| 2 | SESLER VE NEFESLER

2178 Words
🐶 Yerde, dizlerimizin üzerinize çökmüş halde yemeklere bakıyorduk. Arkamda iki tane ölü muhafız olması önemli değildi. Önemli olan şu an onunla iletişim kurabilmemdi. “Zehir olduğunu nereden anladın?” Diye sordum çatık kaşlarla etlere bakarken. Az önce beni ölmekten kurtarmıştı. Kollarını göğsünde birleştirdi. “Tadı.” “Zehirsiz hiçbir şey yok muydu?” Patatese doğru uzanırken bileğimi sıkıca kavradı ve üzerime eğildi. “Hayır.” Pekala… İyi anlaşıyoruz. Açlıktan ölmek üzere olmam çok da önemli değil. Coren çatık kaşlarla ve sanki yemeğe ben zehir katmışım gibi öfkeyle bana bakarken sinirden damarlarım büzüşmeye başladı. Açlıktan ölmek ya da bu kuduz köpek tarafından öldürülmek gibi süper seçeneklerim vardı. Neyse, sakin kalmalıyım. “Lord Coren.” Dedim şeytani sırıtışımla ona bakarak. Trip atar gibi bakıyordu. “Ben harika yemek yaparım!” Onu yerde bırakıp mutfağa girdim ve zehir konusunu açmadan, kendim yemek yapmak istediğimi söyledim. Baş aşçı bana elindeki sebzeleri getirdiğinde havuç, patates ve soğanım vardı. Hepsini karıştırırsam yemek olurdu işte. “Lord Lucen ile iletişime geçtim.” Dedi yüzü kireç gibi olan ve ölmeyen muhafız. “Yakında burada olacak.” “Teşekkürler.” Ve git başımdan. İlk başta olacağını sandım ama bok gibi oldu. Bulamaç gibi bir şey olduğu için kendime küserek Coren’ın yanına gittim. Onu bıraktığım yerdeydi ama…Elinde çatal vardı. Camın önünde dikilmiş bekliyordu. “Yemek çok kötü oldu.” Dedim asık suratla. “Yine de yemek ister-“ Sözümü kesen şey, camın önüne konan bir kuşu gözüne kestirip; gözümün algılayamadığı bir hızla çatalı ona saplaması oldu. Şok içinde ona bakarken ucunda mefta olmuş kuş duran çatalı bana uzatıp “Yemek.” Dedi. Ve hayatım burada karardı. Benden onu pişirmemi istediği için kuşu olduğu gibi tavanın üzerine attım. Tüylerini yolmamın bir önemi yoktu herhalde. Pişirmeden de yiyecek gibiydi zaten. Ben kuşu yiyemeyeceğim için kolları sıvadım ve patatesi tavada kavurmaya karar verdim. Tam o anda sarayın içinde yükselen ayak sesleri ve Lord Lucen’ın bağırtıları yüzünden deliye dönecektim. “BAYAN IRENA!” Mutfağa daldı ve ellerini iki yanına açarak nefes nefese bana baktı. “Kimi öldürdü? Kaçtı mı? NE YAPTI O PİÇ!” Elimi dudağıma götürdüm ve gözlerim pörtleyene, hatta o susana kadar “ŞŞŞHHH!” Diye tısladım. “Bağırmadan konuş çünkü karnı çok aç ve inanılmaz huysuz bir halde.” “Kusura bakmayın.” “Çok hızlı geldiniz.” “Herkesin öldüğünü düşündüğüm için panikledim.” “Sadece iki muhafızı öldürdü.” Oh çekti ve gülümsedi. “Bu anlaşılabilir.” Tavadan çıkan cızırtılar yüzünden yüzümü buruşturup kuşa bakmaya gittim ama hayvancağız küle dönmüştü. Sıçtım…Coren bu sefer beni yiyebilirdi. “Yemeğin yandı.” Dedim söylenerek. “Bu da ne böyle?” Dedi Lucen tiksinerek yanık kuşa baktı. “Büyü mü yapıyorsunuz?” “Bu akşam yemeğimizdi.” Ağlamak istiyorum. “Lord Coren benim için yakaladı.” “Çok leziz görünüyor.” Dedi sırıtarak. “İyi anlaşmanıza sevindim Bayan Irena. Lord Coren sosyeteye çıkabilecek yani. Öyle mi?” “Yuh…Ufak atın Bay Lucen.” “İnsan hayal edemeden yaşayamıyor işte.” “Buradaki tüm yemeklere zehir katılmıştı.” Ona döndüm ve ellerimi belime koyarak pis bakışlarımı attım. “Bizi öldürmeye çalıştılar.” “Oh…” Tatlı bir gülümsemeyle ensesini kaşıdı. “Çok sık yaşanıyor bu.” NEEE?! “Genelde onu öldürmeye mi çalışıyorlar?” Başını salladı. “PEKİ YA BEN?” “Ölmediniz işte.” Omuz silkti ve tavada kuma dönen kuşu gösterdi. “Hatta durumu çok iyi idare etmişsiniz. Sizin için özel malzemeler temin edeceğim.” Tahta kaşıkla kuşu dürttüm. “Belki yiyebiliriz.” “Onun yenmeyeceğini anlaman için tadına bakmana gerek yok!” Tavayı aldı ve benden uzağa çekti. “Size yemek kitabı da göndereceğim.” Hüzünle çöp olan yemeklerimize bakarken mutfağın kapısı korkunç bir gürültüyle açıldı. Coren dehşet saçan hızlı soluklar alıyordu ve canavar modunu aktifleştirmişti. Kapının duvarla temas eden kısmı parçalandığı gibi duvar da içine çökmüştü. Siktirler olsun. “YEMEK.” Dedi gözlerinden zehirler saçarak. “VERİN!” Pekala! Tek şansım korkunç çorbamdan kalanlar ve bu yanık kuştu. İkisini de tabağa koyduktan sonra Coren’a uzatacaktım ama kendisi yanıma gelerek tezgahtaki tabakla ve can çekişen yemeğimle bakıştı. Tek bir hamleyle elini çorba demeye bin şahit olan katı kıvamdaki bulamaça soktu ve onu doğruca ağzına attı. O şeyi. Yedi. Lucen’la birbirimize dehşet içinde baktık. O kusmamak için direnirken ben tatlı tatlı Coren’a eğildim. “Sevdin mi?” Başını bir kere salladığında içimde kelebekler uçuştu. Şuanki sakin haliyle çok yakışıklı bir adama benziyordu. Ve yüzü korkunç derecede güzeldi. O mükemmeldi. Korkunç davranışları olmasa, ya da şöyle diyeyim; insan olsa, herkesin hayranlıkla bakacağı bir adam olurdu. “Biraz daha.” Dedi ve elini bana uzattı. SEN YETER Kİ İSTE! “Coren, yemekten zehir çıktığını duydum. Ne tür bir zehirdi?” Diye sordu Lucen. Coren benim iğrenç yemeğimi yerken “Nivera otu Ery asidi.” Dedi. Ha… “Zehirleri de mi biliyor?” Diye sordum şaşkınlıkla. “Tabii ki. Üçüncü birlik askerleri zehirleri ayırt etmek ve buna direnç göstermek üzerine geliştirildiler. Hepsini tanıyabilir. Ayrıca insanüstü yeteneklerinin yanında bazılarında büyü güçleri de ortaya çıkıyor diye biliyorum.” Ne dedi bu? Büyü mü dedi? Büyü gücü genelde iyi şeyler yapmak üzerine insanlara bahşedilirdi. Tanrıdan gelen bir hediye olduğu gibi, bunu tapınak rahipleri de belirli kişilere uygulayarak o kişiye güç aşılayabilirdi. Böyle bir durumda tapınağın tarafsız olması lazımken askerlere büyü aşılamış olması… Yüzümü ekşittim ve önüme döndüm. “Devamını anlatma.” Lucen olgunlukla gülümsedi. “Üçüncü birlikteki hiçbir asker başarısız olmadı. Ama hepsinin yanında Coren en güçlüsüydü. Bu adam ve bu adamlar, birisini hiç var olmamış gibi kolayca ortadan kaybedebilirler.” Ne kadar da huzur verici bir ortam değil mi? Tencereyi vahşice midesine deviren Coren’ı izlerken ürperdim. Beni öldürmenin yüzlerce yolunu bildiği gibi beni hiç var olmamış gibi yok edebilirdi. “Her şey harika.” Dedim ve zorlukla gülümsedim. Açlıktan kazınan midem yüzünden Coren’ın yanına gittim ve ben de iştahla yediği şeyin tadına bakmak istedim. Lucen ile beraber bir kaşık ağzımıza attık ama o yere yığılıp öğürürken ben ağzımdakileri tükürüp büyük bir bardak su içtim. Sonra ikisini de mutfakta bırakıp odama kaçtım. Artık biraz dinlenmem gerekiyordu. Odam Kraliçenin odasından farksızdı. Devasa, lüks ve YUMUŞACIK BİR YATAK. Her şey hayal edemeyeceğim kadar güzelken duş alıp pijamalarımı giyindim ve kendimi yatağa attım. Karnım mideme yapışsa da, açlıktan başım dönse de ölmemiştim ve yatağım rahattı. Bugün sadece buna odaklanmaya karar verdim. Lucen yarın altınlarımı getirecekti. Belki on kraliyet altını beni yarın için güdülerdi. Coren’ı mutfakta bıraktıktan sonra bir daha yanına uğramamıştım. Zaten saat de geç olduğu için muhtemelen yatmaya gitmişti. “Yumuşacık…” Dedim ve heyecanla yatağa birkaç kere vurup üzerinde tepindikten sonra kendimi yorgana sardım. “Karnım aç olsa da iyi bir uyku için değerdi. Heheheh.” Kıpırdanıp rahat bir pozisyon seçmeye çalışırken odanın içinde resmen karanlık bir enerji hissettim. Yeni kapattığım gözlerim kocaman açıldı ve birden arkamı döndüm. COREN! Yatağımın dibinde dikilmişti. Kaşları çatık ve korkunç öfkeli duruyordu. Dişlerini öyle çok sıkıyordu ki çenesindeki kasları titriyordu. “Lord Coren?” Yumruklarını sıktı ve bir adım atarak üzerime geldi. Ulan uyku da haram! Canıma tak edince boynumdaki düdüğü kaldırdım ve ona gösterdim. Gördüğü gibi irkildi ve alt dudağını dişleyerek bir adım geri gitti. Düdük kozunu her ne kadar kullanmak istemesem de arada bir sopa niyetine çıkartmam gerekecekti sanırım. “Ne oldu?” Diye sordum. Asık suratıyla bana bakarken yenilmiş bir köpekçiğe benziyordu. Çok tatlı. Kahretsin ki beni öldürmeye çalışmadığı zamanlarda çok tatlı görünüyor. “Gürültülü.” Dedi olduğu yerde zor durarak. Yemin ederim düdük olmasa boğazımı çoktan kopartmıştı. “Ne gürültülü?” EVDE ÇIT ÇIKMIYORDU. “Nefesin. Adım sesin. Mırıltın.” Söylerken bile cinnet geçirecek gibiydi ama sorun bambaşkaydı. “Kusura bakma, daha dikkatli olacağım.” Dedim ama Coren’ın odası ve benimki… Köşkün iki uç kısmındaydı. Yani ondan o kadar uzaktım ki bunu duyması…İMKANSIZDI BE! “Nefes sesimi kendi odandan mı duydun?” Bana aptalmışım gibi bir bıkkınlıkla bakarak başını salladı. “Evet. Rahatsız edicisin.” Çok da açık sözlü. Tıpkı Lord Lucen’ın söylediği gibi; bedenindeki her şey insanüstüydü ve tüm duyuları çok hassastı. Yani asla uyumayacaktı. “Sanırım uykun yok.” Dedim ama yüzüne bakarken bile ne kadar uyanık olduğunu görüyordum. Başını salladı. “Biraz sohbet edelim mi?” Kaderime trip atarak yatakta doğruldum ve ona camın önündeki masayı gösterdim. “Gel, çay içelim.” Onu sandalyesine oturttuktan sonra karşısına geçtim ve önceden demlediğim çayın olduğu küçük demliği elime aldım. Dimdik oturuyordu. Parçalanmış gömleği yüzünden çıplak göğsü karşımdaydı ve o kaslar…O omurga yapısı… Az önce üşüyordum ama biraz bunalmaya başlamıştım sanki. TANRI AŞKINA IRENA KARŞINDAKİ KİŞİ İNSAN DEĞİL! KÖPEKTEN FARKI YOK! “Çay soğuk.” Diye homurdandım ama mutfağa da gidemezdim. “Şimdi göreceklerin seni şaşırtmasın.” Sanki bir toplantıdaymışız gibi ciddiyetle, dik dik beni izliyordu. Manama eriştim ve içimden akıttığım büyüyle demlikteki çayı kaynattım. Şaşkınlıkla açılan gözlerini ellerimden ayırmadı. “Savaşçı rahibe?” Diye sordu merakla. Ha…Gelelim şu konuya. Özel güç bahşedilen her kişi tapınağa giderek bu durumu bildirmek zorundadır. Bu şekilde rahipahibe olarak görevlendirilirsin ve kendini tanrıya adayarak belirli rütbeler alırsın. Benim durumumdaki birisi hem iyileştirme hem de küçük alev güçleri sayesinde doğruca savaş meydanlarına gönderilerek savaşçı rahibe konumunu alırdı ama ben güçlerimi öğrendiğimde tapınağa bile gitmemiştim. Yani kaçaktım. Cezası ölümdü. Ne kadar da cesurum değil mi? Ya da pervasız. “Hayır. Bu aramızda sır olarak kalırsa sevinirim çünkü henüz ölmek istemiyorum.” Çayını ona uzatırken zaten gidip de bunu kimseye söylemeyeceğini biliyordum ama yine de bu tarz bir sohbetin aramızı ısıtacağını düşündüm. Bardağı kaldırdığı gibi hepsini ağzına döktüğünü görünce panikle ayağa kalktım. “DURSANA!” Yüzü kıpkırmızı oldu ve ağzını kapatamadan öylece kaldı. “KAYNATMIŞTIM ONU!” “SICAK!” Dedi bağırarak ve resmen yanmaya başladı. “Kımıldama.” Ellerimi kaldırdım ve ona doğrultup sıcaktan yanan yerlerini hızlıca iyileştirdim. “Onu yavaş yavaş içeceksin.” Yeni bir bardak daha koyarken ona HER ŞEYİ baştan öğretmem gerektiğini de anlıyordum. Çünkü bunu bile düşünememişti. “Tadını alman gerekiyor.” Elini kaldırıp dağınık saçlarını arkaya atarken iç çekti. Çıplak göğsü ve kusursuz görüntüsüyle yine kıpır kıpır olmaya başlarken kendime hafif bir tokat attım ve iri gözlerle bana bakmasına neden oldum. “Mumu yakalım.” Dedim birden saçmalayarak ve parmağımı şıklatarak mumun alevini tutuşturdum. Yüzünü buruşturup elini kaldırdı ve ışıktan kaçınmaya çalıştı. Ah, siktir tabii ki şu an ışık görmek onu rahatsız edecekti. Delirmeden önce parmağımı ateşe bastırdım ve bizi tekrar karanlığa gömdüm. “Böyle daha mı iyi?” “Evet.” Bardağı kibarca dudağına götürürken sakin görünüyordu. Üçüncü birliğin vahşi canavarıyla, gecenin bir yarısı yatak odamda çay içiyorduk. “Benim dışımda başka sesler de duyuyor musun?” Diye sordum merakla. “Benim odamdaki pencerenin önünde iki yavru kuş az önce uyandı.” Dedi çayı dudağına götürürken. Sessiz bir yudum aldıktan sonra devam etti. “Ana girişteki muhafızlar yer değiştiriyor ve mutfakta iki fare koşuyor.” Bu, delice. “Nasıl?” “Eğitildim.” Bu ne kadar zalimce bir eğitimdi böyle? Coren bir canavar olabilirdi ama bundan önce neydi? Kimdi? Bu canavara evrilirken neler yaşamak zorunda bırakılmıştı? Birden içim şefkatle büzüldü ve onu tüm bunların içinden çekip almak istedim. Tüm bu sesleri duyabilseydim delirirdim. Nasıl uyuyabilirdi ki? Ben kendi iç mahkememde homurdanırken başını yana eğdi ve kaşlarını kaldırarak beni izlemeye başladı. Elimi kaldırıp kulaklarına uzatmak gibi bir hataya düştüğümde kaşlarını tekrar çattı ve dişlerini göstererek kırmızı gözleriyle hırlamaya başladı. Salak kafam. Bu adama dokunmamam gerektiğini ne zaman öğrenecektim? Hemen ellerimi geri çektim ve gülümsedim. Onun dikkatini dağıtıp konuşturursam belki de bu sesleri duymazdı. “Normalde neler yaparsın?” “Eğitim.” Sıkıcı ve üzücü. “Başka?” “Uyku.” Sanki uyuyabiliyormuş gibi. “Başka?” “Yemek.” Tanrılar aşkına! Gece boyu kıçımdan sorular türettim ve her seferinde tek kelimelik cevaplar verdi. Her zerresine kadar uyanık olduğu gibi tüm hareketlerimi izlediği için pek bir şey de yapamıyordum. Saatler sonra, sabahın ışıkları odayı aydınlattığında göz çukurlarım yüzünden kör olmuş halde tavana bakıyordum. Onu bir süre sonra odasına göndermeyi başarmıştım ama nefes sesimi duyduğunu söyledikten sonra nasıl uyuyabilirdim? Nefesimi tutmaya çalışmaktan ve endişeden dolayı zerre uyuyamadım. “Çok uykum var!” Dedim ve yatağa vurdum. “Kahretsin. KAHRETSİN!” Zehirlenerek ölmek bitti, şimdi de uykumda nefes aldığım için ölme korkusu başladı! Bağırdığımı fark ettiğim an elimle ağzımı kapattım ve nefesimi tuttum. Eğer uyuduysa ve ben onu bu şekilde uyandırdıysam… Düdük yerinde miydi? Güzel. Sessizce yataktan kalktım ve bir ruh gibi hareket etmeye başladım. Terliklerimi ayağıma geçirdikten sonra onu uyandırmadan kahvaltı yapmayı planlıyordum ama bahçeden gelen seslerle kanım dondu. “Ooo, burası kimin acaba?” “Amma büyük yermiş!” “Bahçeye bak bee!” Cama yapıştım ve ellerindeki mutfak malzemelerini köşke taşıyan iki adam gördüm. KİMSE ONLARA SESSİZ OLMALARI GEREKTİĞİNİ SÖYLEMEMİŞ MİYDİ?! GEBERMEK Mİ İSTİYORSUNUZ! Coren çoktan uyanmış ve saldırı moduna geçmiş olmalıydı. Siktir! SİKTİR! İki adamı da paramparça edecekti! “Acaba eleman arıyorlar mıdır?” “Hahaha! Ben de gelirim!” Cama yapışan parmaklarımla adamlara bakarken donup kalmıştım. Her yerden fırlama ihtimali olan Coren’ı bekliyordum. “Şu sesi sen de duydun mu?” Diye sordu adam. İkisi de yürümeyi bıraktı ve birbirlerine baktılar. “Bir hayvan hırlıyor gibi…” Coren cama çıkmış ve ağaç dallarının arasına girerek adamların tam tepesinde durmuştu. NE YAPACAĞIM?! Resmen kükredi ve kendini dallardan aşağı fırlatıp adamların üzerine atladı. “LORD COREEEN!” Diye bas bas bağırdım ve tıpkı Coren gibi camdan aşağı atladım. Bu adam deli olabilirdi ama benim de ondan farkım yoktu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD