6.Bölüm

1640 Words
Keyifli okumalar... "Sana afiyet olsun." Deyip ayağa kalktığında, onunla beraber ayağa kalktım. Bir şey söylemesini beklerken, masadaki tabletini alıp arkasını döndü ve hızlı adımlarla salondan çıktı. Sandalyeye geri oturup kahvaltı sofrasıyla bakıştığım sırada, Davut'un koşar adım içeriye girmesiyle irkildim. Elindeki koliyi salonun ortasına bıraktığında, kaşlarımı çatıp ayağa kalkarak ona doğru ilerledim. Elinin tersiyle alnındaki boncuk terleri silip bana bakarak, içten şekilde gülümsedi. "Yenge,"... "Cennet," diyerek lafını kestim. "Cennet dersen sevinirim." "Peki yenge, bunlar senin eşyalarınmış. Renat bey evden aldırttı." Diyerek çenesiyle koliyi gösterdi. Gözlerimi devirip başımı onaylar anlamda salladım. Eğilip koliyi açtığımda, sadece kitaplarım olduğunu gördüm. Doğrulup Davut'a bakarak burukça gülümsedim. "Çok sağol, ben de onları almak için izin isteyecektim. Ama Renat bey beni dinlemeden kalkıp gitti." Diyerek elimi boşlukta salladım. "Hazırlandıktan sonra beni çağırırsın," diyerek bahçe kapısına yöneldi. "Seni okula ben bırakacağım YENGE!" Diyerek bahçeye çıkıp kapıyı kapattığında, gözlerimi kapatıp bıkkın bir soluk verdim. Yingi. Koliyi kollarımın arasına alıp dizimle de destek çıkarak kucağıma yerleştirdikten sonra, salondan çıkıp merdivenlere yöneldim. Beş katlı evi yaptırırken asansör neden yaptırmamışlar acaba? Dirseğimle odamın kapısını açıp, kitapları duvarın dibine levhanın tam altına koydum. Doğrulup levhaya baktığımda yeni bir yazı oluğunu görüp kaşlarımı çattım. "İyi davranıştan anlamayanlar, kötü davranışı tercih edenlerdir..." Adam iyi edebiyat yapıyor ama ben bir şey anlamıyorum. Herhalde sayısalcı olmamdan kaynaklı. Ne demekti şimdi bu? Bariz şekilde tehdit ediyor. Hayır yani, sadece onunla aynı saatte kalkmaya ve sofraya o saatte oturmaya mecbur olmayayım. Çok bir şey istemiyorum ki. Gerçi büyük haksızlığa uğruyorum, ama elimden bir şey gelmiyor. Belki de gelir ha? Hemen eğilip koliyi tekrar açtım. Kitaplarımı kenara itip altındaki bilgisayarım ve diğer teknolojik cihazlarımı gördüğümde, sevinçten sessiz bir çığlık attım. Bunları bir bilgi yarışında kazanmıştım. Renat için saf bir kızdım. Çünkü, belki de onun kadar hayat tecrübem yok. Bu konuda haklı olabilir. Zeki ve akıllı kelimeleri ne kadar aynı gözükse de, birbirinden bir noktada ayrı düşüyorlar. Zeki insanlar ilimden bilimdem anlarlar. Ama akıllı insanlar hayatı nasıl yaşamak gerektiğini iyi bilirler. Sağlam bir duruşa ve karaktere sahip olurlar. Zeki olup da okumaktan beyni jöleye dönen arkadaşlar var; mesela biri de ben. Bir dönem sonra kafamı kitaplardan ayırdım ve sudan çıkmış balık gibi debelenmeye başladım. Aslında yurtta kalırken, biraz daha kolaydı. Bir tas çorba da olsa karnım ara sıra doyuyordu. Ve başımın üstünde bir çatı vardı. Ama gerçek hayata atıldığım günden itibaren, yurtta yaşadığım günleri bile özlemle andım. Şeytani bir dürtülme ile düşüncelerden sıyrılıp, eşyalarımı koliden çıkararak dolaplara yerleştirdim. Bilgisayarımı komodinin üzerine bırakıp, ahşap rengi gardıroba yaklaştım. Aklımda bir şeyler vardı. Onu düşünüp tartarak yeni bir tişört ve siyah bir kot pantolon alıp üzerime geçirdim. Dolabın alt köşesinden beyaz spor ayakkabıları alıp ayağıma geçirdikten sonra hızla odadan çıktım. Önce aç mideme bir şeyler sokmalıydım. Yoksa yine güçsüz düşebilirdim. Serum yemek yerine yemek yemem lazımdı. Zemin kata indiğimde hemen yerimi alıp bir şeyler yemeğe başladım. Güliz hanım elindeki çay bardağıyla mutfaktan çıktığında, ağzım dolu şekilde duraksayıp bakışlarımla onu izledim. Bardağı önüme bırakıp gideceği sırada bileğine tutundum. Duraksayıp mahcup bir ifadeyle bana baktıktan sonra başını önüne eğdi. "Abla, yapma lütfen. Gelsene biraz konuşalım." Diyerek, başımla karşıdaki sandalyeyi gösterdim. Ses etmeden masanın etrafından dolanıp, karşıdaki sandalyeyi çekip oturduğunda, yemek yemeğe devam ederek ona baktım. "Benim için önemli değil," dedim ağzım dolu şekilde konuşarak. Şu an Renat beni böyle görse, ne tepki verirdi acaba? "Yani, beni dilenciye benzetmeni normal karşılıyorum. O halde ben bile kendimi dilenci sanabilirdim..."Ah, yapma Cennet. Kadın seni köpek gibi kapının önüne koydu. Hep şu ekmekarası kalbin yüzünden. "Özür di-" "Abla hayır. Gerek yok. Dün de diledin zaten. Konumuz bu değil. Yani ben seni bu olayı konuşalım diye çağırmadım. Dün dünde kaldı." Diyerek çayımdan bir yudum alıp, bardağı tabağına bırakırken, yutkunup boğazımı temizledim. "Sen Renat'a neden Saru diyorsun?" Dedim, gözlerimi Güliz hanımın gözlerine dikerek. Gülümseyip, vücudunu dikleştirerek derin bir iç çekti. "Renat oğlum benim elimde büyüdü sayılır. Ben Sedat'a da Saru derim. Hatta onların babasına da Saru derdim. Ben bu eve geldiğimde Renat ile Sedat'ın babası Sadri bey, genç bir delikanlıydı. O zamanlardan Saruhan bey demekten, zamanla kısalıp Saru bey oldu..." dedi, içte şekilde gülerken. Kaşlarımı kaldırıp, elimi yanağımın altına dirseğimi tabağımın yanına yaslayarak onu dinlemeye devam ettim. "Ben de Saru dediği duyduğumda, adının Saru olduğunu sanmıştım. Soyadının kısaltması olduğunu daha yeni farkettim.... Renat bey... Yani Renat renk körü öyle mi?" Deyip, sorgular anlamda kaşlarımı çattım. Kadının yüzündeki gülümseme solarken, masanın üzerindeki parmaklarını huzursuzca kıpırdattı. Vücudumu dikleştirip onu dikkatlice süzdüm. "Bir şey mi oldu? Abla iyi misin?" Dedim, endişeli bir ses tonuyla. Yukunup bakışlarını önüne indirip tekrar bana baktığında, gözlerinin dolduğunu farkettim. "Hani dedim ya, ben bu eve geldiğimde Sadri bey genç bir delikanlıydı diye." Başımı onaylar anlamda salladım. "Ben daha yeni gelmişken, Sadri bey Tülin hanımla evlendi. Çok seviyordu. Hem de aklının alamayacağı kadar çok. Sedat daha üç yaşındaydı, Rehat da yedi. Yani bundan yirmi küsür yıl önce... Renat ilk okula gidiyordu. O gün Sadri bey işe gitmek için evden çıktı ve Renat'ı okula Tülin hanım götürecekti...." deyip, derin bir iç çekti. Duvardaki saate baktığımda üniversiteye geç kaldığımı farkettim. Ama şu an Renat'ı dinlemek daha cazip geliyordu ve sanırım merakıma yenik düşüp ilk dersi asabilirdim. "Sonra ne oldu?" Diyerek bakışlarımı, Güliz hanımın yaşlı gözlerine çevirdim. "Sonra.... bir kaza oldu. Tülin hanım öldü ve Sadri bey duyduğunda felç geçirdi..." dedi. Şaşkınlıktan kaşlarım çatılıp ağzım açık kalırken, "YENGE!" Diye bağırarak salona dalan Davut'a baktım. "Hazırsan çıkalım." Diyerek yanımıza yaklaştığında, ellerini önünde birleştirip bir bana bir Güliz hanıma baktı. "Güliz hanım senin işin yok mu? Ne anlatıyordun ayrıca? Bu göz yaşları bana tanıdık..." deyip, keskin bakışlarını kadının üzerine diktiğinde sertçe yutkundum. "O anlatmıyordu," dedim ve Davut'un bakışlarını üzerime çektim."Ben anlatıyordum. Hayatımı..." deyip burukça gülümsedim. Davut'un çatık kaşları anında inerken, gülümseyip gitmemiz için başıyla işaret yapıp salondan ayrıldı. "Çantamı alıp geliyorum." Diye seslenerek, yavaşça sandalyeden kalktım. Davut gittiğinde bakışlarımı Güliz hanıma çevirdim. "Sonra anlatırsın artık, Renat'ı tanımak istiyorum..." deyip gülümsediğimde, gözlerime bakarak gülümserken başını onaylar anlamda salladı. Hızla salondan ayrılıp odama girerek, üzerime kot ceket aldıktn sonra, bilgisayar çantamı ve telefonumu alarak odadan çıktım. Hızlı adımlarla aşağıya inip dış kapının önüne çıktım. Davut'u siyah bir mercedese yaslanmış şekilde görüp hızla yanına gittim. Arka kapıyı açıp buyur ettiğinde, kendimi gerçekten bir garip hissetmiştim. Arabaya oturduğumda kapıyı kapatıp, hemen sürücü koltuğuna yerleşti . Isıtıcıyı açıp arabayı çalıştırdıktan sonra, eğilip torpido gözünü açtığını gördüm. Aldığı siyah metalli silahı beline taktığında, şaşırıp korksam da yüzümdeki ifadesizliği korumaya çalıştım. Hiç görmemiş gibi kucağımdaki çantayı açıp bilgisayarıma baktım. Aklıma bir soru takıldığında başımı kaldırıp, aynadan yansıyan kara gözlerine baktım. Renat kadar olmasa da yapılı, ondan bir tık daha uzun biriydi. Bu tip kişiler sanki koruma olmak için doğmuş gibi geliyordu. "Boyun kaç?" Diye sorduğumda, aynadan gözlerime baktı. "Bir doksan sekiz." Gözlerim fal taşı gibi açılırken, kaşlarımı çatıp inanmazmış gibi baktım. "Şakadır herhalde?..." Dediğimde gülüşünü duydum. "Değil yenge, malesef öyle. Küçük ve dar yerlere girerken biraz zorlanıyorum ama olsun..." dedi, neşeli bir tonlamayla. "Bana yenge demeyi keser misin?" Dediğimde, aynadan tekrar gözlerime baktı. "Peki yenge." Üstelemeyip onu sorgularken, edindiğim tüm bilgileri bilgisayara yazıyordum. Buna Güliz hanımın anlattıkları da dahildi. "Kaç yaşındasın peki?" "Yirmi dokuz buçuk diyelim. Biraz daha küçük duralım." Dedi, yine neşeli bir sesle. Sanırım tanıdığım en neşeli insanlar arasına girmeyi daha şimdiden başarmıştı. "Renat kaç yaşında?" Derken, bakışlarım sadece bilgisayardaydı. "Benim ile aynı yaşta. Doğum gününe az kaldı zaten. Otuz olacak. Ama kutlamayı sevmez. Sebebi...." deyip duraksadığında, bakışlarım aynadan yansıyan gözlerini buldu. Sanırım bunu ağzından kaçırmıştı. "Sebebi? Yenge dediğin kıza güvenmiyor musun? Renat'ı daha iyi tanımak istiyorum." Dedim, ikna etmeye çalışarak. "Sevmez yani. Kutlamaz. Sebebini ben de bilmiyorum. Renat ağır başlı, efendi, kibar bir adam. Belki de doğum günleri ona gereksiz geliyordur..." Şaşkınlıkla kaşlarımı çatıp, "Renat? Aynı kişiden mi bahsediyoruz? Çünkü bana baya kaba biri gibi geldi. Sabah bir bardak suyla uyandırılıp, biraz sürüklendim de. Şimdilik başka bir şey yok..." diyerek, bakışlarımı tekrar bilgisayara diktim. Söylediği her bir kelimeyi yazıp, adeta ismi Renat olan bir kitap yazıyordum. "Yenge sen daha onun en kibar hallerini gördün, damarına basılmadığı sürece, iyi biridir. Ve evet aynı kişiden bahsediyoruz. Renat fazlasıyla zeki, efendi ve kibar bir adam. Ama kibarlığı sadece kadınlara karşı..." dedi. "Bütün kadınlara karşı mı?" Diyerek, bakışlarımı aynadan yansıyan kara gözlerine diktim. Gözleri kısıldığında gülümsediğini anladım. "Layık olan kadınlara." Dedi, buğulu bir ses tonuyla. "Anladım." Dedim düz bir sesle. Bakışlarımı tekrar bilgisayara dikip, sorgulamaya devam ettim. Renat hakkında bilmek istediklerimi, tabii ki Renat'ın izin verdiği kadarıyla öğrenmek istiyordum. En azından kimin evinde ve yanında yaşadığımı bilmek en büyük hakkımdı. "Renat'ın boyu kaç? O da uzun senin gibi." Dedim, düz bir sesle. Bu sadece arayı yumuşatmak için sunulmuş bir soruydu. Asıl sorularım ve bilmek istediklerim böyle basit şeyler değildi. "Yanlış hatırlamıyorsam 1.95. Benden üç santim kısa." Dedi, düz bir sesle yola bakarken. Renat baya uzundu ama 1.95 baya fazlaydı. Sedat ondan baya kısaydı. Boğazımı temizleyip asıl soruma geçtim. "Renat sadece şirket işleri ile mi uğraşıyor? Başka bir işi veya hobisi var mı? Nelerden hoşlanır?" Diyerek bakışlarımı aynadan yansıyan, bir çift şaşkın göze diktim. "Yenge ben senin neden bu evde tutulduğunu çok iyi biliyorum. Seni bu eve getirenler arasında ben de vardım. Yani Renat'la ilgileniyormuş gibi yapmana gerek yok." Dedi, kaşlarını kaldırarak. Gülümseyip başımı onaylar anlamda salladım. "Madem bu evde zorla tutulduğumu biliyorsun, o zaman bana yenge demene de gerek yok..." deyip, gözlerimi devirdim. "Tamam YENGE." Dediğinde, ona öldürmek ister gibi baktım. "Renat mı dedi yenge deyin diye?" Diyerek bakışlarımı pencereden dışarıya çevirdim. Şehirden baya uzaktaydık ve şu an ıssız bir ormanın içinden geçiyorduk. "Renat bazılarımızdan yaş olarak küçük ama ona olan saygımız sonsuz. Ona abi dediğimiz için, sen de onun yanında kalıyorsan yengeden farklı bir hitap bulamıyoruz. Cenet hanım demek de pek bana göre olmaz. Yenge iyidir!" Dediğinde, ona bakmasam da gülümsedim. Bilgisayarımı kapatıp çantanın fermuarını çekip koltuğun üzerine bıraktım. Araba aniden fren yaptığında öne doğru savrulup, başımı ön koltuğun arka tarafına çarptım. "Siktir!" Diyen Davut'a baktığımda, bakışlarım arabanın tam önünde duran, ellerinde silah olan iki kişiye rastladı. Silahlarını bize yönlendirdiklerinde Davut, "Yenge eğil!" Diye bağırdı. Çığlık atarak arka koltuğa yattığımda, silahlar ateşlendi ve arabanın tüm camları şangırtıyla dökülmeye başladı. Neye bulaşmıştım ben böyle?
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD