1. Bölüm. -Herşey çok güzel giderken-

1811 Words
Bir ay önce. . . Hümeyra, çiftlik evinin bahçe kapısından içeri giderken kapıdaki güvenlik görevlisi Akif’e kocaman bir gülümseme göndermişti. “Günaydın Akif, nasılsın?” “Günaydın Meyra. Her zamanki gibi çalışıyoruz. Sen nasılsın?” diye karşılık verdi Akif. Gözlüklerinin ardında, kızın uzun ve kıvrık kirpiklerle çevrili bal rengi gözlerini göremediği için biraz üzgündü. Oysa, o ışıl ışıl parlayan gözleri görmeyi ne kadar da isterdi. Hümeyra’ya, duygularını açmaya çalıştığında karşılık olarak, ‘Sen benim için iyi bir ağabeysin, lütfen öyle kal!’ demiş ve aralarındaki mesafeyi sağlam bir şekilde korumuştu. “Gördüğün gibi,” dedi ve el sallayarak evin arka bahçesindeki ahıra doğru yürümeye başladı. Akif kızın arkasından beline kadar uzun gür saçlarından gözünü alamadı. Güneş ışığında parlayan kızıl, dalgalı saçlar bir oyana bir bu yana savruluyordu. Göründüğü kadar yumuşak mıydı acaba? Akif, önünde yürüyen kızın arkasından iç çekti. Bugün Cumartesiydi. Neredeyse bir yıldır her Çarşamba ve Cumartesi, aynı heyecanı yaşıyordu. Meyra ile geçirdiği o birkaç dakikalık anlar, ona dünyaları veriyordu. Güzeller güzeli Meyra’nın çiftliğe geliş saatini dört gözle beklemek, o güzel yüzünü görmek ve kısacık da olsa sohbet edebilmek, ona yetiyordu. Zaten, ondan daha fazlasını beklemenin anlamı olmayacağı biliyordu... Hümeyra, çiftlikteki veterinerlere ait odaya adım attığında, gözlerini rahatça odada dolaştırdı. Pencerenin önünde bir kanepe, iki gözlü bir kıyafet dolabı, içinde hayvanların ilaç ve aşılarının bulunduğu buz dolabı, küçük bir çalışma masası ve sandalye vardı. Odanın köşesinde, günlük işlerinden sonra temizleneceği küçük bir banyo da bulunuyordu. Dönemsel yoğunlukları dikkate alarak her şeyin düzenli olduğu bir alan oluşturulmuştu. Gözlüklerini çıkarıp rastgele masanın üzerine koydu, ardından kıyafet dolabındaki gömleği ve tulumu kanepenin üzerine yerleştirdi. Üzerindeki elbiseleri hızla çıkartıp, yeni kıyafetleri —gömlek ve tulumu— giydi. Uzun çizmelerini de ayaklarına geçirdi. Dağınık kızıl saçlarını tepesinde sıkıca toplamıştı. Maskesini taktı, ama ağzını ve burnunu kapatmadan, sadece çenesinin altına doğru çekti. Buzdolabından kullanacağı aşıyı alıp, sağlık çantasının içine dikkatle yerleştirdi. Çantayı aldı ve ahıra doğru adım atmaya başladı. *** Hümeyra, veterinerlik fakültesinde okurken, sevdiği bir hocasının tavsiyesiyle stajyer veteriner olarak burada çalışmaya başlamıştı. O zamanlar henüz diploması yoktu ama o, bir Yörük kızıydı. Çocukluğu ve genç kızlık dönemi, hayvanların peşinden koşarak, onlarla iç içe geçmişti. Hatta sırf bu yüzden liseyi açıktan okumuştu. Kendi gibi veteriner olan babasının yanında ineklerin ve koyunların doğumuna yardım ederken, ilk doğumu ise sadece on dört yaşında, tek başına gerçekleştirmişti; çünkü babası başka bir doğuma gitmişti. Ertuğrul bey, Hümeyra’nın hayvanları sakinleştiren bir yeteneği olduğunu söylerdi. Bunu özellikle hırçın atlar üzerinde test etmişti. Belki de deli cesareti, belki de hayvanlara dokunduğunda verdiği enerji onları sakinleştiriyordu. Kediler, köpekler, inekler, atlar… Ne olursa olsun, dokunduğu ve okşadığı her hayvan hemen uysallaşıyordu. Hümeyra, bir yıl önce babasını, Ertuğrul Çelik’i kaybetmişti. Onlar, baba ve kızdan oluşan bir aileydi. Annesi, yaylada doğum yaptıktan bir hafta sonra onu babaannesine bırakıp, “Bazı ihtiyaçlar için şehre inmem gerekiyor,” diyerek gitmiş ve bir daha dönmemişti. Ertuğrul bey ise Hümeyra doğmadan birkaç gün önce, komşu köydeki ani hayvan ölümlerinin nedenini araştırmak için gitmiş, fakat durumun ciddiyetini görünce geri dönememişti. Döndüğünde ise, güzel kızı on günlük olmuştu. O günden sonra, ölene kadar bir daha birbirlerinden hiç ayrılmadılar. Fakülteye başladığında, Ertuğrul Bey yeni hastalanmıştı. Dördüncü sınıfta ise durumu ağırlaşmış, bu yüzden iki yıl boyunca okulunu durdurmak zorunda kalmıştı. O iki yıl boyunca Hümeyra, ona baktı. Babasının ölümünden sonra, ona verdiği sözü yerine getirmek için fakülteye yeniden başladı ve birincilikle mezun oldu. Ertuğrul Bey’in hastalığı ve tedavi süreci, Hümeyra için oldukça zor bir dönemdi. Gün geçtikçe artan masraflar onu çok zorlamıştı. Birikimleri tükenmişti ve paraya ihtiyacı olduğu bir dönemde Sadettin Birkin’in çiftliğinde işe başlamıştı. Tecrübesi ve cesareti sayesinde, bugün burada tam anlamıyla bir veteriner olarak görev yapıyordu. Maaşı da gayet iyiydi. Geçmişte yaşadıklarını düşündü ve gökyüzüne bakarak derin bir nefes aldı. “Baba, her şey yolunda,” diye fısıldadı. Ahırın kapısının gıcırtısıyla birlikte Hümeyra içeri adımını attı. İçerinin sıcak ve nemli havası yüzüne çarptı, saman ve tezek kokusu burnuna doldu. Havanın bu yoğun, ama tanıdık kokusu, ona yıllardır içinde büyüdüğü ortamı hatırlatıyordu. Seyislerin, yorgun ama alışkın elleriyle atların tüylerini özenle tımar ettiğini gördü. Atlar, sabah sabah bu ilgiye alışmış bir şekilde tımarlayanların ellerinde rahatlıyorlardı. Bazı seyisler, Hümeyra’nın girdiğini fark edip başlarını kaldırarak selamladılar. Hümeyra da onlara hafifçe başını sallayarak karşılık verdi, kısa bir “Günaydın” diyerek, hal hatır sorma işini sonraya erteleyip, asıl işi için hızla ilerledi. Bu ahırın en kıymetlisi, Beyaz İnci’nin bölümüne doğru yöneldi. Safkan İngiliz atı, sabah rutini gereği, bu saatte pek hareket etmiyor, gözlerini hafifçe kısarak sakin bir şekilde önüne konan samanı yiyordu. Tıpkı adı gibi bembeyazdı at. 170 cm boyunda 500 kilo ağırlığındaydı. Hümeyra, bu özel atla yıllarını geçirmişti. Aralarındaki bağ sadece bir profesyonellikten ibaret değildi; Beyaz İnci, ona hep bir arkadaş olmuştu. Saadettin Birkin’in, atın şampiyonlukları sayesinde büyük bir servet elde etmiş olmasına rağmen, Hümeyra’nın atla olan ilişkisi, tüm bu maddi çıkarların çok ötesindeydi. At, onun yaklaşacağını sezmiş gibi başını kaldırıp bakışlarını Hümeyra’ya çevirdi. Gözleri, o beyazın içindeki derinliği ve anlamı taşıyor gibiydi. Hümeyra, atın yanında birkaç adım daha atarak durdu, gözlerini üzerine odakladı. Önce hafifçe başını okşadı, sonra uzun yelesine doğru parmaklarını gezdirdi. Beyaz İnci’nin yelesi, pırıl pırıl ve ipek gibiydi; doğanın ona sunduğu zarafet bir başka hissediliyordu. “Beyaz İnci,” dedi hafifçe, sesi biraz daha yumuşaklaştı. “Nasılsın benim güzel kısrağım. Bugün aşı günümüz seni korusun şifa olsun.” Çantasını saman balyalarının üzerine koydu, malzemeleri dikkatlice çıkarmaya başladı. Veteriner olmasının verdiği deneyimle, her adımda aşırı dikkatliydi. Çantadan çıkardığı eldivenleri eline geçirdi. Beyaz İnci’nin sakinliğinden yararlanarak, atın genel sağlık durumunu kontrol etmeye başladı. Boynundaki kaslar, sırtındaki derin hatlar, bacaklarındaki ince kaslar her şeyin yolunda olduğunu gösteriyordu. Bu at, yıllardır şampiyonluklarla adını duyurmuştu, ama Hümeyra için her zaman öncelik, sağlıklı olmasıydı. Plastik eldivenleri yenisiyle değiştirdikten sonra çantanın içinden aşı şişesini çıkartıp, titiz bir şekilde açtı. Beyaz İnci, beklediği gibi, hiç irkilmeden elinden gelen işlemleri kabul ediyordu. Birkaç saniye sonra, atın vücudu aşıyı kabul ederken, Hümeyra bir yandan da onun yaşamsal fonksiyonlarını kontrol etti. Nabzı normal, solunumu düzenliydi. Sağlık durumu mükemmeldi. Evet her şey kusursuzca ilerlemiş aşı işlemi sona ermişti. İşini bitirirken, Beyaz İnci’ye son bir kez daha sevgiyle dokundu, yavaşça arkasına dönüp, her zamanki gibi atı geride bırakıp çıkarken, aklında tekbir şey vardı. Her ne kadar Saadettin Birkin’i hiç sevmesede, bu atla olan bağı her şeyin ötesindeydi. Beyaz İnci, sadece bir at değildi; bir yaşam arkadaşıydı… … Yaklaşık iki saat boyunca ahırda çalışanlarla birlikte hayvanlarla ilgilendi, seyislere hamile olan diğer kısraklar için bazı vitaminleri nasıl vermeleri gerektiğini özenle tek tek anlattı. Hümeyra yeniden odasına geldiğinde kapısını kitledi banyoda çabucak bir duş aldı. Gelirken giydiği kot pantolonunu ve beyaz gömleğini giydi ve oradan ayrıldı. *** Akşam üzeri markettin meyve reyonunda ekşi yeşil eriği elleriyle iyice silip ağzına attı. Ağızları sulandıran bir kütürdetmeyle yerken beğendiği erikten şeffaf poşette dolduruyordu. Tam o sırda Saadettin Birkin’in çiftliğinde seyis olan Şükrü genç kızı aradı. Hümeyra ağzındaki çekirdeği hızla çıkardı, ağzında kalanları yutup cevap verdi. “Alo.” Arayan adamın sesi oldukça telaşlıydı. “Meyra kızım, bir an önce çiftliğe gelsen iyi olacak Beyaz İnci’ de bir sıkıntı var.” “Nasıl bir sıkıntı var ne oldu?” diye korku içinde sordu Hümeyra. “Bilmiyorum ama ağzından köpükler geliyor galiba zehirlenmiş.” “Şükrü Abi sen ne dediğini biliyor musun?” “Meyra kızım koş gel artık ne yapacaksan!” diyen seyis atın halini gördükçe durumun çok ciddi olduğunun farkındaydı. Telefonu kapattıktan sonra iki elini başının arasına alıp atın başına çöktü. Kara Sado kimseyi yaşatmazdı artık. Katıldığı yarışların çoğunda birincilik kazanan at çok özel bir attı. Adama kazandırdığı paranın hattı hesabı yoktu. Hümeyra marketten koşarak çıktı. Çok telaşlanmıştı. Beyaz İnci’ye bir şey olursa; bu hiç iyi olmazdı. El attığı taksilerin hepsi anlaşmış gibi durmuyordu. Hümeyra panikle bekledikçe hiç bir taksi durmadı. 15 dk geçmiş anca taksiye binmişti. Taksiciye gideceği yeri söyleyecekken bir mesaj geldi. Beyaz inciyle ilgili olabileceğini düşündüğünden hemen baktı . Akif’tendi mesaj. Önce anlamadı. Anladığında ise beti benzi atmıştı. … O sıralarda çiftlik … Beyaz İnci, gözlerini açmış, ağzından saçılan köpükler yanağından aşağıya doğru süzülüyordu. Seyis Şükrü dizlerinin üstüne çöküp atın ipek gibi yelesini sevmeden önce, kalbi bir anda yerinden fırlayacak gibi oldu. Daha bu sabah özenle tımar ettiği, gayet sağlıklı olan atın bedenini şimdi soğuk terle ıslanmıştı. Onu sevgiyle okşadı, ama bu sefer neşesi yoktu. Bir kaç saat önce sapa sağlam olan at şimdi can çekişiyordu. Ahıra gelen adamları fark ettiğinde başını attan kaldırıp gelenlere baktı. Çiftliğin sahibi Kara Sado ceketini omzuna atmış elinde tespihi, sakallı yüzünde öldürücü bakışlarıyla onlara doğru geliyordu. Yanında baştan aşağı siyah giyimli dört adamıyla birlikte... Atın başındaki seyis Şükrü’nün gözleri, bir yanda korkudan titrerken diğer yanda, Beyaz İnci’nin ağzından köpükler saçtığını görmek, içini daha da karartıyordu. Yanına iyice yaklaşan Kara Sado’nun sesi, ahırın duvarlarına çarparak yankılandı. O ürkütücü ve otoriter sesiyle kükreyerek , “Ne oldu?” diye sordu. O en çok kazandıran, en değerli atı, gözlerinin önünde acı içinde can çekişiyordu. Kara Sado’nun atı, her yarışta ona büyük paralar kazandırmış, ona servet yaratmıştı. Bu atı almak için kimleri gözden çıkartmıştı? Kimleri feda etmişti? Herkesin bildiği, ama kimsenin sesini çıkaramadığı bir sırdı. Beyaz İnci’nin ölümü, sadece bir kayıp değil, aynı zamanda Kara Sado’nun egosunun ve dünyasında sahip olduğu gücün yıpranmasıydı. Sinirden yüzü kararmış, gözleri irileşmişti. Atın can çekişen halini gördükçe, öfke damarlarında kaynamaya başladı. Her an daha da fazla bağırarak, “Konuşsanıza lan! Dilinizi mi yuttunuz?” diye haykırdı. Sesinin hiddeti, her kelimeyle birlikte ahırın taş duvarlarında yankılandı. Seyis Şükrü, korkudan bembeyaz olmuş, dudakları titreyerek yere bakıyordu. Beyaz İnci’nin etrafındaki sessizlik, her bir saniye sanki ağır bir yüke dönüşüyordu. Şükrü’nün boğazı düğümlenmişti, kelimeler boğazında sıkışmış gibiydi ama bir şekilde, korkuyla titreyerek, “Beyim, gayet iyiydi atınız,” diye başladı. “Sabah Meyra Hanım aşı yaptıktan sonra kötüleşti. Ağzından köpükler gelmeye başladı.” Şükrü’nün söylediği her kelime, her şeyin daha da kötüye gitmesine neden oluyordu. Kara Sado, öfkesini bastırmakta zorlanarak, gözlerini dehşet içinde de olsa atından alamıyordu. “NERDE O KIZ?” diye yeniden kükredi Kara Sado. “Aradım beyim, yoldadır,” dedi seyis Şükrü. Kara Sado’nun bakışları seyisle ve Beyaz İnci’nin arasında gidip geliyordu. Avucunu açıp yanındaki adama uzattı. Adamı onun ne demek istediğini hemen anlamıştı. Hemen belinden silahını çıkartıp patronunun eline koydu. Kulakları sağır eden tek el silah sesi ahırda yankılandı. Seyis üzerindeki kanı görünce ilk vurulduğunu düşündü. Kulağındaki çınlama o kadar pisti ki. Yaralanıp yararlanmadığını anlamasına engel oluyordu. Bakışları korkuyla ata dönünce onun öldüğünü anladı. Kara Sado en kıymetli atını gözünü kırpmadan başından vurmuştu. Zayıf bir adam olsaydı oracıkta bayılırdı. “O kahpeyi bana getirin!” diye emretti adamlarına. “Kim tuttu onu? Benim kıymetlimi kaç liraya sattı? Lan orospu! Gel sen hele gel.. seni lime lime doğramazsam..” diye öfkeyle söyleniyordu. Arif olanları uzaktan izliyordu. Meyra’nın böyle bir şey yapmayacağına emindi. Kendi halinde işinde gücünde bir kız neden belaya bulaşmak istesin ki. Mahvedeceklerdi kızı , bu Kara Sado canına okurdu. Kesinlikle yaşatmazdı. Meyra henüz gelmemişti ‘şükürler olsun’ diye mırıldandı. Sonra da Meyra’ya tek bir mesaj attı. “Gelme!” *** *** Mesajı okuyan Hümeyra, bembeyaz olmuş halde takside oturuyordu. Taksici “ Nereye gideceksiniz hanımefendi?” diye sordu. Hakikaten nereye gidecekti...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD