| 4 |ZİYARET

2224 Words
“Sana isminle seslensem sorun olur mu?” Diye sordum birden. Genelde Lord Coren diyordum ama Coren demek daha rahat ve kendim gibi hissettiriyordu. “Olmaz.” Dedi sakince. Gerçekten çok iyi anlaşıyorduk biz bu köpekle. “Peki o zaman, Coren!” Dedim şirin şirin ama birden alt dudağını dişledi ve kaşlarını çattı. “Sorun olmaz demiştin!” Gözleri kırmızıya dönecek diye bekledim ama sonra tekrar sakinleşti. Dengesiz it! “Coren…” Dedi mırıltıyla. “Coren?” Dedim ben de. “Tekrar.” Dediğinde kaşları kalkmıştı. “Ha…Coren.” Tanrı aşkına ruh hali resmen, NEŞELİYDİ? “Tekrar.” “Coren.” “Daha fazla.” Dedi hevesle. “Tamam, Coren. Bunu sevdin mi?” Başını evet anlamında salladı. Sonra birden yataktan kayıp yere oturdu. Ne oldu be? Küstü mü? “Neden oraya oturdun?” “Yatak rahatsız.” Alışamamıştı rahata. “Pekala.” Ayaklarımı yataktan sarkıtarak ona baktım. Oturduğu yerden başını çevirip beni izlemeye geçmişti. “Eğer sevdiysen bundan sonra sürekli adınla sesleneceğim. Coren, Coren, Coren.” Bunu bir şarkı gibi mırıldansam da bakışları yumuşacık olmuştu. Neredeyse hisleri varmış gibi. “Tekrar.” Dedi ben durduğumda. Bunu ne kadar sürdürecektik? “Coren. Core-“ Tam o anda başını dizime koydu ve ben şoka girerek sustum. “Devam.” Dediğinde emirleri yerine getiren köpek ben oldum ve bacaklarımın üzerindeki başına bakarak ismini tekrarladım. İpek gibi siyah saçlarına ve sakin hareketlerine takılı kaldığımda başını kıpırdattı ve yüzünü bana çevirecek şekilde dizlerime koydu. “Tekrar.” Yüzümün altındaki tatlı yüzüne bakarak kıkırdadım. Saçları iki yanına düştüğü için onu tüm hatlarıyla görebiliyordum. Bakışları meraklı bir çocuk gibiydi ve tekrar etmemi gerçekten de istiyordu. “Tıpkı küçük bir köpek gibisin.” Dedim bu haline bakarken sonra ağzıma sıçayım dedim ve ellerimle dudaklarımı kapattım. Resmen adama köpek demiştim ve o bir lorddu. Oturduğu yerden kaykıldı ve çenesini dizlerime yaslayarak bana bakmaya başladı. Alınmış gibi durmuyordu ama bu ifadesi onun yüzünü tutup yanaklarını şapır şupur öpme isteğimi uyandırıyordu. “Tekrar.” Dedi kaşlarını kaldırarak. “Yine mi? Tamam. Coren-“ “Hayır.” Dedi ve uzanıp parmağını dudağımın yanına götürdü. “Tekrar.” Ah. O gülmemi istiyordu. “Gülmemi mi istiyorsun?” Dudağımı dürttü. “Gülmek.” Şimdi şöyle ki; durduk yere gülmek pek de kolay değildi. Dudaklarımı gerdim ve “Hahaha.” Diye gülmeyi denedim ama bana dehşete düşmüş bir şekilde baktı. “Durduk yere gülmek kolay değil.” Dedim homurdanarak. “Hem sosyeteye katılacaksan senin de gülmen gerekecek.” Onu hiç gülerken görmesem de gözümde canlanan bazı ifadeler vardı. Kusursuz takımının içinde, balo salonundaki bir kolona yaslanmış; tek elinde tuttuğu kadehiyle güzel bir kadına çapkın gülüşünü gönderirken- SİKEYİM. BU BENİ DELİRTİYOR. Yutkundum ve şimdilik bu görüntüleri birazcık erteledim. Onu kıskanmaya hakkım yok ve hayır, onu kıskanamam. O bir Lord. Soylu. Ve ben, hiçbir şeyim. Acaba bir gün gerçekten de bensiz yaşayabilecek hale gelecek miydi? Ona her şeyi öğrettikten sonra çekip gitmem gerektiğinde bunu nasıl yapacaktım? Derin bir nefes aldım ve bir haftada hayatım haline gelen adamı baktım. İlgiyle beni izlemesine alışmıştım. Her hareketimi taklit etmesi ve harika bir öğrenci olmasına da öyle. Ama bir haftada bile onu bırakacağım zamanı düşünerek içim daralırken, üç ay sonra el sallayıp gidebilecek miydim? Bana ihtiyacı olmadığı zaman… Evet. Coren’ın sadece şu anlık bana ihtiyacı vardı. Sonrasında ben onun için değersiz ve önemsiz kalacaktım. Ne de olsa kendisini arzulayan sayısız asil leydiyle muhatap olacakken dönüp de delinin tekini özleyecek hali yoktu. Elimi kaldırıp saçlarını okşadım ve gülümsedim. Umarım giderken de gülümseyebilirdim. 🐶 Ertesi gün, Lucen’ın geldiğini duyup kapıya doğru gelmiştim ki arkamda hissettiğim devasa şeyle adımlarım durdu. Coren kollarını bana dolayarak sırtımı göğsüne yapıştırdı ve aynı anda kapı açıldığında Lucen’la karşı karşıya geldik. NE YAPIYORSUN ULAN? NEDEN BENİ SARIP SARMALIYOR? Dudaklarından dökülen hırıltı ve titreyen bedeni onun yine delirdiğini gösterince iç çektim. “Lucen geldi, sakinleş.” Dedim bitmeyen bir azimle. Uçak kuş, rüzgar ve bazen gıcırdayan kapıya karşı bile beni savunmak için yanıma gelip savaş pozisyonu aldığı için Lucen’a olan tepkisi bir anda anlamlı geldi. “Derin nefes.” Diyerek elimi kaldırıp yanağına koydum. Bakışlarını Lucen’dan almak için onu iyice kendime çevirdim ve gözlerime bakmasını sağladım. “O düşman değil. Güvendeyiz.” Ve bir dakika sonra, Lucen’ın büyülenmiş bakışları eşliğinde Coren kendine geldi. “Gözlerime inanamıyorum!” Dedi elindeki kitabı heyecanla ısırarak. Elimi Coren’n göğsüne koyup gözlerimi devirdim. Sakinleşmişti ama normal öfkesiyle Lucen’a öldürecek gibi bakmaya devam ediyordu. “Önceden haber versene be. Kafanı kopartınca ne anlamı kalacak?” “Kapıdan girdiğimi çoktan anlamıştır o.” Dedi sırıtarak. “Coren’ı harika gördüm. Çok iyi iş çıkarmışsın Bayan Ravenhall. Bu kitabı sana getirdim.” Uzattığı devasa kitabı elime aldım. Kraliyet Ailesine Göre Görgü Kuralları. Kanım dondu çünkü bunu bana getirmediği kesindi. “Bu delilik.” “Halledersin sen!” Dedi kocaman gülümsemesiyle. “Haftaya Kraliçe Virelya sizi ziyarete gelecek. Coren’ı görmek konusunda oldukça ısrarlı.” Gözlerim pörtlemek üzereydi ve sinirden titremeye başladım. “Af buyur gülüm?” “Söylememiş miydim ya? Kesinlikle benim hatam.” Omuz silkti ve işaret parmağını havaya kaldırdı. “Bir haftada neler başarırsın sen!” Yumruklarımı sıkıp hırlamaya başladığımda Coren başını eğip bana döndü. “Derin nefes.” Bunun üzerine Lucen kahkaha attı. Ben Coren’ın tatlılığıyla dağılırken Lucen’ın sesiyle tekrar öfkeyle doldum. “Gel de kendin öğret bir haftada. Bunun ne demek olduğunu biliyor musun? YA KRALİÇEYE ZARAR VERİRSE!” “Düdüğün var ya.” Bu sefer adımımım hem gerçek bir öfke, hem de tehditle ileriye kaydı. “Kraliçenin arsız hobisi için Coren’ın canını yakmayacağım.” “Peki, peki.” Ellerini teslim olur gibi kaldırdı. “Onun sayısız muhafızı var. Halledeceğinize eminim. Biliyorsun ki ben sadece emirleri iletiyorum Irena. Benim fikrim değildi.” Doğruyu söylediğini biliyordum. Lucen da benim gibi bu boktan göreve atanmıştı ve soylu bir aileden gelmesine rağmen ortalıktaki boku toplamakla görevlendirilmişti. O yüzden kinimi içime yuttum. “Hem biliyorsun ki karşılığı da var…” Elindeki keseyi bana uzattı. “Yirmi altın.” Onu haftaya kadar kesinlikle bu görüşmeye hazırlayacaktım. “Oldu bil patron.” Dedim net bir sesle, altın kesesini elinden alırken. 🐶 Lucen gittiğinde Coren’ı karşıma alarak ciddi bir konuşma yapmaya başladım. Ona söylediğim şeyleri anlıyordu ve gerektiği zaman, götünün keyfi uygun görürse kullanıyordu. Benim görevim anlatmaktı. Karar onundu ama ben her koşulda onu koruyacaktım. “Kraliçenin yanında ne kadar gürültülü olsa da sakin kalmak zorundasın Coren. Öfkelenmek, saldırmak ve onu korkutmak yok. Yoksa canını tehlikeye atarsın. Tamam mı?” “Ben canımı hep tehlikeye atarım.” Ona gözlerimi belerttim. Götüm. “Kaç canın var senin?” “Bir.” “O zaman o bir canını korumak zorundasın. Anladın mı?” Cevap vermedi, sadece boş boş bakmakla yetindi. Huh… Sanırım bu bir haftanın sonunda ölmezsem, hayatta kalmaya devam edebilirdim. 🐶 Kraliçenin gelmesine bir gün kala, kahvaltıdan sonra kollarımı sıvadım ve kocaman köşke göz attım. “Pekala Coren. Şimdi çok önemli bir görevimiz var.” Tüm algısı açıldı ve dikkatini bana verdi. “Görev?” Tabii, bu onun dili olduğu için normaldi. “Çok önemli bir görev…” Kısık gözlerle pislik içindeki zemine baktım. “Temizlik.” Üstümüzü değiştirdik ve temizlik malzemelerini hazırladık. “Ben giriş katı, holü ve ana salonu alacağım. Sen de üst kattaki odaları yap. Oraları gezmeyecekleri için çok uğraşmana gerek olmayacak.” Asker arkadaşıymış gibi başını salladı ve bir eline kovayı, diğer eline paspası aldı. “Anlaşıldı!” Hızlıca üst kata çıktığında önümdeki alana baktım ve ilk defa köşkten ve büyüklüğünden nefret ettim. Normalde yemek ve temizlik için çalışan kişiler vardı ama kafamızda canlandırdığımız zaman bunun ne kadar ÖLÜMCÜL olduğunu kolayca düşünebilirdik. İlk gün, temizliğe gelen kadınlar işlerine başladıktan saniyeler sonra çığlıkları yükselmişti. Gittiğimde Coren hepsini deşmek üzereydi ve onu zorla sakinleştirip herkesi evden göndermiştim. Bunun aynısı aşçılar için de geçerliydi. Şimdi de her şey bize kalmıştı. Neyse ki yemekleri Coren yapıyordu da bana çok iş kalmıyordu. Yoksa bir boku beceremediğim bu yerde açlıktan geberirdik. Bir süre koridordu süpürdüm, sildim ve boş boş yere bakındım. Sonra aklıma gelen şeyle elimde ne var ne yoksa fırlatıp üst kata koştum. COREN TEMİZLİK YAPMAYI BİLİYOR MUYDU Kİ?! YA HER YERİN İÇİNE SIÇARSA? Üst kata vardığımda paniğim bana bir tokat attı. Etraf resmen ışıldıyordu ve parıldayan zeminden kör olmuştum. “Oh!” Gözümü kıstım ve halının altını çitileyen Coren’a baktım. O…Her işi mükemmel yapmak üzerine eğitilmişti çünkü burası ışıl ışıldı. “Dur.” Yanına çöktüm ve kolunu tuttum. “Sadece görünen yerleri yapsak yeterli.” Yeni bir göreve karşılık başını salladı. “Sadece gördüğümüz düşmanları yok edelim.” Dediğimde gözleri ışıldadı ve ayağa kalktı. “Şimdi benimle gel. Burası harika olmuş, sana aşağıda ihtiyacım var.” Ben pek becerememiştim çünkü. “Savaş gibi.” Dedi alnındaki teri silerken. “Evet. Mikroplarla savaşıyoruz!” Gözleri ışıldadığında yine o canavar görüntüsüne büründü ama bu sefer hırlamadı. Sadece tüm dikkatini verdi, gözleri o deli kırmızılığa büründü. “Yok et.” 🐶 “Karnını içeri çek ve sırtını dikleştir.” Ona söylediklerimi adım adım kendim de yaptım. “Omuzların biraz gerginmiş gibi kasılı dursun… Sonra omuzlarını yavaşça eğ ve zarif bir şekilde eğilerek elini göğsüne koy.” Coren beni taklit ettiğinde üzerindeki zarafet ve mükemmellikten resmen kör olacaktım. “Gözlerim!” Dedim ve ellerimle gözümü kapattım. “Tanrı aşkına ışıldıyorsun!” “Beğendin mi?” Diye sorduğunda sırıttım. “Hemen öğrendin.” “Beğendin mi?” Başını yana eğdi ve masum masum baktı. “Evet. Çok beğendim.” “Basit hareket.” Ben bunu kırkıncı denememde falan tam anlamıyla yapabilmiştim ama neyse… “Gel, bahçede yürüyelim.” Bunun güzel bir fikir olduğunu sanmam sadece on saniye falan sürdü. Çünkü bir her zaman köşkün içinde dururduk. Hiç…Dışarı çıkmazdık. Coren resmen delirdi. Her taraftan duyduğu seslerle bir o yana bir bu yana baktı ve ışık hızında olmayan düşmanlara saldırdı. “O SADECE BÖCEK!” Demeye kalmadan minnacık böceği canavarmış gibi ezdi. Sonra rüzgarda sallanan yapraklara saldırmak için ağaca tırmandı, oradan başka bir ağaca sıçradı, çalıların arasına daldı ve kendi savaş alanını yarattı. Ben de yerlerde sürünerek onu durdurmaya çalıştım. “HEPSİ BÖCEK SESLERİ!” Yakaladığım bir anda bacağına yapışsam da ufak bir silkeleme hareketiyle benden kurtulup en yakınındaki ağaç dalına kafa attı. “DUR ULAN ARTIK!” Bu adamı bahçeye çıkartıp Kraliçenin karşısına dikecektim. Eheh. Uzun çabalarım sonunda Coren sakinleşti ve hiçbir sesin tehdit olmadığını kabullendi. “Bahçedeki seslerin yüzde doksan sekizi böcek.” Diye hatırlattım ona son defa. “Tehdit yok. Tamam mı?” “Anlaşıldı.” Kendisi de her yere saldırmaktan yorulmuştu. Bulutların arasından sızan güneş ve ılık havayla serin bir nefes aldım. Sessizliği bölen tek şey kuş sesleriydi. “Çiçekler çok güzel, değil mi?” Diye sordum parmağımı yapraklarında gezdirirken. Dönüp ona baktığımda mızmız bir yaşlı gibi suratını ekşitmişti. “Sevmedim.” Ulan Coren… Ben nereye gitsem hızlıca peşimden geldi, ben nereye baksam oraya baktı, durduğumda durdu… Beni taklit ederek yaşıyordu ve yalan yok, bu hareketleri acayip hoşuma gidiyordu. Bir an durup başımı kaldırdım ve güneşe baktım. Kıstığım gözlerimle aydınlığı izledikten sonra keyifle mırıldandım ve tekrar onun karanlık gözlerine bakmak istedim. O siyah gözler nasıl oluyordu da bana güneşten daha fazla ışık veriyordu? Coren’a döndüğümde gözlerini kocaman açmış, savaşa gidiyor gibi güneşe bakıyordu. Kızardığı gözünden yaşlar akarken hemen uzanıp yanaklarını tuttum ve başını kendime çevirdim. “Neden güneşe dik dik bakıyorsun!” Bana kocaman gözlerle bakarken acıdığını görebiliyordum. “Sen bakıyordun.” Dedi sadece. Bu söz bile, kalbimde bir şeyleri sıcacık etmişti. 🐶 Ve o gün geldi. Yanımda Coren ile beraber kapıda durmuş, bize yaklaşan Kraliyet aracına bakarken gergin bir nefes aldım. Bunu başaracaktık. Benim duyduğum arı sesini duyan Coren o tarafa doğru fırlamak üzereyken gözlerimi kocaman açtım ve göğsüne yapıştım. “Sana ne demiştim?” Dedim ölümcül bir sesle. “Hepsi böcek dedim. Şimdi yerinde sabit kal ve Kraliçeyi selamla!” Alt dudağını dişleyip bana sinirden köpürerek baktı. “Çek nefesini!” Burnunun dibine girerek ona biraz daha hırladım. “Sakiniz, değil mi?” “Sakin!” Dedi o da benim gibi öfkeyle. “Güzel!” Araba durduğunda onu bıraktım ve önüme dönerek asilzade edasıyla kibarca gülümsedim. Kraliçe kusursuz kıyafetleriyle, gök mavisi gözleriyle, parlayan sarı saçlarıyla ve burnumuza doluşan çiçeksi kokusuyla arabadan indi. O, çok güzeldi. Bu kadının ilahi güzelliği vardı ve Kralın ikinci eşiydi. Kendisi en fazla otuzlarında olan genç bir kadındı. Güzelliği tüm krallıkta nam saldığı için Kralı güzelliğiyle büyülediğine dair sayısız dedikodu vardı. Kraliçeyi selamlayan hareketimi yaparken göz ucuyla Coren’ın da yaptığını gördüm. Aferin. Uslu köpüş. “Hoş geldiniz majesteleri. Ben Irena ve O da Coren.” “Coren neden o kadar uzakta duruyor?” Dedi Kraliçe merakla. Onu izleyen bakışlarındaki anlamın ne olduğunu bilmesem de gözleri öylesine bakıyor gibi değildi. Oldukça dikkatliydi ve hiçbir anı kaçırmamaya çalışıyor gibiydi. Sanki bu fırsatı sonuna kadar değerlendirmek istiyor gibi. “Kulakları çok hassas majesteleri. En sağlıklı mesafe burası olacaktır.” “Tüh.” Diye mırıldandı elini kulağına götürerek. “Yakından görmek isterdim.” Gözleri fazla…İlgili. İster istemez bedenime doluşan koruma iç güdüsünü güçlükle durdurdum. O. Kraliçe. “Onun yerine size köşkü gezdirebilirim.” Dedim şirin şirin. Kraliçe bana bakmadan başını salladı ve küpesiyle oynamaya devam etti. Gözleri Coren’daydı. Neyse… Her şey harika gidiyordu. Coren delirmemişti. Bugünü sorunsuz kapatacaktık ve önümüzde iki aydan fazla zaman kalacaktı. Başaraca- Gözümün çok yakınından hızlıca geçen şey yanağımı çizip gittiğinde olduğum yerde durmuş ve nefesimi tutmuştum. Elmacık kemiklerimden çeneme doğru akan sıcak kanı idrak ettiğim an, kraliçeyi koruyan şövalyelerin bağırtısını duydum ve dünyam başıma yıkıldı. “BU BİR SUİKASTÇI!” “MAJESTELERİ İYİ MİSİNİZ!” “KÖŞKÜN İÇİNDEN SALDIRDI!” Bağırtılar, çığlıklar ve onca gürültü… Dehşet içinde başımı Coren’a çevirdim. İşte o şimdi, savaş alanındaydı. Ve savaş alanındayken...  Canavardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD