1.Bölüm

1932 Words
Ve ateş suya dokundu.   Ağır tahta kapının gıcırdayan rahatsız edici sesiyle, iki büklüm uzandığı yataktan yavaşça kalktı. Sızlayan vücudunu usulca hareket ettirerek sırtını duvara dayadı. Ayaklarını kendine çekip küçük bir çocuk gibi kollarını bacaklarına doladı. Alev kırmızısı saçları ucuz lastik tokadan çıkmış, terle ıslanan saçları yüzüne yapışmıştı. Günlerdir ağlamaktan dolayı akan makyajı, yüzünde yer yer siyahlıklar oluşmasına sebep olmuştu. Gözleri hem uykusuzluktan, hem de ağlamaktan kan çanağına dönüşmüştü. Karanlık odada kendisine doğru yaklaşan ayak sesleri kalbinin bir kuş gibi çırpınmasına, vücudunun korkudan titremesine sebep oluyordu. Zindandan hiçbir farkı olmayan bu odada tek ışık, köşedeki eski ve tahta sehpanın üstünde kendi haline bırakılan abajurdan yansıyordu. Kendine bile hayrı olmayan titrek ışık odayı aydınlatmaya yetmiyordu. Adamın yatağın dibine kadar girişini boş gözlerle izledi. Günlerdir bu adamdan başkasını görmemişti. Uzun boyu ve heybetli vücudu, dipsiz kuyuları andıran tehlikeli kapkara gözleri vardı. Siyah saçları alnına doğru düşüyordu. Burnu böylesi tehlikeli bir adama göre oldukça düzgün görünüyordu. Kız kaçırmaktan ziyade mankenlik yapsa daha başarılı olabilirdi. Adamın bakışları kendisine döndüğünde ödü kopuyordu. Biraz daha bu sessiz odada kalmaya devam ederse delirecekti. Bir haftadır kilitli kaldığı bu oda mezarı olacaktı ve bundan ölesiye bir korku duyuyordu. Elindeki tepsiyi sehpanın üstüne bırakmasını tedirgin gözlerle takip etti. Yine aynı şeyi yapacağından artık hiç şüphesi yoktu. Günde iki kez elinde tepsiyle ağır ağır odaya giriyor, tepsiyi masaya bırakıyor ve kendisine iğrenerek bakıp gerisin geri odadan dışarı çıkıyordu. Adama karşı yaptığı hiçbir hareket işe yaramamış, onu bir türlü konuşturmayı, ağzından tek bir laf dahi almayı başaramamıştı. Bu lanet, katil görünümlü heriften başka şansı yoktu. Bir hafta boyunca gördüğü tek kişi oydu. Kahretsin, ona muhtaçtı. Buradan kurtulmak, kendi yaşantısına dönmek için bu adama mecburdu. Ama ne yazık ki; adam duygusuzun, katil ruhlunun tekiydi. Güven teşkil etmiyordu ve bu adam kesinlikle kendisini kaçıran adamın en güvendiği elemanıydı. Adamın bir pisliğe bakar gibi tiksintiyle dolan gözlerini üstünde hissederek bakışlarını yemek dolu tepsinden ayırdı ve kara gözlere baktı. Birkaç saniyelik bakıştan sonra adam arkasını dönüp kapıya döndüğü sırada telaşla bağırdı. “Bekle, seni lanet olası bekçi! Beni daha ne kadar burada tutmayı düşünüyorsunuz ha?” Adam sanki kendisi hiç konuşmamış gibi kapıya doğru yürümeye devam etti. “Kahretsin sana söylüyorum. Kendini adam sanan o patronuna söyle, beni ne kadar burada tutarsa tutsun onun teklifini kabul etmeyeceğim. Açlıktan ölsem de onun yatağına girmeyeceğim. Buradan kurtulduğum zaman senin de, onun da asılmasını sağlayacağım. Yemin ederim bunu yapacağım.” Tahta kapı üstüne kapanırken, “Allah belanızı versin,” diye bağırdı. Gözyaşları bir kez daha göz pınarlarından firar ederken ileri geri sallanmaya başladı. Deliriyordu. Burada geçirdiği her saat, her gün biraz daha umutsuzluğa sürükleniyor, kurtulmasının mümkün olmayacağı bir balyoz gibi beynine beynine iniyordu. Çaresizliğine ağladı. Kimsesizliğine, sahipsizliğine ağladı. Sehpanın üstündeki yemek bir kez daha beklediği yerde buz gibi olurken hayatının geldiği noktaya ağladı. Yıllarca böyle adamlardan uzak durmaya çalışmıştı. Güçlü olmak, tek başına hayatta kalabilmek için her şeyi yapmıştı. Kısmen başarmıştı da… Ta ki, Yılmaz denen mafya babası herif bedenini isteyene kadar. Bundan bir ay öncesine dönmek için neler vermezdi. O herifi karşısına çıkaran kaderine ağladı.   Bir Ay Önce // Su saatin alarm sesiyle yüzünü buruşturarak gözlerini açtı ve dertop olmuş çarşafın arasından sıyrılarak yeniden uykuya dalmamak için hızla yatağından kalktı. Uyuyalı daha birkaç saat olmuştu. Uykusunu alamadığı yorgun gözlerinden bile belli oluyordu. Dijital saate kısık gözlerle baktı. Saati fark etmesiyle gözleri dehşetle açıldı ve hızla banyoya yöneldi. Aldığı kısa duşu ardından alelade giyinip, sahne kıyafetini de yanına alarak hızla evden çıktı. Kısa duş bile vücudunun yorgunluğunu atmaya yetmemişti. İki işi bir arada yapmak zordu ama pes etmiyordu. Para biriktirmek için çalışması, çok daha fazla çalışması gerekiyordu. Karnını doyurmak, geçimini sağlamak ve çok istediği, kendine ait olan bir dükkan açmak için bu tempoya alışmalıydı. Aklı bunları başarabileceğini söylese de, vücudu artık kaldıramıyordu. Caddenin köşesinden bir taksi çevirdi. Normalde her zaman bu yolu yürümeyi, para harcamamayı tercih ederdi ama geç kalmamak için parasına kıydı. Tarlabaşı’ndan çokta uzak mesafede olmayan gece kulübünü tarif etti. Taksim’in kalabalığını ifadesiz gözlerle izledi. Kimi parasını harcamak için, kimi de bu kalabalıktan para kazanmak için doldurtmuştu caddeyi. Lüks kulüpleri geçtikten sonra taksi bir ara sokağa girdi. İki dakika sonra çalıştığı kulübün önündeydi. Genç taksicinin parasını ödeyip hızla taksiden indi. Etraftaki sarhoşlara aldırmadan köhne kulüpten içeriye adım attı. Yüzündeki suratsız ifade kaybolurken, dudakları yapmacık bir tebessümle çevrelendi. “Güle güle Su, Hoş geldin Gece!” İçerideki gürültüye kulaklarını tıkayıp hızla hazırlanma odasına girdi. Hoş, oda demek için bin tane şahit olsa yine de bu berbat yere oda demek istemezdi. Aldırmadı. Kabinin arkasına geçip üstünü hızla değiştirdi ve makyaj ürünleriyle dolu masaya oturdu. Kızıl saçlarını toplayıp yandaki peruklardan birini aldı ve kafasına geçirdi. Makyajına başladığı sırada içeriye giren patronu adeta kükrüyordu. “Sen neredesin Allah’ın cezası! İçerisi dolu, önemli misafirler var. Sen benim kellemden olmamı mı istiyorsun küçük sürtük?” Bir yandan gözlerine kalın bir kalem çekerken, bir yandan da tepesindeki adama baktı. “Uzatma lan, geldik işte. Keyfimden geç kaldım sanki!” “İyi, çabuk ol! İçerideki adamlar kızdırmaya gelecek tiplerden değiller,” diyerek kadını uyardı ve ardından odadan çıktı. Su giden adamın arkasından bakarken alayla tebessüm etti. “Buraya normal biri gelir de sanki!” Makyajını tamamlayıp odadan çıkarak sahneye yöneldi, yanından geçen garsonlardan biri, “Hadi Su, çabuk ol!” diye bağırınca kaşlarını çatarak genç çocuğa döndü. “Su değil, Gece seni geri zekâlı! Hala öğrenemediniz.” Barın arkasını dolaşıp sahneye geçiş yaparken kendi kendine mırıldandı. “Bari Su temiz kalsın.” Küçük sahneye çıkıp yanında müzik aletiyle uğraşan gence kafasıyla işaret etti. Dinleyicileri, daha doğrusu ayyaşları inceleyerek selam verdi ve ilk şarkıya giriş yaptı.   Yılmaz viskiden keyifle bir yudum alarak sahnedeki kadını hayran gözlerle süzüp, yanındaki adama döndü. “Bu afeti görüyor musun Kara? Hem sesiyle, hem güzelliğiyle bir içim su!” Kara gözlerini sahnedeki kadına çevirdi. Abartılı makyajı, açık saçık kıyafetiyle tam bir sürtüğe benziyordu. Sesi su gibi berrak olsa da, kendisinin berrak olduğundan şüpheliydi. Hakkını yememesi gerekiyordu. Uzun ve düzgün bacakları, çıkık kalçaları, dolgun göğüsleri ve cam gibi yeşil gözleriyle her erkeğin ağzını sulandıracak bir parçaydı. Yüzündeki ağır makyaj olmasa nasıl gözükeceğini bir an da olsa merak etti ve başını itiraz edercesine salladı. Böyleleri içi boş bir bidondan başka bir şey değildi. Dışının güzel olması Kara’ya göre kalbinin pisliğini örtmeye yetmezdi. Erkeklere peşkeş çekilen bir batakhanede çalışıyor olması ondan tiksinmesi için yeterliydi. Bu genç yaşta, böyle bir yerde ne bok aradığını merak etti. Su gibi berrak ve insanın kalbine dokunan sesiyle çok daha iyi ve kaliteli bir yerde çalışabilirdi. “Ne düşünüyorsun?” diyen patronunun sesiyle bakışlarını sahnedeki kızdan ayırdı. “Neden bu kızı bana göstermek istediğini?” Sesi duyacaklarını tahmin ettiğini, hatta duyacaklarından nefret edeceğini bilir gibiydi. Yılmaz bir kahkaha patlattı. “Sen zeki adamsın. Bu kız beni çiğnedi ve masama gelmeyi reddetti. Masalara çıkmıyormuş.” Sesi oldukça alaycıydı. Kara elindeki bardağı kırmak istercesine tüm kuvvetiyle sıkıyordu. “Eee!” dedi rahatsızca… “Benim ne yapmamı bekliyorsun? Masaya mı sürükleyeyim?” Yılmaz keyifle gülüp viskisinden bir yudum daha aldı. “Hayır, acele etmek istemiyorum. Şansımı denemeye devam edeceğim. Ama bilirsin ben istediğimi almaya alışkın bir adamım. Ve bu piliç beni bir kez daha reddederse oldukça kızarım.” Sahneye döndü ve Gece adlı afeti tepeden tırnağa bir kez daha süzerek adamına döndü. “Bu kızı istiyorum Ateş Kara! İstese de, istemese de bu kız yatağımı süsleyecek.”   Saat sabahın dördünü gösterirken Su kulüpten çıktı ve taksi aramaya koyuldu. Sokağın köşesini tam döndüğü sırada ne olduğunu anlamadan kuvvetle kolundan çekildi. Kendini duvara yapışmış bulduğu anda korkuyla dolan gözleri karşısındaki kara gözlere odaklandı. Tam çığlık atıp yardım isteyecekken adamın iri eli dudaklarına kapandı. “Fırsatın varken bu çöplükten kurtul küçük kız! Yoksa bir daha bunun için şansın olmayacak.” Ağzındaki eli itmeye çalışarak konuşmayı denedi. Adamın buz gibi ses tonu içinin üşümesine sebep olmuştu. Deli gibi korkuyordu. “Se..n.. sende… kim..sin?” Ateş başını salladı. “Soru sormak yok. Eğer yaşamak istiyorsan bu çöplükten kurtul. Ben seni uyardım küçük kız… Ve ben kimseyi ikinci kez uyarmam.” Su adamın ortadan kaybolmasıyla titreyerek yere çöktü. Bu da neyin nesiydi böyle? ***   Geçmişin anılarından sıyrılıp bulunduğu odaya baktı. Bir yatak ve bir sehpa… Kafayı yiyecekti burada. O lanet herifi dinlemeliydi. Eğer onu dinleyip çekip gitseydi, başına bunların hiçbiri gelmeyecekti. Aslında bundan da şüpheliydi. Böyle adamlar istediklerini alana kadar uğraşırlardı. Aklına yeniden bekçisi geldi. Onun sesini sadece o gece kendisini uyarırken duymuştu. O gün böyle tiksintiyle bakmamıştı kendine. Daha çok bir koruyucu gibiydi. Su’yu korumak istemişti, uyarmıştı ama Su dinlememişti. Öfkeyle inledi. Başka şansı yoktu ki! Öyle bir ortamda çalışmayı kendisi de istememişti ama daha düzgün bir yer bulamamıştı. Patronla da anlaşmış, sadece şarkı söyleyeceği bir kontrat imzalamıştı. Hem parası da iyiydi. Gündüz çalıştığı sekiz saatlik işinden çok daha iyi para getiriyordu. Sadece dükkânı açacak parayı kazanana kadar çalışacak ve ardından güzel bir hayat kuracaktı. Bütün planları Yılmaz denen herif yüzünden mahvolmuştu. Sadece planları değil, hayatı da mahvolmak üzereydi. O adamın yatağına girmeyi istemiyordu. Lanet olsun bekâretini öyle bir adama veremezdi. Güzel bir yuva kurma hayalleri vardı. Yaşadığı zorlu hayata rağmen dokunulmaz, güzel, mutluluk dolu bir hayali vardı. Sevebileceği adamı bulacak, onunla birlikte sevgi dolu bir hayata başlayacaktı. Daha çocuklarını büyütecekti. Hayatı gibi hayallerine de el konulmuştu ve buna razı olmayacaktı. Bir şeyler yapmalıydı.   “Kız uslu duruyor mu?” Ateş kulağındaki telefonu parçalamamak için kendini zor tutuyordu. Geldiği bu durumu bir haftadır kabullenemiyordu. “Hala yemek yemiyor. Senin verdiğin hiçbir şeyi yemek istemiyor. Hırçın ve inatçı. Onun güzellikle razı gelmesini beklersen daha çok beklersin.” “Gelecek…” dedi Yılmaz, telefonun karşı tarafından. “Başka bir çaresi olmadığını anladığı anda razı gelecek. Ben kapatıyorum. On gün sonra döneceğim. Biraz daha dişini sık. Kara, pilicime iyi bak.” Kapanan telefonu duvara fırlatmamak için kendini zor tuttu. Önünde duran viski şişesini tüm öfkesiyle duvara çarptı. Yılmaz’ın pis işleriyle uğraşmaktan nefret ediyordu. Aklına odadaki kızın hiçbir şey yemediği gelince kaşlarını çattı. Kız oldukça hırçındı ve ondan beklemediği derecede gururluydu. Gururun karın doyurmadığını bu kıza kimse öğretmemişti anlaşılan. Öyle bir yerde çalışmasına rağmen neden bu kadar inatçı davranıyordu anlamıyordu. Kim bilir bu zamana kadar kaç erkeğin yatağını süslemişti. “Ha bir, ha iki…” dedi sağında kalan tahta kapıya öfkeyle bakarak. “İnatçı sürtük!” Belindeki rahatsız edici ağrıyla uyandı ve koltuktan doğruldu. Küçücük odayı iki adımda aşarak mutfağa girdi ve bir şeyler hazırlamaya koyuldu. Bu kez kıza yemeği yedirmekte ısrarlıydı. Elinde ölüp gitmesini istemiyordu. Başında yeteri kadar sorun varken, bir de bu kızla uğraşmak canının daha fazla sıkılmasına sebep oluyordu. Dolaptan peynir, zeytin ve reçelleri çıkardı. Çayı hazırladı ve iki yumurta kırdı. İçinden söylene söylene elindeki tepsiyle odaya yöneldi. Kız sabrını oldukça zorlamıştı. Boğazından aşağı yemeği dökmesi gerekse de yapacaktı. Karanlık odadan içeriye girdiğinde gözlerinin ortama alışmasını bekledi. Patronunun bulduğu delik ancak bu kadar olabilirdi. Kendisi de resmen ceza çekiyordu. Yatağa yaklaştığında kızın tepki vermemesi kaşlarını kaldırmasına sebep oldu. Kapıyı açtığı anda kız her zaman yerinden kalkar ve duvara sinerdi. Elindeki tepsiyi kenara bıraktı ve sehpanın üstündeki yemek dolu tepsiyi yerinden aldı. Akşam getirdiği yemeklere tahmin ettiği gibi hiç dokunmamıştı. Bir haftadır açlığa nasıl dayandığını anlamıyordu. Sadece birkaç kez ekmeklerin olmadığına şahit olmuştu ama bu bir insanı tok tutmaya yetmezdi. Tepsiyi mutfağa götürüp geri döndü ve yeni tepsiyi sehpanın üstüne bırakarak kıza yaklaştı. Uzun bacaklarını es geçip yüzüne odaklanmaya çalıştı. Odadaki yetersiz ışığa bir küfür savurdu. Hızla içeriye yönelip tahtaları sökebileceği bir alet aramaya başladı. Küçük sobanın yanında bulduğu çekici eline alarak yeniden kızın odasına girdi. Uzun uğraşlarla tüm tahtaları söktüğünde güneş ışığı içeriyi oldukça aydınlatmıştı. Yeniden yatağa yaklaştı ve kızın üstüne eğildi. Yüzünü kendine çevirdiğinde kaşları endişeyle çatıldı. “Gece uyan hadi! Seni baş belası sürtük!” Kızı omuzlarından sarstı. Endişeyle ne yapacağını düşünürken kızıl saçların çevrelediği masum yüze baktı. “Seni uyarmıştım Allahın belası! Çekip gitmen, kaçıp kurtulman için uyarmıştım.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD