Serap, Hasan Usta ile birlikte, Ege’nin gönderdiği siyah, gösterişli arabaya bindi. Araç, onları şehrin göbeğinden, Ege’nin gece kulübüne yakın, lüks ve sessiz bir plazanın çatı katına doğru taşıyordu. Serap’ın kalbi hızla atıyor, karnını koruma içgüdüsüyle sıkıca tutuyordu. Bu bebek, onun zırhıydı.
Ege’nin ofisi, cam ve çelikten bir kuleydi. Serap, buranın yüksek bir hapishane gibi olduğunu düşündü; dışarıdaki tüm şehir ayaklarının altındaydı, ama Ege kendi karanlığından kaçamıyordu.
Ege, pencereye arkası dönük duruyordu. Döndüğünde, yüzünde Serap’ın daha önce görmediği bir ifade vardı: Kaygı, pişmanlık ve derin bir sahiplenme takıntısı.
Hasan Usta, Serap’ın yanında dik durdu. Gözleriyle Ege’ye meydan okuyordu.
Ege: (Sesi alçak, ama sert) “Hasan Usta, sen dışarı çıkabilirsin. Konuşacağımız şey, özel.”
Hasan Usta: “Serap artık benim kızımdır. O konuşacaksa, ben de dinleyeceğim. Onun ne bir sırrı, ne de yalnız kalacağı bir tehdidi kaldı.”
Ege, dişlerini sıktı, ama Hasan Usta’nın kararlılığı karşısında geri adım attı. Gözlerini Serap’ın kabanına dikti.
Ege: “Serap… Ben seni takip ettim. Gözlerin, yürüyüşün, eczaneden çıktığın an… Biliyorum. Hamilesin.”
O an, Serap’ın içinden bir soğuk rüzgâr esti. Sakladığı sır açığa çıkmıştı.
Serap: (Karnını daha sıkı tutarak) “Evet. Hamileyim. Ama bu seni ilgilendirmez.”
Ege: (Birkaç adım Serap’a yaklaştı, sesi şimdi yalvarır gibiydi) “İlgilendirir, Serap. Çünkü o dönem… O dönem benden başka… Üç kişi daha vardı. Ben… Ben o anki halimden iğreniyorum. Ben sana bunu nasıl yaptım? Ama şimdi… Eğer o bebek… eğer o bebek benimse…”
Serap: “Kimden olduğunu bilmiyorum Ege. Ve bilmek de istemiyorum. Benim için fark etmez. O benim oğlum ya da kızım. Senin geçmişindeki o utancın bir kanıtı değil, benim geleceğimdeki umudumdur.”
Ege: (Gözleri doldu. Serap’ın Van’dan gelen o onurlu direncini ve masumiyetini ilk kez anladı.) “Serap. Lütfen. Geri gel. O bebeğe bir hayat veririm. En iyi eğitimi alır. O utancı temizlerim. Sana ve ona, benim ailemden göremediğin o her şeyi veririm. O gece hayatı bitti. Seni de kendimi de kirletmeyeceğim. Benimle ol. Bebeğin babası ben olmasam bile, ben ona babalık yaparım.”
Bu, Serap’a gelen en tehlikeli, en cazip teklifti: Karanlıktan Gelen Telafi Sözü. Geri dönmek, yoksulluktan, yorgunluktan ve belirsizlikten kurtulmak demekti.
Serap, Ege’nin gözlerine baktı. Yüzünde ne nefret ne de korku vardı. Sadece acı bir şefkat...
Serap: “Senin bana sunduğun hayat, bir kafes Ege. Altın kaplama bir kafes. Ben o kafesi kırdım. Benim babam, beni parayla susturmak isteyen ailemdi. Sen de aynısını yapıyorsun.”
Serap: “Senin telafi etmen gereken şey, benim utancım değil, kendi ruhunun çürümesidir. Benim çocuğum, senin parayla satın alamayacağın bir onurun meyvesi olacak. Kimin kanını taşıdığı önemli değil. Önemli olan, hangi ahlakla büyüyeceği. Ve o, benim yanımdaki Hasan Usta’nın ahlakıyla büyüyecek.”
Serap, elini yavaşça karnından çekti ve Hasan Usta’nın sert, yaşlı elini tuttu. Bu hareket, Ege'ye Serap'ın kimi seçtiğini net bir şekilde gösteriyordu.
Hasan Usta: “Duydun Ege. Benim kızım artık parayla satın alınamaz. Bizim yolumuz ışık, senin yolun ise karanlıktır. Bu kapıdan bir daha geçme. Bu, sadece benim değil, bu masum canın da talebidir.”
Ege, yenilmişti. Gözleri, Serap’ın karnındaki o bilinmeyen hayata takılı kaldı. O hayat, Ege’nin en büyük başarısızlığıydı: Kirlettiği bir kadının, ona rağmen temiz kalmayı başarması.
Ege, Serap'a sessizce döndü ve titrek bir sesle tek bir şey söyledi:
Ege: “Benim... Benim o çocuğa zarar vermeyeceğimi bil. Ama şunu da bil Serap… Benim günahlarım, seni takip edecek. Ben artık bu şehrin karanlığıyım ve sen… Sen hep benim aklımdaki o Van Gölü’nün berraklığı olacaksın.”
Serap, bir kelime daha etmedi. Hasan Usta ile birlikte ofisten çıktı.
Serap, o plazanın kapısından çıktığında, Karaköy’ün uğultusu, ona bir zafer marşı gibi geldi. Hamileydi, yoksuldu, yorgundu ama özgürdü.
Karnındaki bebek, onun için sadece bir çocuk değil, yeniden doğuşunun bir anıtıydı. Büyüyecek ve annesinin karanlığa karşı kazandığı bu savaşı asla unutmayacaktı.
Hasan Usta’nın çay ocağı, artık Serap’ın evinden çok daha fazlasıydı. Orası, Serap’ın onurunun ve geleceğinin kalesiydi.
Ancak Ege'nin son sözleri, Serap'ın zihninde bir gölge bırakıyordu: "Benim günahlarım, seni takip edecek."
Serap’ın hikâyesi, şimdi yeni bir başlangıcın eşiğinde duruyor. O, artık karanlığı değil, anne olmayı ve aydınlık bir gelecek inşa etmeyi seçmişti.