Senin o kirli kanın, benim oğlumun damarlarında dolaşıyor. Ben, seni sevdiğim için değil, oğlumu korumak için mahkemede savaşacağım.”
Serap, Ege’nin yanından geçip gitti.
Ege, orada, cam duvarların ardında, hayatının en büyük yenilgisini yaşıyordu: Serap'ın ruhunu asla satın alamayacağını anlamıştı.
Ancak Ege'nin pişmanlığı, şimdi tehlikeli bir takıntılı telafi arzusuna dönüşüyordu. Ege, avukatına döndü.
Ege: “Davayı çekmiyorum. Ama stratejiyi değiştiriyoruz. Serap'ın paraya değil, güvenliğe ihtiyacı var. Ona bir ev alacağız. Benim adımın geçmediği, güvenli bir semtte. Ve Umut'un bütün masraflarını gizlice ben karşılayacağım. Oğlumun güvende olduğunu bilmeliyim. Serap, benim parama ihtiyacı olmadığını düşünüyor. Ama ben, ondan habersiz, onu koruyacağım.”
Ege’nin bu kararı, karanlığın, ışığa sinsi bir saygı duymasıydı. Hikâye bitmemişti. Serap ve Umut, yeni bir hayata yürüyeceklerdi, ama Ege’nin görünmez gölgesi onları her zaman takip edecekti.