Karaköy, Hamileliğin Yedinci Ayı
Serap’ın bedeni, artık bir sır barındırmıyordu. Kabanı altındaki yuvarlaklık, Hasan Usta’nın çay ocağında bir huzur ve umut kaynağıydı. Serap’ın yüzündeki yorgunluk gitmiş, yerine o Van Gölü’nün derinliği gibi sakin ve güçlü bir parıltı gelmişti. Karnına dokunduğunda hissettiği minik tekmeler, ona 'karanlığın bittiğini, yaşamın başladığını' hatırlatıyordu.
Hasan Usta, Serap’ın yanında yerel bir hastanede randevu ayarlamıştı. Artık Serap’ın okula gitme temposu yavaşlamış, tüm enerjisini anne olmaya harcıyordu.
Hastanede Bekleyiş:
Serap, ultrason odasının kapısında beklerken, Hasan Usta elini tutuyordu.
Hasan Usta: “Merak etme kızım. Kim olursa olsun, bu çocuk senin ışığın olacak. Sağlıklı olsun da…”
Serap: “Sağlıklı olacak Usta. Ben onu karanlıkta korudum. Işıkta büyüteceğim.”
Nihayet içeri girdiler. Soğuk jel ve makinenin hışırtısı… Ekranda, Serap’ın karanlık geçmişinin ortasından doğan, minicik, mucizevi bir hayat belirdi. Doktor, gülümsedi.
Doktor: “Tebrikler Serap Hanım. Tahmin ettiğimizden daha iri, sağlıklı bir bebek. Ve… Hazır mısınız? Oğlunuz olacak.”
O anda Serap’ın gözlerinden yaşlar boşandı. Bu, üzüntü ya da korku değil, derin bir kabulleniş ve tarifsiz bir mutluluktu. Erkek çocuk. Oğlu. Serap’ın Doğu'dan gelen ve babası tarafından ezilen onurunu, belki de yeni bir erdemle taşıyacak olan küçük bir erkek.
Serap: “Oğlum…” diye fısıldadı. Bu kelime, ailesinin baskısını, Ege’nin sahipliğini ve o utanç dolu geceleri bir anda sildi. Serap, artık bir kurbandan çok, bir koruyucuydu.
Ege’nin Zehirli Şüphesi
Ege, Serap’la yüzleşmesinden sonra delirmişti. Serap’ın hamileliği, onun ruhunda bir yara açmış, o yaranın iltihabı saplantı olmuştu. O gece hayatından çekilmiş, tüm enerjisini tek bir soruya harcamıştı: "O çocuk benim mi?"
Serap’ın onu sattığı o üç adamı biliyordu. Eğer bebek onlardan birine aitse, Ege’nin utancı ve kontrol kaybı daha da büyüyecekti. Eğer bebek ondan ise… O zaman Serap’ı geri almalıydı. O çocuğu, kendi günahlarının telafisi olarak görüyordu.
Ege, Serap’ı uzaktan izlemeye devam etti. En sonunda, Serap’ın her gün kullandığı çay bardağına gizlice ulaşması için kirli işlerini yapan adamını görevlendirdi.
Bir sabah erken saatte, çay ocağı açılmadan kısa süre önce, Ege’nin adamı, gizlice mutfağa girdi. Serap’ın tezgâhın üzerinde bıraktığı, sürekli kullandığı bir tokasını aldı. Bu, DNA testi için yeterliydi.
Ege, tokaya baktı. Serap’ın masumiyetinin en basit kanıtı olan bu nesne, Ege’nin elinde kirli bir kanıt parçası gibi duruyordu. Tokayı, gizlice anlaştığı özel bir kliniğe yolladı. Yanına kendi saç telini de ekledi.
Bekleyiş, Ege için sonsuzluk gibiydi. Karanlık odasında, viskisini yudumlarken, sadece o toksin sonucu düşünüyordu: Benim mi? Bu cevap, Serap üzerindeki tüm hak iddiasını ya bitirecek ya da onu yeniden başlatacaktı.
Serap’ın Yeni Kitabı
Serap, Hasan Usta’nın kendisine hediye ettiği kalın bir deftere, oğlu için mektuplar yazmaya başlamıştı. Bu, onun terapisiydi.
“Oğlum,
Senin adın henüz yok. Ama sana bir söz verdim: Büyüyeceğin dünya, annenin kaçtığı o sevgisiz, kapalı dünya olmayacak. Annen, büyük bir şehirde kendini kaybetti, oğlum. Karanlık adamlara güvendi. Utanç verici bir dönemdi. Ama sen geldin. Ve sen, o karanlığı parçalayan ilk ışıksın. Senin baban kim bilmiyorum. Ama biliyorum ki, senin gerçek atan, annenin yeniden kazandığı onur olacak. Seni, büyük bir dağın zirvesi gibi, kararlı ve yüksek bir sevgiyle büyüteceğim. Sana, Van’ın o derin ve temiz gölünün berraklığını vereceğim.”
Serap, yazdıkça iyileşiyordu. Oğlu, onun kendi hikâyesini yeniden yazma şansıydı.
Bir hafta sonra, Ege’nin telefonu çaldı. Arayan, klinikti. Ege, titreyerek telefonu açtı. Sesi, sanki yıllardır konuşmuyormuş gibi kısıktı.
Klinik Sesi: “Ege Bey, sonuçlar kesinleşti. Yüzde 99.9 oranla… Bebeğin babası sizsiniz.”
Ege, elindeki telefonu yere düşürdü. Cam, milyonlarca parçaya ayrıldı.
Şok edici bir ironiydi bu: Ege, Serap’ı satmıştı. Onu utançla boğmuştu. Ama kaderin acımasız cilvesiyle, Serap’ın karnındaki o masum can, onun kanını taşıyordu.
Ege’nin kalbini, daha önce hiç tatmadığı, mide bulandırıcı bir duygu kapladı: Mutluluk, pişmanlık ve sonsuz bir sahiplenme hissinin zehirli karışımı.
“O benim. Benim oğlum,” diye fısıldadı.
Ege, o anda Serap’ın, karanlık geçmişiyle sonsuza dek bağlı olduğunu biliyordu. Serap, ışığı bulmuştu. Ama şimdi, Ege’nin gölgesi, kan bağıyla Serap’ın yeni hayatının üzerine düşmek üzereydi.