Gecenin karanlığı aydınlığa karıştığında, yeniden doğmuş gibi sıcak yatağımın içinden çıktım. Başım yukarıda dolabıma yürüyüp giymeyi sevdiğim yazlık mavi elbisemi askıdan alıp üzerime geçirdim. Dışarıda kopan fırtınaya inat ruhum yaz mevsimindeydi bu sabah. Günlerce, haftalarca, aylarca kendime eziyet edip kutunun içine hapsediyordum bedenimi. Dışarı çıkıp özgürce sokaklarda dolaşmıyordum. Neden? On sekiz yaşımı kirleten insan olmayacak, herhangi bir sıfata uymayacak biri için. Ben sustukça üstüme geldiler, ben ağladıkça canımı daha çok yaktılar. Ailem yaşadığım olayı duymasın diye tek başıma çektiğim acı, dipsiz bir kuyunun içine çekmişti beni. Dün akşamdan sonra batmayacaktım o dibe, dün geceden sonra ne istiyorsam o olacaktı. Beni anlamayanlara karşı inatla güçlü olacaktım. Yatağında gerilen ablama yenilmeyecektim. Okula gitmiyorum dediysem gitmeyecektim. Onlardan biraz zaman istedikçe her gün üzerime daha fazla geldiler. Artık ağlamaktan, güçsüz durmaktan yorulmuştum. Eskisi gibi ayaklarımın üzerine sağlam basacaktım, bugünden itibaren. Saçlarımı taradıktan sonra tarağı yerine bırakıp odadan çıktım. Her sabah erken kalkmaya alışık olan annemin yanına mutfağa girdim.
“Günaydın anne.”
“Günaydın kızım.”
O yumurtayı çırparken dolaptan domates, salatalık çıkarıp çeşmenin altında yıkadım. Beyaz dolaptan aldığım kahvaltı tabağına domatesleri doğrarken anneme bakmayı da ihmal etmiyordum. Dün akşam aldığım kararı bu sabah söyleyecektim. Çırptığı yumurtayı tavaya dökünce elimdeki bıçağı tezgâhın üzerine bırakıp derin nefes aldım.
“Anne, beni isteyen adamla evlenmek istiyorum.”
Hiçbir şey düşünmeden söyledim. Annemin eli durdu, gözlerini ağır ağır üzerime çevirdi. Sanırım şok geçiriyordu.
“İyi misin sen?”
“İyiyim anne. Babamla konuş lütfen, pazar günü gelsinler tanışmak istiyorum beni isteyen adamla.”
Annem gözlerini kısıp ocağın altını kapadı. Gözleri mutfak kapısının önüne kayınca ben de bakışlarımı oraya çevirdim. Ablamla babam şaşkın hâlde bana bakıyorlardı. Gözlerimi kaçırmadan gözlerine baktım. Yine saçmalama Azra, sen okula gideceksin, küçüksün diyeceklerdi.
“Azra gel bakayım salona.”
Ve işte başlıyorduk. Islak ellerimi elbeziyle silip babamın arkasından salona yürüdüm. Ablam kısık sesle bir şeyler söylüyordu, açıkçası ona odaklanmadığım için ne dediğini anlamıyordum. Babamın karşısındaki koltuğa oturduğumda mutfaktaki cesaretim kaçıp gitti. Yüzüne ne zaman baksam içimde tarifi olmayan bir acı oluşuyordu. Onun hiçbir zaman üzülmesini istemediğim için ezilip büzülüyordum karşısında.
“Az önce annene beni isteyen adamla evleneceğim mi dedin sen?”
Gülerek soruyordu. Sanırım anneme şaka yaptığımı düşünüyordu. Onun gözlerine bakıp “Evet baba,” diyecek cesareti kendimde bulamadığım için geniş salonumuzda göz gezdiriyordum. Duvara montelenmiş televizyonumuz mu değişmişti bizim? Ya da annem mor rengi halımızı verip yerine beyaz halımı almıştı. Evimizin onca yıllık eşyaları bana yeni gibi gelmeye başlamıştı. Sırf babamın gözlerine bakıp evet baba istiyorum, diyemediğim için.
“Azra, seni dinliyorum kızım?”
Kararımdan dönmeyeceğim için bakışlarımı halıdan çekip karşımda oturan babama çevirdim. Hadi der gibi yüzüme bakıyordu.
“Evet,” dedim güçsüz sesimle. Güldü. Hatta kahkaha attı. Gözlerini anneme çevirip, “Bu kız çok komik,” dedi. Annem olayın ciddiyetini anlamış olacak ki mutfak önlüğünü sıkıyordu.
“Seneye okula gideceksin Azra, unuttun mu kızım?”
Annem ortamı yumuşatmak için konuştuğunda, sinirlerim okul kelimesinden sonra zıplamıştı. Anneme sert bir şekilde bakıp, “Sen hangi üniversiteyi bitirdin anne?” diye sordum.
“Terbiyesizlik yapma Azra.”
Ablam her zamanki gibi bağırıp haddimi bildiriyordu. Babam ise ellerini dizlerime koymuş beni gözleriyle inceliyordu, sanki yeni tanıyormuş gibi.
“Kızım ben sana ne diyeyim, söyle bana ne diyeyim. Hayatın üzerine neden kumar oynuyorsun sürekli? Okulu bırakacağım dedin bıraktın, şimdide evleneceğim diyorsun, sence bu kadar şımarıklık fazla değil mi?”
Şımarıklık! Hayatım boyunca her zaman aileme layık bir evlat olmak için, onları utandırmamak için gece gündüz çalışıp yanlış bir harekette bulunmadım. Lisede arkadaşlarım onlarla bir yerlere gitmemi istediklerinde hayır deyip evime gelirdim. Akşam ezanı okunmadan evde olurdum ki, babam annem üzülmesin diye. On sekiz yaşıma kadar bir kere bile şımarıklık yaptığımı hatırlamıyordum. Okulu bırakmak istiyorum dediğim an onların gözünde şımarık olmuştum. O kötü olayı yaşamasam da onlara gerçekten kendimi kötü hissedip okula gitmek istemediğimi söylediğimde yine aynı tepkiyle karşılaşacaktım. Benim geleceğim için baskı yapıyorlar ama sağlığım için bir şey yapmıyorlardı. Beni rahat bırakmıyorlardı. Şu an bile üçü, hayatım boyunca bakmadıkları gibi bakıyorlardı bana. Hayalimde omzumu silkip, “Ciddiyim” dedim. “Evlenmek istiyorum baba.”
Dizlerinde olan ellerini yumruk yapıp, “Sinirleniyorum!” diyerek bir hışımla ayağa kalktı. Korkudan sırtımı koltuğa yaslayıp, öfkeyle sağa solan giden hâllerini izledim. Çok sinirliydi. Öfkesi gözlerinden belli oluyordu. Masanın üzerinde duran süs vazosunu bir hızla kapıp yere fırlattı.
“Lan kafayı yiyeceğim, yemin ederim kafayı yiyeceğim. Nedir bu kızın derdi? Elimden bir kaza çıkacak.”
Ablam, annem endişeyle babamı sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Ben ise oturduğum yerde babamın bu zamana kadar ağzından duymadığım kötü sözlerini işitiyordum. Küfretmeyen adam ardı sıra saydırıyordu. Zil çalınca ablam koşarak kapıya açmaya gitti. Annem babamın kolunu tutup kalktığı yere tekrar oturttu.
“Sakin ol Ali'm.”
“Şu kızın beni deli ediyor, nasıl sakin olayım Ayşem? Şu yaşına kadar bırak vurmayı bir kere bile bağırmadım. Bu saatten sonra elimi kaldırtacak.”
“Genç o Ali, anlayışlı ol lütfen.”
Annem babamı sakinleştirmeye çalışırken ablamla babaannem içeri girdiler. Babaannem hepimizin üzerinde gözlerini gezdirip ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Belini tutarak yanıma oturdu. Yere bakan babama, “Ne oldu Ali?” diyerek bizlere döndü. “Sabah sabah neden kavga ediyorsunuz? Sesiniz sokağa geliyor.”
Babam başını yerden kaldırıp parmağını üzerime uzattı. “Senin bu torunun kocaya gidecekmiş,” diye bağırdı. Gözlerim doldu. Ellerimi bacaklarımın arasına alıp sıkı sıkı kapadım. Omuzlarım aşağı çökmüş, her an ağlayacaktım. Bu kadarı da fazlaydı.
“Bu yüzden mi bağırıyorsun? Evlenecek tabii, hayırlı bir kısmet buldun mu o kapıyı geri çevirmeyeceksin.”
“Benim kızım kimsenin kapısına muhtaç değil. O okuyacak.”
“E yetti be! Kız okumak istemiyor, neden ısrar ediyorsunuz? Bu kız bir aydır bir deri bir kemik kaldı hiç mi görmüyorsunuz? Okul okul diye diye kızı bir deri bir kemik bıraktınız. Gitmek istemiyorsa ona göre bir nedeni vardır. Kendinize gelin, kızı sıkmayın.”
Sonunda beni anlayan birinin olması günler sonra yanan kalbimi ferahlattı. Babaannemin koluna sarılıp başımı omzuna yasladım. O da saçımı öpüp, “Kurban olurum.” deyip akan gözyaşlarımı sildi.
“Anne, o doktor olacaktı.”
“Olmak istemiyor demek ki Ayşem, çağırın pazar günü gelecek olan kısmeti. Hayırlısıysa olur, değilse olmaz. Yeter artık bu kızı ezdiğiniz.”
“Biz onu ezmiyoruz babaanne. Onun iyiliğini düşünüyoruz.”
Babaannem ablama cevap vermeyip babama döndü. “Pazar günü gelsin görücüler.”
“Ne hâliniz varsa görün,” deyip odadan çıkıp gitti babam. Annemle ablam ise öfkeyle bana baktılar.
“Bakmayın kıza kötü kötü. Hazırlık yapın pazar günü torunuma görücü geliyor.”
“Babaanne sen karışma bu işe, Azra çok küçük, ne evliliği?”
“Pınar ayağımdaki terliği görüyorsun değil mi? Onu popona yemek istemiyorsun git işine. Sana da bu aralar bir şeyler oldu gözümden kaçıyor sanma. Bir havalanmışsın sen.”
Ablam gözlerini kocaman açıp şaşkınlıkla babaanneme baka kaldı. Sonra başını iki yana sallayarak babam gibi sinirli bir şekilde odadan çıkıp gitti. Tek niyetleri benim okula gidip iyi bir gelecek sahibi olmamdı. Aslında hiçbiri kötü biri değildi. Biz her zaman birbirine destek veren, sahip çıkan bir aile olmuşuzdur, sanırım bugünden sonra ben onlardan ayrı olacaktım.
“Kuzum hadi bize gidelim. Evde durup annenin cadı bakışlarına maruz kalma.”
“Anne, kızım o benim. Kızsam da evladım o benim.” derken ağlamaya başlamıştı annem. Günlerdir orta yolu bulmaya çalıştıkça arada kalarak aslında o da acı çekiyordu benim gibi. Oturduğum yerden kalkıp yanına giderek boynuna sarıldım. Mis gibi kokusunu içime çekip pamuk yanağını öptüm.
“Ağlama annem, bir gelsinler eğer çocuğa ısınmazsam kabul etmem.”
“Kızım senden büyük, hem de dokuz yaş.”
“Benim kocamda benden sekiz yaş büyük Ayşem, baban da annenden büyük. Huyu iyi olsun, adam olsun, yaş önemli değil.”
Annem babaanneme göz devirip saçlarımı öptü. Babaannemi çok sevmesine rağmen bazen ona gıcık oluyormuş gibi hissediyordum. Şu an gözleri sen çok biliyorsun diyordu koltukta ona gülen babaanneme.
***
Kahvaltımı yaptıktan sonra üzerimi giyinip dışarı çıktım. Soğuk ama temiz olan havayı içime çekerek mahallemde dolaşmaya başladım. Huzurluydum, korkmuyordum, o yaşadığım berbat olay eskisi kadar canımı acıtmıyordu. Suçum olmadığını anlamıştım, kötü bir şey de yapmamıştım. O pisliğin dediklerinin hiçbirinin doğru olmadığını biliyordum. En önemlisi kendime eziyet etmekten vazgeçmiştim. Neden başkaları için canımı sıkıyorsam, neden içimde yaşadığım acı yüzünden ailemle kötü oluyorsam... Hiçbir şey olmamış gibi yaşayacaktım. Sabah uyandığımda annemle beraber kahvaltı hazırlayacak, öğlen vakti babamın yanına berbere gidecektim. Akşam ise eskiden olduğu gibi o televizyon izlerken yanına uzanıp kolları arasında uyuyacaktım. Bitmişti artık acım, evime huzur, mutluluk getirecektim. Belki zor olacaktı ama inanıyordum eskisi gibi olacaktık.
Binaların arasında gezerken evlerden gelen yemek kokularını içime çekip gülümsedim. Bugün salıydı ve bizim burada pazar vardı. Annem büyük bir ihtimal birazdan babamın yanına gelir onunla beraber pazara giderdi. Onlarla vakit geçirmek için adımlarımı babamın berber dükkânına çevirdim. Ellerim ceplerimde, yüzümdeki gülümsemeyle işlek caddeye çıktım. Babamın dükkânına yaklaşınca açıkçası biraz korkmuştum. Sabah çok kızgındı. İçeri girdiğimde bağırır mıydı acaba? Aman bağırsın, sonuçta babam o benim. Hem böyle korkarsam nasıl aramızı eskisi gibi iyi yapabilirdim ki? Dükkânın önüne gelince cam kapının kolunu tutup içeri doğru ittim. Dayım müşterisinin saçını keserken bana dönüp göz kırptı. Başıyla arka tarafta kalan odayı gösterdi. Dudaklarımın arasından,” Kolay gelsin,” deyip babamın odasına doğru yürüdüm. Kapıyı iki kere vurup içeriden gel demesini bekledim. Sesi gelince tebessüm ederek kapıyı açtım. Masasına oturmuş gazete okuyordu. Başını gazeteden kaldırıp bana baktı. Güldüm. O da güldü. “Canım babam benim.” Yanına koşup boynuna sarılarak kucağına oturdum.
“Dur kız, kocaman oldun.”
“Aşk olsun baba, kilolu muyum ben?”
Babam başını geri çekip bedenimi süzüp yüzünü buruşturdu. “Bu aralar çok zayıfladın,” dedi üzgün sesiyle. “Ve ben senin bu hâlini fark etmediğim için sabahtan beri kendime kızıyorum. Kalbini kırdım, üzerine geldim. Bunun için senden özür dilerim kızım. Verdiğin kararlara saygı duyacağım, söz veriyorum. Senin sağlığın, mutluluğun her şeyden daha önemli.”
Kalbi güzel babam benim. Kıyamazdı ki o bize, üzülmeyeceğini bilsem söylemez miyim ona yaşadığım o berbat olayı. Yanaklarını öpüp geri çekildim.
“Bundan sonra sana baskı kurmayacağım, söz.”
“Seni çok seviyorum canım babam.”
“Hele ben, sabah sana bağırdığım için çok kötü oldum. Bu saate kadar ağzıma lokma koymadım. Ben annenle evlenirken ona iyi bir koca, doğacak olan evlatlarıma da iyi bir baba olacağıma söz vermiştim. Ben bu sabah o sözü tutamamaktan çok korktum kızım.”
“Sen dünyanın en iyi babasısın. Bunu ne ben ne de ablam inkâr edebilir, babacığım. Kendini üzme, o güzel yüzün durgun olunca içim parçalanıyor.”
Gülümseyip saçlarımı karıştırdı. “Laflara da bak.”
“E, senin kızınım sonuçta.”
Kahkaha atıp karnımı gıdıklamaya başladı. Gülmekten gözlerimden yaşlar gelinceye kadar gıdıkladı. Odanın kapısı açıldığında ikimiz de gülmeyi kesip içeri giren anneme baktık.
“Sizi böyle gördüm ya ölsem de gam yemem artık.”
“Ayşem ağzından çıkan kelimelere dikkat et. Ölümün adını anma demiyor muyum ben sana?”
Annem omzunu silkip pazar arabasını babama uzattı. “Hadi kalkın pazara gidiyoruz.” Ayağa kalkıp annemin elinden pazar arabasını aldım. Babam montunu giyince dükkândan çıkıp on dakikalık mesafedeki pazar yerine geldik. Annemle babam sebzelere bakarken etrafa göz gezdiriyordum. Biri omzuma çarpınca öne doğru sendeleyip hızlı bir şekilde giden adamın arkasından baktım. İnsan bir özür diler. Kolumu acıttı resmen.
“İstediğin bir şey var mı, Azra?”
Kolumu sıvazlayıp anneme döndüm. “Yok anneciğim.” Babam kaşlarını havaya kaldırıp, “Var bence,” dedi beni kolunun altına alıp. “Hızlı bir şekilde verdiğin kilolarını hızlı bir şekilde alacağız. Omuzların çökmüş resmen.” Mutlu olduktan sonra alırdım kilo. Onlar böyle güldükleri zaman ruhum doyuyordu. Babamın elini tutup kalabalık insanların arasından yavaş yavaş yürüdüm.
“Domates, biber, patlıcan...”
Babam pazarcı gibi bağırınca kahkaha atıp annemin kızaran yüzüne baktım. Ali ne yapıyorsun, der gibiydi.
“Domates hayatım, alır mısın?”
“Ali ayıp ya, niye bağırıyorsun insanlar sana bakıyor.”
Babam omzunu silkip bana göz kırptı. “Onca yıllık komşularımdan mı utanacağım? Eğer sen bizden utanıyorsan eve gidebilirsin karıcığım.”
“Oldu canım, eve gideyim de nerede çürük sebze var onu al, değil mi?”
Babam annemin saçlarını karıştırıp, “Sen şuna senden ayrılamıyorum desene,” dedi. Onların tatlı hâllerine tebessüm edip ikisine sıkı sıkı sarıldım. Sanırım aramız en yakın zamanda iyi olacaktı.
Pazar alışverişimiz bittikten sonra eve döndüğümüzde annemle beraber yemek pişirdik. Birbirimize şakalar yaparak mantı ve fırında tavuğu hızlı bir şekilde hazırladığımızda, zamanın ne çabuk geçtiğini anlamamıştım. Ailemle aram iyi olmayacak diye çok korkarken, bu akşam aslında yanıldığımı anlamıştım. Babam yemek masasında tabağıma fazla fazla mantı doldurunca başımı iki yana sallayarak yemeyeceğimi söylediğimde, kaşlarını çatıp zorla yedirmişti. Verdiğim kiloları aldırmaya çalışırken beni obez yapmasından korkuyordum.
Saat dokuza gelirken ablam eve geldi. Dışarıda işi olduğunu söyleyip odasına gidince babamın yanından kalkıp peşinden gittim. Üzerini değiştiriyordu. Konuşmadan yatağa oturup onu izledim. Kırgındım ona eminim o da bana kırgındı. Gözleri ara ara bana kayıyordu benim baktığımı görünce hızla başını çeviriyordu.
“Görücüler bu pazar geleceklermiş, Selim söyledi.”
“Hım.”
“Gelecekler diye hemen evleneceğim diye düşünme. Sadece tanışma bu, unutma.”
“Unutmam.”
Her ne kadar bana kızgın gibi davransa da aslında benim için endişelendiği davranışlarından belli oluyordu. Keşke bana karşı çıkmak yerine alttan alsaydı. Belki dün akşam verdiğim kararı vermezdim görücüler gelmezdi. Henüz gelecek olan kişiyi bile tanımıyordum. Kim bilir kimdi? Başımı iki yana sallayıp yatağıma uzandım. Gelince tanırdım şimdi onu düşünüp başımı ağrıtmaya gerek yoktu.
***
Bir haftadır evimizde sıkı bir temizlik vardı. Ailemizin kadınları evimize gelmiş yarın gelecek olan görücüler için harıl harıl dip köşe temizlemişlerdi. Hayır, anlamadığım pırıl pırıl olan evin daha neresini temizleyeceklerdi. Neyse ki babamın isyan bayrağından sonra temizlik işlerini bırakıp hep birlikte mutfağa geçtiler. Sarmalar sarıldı, tatlılar yapıldı, misafirlere servis edilecek çeyizlik tabaklar hazırlandı. A'dan z'ye kadar her şey hazırdı. Sadece gelecek misafirler eksikti. Evdeki kalabalıktan fazlasıyla bunalıp üzerimi giyinip, “Ben dışarı çıkıyorum,” dedim.
“Nereye kız, görücü gelecek.”
Gözlerimi devirip, “Görücü yarın gelecek babaanne,” dedim. Allah'ım ya, damat gelmeden sevmişti babaannem, hayır belki istemeyeceğim, neden görmediğin damadı bu kadar sevdin ki? Kadında beni evlendirmeye ne meraklıymış. Gerçi o bu yüzü anneannemden alıyordu. Kafa kafaya vermişler bir an önce beni evlendireceklerdi.
“Ben çıkıyorum.”
“Dur hele, masanın üzerinde çantam var kimliğimle reçeteyi alıp bana ilaç alır mısın? Deden hasta olduğu için alamadı kızım.”
“Alırım babaanne.”
Çantasından kimliğini ve reçeteyi alıp hızla evden çıktım. Oh be, temiz hava ciğerlerime işleyince gülümseyip yürüdüm. Ne zor bu işler. Bir de düğün olsa ne hâlde olurlar kim bilir. Zavallı babam çamaşır suyu koklamaktan bıkmıştı. Ablam ise eve geldiğinde, odanın penceresini açıp koku evden çıkıncaya kadar buz gibi yapıyordu odayı. Ailemin tatlı hâlleri...
Günlerdir izleniyor hissine kapılmam beni huzursuz ediyordu. Bakkala, parka, pazara gittiğimde sanki ensemde bir nefes varmış gibiydi. Şu anda da aynı hissi yaşıyordum. Eczanenin sokağına girdiğimde sanki dar sokağın başında biri bana doğru geliyormuş gibiydi. Ensemde hissettiğim ürperti nefesimin hızlanmasına neden olurken, olduğum yerde durup korkusuzca arkama döndüm ve şok oldum. Bunun burada ne işin var? Ellerimi şişme montumun cebinden çıkarıp bana doğru gelen adamı izledim. Kaşları çatılı üstümü süzüyordu. Sapık mıydı bu? Geri gidip bakışlarımı az ileride olan eczaneye çevirdim. Bir şey olsa çığlık atar sesimi duyururdum.
Karşıma gelince göğsünü şişirip derin nefes aldı. Bakışlarını yanımızdan geçen iki genç adama çevirip, kaşlarını çattı. Derdi neyse, sürekli kaşları çatılı, katil gibi etrafa bakmasının amacı ne anlamamıştım. Ayrıca şu an neden kaldırımda onunla karşı karşıya duruyorum onu da bilmiyordum.
“Hava soğuk değil mi?”
İrkildim. Görüntüsü güçlü bir izlenim verirken, sesi kabadayı gibiydi. Kalın ve sert. Alt tarafı; hava soğuk değil mi? Demişti ama ben sanki bana kızıyor gibi hissetmiştim. Ayakkabımın ucunu yere vurup, “Normal,” dedim.
“Belli, giymişsin daracık taytı sıcak basmış anlaşılan.”
“Pardon?”
“Havalar diyorum çok soğuk giyme tayt, pantolon giy kalınından.”
Üzerime bakıp kaşlarımı çattım. Manyak mı bu ya? Ne hakla benim giyimime karışır? Ne ben onu tanırım ne de o beni.
“Sen benim kıyafetime neden karışıyorsun?”
Kaşlarını havaya kaldırıp, sana ne der gibi etrafta dolaştırdı bakışlarını. Pis ego. Arkamı dönüp konuşmadan eczaneye gittim. Kapıyı hırsla açıp içeri girdim. O kim oluyor da bana karışıyor? Sinirlerimi bozdu iki dakikada. Çantamdan reçeteyle kimliği alıp kadına verdim. Bakışlarımı dışarı çevirdim. Buzlu camın arkasından görünmüyordu. Umarım gitmiştir.
İlacı alınca parayı verip eczaneden çıktım. Sağıma soluma baktım, etrafta yoktu. Bir anda karşıma çıkınca gerilmiştim. Sanki ajan gibiydi, sessiz sedasız peşimden gelmişti. Başımı iki yana sallayıp eve doğru yürüdüm. Arada sırada arkama dönüp geliyor mu diye de bakmayı ihmal etmiyordum. Gelen giden yoktu. Acaba bana bir şey mi diyecekti, sonuçta bir anda karşıma dikilmesinin başka bir açıklaması olmazdı.
Mahalleme girdiğimde Neşe ablanın kapısında gördüm onu. Kaldırıma oturmuş telefonuna bakıyordu. Nedense elim ayağım boşaldı o anda. Sanki benim geldiğimi hissetmiş gibi başını kaldırıp bana baktı. Yine göğsünü şişirip derin nefes aldı. Solunum sıkıntısı çeken bir hasta gibiydi. Bir bacağını yola uzatıp, apartmana girinceye kadar gözlerini üzerimden çekmedi. Kapıyı aralık bırakıp kenara çekildim. Beş dakika bekledikten sonra hafif kapıyı aralayıp karşı kaldırma baktım. Gitmişti. Bir anda çıkıyor bir anda kayboluyordu gizemli adam. Kapıyı kapatıp merdivenleri ikişer ikişer çıktım. Evimiz düğün evi gibiydi, kahkahalar gülüşler eksilmiyordu. Onlar gülmeye devam ederken ben odama gidip pencereye koştum. Yola baktığımda görünmüyordu. Çok farklı bakıyordu. Sanki bir şey söyleyecek, söyleyemiyormuş gibiydi.
Ertesi gün içimi heyecan sarmıştı. Gelecek olan kişiyi tanımama rağmen sanki sevdiğim adam beni istemeye geliyormuş gibi heyecandan nereye oturacağımı bilemiyordum. Boş boş evin içinde dolaşıp ailemin yüzüne şapşal gibi bakıyordum. Babam durgun hâlde eniştemle konuşurken ara ara gözleri bana kayıyordu. Annem ise gelecek misafirleri iyi ağırlamak istediği için, sürekli mutfağa girip hazırladığı yiyecekleri kontrol ediyordu. Herkes kendi hâlinde takılıyordu hemen hemen. Saat altıya yaklaştığında yüreğim ağzıma geldi. Hayır, bu kadar heyecanlanmam çok saçmaydı. Tanımadığım bir adam için bu kalp neden hızlı atıyor ki? Banyoda elimi yüzümü yıkayıp odama girdim. Ablam pencere önünde dışarıyı izlerken Neşe abla dolabımı karıştırıyordu.
“Kız Azra, gel buraya.”
Odanın kapısını kapatıp yanına gittim. Askıdan aldığı elbiseyi üzerime tutup, “Bunu giy,” dedi. Bu saate kadar giyeceğim kıyafeti bile ayarlayamamıştım. Neşe ablanın elinden kolsuz bebe mavisi elbiseyi alıp üzerime tuttum.
“Hadi acele et, gelecekler şimdi sen daha hazır değilsin.”
Haklıydı. Elbiseyi yatağın üzerine bırakıp pantolonumla kazağımı çıkardım. Elbiseyi üzerime giyinip Neşe ablaya fermuarını çektirdim. Dizlerimin biraz aşağısında kalıyordu, etek kısmı idealdi. Neşe abla düzleştiriciyi fişe takip önüne oturmam için bekledi. Yatağın üzerinde olan kıyafetleri katlayıp dolaba yerleştirdim. Sonra da Neşe ablanın önüne oturdum. Bu süre zarfında ablam bir kere bile bana dönüp bakmamıştı. Biraz da olsa yanımda olsun isterdim. Neşe abla saçlarıma hafif dalgalı fön çekince makyajımı yaptı. Ablamın telefonunun sesi odada yankılanınca bakışlarımızı ona çevirdik.
“On dakikaya burada olurlarmış, Selim mesaj attı.”
Neşe ablayla hızla yataktan kalkıp yatağın üzerini topladık, sonra aynanın karşısına geçip üstümüzü düzelttik. Ablam, siz delisiniz, der gibi bize bakıyordu. Yanıma gelip omuzlarımdan tutarak beni kendine çevirdi.
“Her zaman mutluluğunu istiyorum. Seni canımdan çok sevdiğimi bil Azra, lütfen bu gece iyi bir karar ver. Ne olursun yanlış karar verme.”
Başımı sallayıp sarıldım. “Ben de seni çok seviyorum abla. Eğer kötü bir elektrik alırsam kabul etmem.”
“İyi elektrik alırsan kabul edeceksin, öyle mi?”
“Evet abla.”
Gözlerini yumup başını arkaya attı, sabır diler gibi, “Allah'ım!” diye bağırdı. O sırada zil çalınca bacaklarım zangır zangır titremeye başladı. Düştüm düşecektim yere.
“Hadi çıkalım geldiler.”
Neşe abla odanın kapısını açınca göğsüme taş oturdu. Ağlayasım geldi. Ailem hole dizilmiş kapıda misafirleri bekliyordu. Ablamla beraber annemin yanına geçip bildiğim duaları okumaya başladım. Açık olan kapıdan ilk kadınlar girmeye başladı. Günde gördüğüm üç kadın buradaydı; biri beni beğenendi. Sanırım kaynanam olacak kadın oydu. Henüz hiçbir şey belli değilken kadını kaynanam ilan ettim. Anneme sarılıp öptükten sonra bana dönüp gülümsedi.
“Merhaba kızım.”
Elini öpüp, “Hoş geldiniz,” dedim. Orta yaşlı erkeklerde hole girince dayım ve babam misafirleri salona aldı. En son Selim abi, Buğra abi ve dev girdi. E hani damat?
Gözlerimi üçü üzerinde gezdirip içimden, “Oha!” diye bağırdım. Nasıl yani, beni isteyen adam dev mi?