‘’Anneciğim gidiyorum.’’ diye bağırdı Biricik.
Cavidan Hanım, kızının yanına gelip yanaklarından öptü. ‘’Görüşürüz güzel kızım.’’
‘’Bugün dans okuluna da gideceğim dersim var geç gelirim merak etme.’’
‘’Tamam ama başka yerde oyalanma hemen eve gel.’’
‘’Oyalanmam.’’ Annesine el sallayıp evden gitti.
Kliniğini açtığında bütün gün getirilen hasta hayvanlarla ilgilenmişti. Veteriner olmaya on iki yaşındayken sokakta bulduğu yaralı serçe kuşunu iyileştirmeye çalışırken ellerinde ölünce karar vermişti. Okulu bitince de kredi çekip kendine ait bir klinik açmıştı ve çok kazanmasa da geçinmesi için yeterli oluyordu.
Her gün birbirinin aynısıydı. Kliniğe geliyor çalışıyor akşam ya doğrudan eve gidiyordu ya da dersi varsa önce dans okuluna sonra eve gidiyordu. Dans okulu içinde annesinden izin alması çok zor olmuştu. Günlerce yalvarmış en sonunda ders aldığı saatlerde erkek olmadığı için kabul ettirebilmişti.
Cavidan Hanım, kızına belli etmese de gittikçe halsizleşmeye başlamıştı. Eğer durumunu dile getirirse Biricik’in hastaneye gitmesi için zorlayacağını biliyordu bu yüzden sessizce dayanmaya çalışıyordu.
Yemek yaparken ayakta durmakta zorlandığı için ocağın karşısında sandalyeye oturmak zorunda kalmıştı. Tencerenin altındaki ateşi kapattığında odasına geçip yatıp dinlendi.
Gözü sürekli kolundaki saatteydi. Biricik’in geleceği saat yaklaşınca yattığı yerden kalkarak üzerine çeki düzen verdi. Yemekleri ısıtmaya gerek var mı diye bakmak için mutfağa giderken başı dönmüş, gözleri kararmıştı. Duvara tutunup gözlerini kapatarak geçmesi için bekledi ama bedeninin gittikçe güçsüzleştiğini hissediyordu. Bayıldığında koridora düşmüştü.
Biricik eve girdiğinde hep yaptığı gibi, ‘’Ben geldim.’’ dedi. Kapıyı ardından kapatıp koridorun ışığını açtığında annesini yerde yatarken görünce, ‘’Anne!’’ diye çığlık atarak kolundaki çantayı bir köşeye fırlatıp yanına koştu. Başını elleri arasına aldı. ‘’Annem aç gözünü.’’ dedi ama cevap alamadı. ‘’Anne!’’ Ağlamaya başladığında elleri titreyerek çantasını attığı yerden alıp telefonu çıkararak acil yardım hattını aradı ve ambulans istedi.
‘’Anne uyan.’’ Ağlaması gittikçe şiddetleniyordu. ‘’Anne lütfen gözlerini aç.’’
Ambulansın ışıkları sokağı aydınlatırken yerde baygın hâlde yatan kadını sedyeye alıp evden çıkardılar. Biricik annesiyle ambulansa bindi ve hastaneye doğru yola çıktı.
‘’Neden kendine gelmiyor?’’ dedi sağlık personeline.
‘’Elimizden geleni yapıyoruz.’’ diyerek cevap verdi yanındaki.
Hastaneye geldiklerinde Biricik kapanan kapının dışında kalmıştı. Paniklemiş hâldeydi ve bu şekilde herkese engel oluyordu.
‘’Hanımefendi!’’ diyenin altıncı seslenişinde kendine geldi.
‘’Efendim.’’ dediğinde gözü hâlâ annesinin olduğu odanın kapısındaydı.
‘’Annenizin kaydını yapmamız gerekiyor. Kimlik kartı yanınızda mı?’’
‘’Hayır.’’ dediğinde düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu. ‘’Ezbere biliyorum söylesem olur mu?’’
‘’Olur.’’ diyenle paniklediği için iki kez yanlış söylese de üçüncü de doğru vermeyi başarmıştı.
Kapının önünde beklerken zaman tamamen durmuş gibiydi. Cavidan Hanım için birçok tahlil yapılmış, farklı doktorlardan görüş alınmıştı.
En sonunda servise yatışı yapıldığında Biricik ne olduğunu öğrenmek için çırpınıyordu.
‘’Annemin nesi var?’’ dediğinde yeşil gözleri ağlamaktan kızarmıştı.
Doktor, genç kızı odasına götürüp oturması için sandalyeyi gösterdi ve Cavidan Hanım’ın tahlil sonuçlarını bilgisayardan açıp görebileceği şekilde çevirdi.
‘’Anneniz maalesef meme kanseri. Farklı testler yapıp birkaç doktor görüşü aldık ve teşhisten eminiz. Bu evreye gelene kadar belirtileri olmuştur ya anneniz anlamadı ya da görmezden geldi.’’
‘’Hangi evreye gelene kadar?’’ Biricik nefes almakta zorlanıyordu. Bütün ömrü annesiydi, ona bir şey olursa yaşayamazdı.
‘’Son evrede.’’
Oturduğu sandalyenin kolunu sıkıca kavramıştı. Dünya ayaklarının altında döne döne kayıp gidiyordu. ‘’Peki tedavi?’’
‘’Diğer organlara metastaz yapıp yapmadığını anlamak için birkaç test daha yaptık onların sonuçlarını bekliyoruz eğer yayılma olmuşsa tedavi konusunda ümit veremem ve yayılma olmamışsa bile olduğu aşamadan geri dönüşü çok zor.’’
Genç kız kulakları uğuldarken titreyen bacaklarıyla güç bela doktorun odasından çıkıp hastanenin bahçesine kendisini attı. Kış soğuğuyla kurumuş otların üzerine çöktüğünde hıçkırarak ağlamaya başladı.
Yanından geçen insanlar ağlayan kıza kaçamak bir bakış atıp yollarına devam ediyorlardı. Hastane önünde ağlayan birine neden ağlıyorsun diye sormayı kimse düşünmüyordu.
Biraz olsun mantığını geri kazandığında annesinin olduğu odaya gitti. İçeri girdiğinde yorgun bakışların arasındaki gülümsemeyle karşılandı. Annesinin yanına yaklaşıp başını göğsüne dayadı. ‘’Neden hiçbir şey söylemedin?’’ dediğinde tekrar ağlamaya başlamıştı.
‘’Kızım bana bak, yüzüme bak.’’ diyerek göğsünde ağlayan başı kaldırdı. Biricik, annesine baktığına güçsüz el yanaklarına uzanıp gözyaşlarını silmişti.
Cavidan Hanım ağlamamak için kendisini zorluyordu. ‘’Anneciğim yalvarırım git. Bu şehirden tamamen git ve annem var deyip geri gelme.’’
Biricik, ‘’Sen ne saçmalıyorsun?’’ dediğinde sesi acısına rağmen sert çıkmıştı.
‘’Kızım sözümü dinle. Benim iyi olmam için senin güvende olduğunu bilmem gerekiyor ne olur git.’’
Genç kız gözlerinden akan yaşları silip geri çekildi. ‘’Babamın ailesi yüzünden mi? Bunca yıl sonra kimse gelmez gelse de kaç yaşına gelmişim çocuk değilim ki beni senden alıp götürsünler.’’
‘’Biricik neden sözümü dinlemiyorsun!’’ diye bağırdı Cavidan Hanım. ‘’Neden kızım neden?’’ Ağlamaya başlamıştı. ‘’Neden beni hastaneye getirdin? Ölsem bile bunu yapmamalıydın.’’
Biricik, annesine sarıldığında ikisi de ağlıyordu. ‘’Annem seni bırakmam. Babaannem de dedem de şimdi yaşlanmışlardır hatta belki ölmüşlerdir neden korkuyorsun ki ben artık çocuk da değilim kimse kandırıp götüremez.’’
Kızının beline kadar inen dalgalı saçlarını okşadı. ‘’Söz veriyorum sen bu şehirden gidersen ben tedavimi olacağım ama gitmez yanımda kalırsan hastaneden çıkıp eve gideceğim ve tedaviyi reddedeceğim.’’
‘’Anne benden bunu isteme seni bırakıp gidemem.’’ Biricik geri çekilip annesinin ellerini tutup üzerinden defalarca öptü. ‘’Sen ne istediysen bugüne kadar onu yaptım, sözüne hiç karşı gelmedim ama bensiz yaşa deme çünkü yaşayamam.’’
Cavidan Hanım bir kez daha kızına sarıldı. ‘’Güzel kızım sen benim başıma gelen en güzel şeysin. Ne olursa olsun sana olan sevgimden sakın şüpheye düşme tamam mı? Seni doğurduğum için bir an olsun pişmanlık duymadım. Geçmişte değiştirmek istediğim çok şey var ama sen onlardan biri değilsin.’’
‘’Annem konuşma böyle. Bana veda edecek sözler söyleme. Tedavini olacaksın, iyileşeceksin.’’
Cavidan Hanım, kızını nasıl güvende tutacağını bilmemenin verdiği korkuyla dolmuştu. Biricik ise annesini kaybedecek olma ihtimalinin korkusuyla nefes alamıyordu.
~~~~
Akın gördüğü kabusların arasından çalan telefonuyla uyandı. Karanlıkta telefonunu el yordamıyla bulup açarak kulağına götürdü. ‘’Alo!’’ dediğinde adamı konuştu.
‘’Patron aradığımız kadının kimliğiyle bir saat önce küçük bir şehirde hastaneye giriş yapılmış.’’
Akın duyduklarıyla yataktan fırlamıştı. ‘’Uçak, araba, tren her neyle gidiliyorsa hemen ayarlayın gidiyoruz.’’
Odanın ışığını açtığında üzerini değişip kilitli çekmecesindeki fotoğrafı çıkardı ve teyzesinin resmine baktı. Anne ve babası hayattayken ona olan sevgisini, beraber oynadıkları oyunları hatırlıyordu. Babası eve getirdiğindeki hâlini görmüştü, unutamıyordu. Gece uyuduğunda şimdi kendisi nasıl çığlık atarak uyanıyorsa onunda aynı şekilde uyandığına şahit olmuştu ama her şeye rağmen kalbinin bir köşesinde anne ve babasının ölümü için onu suçluyordu.
Ailesi, bu kadını korumak için ölümü göze almıştı ama neden? Onun karnındaki bebeği düşünürken neden kendi çocuklarını düşünmemişlerdi ya da teyze bildiği kadın neden sadece kendisini düşünüp kaçmıştı da yeğenini düşünmemişti? Sormak istediği çok soru vardı da alacağı cevaplar kalbindeki öfkeyi dindirecek miydi bundan emin olamıyordu.
Adamı almak için geldiğinde evin bahçesine giren arabaya oturdu ve gecenin karanlığında ilerledi. Havaalanına geldiğinde kalkmaya hazır özel uçağına bindi. Uçak havalanmadan önce babasını aradı.
‘’Akın, sıkıntı mı var?’’ diyen Reha Bey bu saatte neden aradığını anlamaya çalışıyordu.
‘’Baba, teyzemi buldum.’’ dediğinde yaşların dolduğu gözlerini adamlarının görmemesi için hızlıca sildi.
‘’Ciddi olamazsın! Hiç iz bulamayınca öldüğünü düşünmüştüm. Neredesin beraber gidelim?’’ Oğlunu böyle bir durumda tek bırakmak istemiyordu.
‘’Uçaktayım şimdi yola çıkıyorum, tek gideceğim. Umur pezevenginin geleceğine adım kadar eminim o gelene kadar konuşmam gerekiyor.’’
‘’Ne yapacaksın? Umur’un merhametine mi bırakacaksın yoksa koruyacak mısın?’’ diye sordu Reha Bey.
Akın’ın yüzünde ölümcül gülümsemesi belirmişti. ‘’Anne ve babamın ölümüne sebep olan birini korumak için kılımı bile kıpırdatmam ama öncesinde bana hesap verecek.’’
Telefonu kapattığında bütün duygularını kalbine hapsedip yüzüne bakanı korkutan sert ifadesini yerleştirdi ve havalanan uçakla altlarında gittikçe küçülen şehrin ışıklarına baktı.
Teyzesinin, kendisini ailesiz bir hayatta yaşamaya mecbur bırakıp nasıl bir hayat kurduğunu merak ediyordu. Bebeğini doğurmuş muydu? Doğmuşsa kimdi, nerede, ne yapıyordu? Tekrar evlenip başka çocuklarda dünyaya getirip mutlu bir ailede yaşamış mıydı? Hepsi bir yana kardeşim dediği çocukluk arkadaşının kendisini korumak için öldüğünden haberdar mıydı?