Gözlerim bağlı. Ellerim ve ayaklarım gibi.
Bedenim küçücük.
Kan revan içindeyim. Canım çok yanıyor.
Duyduğum tek ses at arabasının tekerleri, gıcırtılar ve atların kişneme sesi.
Dizlerim karnıma yapışmış. İki büklüm haldeyim.
Neden buradayım? Yapmam gereken bir şey, gitmem gereken bir yer var?
“Bu sevimli genç lordu kime satsak ki?” Eğlenen bir ses konuştu.
Bir başka ses de ona eşlik etti. “Önce uyuşturucu verelim. Parayı alınca kime satacağımıza karar veririz.”
Hayır, hayır. Bu olamaz. Bunu izin veremem.
“İyi uykular küçük lord.” Bir el çeneme dolandı ve zorla ağzımı açtı. “Uyandığında yeni bir hayat seni bekliyor olacak.”
Ağzıma dolan acı sıvıdan sonra tahta zemine yapıştım. Gülüş sesleri duyuyordum.
“Hey, genç lord! İsmin ne senin?”
Artık önemi var mı? Kim ve ne olduğumun.
“Coren…”
“Soylu birine benziyor.”
“Ne önemi var? Yakında başka bir soylunun ayaklarına kapanacak.”
“COREN!”
Gözlerimi açtığımda bedenime yayılan sıcaklık beni sakinleştirdiği gibi uyuşturmuştu da.
Yaslandığım ve beni sarmalayan bedenin arasında düzene giren nefesim gözümün önünü daha net görmemi sağladı.
“Geçti artık. Savaş alanında değiliz, korkma.” Beni sıkıca sarmalıyor ve ilahi gücünü üzerimde kullanarak kendini tüketiyordu.
“Ah…”
Sesimi duyduğu gibi endişeyle başını kaldırdı ama yüzümü gördüğü an gülümsedi. “İyi misin?”
Dolu gözünden bir damla yaşın süzülüşünü izledim. Esen rüzgar saçlarını arkasına sürüklerken ince boynu ortaya çıktı ve nabzının atışını bile gözümle görür oldum. Hafifçe titriyordu. Yeşil gözleri endişeyle beni izliyordu ve batan güneş onun teninde bir güzel parlıyordu.
Ama tüm bunların yanı sıra, bomboş hissediyordum.
İnce parmakları yanaklarıma sarıldı ve yüzü, burnuma değecek kadar yaklaştı. “Hala kötü müsün? Arabacıyı gönderdim. Biraz oturalım mı?”
Yüzümü sıktığı için dudaklarım bile büzüşmüş haldeyken sadece elini tutup yüzümü onun avcuna yasladım. “Irena…” Ona dokunmak bile bana güven veriyordu. Tıpkı hep söylediği o köpek gibi yanağımı avcuna sürterek derin nefesler altım ve içimdeki ağırlığı attım.
“Şimdi daha iyi misin?”
“Evet.” Elini tutup kaldırdım ve başımı onun önünde eğerek avcunu saçlarıma götürdüm.
Beni, sevmesini istiyordum. İhtiyacım olan şey buydu.
“Ne?” Dedi ben elini saçlarımda gezdirmeye devam ederken.
“Daha fazla.” Dedim sessizce.
🐶
IRENA
Yeter ki kendisini iyi hissetsin diye biraz daha sevdim. “Al bak oldu mu!” Ama hala somurtuyordu. “Ne oldu?”
“Şu ışıldayan şeyden de yap.”
“Neee? Kolayca yapamam onu öyle!” Bu yaramaz köpek ilahi gücü oyuncak sanıyordu herhalde!
“Kolayca yapma o zaman.”
“Kafama göre yapamam yani!”
“Eh, bence şu an yeterince uygun bir zaman.”
“Köpekçiğimin saçma sapan konuşabildiğini bilmezdim.” Dedim gözlerimi belerterek. “Böyle konuştuğuna göre iyisin sen. Gidelim artık.” Zaten yeteri kadar ilahi güç aşılamıştım ona! “Yürüyelim hadi. Yürürsek akşama doğru varırız-“
Yer ayağımın altından kaydığında dengemi hızla kaybettim. Yere yığılmak üzerken Coren beni kavradı ve ayaklarımın üzerine koydu. “Irena?”
Of ya, sikeyim! “Çok fazla ilahi güç kullandım.”
“Yürüyemiyor musun?”
Ruhum çekilmiş gibi hissediyorum daha doğru olur.
“Başım dönüyor. Kendime gelebilmek için bir şeyler atıştırmalıyım, beklemen lazım.”
Birden kavrayıp beni kucakladığında yüzümüz yine inanılmaz yakındı ve benimle özel olarak ilgilendiği için dikkati de bendeydi. “Ben seni taşırım.”
“Bu utanç verici.” Dedim gözlerimi kapatarak. Tüm yolu böyle gidemezdim çünkü insanlar da olacaktı. “Sırtına alsan olmaz mı?” Bir an düşündüğünde sırtındaki izleri hatırladım ve kendimden nefret ettim. “Ah özür dilerim. Sırtın hakkında endişeli olmalısın.”
“Hayır Irena.” Beni kucağından indirdi ve arkasına aldı. “Sen olduğun sürece sorun değil.”
Sırtına tırmanarak hayatımı riske attığım günlere bakınca onun için bu kadar özel olmanın nasıl hissettirmesi gerektiğini bilmiyorum.
“Çok geniş, çok rahat bir sırtın var Coren.” Kollarımı boynuna dolayıp yanağımı onun başının arkasına yasladım. “Yine de önüne geleni böyle sırtına alma sakın. Sadece çok ama çok özel olan o kişiyi al…” Bir başka kadın ve onun en özel alanı… “Düşündüm de hayır. Kimseyi sırtına alma. Soylu lordlar kimseyi sırtında gezdirmez. Özel bir gün olduğu için bugünü ayrıcalık sayıyorum.”
“Anlaşıldı.”
Festivale düşündüğümden de erken varmıştık.
Ama sonrası biraz kalp krizi geçirtti.
“Yani sevgili değilsiniz ama bu ilk randevunuz, öyle mi? Amaan utanmayın canım! Ne şık bir çiftsiniz böyle ya, ne güzel görünüyorsunuz! İlk randevunuzda sizi dükkanımda ağırlamaktan şeref duyarım! Hem çiftler için yüzde elli indirimim var! Hadi, ilişkinizi resmi hale getirin!”
Coren adama boş boş bakarken ben ten rengimi tamamen kaybettim.
🐶
Coren ayakta dimdik durarak waffle’ını yerken ben yere çökmüş, sırtımı duvara yaslamış halde kendiminkini kemiriyordum.
“Beğendin mi Coren?”
“Tatlıymış.”
“Sadece özel zamanlarda satılır.” Ayağa kalkıp yanına geçtim. “Köşkte yediklerimiz gibi değil. Abur cubur gibi düşün.”
“Bu yemeği seviyor musun Irena?”
Hmm… “Evet. İdare eder-“ Kendininkini ağzına tıktığı gibi peçeteyi buruştururken şok içinde kaldım. “Ne? Hepsini yedin mi öküz!”
“Tatlı yemek. Güzel yemek.” Artık başını hafifçe eğmiş, elimdeki waffle’a bakıyordu. Resmen ağzı sulanmıştı. Yutkunduğunu görünce ona uzattım.
“İstersen al.” Elimdekini almak yerine bileğimi tutup tatlıyı ağzına yaklaştırdı ve nefesini tenimde hissedeceğim kadar yaklaşarak yemeye başladı. Kan yanaklarıma hücum ederken yutkunmakta zorlanıyordum. “Sokağın ortasında bu şekilde yememelisin!”
Öne eğik başını hafifçe kaldırıp doğrudan gözlerime bakarak tatlının üzerindeki kremayı yalarken dili, dudakları ve kahredici gözleriyle çok kötü bir hale büründüm.
Bu sefer de anormallik bende hissedildi. Alev alev yanıyordum ve varlığını unutan kadınlığım da cayır cayır yanmaya başladı.
Sonunda koca bir lokmayla tüm tatlıyı bitirdiğinde derin bir nefes aldım. Dudaklarını yalarken az önceki halini kaybederek şirin bir çocuğa döndü.
“Seni böyle görünce daha fazlasını almak istiyorum!” Başını hevesle sallayınca elinden tuttum. “Hadi tüm sokak lezzetlerini tadalım!”
🐶
Saatler sonra banka çöktüğümüzde nefeslenerek yediklerimizi sindirmeye çalışıyorduk.
Sırıttım ve elimdeki altını havaya kaldırarak ona baktım. “Paranın gözünü seveyim. Yıllardır bunları yiyemiyordum.”
“Para mı?” Kaşlarını çatıp başını yana eğdi.
“Bunu bilmen lazım.” Keseyi sol elime aldım ve onun sağ elini de sağ avcuma aldım. “Aç avcunu.” Dediğimi yapınca kesedeki altınları onun eline boşalttım. “Bunlar altın paralar.”
Altının yansımasıyla gözleri parıldadı. “Oha…Para.”
Tabii ki para her zaman ilgi çekici olmuştur. “Evet belirli bir miktar verirsin ve karşılığında istediğin şeyi almış olursun. Buna satın almak deniyor.”
Başını heyecanla kaldırdı. “O zaman seni de satın alabilir miyim Irena?”
Siktir. Gülümsedim. “Bazıları insan satıyor ama genel olarak…İnsan satın alamazsın diyelim.”
Burada çalışma sebebim beni bolca parayla satın almış olmalarıydı ama neyse…
Tüm dikkati bendeydi ve ciddiyetini hiç bozmadı. “Sana nasıl sahip olabilirim o zaman?”
“Mm, ney?” Kalbim hızlanınca aceleyle açıkladım. “Ben bir öğretmenim. Kendimi tanrıya adadım, onun adına çalışacağım. Kimsenin olamam yani.”
Bu sadece böyle şeyler düşünmesin diye söylediğim bir şeydi. Kendimi tanrıya adadığım da yoktu kahrolası öğretmenliğim de. Sadece paraya ihtiyacım vardı.
Üzerime eğildi ve kaşlarını kaldırdı. “O zaman seni tanrıdan istesem?”
“Öyle işlemiyor ve hem senin paran yok ki Coren.”
“Haklısın.” Başını eğdi. “Benim hiç param yok.”
“İyi de savaş alanında geçirdiğin onca yıldan sonra nasıl hiç paran olmaz? Lord Lucen geldiğinde bunu soracağım. Neyse, hazır buradayken sana para harcamayı öğreteceğim.” Kalkıp elinden tuttum. “Beni alamazsın belki ama burada sattıkları diğer her şeyi alabilirsin.”
Yürüyerek ilerleyecekken önümüzü kaplayan kalabalıkla durduk. Herkes yol boyu sıralanmıştı ve heyecanla ikinci prensin geçişini bekliyordu. Ah, bunu unutmuştum.
Trompetler çaldı ve yüzlerce asker, aynı nizamla yürümeye başladı.
“Duydun mu? Son savaşta Algen Kraliyet Sarayını düşüren kişi bizzat majestelerinin ordusuymuş.” Diye söyledi birisi.
“İyi de o yolu açan üçüncü birlik değil miydi?” Dedi başka bir ses. İnsanlar kendi arasında konuşuyordu.
“Öyle miymiş? İyi de yürüyüşü majestelerinin ordusu yapıyor. Demek ki üçüncü birlik pek de bir şey yapmamış.”
“Amaan boşver bunları! Majestelerine baksana!”
Atının üzerinde ilerleyen adama bakmak için parmak uçlarımda yükseldim. Giydiği beyaz ve kırmızı renklerle süslenen takımı onu tam bir prens yapmıştı. Kızıl saçları yüzünde parlarken yeşil gözleri kibirli bir ifadeyle insanları süzüyor ama yüzüne yansıyan o sahte gülümsemeyle halını kucaklıyordu.
Kahrolası fazla karizmaydı. Ama nedense şerefsizin teki olduğuna emindim.
“YAŞASIN İKİNCİ PRENS!”
O an içimi garip bir his sardı.
Sanki…Açığa çıkartmamam gereken bir şeyi ortaya dökmüşüm gibi.
Neyse.
Coren’a döndüm. “Ne tür bir hayat yaşamak istiyorsun Coren?”
“Asil bir lord olacağım.” Dedi İkinci Prense bakarak.
“Ah…” İlgisini prensten alıp bana çevirdiğinde yutkundum. “Coren. Asil bir lord olduğun zaman yollarımızı ayırmamız gerekecek.” Kaşları çatıldı ama bunu önünde sonunda duyacaktı. “Bensiz geçecek hayatını nasıl yaşayacağını düşünmek zorundasın.”