Kapı sert bir şekilde yumruklanmaya devam etti. Kimin geldiğini bilmediğim için iyice stres olsam da bunu Coren'a belli etmemeye çalıştım.
“Beraber bakalım.” Dedim kolunu tutarak. Çok sert nefes alıyordu ve iyi durumda değildi. Her an kontrolü kaybedecek gibiydi. “Kapı çaldığı zaman ne yapıyorduk?”
Ölüm saçan gözleri kendini kontrol etmesi gereken bir savaşta gibiydi. “Kim olduğunu sesinden tanıyacağız ve istiyorsak içeri alacağız.”
“Harikasın.” Onunla beraber aşağı indiğimizde biraz daha sakindi ama hala savaş modundan çıkmamıştı.
Hayır yani gerçekten tehlikedeysek ne yapacaktım ki? Coren’ı üstlerine mi salacaktım?
Kusursuz görüntüsüne baktım ve anında bundan vazgeçtim. Onu bu hale getirdikten sonra asla canavara dönüştürmeyecektim. Yine de onu salmak harika bir kurtuluştu. Saniyeler içinde tehditi yok edebilirdi.
Of, hayır. Kendin halledeceksin Irena. Sen bu bokun püsürüğüsün.
“Geri bas.” Dedim ve elimi havaya kaldırdım. Gücüm her gün çalıştığım için kontrol edebildiğim bir düzeye gelmişti. Ufak bir alev topu çıkardıktan sonra omuzlarımı dikleştirdim. “Bunu ben halledeceğim.”
Seni, ne pahasına olursa olsun koruyacağım.
“Kimsiniz?” Diye sordum kapının ardına. Ve tanıdığım ses geldi.
“Benim Bayan Ravenhall.” Lucen gelmişti. Haber vermeden ve kapıyı döverek gelmesine neden olan şey neydi ki? Kapıyı açtığımda onu kan revan içinde gördüm ve kaşlarımı havaya kaldırdım. “Acil bir durum olduğu için habersiz geldim. İçeri gelebilir miyim?”
Bu sanırım benim tercihim değildi ama yine de Lucen’ı zor durumda bırakmak istemezdim. “Tabii.”
Lucen gülümseyerek kenara çekildiğinde arkasında duran kanlar içindeki sayısız muhafızı ve muhafızların zorlukla tuttuğu baygın adamı gördüm. Baygın, dev gibi adamı.
Bu kimdi ve neden buradaydı?
Kısık gözlerle onlara bakarken Coren bağırdı. “HAYIR!” Dönüp baktığımda kendini inanılmaz sıktığını gördüm. Boynundaki damarlar şişmişti. Neden gelmelerine karşı çıkıyordu?
“Lütfen Coren sadece bu seferlik?” Lucen yalvararak Coren’a baktı.
“HAYIR DEDİM!” Hırlamaya başladığında gözleri renk değiştirdi. Bu durum Lucen ve arkasındaki muhafızları da titretirken iş yine başa düştü. Lucen gerçekten zor durumdaydı. Coren'ın neden böyle davrandığını bilmiyordum ama onları içeri almaktan başka çarem yoktu.
“Coren.” Ona yaklaşıp göğsümü göğsüne yasladım ve sıkıca sarıldım. Tek elimle Lucen’a gelmesini işaret ettiğimde Coren hırlayarak Lucen’a eğildi ve vücudu titremeye başladı. “Bana bakar mısın?” Bakmayınca çenesini tutup kendime çevirdim. “Gözlerin bende olsun tamam mı? Sakinleş. Güvendeyiz.” Onlar içeri girerken Coren da sakinleşmeye başlamıştı. “İşte böyle. Harikasın.”
"Gelmesin." Dedi çatık kaşlarıyla bana bakarken. "İstemem."
"Önce Lucen'la konuşayım."
"Ooof!" İşte, tam da istediğim tepkiler gelmeye başladı. Neyse, en azından artık kendi fikirleri vardı!
-
“HA-YIR.” Coren bir kere daha bağırdı ve tanrı yardımcım olsun, ilk defa onu deli gibi haklı buldum.
Salondaki geniş koltuğa oturmuştum. Coren’da dizlerinin üzerine çökmüş, kollarını dizlerime koymuş ve başını da kollarına yaslamış halde oturuyordu. Elimi saçlarının arasında gezdirirken derin bir nefes alıp güzel yüzüne baktım.
“Ne olur!” Lucen karşımdaki koltukta şekilden şekilde girmeye devam ederken Coren bir kere daha hırladı.
“HAYIR!”
Saçlarını okşamaya devam ettim.
Lucen ya delirmişti, ya da başına darbe falan almış olmalıydı. Yüzümdeki ifade benim de delirmeme ramak kaldığını gösterir gibi sakindi. Hatta gülümsüyordum bile. Çok komikmiş gibi. Değil mi? Trajikomik DEĞİL Mİ!
“Yalvarırım ya…Irena durum gerçekten ciddi!"
Üçüncü birliğin bir askerine daha bakmamı teklif ederken aklından ne geçiyorsa, bunun için yalvarırken de aynısı geçiyor herhalde. Hem anlattığına göre Coren kadar mükemmel de değil. Kaba birisi ve sayısız insanı öldürmüş.
Tamam Coren da öldürdü ama. İkisi alakasız.
Ayrıca Coren istemiyorken bunu kabul edecek değildim.
Lucen yalvardığı sırada Coren’la göz göze geldik. Kaşlarını çatmıştı ve başını soldan sağa salladı. O adamı kesinlikle istemiyordu ve bu konuda acayip katıydı.
“Gerçekten son çarem olduğu için geldim.” Diye devam etti Lucen. “Eğer sen de bakmazsan onu öldürecekler.”
“Neee?” Dedim şok içinde. “Kendi yarattıkları şeyi bakamıyoruz diye mi öldürecekler?”
“Ne sandın ki? Bakacak kimse yok ve durdurulmaz bir canavar. Tabii ki öldürecekler. Ben onu yaşatmaya çalışıyorum.”
Eğer bunu kabul edersem bir askere daha bakmam gerekecekti. Ayrıca bu askerin öfke problemlerinin diğerlerinden çok daha yoğun olduğunu duymuştum. Uçan kuşa saldıran bir adamı evimde tutmak beni ne kadar daha nefes alır halde bırakırdı?
Ama reddedersem de benim yüzümden mi ölmüş olacaktı?
EEE? YANİ!
İçimdeki melek üzgün bir sesle mırıldandı. Ona yardım etmeliyiz. Bak Coren'a...Ne kadar iyi durumda.
Şeytan homurdandı. Gebermek istiyorsan git köşede geber. Daha altınlarımızı harcamadık!
Sikeyim. Merhametimi ve vicdanımı sikeyim bu başıma dert olacak.
“Anlattıkların işimi kolaylaştırmıyor Lucen.” Coren huysuzca homurdanınca saçlarındaki elimi hareket ettirmeye devam ettim. Lucen onun böyle uysal bir köpek gibi diz çöküp kucağıma yatmasına hala şok olsa da bana bakmayı başarabildi. "Bu riski neden alayım? Deli miyim? Askerleri yaratan ben değilim. Kim bu boku başlattıysa kendisi çözsün."
"Tabii hemen söylüyorum Krala." Dedi homurdanarak. “Sadece kısa süreliğine bakman lazım. Ben birini bulana kadar. Hem Coren yanındayken sana kimse zarar veremez.” Bu doğru. Peki ya Coren? Ya o kendini kaybederse? Ya ona zarar gelirse? “Onu sosyeteye hazırlamayacaksın. Sadece gözünün önünde tut yeter. Canlı kalsın. Birini bulduğum an onu alacağım.” Bakışları yerlerde sürünüyordu ve Coren da onun bu ısrarı yüzünden oflayıp pofluyordu.
Sessizlik uzayıp gitti.
Bu saçma bir riskti ve almak zorunda değildim. Hem ben işimi harika bir şekilde yerine getirmiş, Coren’ı enfes şekilde eğitmiştim. Ayrıca daha iki ayım vardı.
Getirdikleri bu adam Coren’dan bin beterdi. İflah olmaz bir manyaktı. Benim canımı tehlikeye atacağı gibi Coren’ı da çizgisinden çıkartacaktı.
Melek yine fısıldadı. Onu ölüme terk edemezsin. Sen böyle birisi değilsin!
Şeytan araya girdi. Onu bunu boş ver de şunu düşün. Sence Lucen bunu karşılıksız bırakır mı?
Şeytan çok cazip geldi. Blöf zamanı.
Coren’ın saçlarını okşarken mırıldandım. “Üzgünüm, bu riske değmez. Coren onu istemiyor ve ben de delirmedim.”
Coren benimle gurur duyan bir gülümsemeyle baktı. Sonra dönüp ters ters Lucen’a baktı.
“Kazancının iki katı.” Diyerek öne doğru eğildi Lucen. Bundan daha iyisini yapacağını biliyordum.
“İki katı için bu riske gireceğimi mi düşündün?”
“Ah hayır Irena…Alacağın toplam paranın iki katından bahsediyorum.”
Bu. HER ŞEYİ. DEĞİŞTİRİR.
Coren'ın üzerinden Lucen'a eğildiğimde kafası göğsüm ve dizim arasında sıkıştı. "KABUL."
Biz anlaşırken Coren yargılayıcı bir suratla bakıyordu.
Üzgünüm tatlım, altın altındır. Ve iki ay sonra ne yapacağım belli olmadığı için cebimi bolca doldurmalıyım.
--
Herkes gittiğinde Coren’la beraber o adamı koydukları odanın kapısının önüne geldik. Lucen onu uyuşturduklarını söylediği için içim rahattı. Bir süre baygın olacağı için en azından neye benzediğine bakıp çıksak yeterliydi.
"Bunu sevmedim." Derken huysuzluğunu üzerinden atmamıştı ama artık kabullenmişti. Lucen gidene kadar kırk kere onu almayalım diye yalvarsa da altın konusundaki net tavrımı görünce pes etmek zorunda kalmıştı.
"Sadece bir süreliğine bizimle kalacak." Güven vermek için elini tuttum. "Sonra gidecek ve yine ikimiz olacağız."
"Irena ve Coren." Dedi netleştirmek isteyerek.
Hemen onayladım. "Irena ve Coren." Bu çok tatlı. Keşke hep böyle kalsak.
Gerçek hayata dönme zamanı.
“Çok yaklaşma.” Dedi hemen arkamda duran Coren. Kaşları çatıktı ve acayip ciddiydi.
“Onu uyutmuşlar.” Diye açıkladım. “Yani sorun yok, endişelenme.”
Tam kapıyı açarken Coren “Hayır.” Dedi. Dönüp ona baktığımda bakışları arkamda bir noktaya sabitlenmişti ve bedeni gerilmişti. “Gayet uyanık.”
Kapının aralık olan kısmına döndüğümde bedeninden mavi büyü enerjisi yayılan askerin üzerime fırladığını gördüm ve nefesimi tuttum.
Hedefi, bendim.