4.Bölüm

2133 Words
( Aşkta ve savaşta her şey mubahtır. ) Genç kadın karnının doymasının verdiği vahametle odanın ortasında deli gibi dolanıyordu. İçinde biriken öfkeyle saçlarını karıştırdı. Ateş denilen adama haddini bildirmek istiyor, elinden bir şey gelmedikçe daha fazla öfkeleniyordu. Düşünceler içinde minicik odayı defalarca arşınlarken iyi bir plan yapmayı amaçlıyordu. Hayatı buradan kurtulmasına bağlıydı ve bunun farkındalığı yıpranan sinirlerine hiç iyi gelmiyordu. Uzun bir müddet düşünceler eşliğinde dolanmasının ardından aklına gelen Ateş’in dudakları adımlarını durdurmasına vesile oldu. Sağ elinin parmakları düşünceyle dudaklarının üstünde gezinmeye başlamıştı. Erkeklerin hiçbir zaman ayaklarına gelen fırsatı geri tepmeyeceklerini keşfedeli hayli uzun zaman olmuştu. Hangi şartlar altında oldukları da, yaşlarının kaç olduğu da onlar için önemli değildi. Ellerine geçen fırsatı kullanmaktan asla geri durmazlardı. Ateş’in de Su’ya göre o erkeklerden hiçbir farkı yoktu. Su’nun en aciz olduğu anından yararlanmış, dudaklarının tadına bakmak istemişti. Midesi gözünde canlanan sahneyle ağzına geldi. Usulca eski sedir yatağın ucuna oturdu ve gözlerini duvara dikti. Kafasının içinde Yılmaz denen adamla Ateş’i karşılaştırıyordu. Eğer biri kendisine seçim hakkı verseydi, ne yapardı acaba? Bir saniye kadar Yılmaz’ı düşündükten sonra, tüm düşüncelerini Ateş’e yöneltti. Eğer seçme hakkı olsaydı, ikisi arasında tercih yapacak şansı olsaydı tereddüt dahi etmeden Ateş’i seçeceğine emindi. Kafasının içinde dönen oyunlar kendisini bile dehşete sokmuştu. Fakat bu lanet delikten başka türlü kurtulamayacağını biliyordu. Daha birkaç saat önce bunu kendisi keşfetmişti. Ateş’in elinden kurtulmak, o adamı ekarte etmek mümkün değildi. Ateş en savunmasız anında dudaklarına yöneldiğine göre kadınlara karşı zaafı vardı. Adamın zayıf noktasını iyi değerlendirmeli, ona göre adımlar atmalıydı. Eğer Ateş’i kendi safına çekebilirse, Yılmaz denen pislikten kurtulması mümkün olabilirdi. Dudaklarında hafif bir tebessüm peyda oldu. Bu halde değil Ateş’in herhangi bir erkeğin dikkatini bile çekemezdi. Banyo yapmayalı, adam akıllı temizlenmeyi neredeyse on gün olmuştu. Üstündeki kıyafetler artık kokmaya bile başlamıştı. Planına öncelikle temizlenmekle başlaması gerekiyor ve bunun için Ateş’ten yardım alması gerekiyordu. Yerinden kalkarak kapıyı hafifçe tıklattı. Herhangi bir cevap alamayınca adamın hala kendisine sinirli olduğunu düşünerek mahzunca yatağa geri döndü. Elbette kısa zaman sonra kapıyı açacak ve çok geçmeden Su’ya teslim olacaktı. Düşündükçe planı daha çok mantıklı gelmeye başlamıştı. İçinde yatan ateşli kadın ve yaramaz çocuk bir bütün oluşturmuş, Ateş’i oltaya getirecek olmanın heyecanına kapılmıştı. Yılmaz denen yaşlı bunağın koynuna girmekten, onun metresi olmaktansa bekâretini hiç tanımadığı uzun boylu, yakışıklı, hatta biraz korkutucu esmere verebilirdi. Dehşetle başını salladı. Kapatıldığı delik ruhunu bile baştan çıkarıyordu. Kesinlikle kimseyle yatmaya niyeti yoktu. Ateş’e teslim olmayacaktı ki… Ateş ona teslim olacaktı. Ve kesinkes bu teslimiyet yataktan geçmeyecekti. Adamın kalbini çalmanın daha farklı yollarını bulabilirdi, ille de koynuna girmesi gerekmiyordu, değil mi? Önceliği kendisini yanlış tanıyan adama gerçek Su’yu tanıştırmak olacaktı. Su önüne gelene bacaklarını açan fahişenin teki değildi. Ateş’in bunu bilmesi gerekiyordu. Ya da bilmemesi daha mı iyi olurdu? Kadın kendisini o kadar çaresiz hissediyordu ki, mantıklı bile düşünemiyordu. *** Ateş bahçede uzun bir müddet oyalandıktan sonra derme çatma evin açık tahta kapısından içeriye süzüldü. Eşikten geçerken boynunu hafifçe eğmek zorunda kalmıştı. Ufak salonu iki adımda geçip, kızın tutulduğu odaya doğru yöneldi. Kadına vereceği dersin planları kafasında yerli yerine oturmuş, yüzünü şeytani bir tebessüm kaplamıştı. Gece denen bar yosması geçmişini hatırlattığına bin pişman olacaktı. Aslında geçmişi bir an bile aklından çıkmıyordu. Şu filmlerde hafızasını kaybeden başrollerin gerçek hayattaki şubesi olmak için neler vermezdi. Nereden geldiğini unutmamış olsa da, unutmak için çok çabalamıştı. Cezaevinden çıktığı ilk sıralarda iyi bir adam bile olmayı denemişti, neredeyse… Fakat doğduğu andan itibaren peşini bir türlü bırakmayan, yakasına yapışan uğursuzluğu bu zaman zarfında da devreye girmiş, yine her şeyi tepetaklak etmişti. İyi biri olmak için verdiği çabayı, kötü olmak için vermemişti bile… Daha doğrusu kötü olmak için parmağını bile oynatmamıştı. Kaderi ona gideceği tek yolu ışıklarla süslemiş, Ateş’te o yolu hiç tereddütsüz yürümüştü. Adına iyilik denen ve insana tebessüm ettiren o eylemi sadece çocukluğunda yaşamıştı belki de… Kötü ve iyinin kavramını bile ayırt edemediği o masum yıllarında… Adamı öfkelendiren asıl mesele kadının geçmişini hatırlatması değil, geçmişini onun ağzından duymasıydı. Kalbinin bir köşesinde hala yaşadığını bilmediğini iyi yanı, o dudaklardan kirli geçmişini duymaktan hoşlanmamıştı. Gece’nin odasının önüne geldiğinde bir an durdu ve sıklıkla birkaç derin nefes aldı. Ömrü boyunca tereddüt ettiği nadir anlarından birini yaşıyordu, adam… Yüzündeki şeytani tebessüm yerini kararsız bakışlara teslim etmişti. Kısa bir an geri adım atacak gibi durduysa da, hızla anahtarı çevirmiş odadan içeriye giriş yapmıştı. Oturduğu yataktan sıçrayan kadını duygusuzca tepeden tırnağa süzdü. Yılmaz gelene kadar bu kızı yerinde tutmak istiyorsa gözünü korkutmalıydı ve sonucunun nelere gebe olacağını bilmeden öylede yaptı. Adamın gelişini fark ederek uysalca ayağa kalkan kadına tehlikeli adımlarla yaklaştı. Sahte tebessümüyle iyice dibine kadar geldiğinde omuzlarından yanlarına düşmüş bir tutam kızıl saçı parmakları arasına alarak burnuna yaklaştırdı. Delici bakışları tedirginlikle titreyen kızın içini görmek istiyor gibi her bir hücresini tarayarak gözlerine ulaştı. Gece’nin kıpırdanan dudaklarına fırsat vermeden Ateş konuşmaya başladı. “Aslında biraz önce söylediğim bahane yalandı. Suni teneffüs sadece seni korkutmak istemediğim için sığındığım bir bahaneydi.” Diyerek kızın tepkisini inceledi ve devam etti. “Dışarıda düşününce bahanelere ihtiyacımın olmadığı kanısına vardım. Sonuçta bu yolun yolcususun değil mi? İkimizde neyin ne olduğunu biliyoruz. Hem burada sıkışıp kalmışken biraz eğlenceden zarar gelmez. Ha bir, ha iki!” Derinlerden gelen boğuk sesi Su’nun tepeden tırnağa titremesine neden olmuştu. Adamdan uzaklaşmak istiyor, fakat daha birkaç dakika önce yaptığı plana sadık kalmak için uysal davranmaya çalışıyordu. Ateş’in niyetini tam olarak çözememişti ve üstüne saldırmasından deli gibi korkuyordu. Bu adam kendisini uyaran adamla aynı kişi olamazdı. Bakışlarındaki çözemediği kıvılcımlar kalp atışlarını hızlandırmıştı. Deli gibi korkuyordu. Ateş şaşkınlıkla kadının vereceği tepkiyi bekliyordu. Şimdiye kadar korkması, en azından kendinden uzaklaşmış olması gerekiyordu ama Su’da hiçbir tepki yoktu. Hafifçe çatılan kaşları kadını çözmeye istekliydi… “Ne diyorsun bebeğim?” Bir elini kadının beline atarak kendine çekti. Bedenlerinin birbirine teması ikisini de ürkütmüştü. Ateş bozuntuya vermeden sözlerine devam etti. “Oldukça göz dolduruyorsun. Hele seni sahnede ilk gördüğüm gece beni büyülemiştin. Yılmaz’dan önce tadına bir bakmak isterim doğrusu? Sen ne dersin? Farklı deneyimler yaşamak hoşuna gitmez mi?” Su dudaklarını birbirine kenetledi. Mide bulantılarını bastırmak için delici bir güç kullanıyordu. Haddini bilmeyen Ateş’e yumruk atmalı, rahatsız edici bedeninden bir an önce uzaklaşmalıydı. Kahretsin, donup kalmıştı. Ateş’i tuzağına düşürmek isterken adam kendi ayaklarıyla gelmişti ama onun planında yakınlaşma yoktu. Hele böylesi bir yakınlaşma hiç yoktu. Adamın vücudunun yaydığı gücü hissediyor, bu da korkularını ayyuka çıkarıyordu.  Ateş’in tavırları yaptığı planda tereddüde düşmesine neden olmuştu. Bunu kaldırabilir miydi? Yılmaz itinden kurtulmak için başkasının bedenini kullanmasına izin mi vermeliydi? Bu kadar mı çaresizdi? İsyan eden yüreği ‘Hayır’ diye bağırdı. Gözüne çarpan açık kapı sanki başka yolun var demek istiyormuş gibi göz kırpmıştı. Ateş’e olan öfkesi ve duyduğu rahatsızlıkla adamın bacak arasına bir tekme attı. “O… çocuğu!” Ateş’in acıyla inleyerek yere düşmesinin ardından sehpanın üstünde duran yemek dolu tepsiyi kafasına geçirdi ve hızla kapıya koştu. Bunun son şansının olduğunun farkındalığıyla deli gibi koşuyordu. Evden çıktığı gibi bu defa karışık orman yerine gözüken yola yönelmişti. Ateş’e yakalanmaması gerekiyordu. Adam bu kez kendini yakalarsa öldürmekten çekinmezdi. “Allah’ın belası!” Ateş düştüğü yerden kalkarken bir küfür savurdu. Acıyan hayaları ve kanayan başıyla oda bir an etrafında döndü. Kafasına yediği taşın ardından birde kırılan tabaklar baş ağrısını artırmıştı. Zorlukla evden dışarı çıktığında Gece ile aralarında oluşan mesafenin farkı acıyan canına rağmen hızlanmasına sebep olmuştu. Gece’yi tuzağına düşürmek isterken asıl tuzağa düşen kendisiydi. Onun donuk hallerine nasıl da kanmıştı? Kahretsin! Korkudan titremesi de oyundu demek… Masum bakan yeşil gözler gözünün önüne geldikçe can acısı daha da artıyordu. Bir kadının bakışlarına gerçekten aldanmış mıydı? Kendine dönen öfkesini, Gece’yi yakalar yakalamaz ondan çıkaracağına yemin etti. Bugün yaptığı her oyunun, söylediği her lafın hesabını verecekti. Yılmaz bile şuan o kadını elinden alamazdı. Yeteri kadar katlandığını ve müsamaha gösterdiğini düşünüyordu. Daha birkaç saat önce sardığı omzunun ağrısı bile geçmemişken yeniden aldığı darbeler hızını engelliyor, kadının aralarındaki mesafeyi açmasına neden oluyordu. Evden fazla uzaklaşamadığının bilincinde olarak evin arkasına park ettiği araca yöneldi. Cebinden çıkardığı anahtarı tüm kuvvetiyle sıkarken tek düşündüğü Gece’yi yakaladığı anda yapacağı işkencelerdi. Gece kendisine verdiği her zararın kat be kat karşılığını alacak, Ateş’in aslında kim olduğunu öğrenecekti. Arabanın yanına ulaştığında hızla direksiyona geçti ve aracı çalıştırdı. Torpido gözündeki silahını çıkararak yan koltuğa bıraktı. Anayola ulaşan kadını bir an önce inine geri sokması gerekiyordu. Sakinleşmek için başka şeyler düşünmeyi denese de, odada yaşanan sahne aklından bir an olsun çıkmıyordu. Gece’nin bir an kendisine teslim olduğunu düşünmüş, o an planını unutup kadının tadına bakmayı bile arzulamıştı. Hangi ara bu kadar iradesizleştiğini bilmese de, Gece’de kendisini çeken bir şeyler vardı. Gece ve annesi gibi kadınlar bu zamana kadar kendisini itmişken, bu kadının farkı neydi bir türlü kestiremiyordu. Ruhuna farklı dalgalar yayan dingin sesinden ilk duyduğu an etkilenmişti. Fakat hepsi buydu. Başka türlüsünü asla kabul edemezdi. Güzelliği, insanı bilinmeyen bir huzura çeken yeşil gözleri, göz dolduran dudakları… Tensel güzellik hiçbir zaman tercihi olmamıştı ama neden o yeşil gözler aklından bir türlü çıkmıyordu ki? Anayola çıktığı anda tüm düşüncelerini bertaraf ederek tüm ağrılarına rağmen araçtan hızlıca indi. O an karşı istikametten gelen aracın önüne atlayan kadınla silahına olan ihtiyacı kesinlik kazanmıştı. Hızlıca silahını alıp beline taktı ve hararetle şoförle konuşan kadına doğru yöneldi. Gerilen çene kasları atan baş ağrısına hiç yardımcı olmuyor, aksine beyninin zonklamasına neden oluyordu. Su arkasından gelen aracı fark ettiği anda anlamıştı yakalanacağını… Kalbi koşmaktan dolayı göğüs kafesini zorluyor, deli gibi çarpıyordu. Ayaklarındaki kesiklere yenilerinin eklenmesini umursamayarak olanca gücüyle koşmaya devam etmişti. Ateş’in eline bir kez daha düşme fikri gözlerinin önüne hiçte iyimser olmayan sonuçlar getiriyordu. Kalbinden geçirdiği dualar sonuçsuz kalmış Ateş kendisine yetişmişti. Dolu dolu olan gözleri bir umuda sarılma ihtiyatıyla etrafını taradı. O an sanki dualarına karşılık olarak duyduğu motor sesiyle aracı görmeden kendini yolun ortasına atmıştı. Başka türlü kurtuluşu yoktu. Ya arabanın altında can verecekti ya da Ateş’in ellerinde… Ufacık umuduysa gelen araçla hemencecik buradan kurtulmaya bağlamıştı ince halatlarını… O halatların kopacağındansa adı gibi emindi nedense… Ayaklarının dibinde duran araçla hızla şoför camına yaklaştı. Hızlı hızlı aldığı nefeslerinin arasında “Ne olur yardım edin.” Dedi kesik kesik… Tuğrul bir kadına, bir de ileride duran ve her an kendilerini öldürmeye hazırlanan adama baktı. Olay yerine yetişmek için emniyetten hızla ayrılmışken, kendisini yeni bir olay yerinde bulmuş gibiydi. Kemerine takılı silahını kontrol ettikten sonra kapıyı açtı ve kadının geri çekilmesiyle araçtan indi. Su neredeyse adamın yardımsever tavrıyla boynuna atlayacaktı. Minicik umudu her an şişirilen bir balon misali büyüyordu. Tuğrul ikiliyi şüpheyle süzdükten sonra gözlerini kadına sabitleyerek “Nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu. Ateş adamın kendine güvenen tavırlarından oldukça şüphelenmişti. Sıradan biri böyle ıssız ve tekin olmayan bir yerde aracından çıkmaya cesaret edemezdi. Su’ya yaklaşarak kadını belinden tuttu ve tüm kuvvetiyle belini sıktı. “Biz küçük bir geziye çıkmıştık ve yolumuzu kaybettik. Ormanı görünce biraz yürüyelim dedik ama doğası yürüyüşe elverişli değildi.” Diyerek yalanını destekleyen bakışlarla adama baktıktan sonra, Su’yu tekrar dürttü ve tıpkı kendisinin doladığı gibi kadının elini beline dolamasına yardımcı oldu. Kadın, Ateş’in belinde hissettiği metalle soğuk bir duş almış hissi yaşamıştı. Bakışlarındaki umut yavaş yavaş sönerken güçlükle başını salladı. Adamın kendine yardım etmesi halinde Ateş’in o anda adamı öldüreceğini anlamıştı. “Evet kaybolduk. Buradan hiç araçta geçmiyor, sizi görünce heyecanla önünüze atladım, özür dilerim.” Su’nun sesi adam gibi güçlü değil, aksine oldukça yavan çıkmıştı. Tuğrul şüpheyle kadını süzmeye devam etti. “Emin misiniz hanımefendi?” Ateş’e çevrilen bakışları adamın hal ve tavırlarını tartıyordu. Kadının perişan gibi görünen hali hiçte geziye çıkmış bir çifti yansıtmıyordu doğrusu… Adamın alnından akan ve kurumuş olan kan birikintisi daha çok savaştan çıkmış olduklarını gösteriyordu. Eliyle alnına vurarak, “Alnınıza ne oldu?” diye sordu. Ateş hafifçe tebessüm ederek yarasına dokundu. “Ufak bir kaza… Dediğim gibi doğası pek yürüyüşe elverişli değil… Bize merkeze nasıl çıkacağımız konusunda yardımcı olur musunuz?” O an aracın içinde öten polis telsizi üçünün de dikkatini çekmişti. Su tekrardan söze girecekken Ateş’in baskısıyla ağzını açmadan susmak zorunda kaldı. Tuğrul yetişmesi gereken yeri hatırlayınca tekrardan hızla kadına aynı soruyu yöneltti. “Bir sorun olmadığına emin misiniz hanımefendi?” Su adamı telaşla onaylamıştı. Ateş’in silahına doğru hamle yaptığını hissetmiş, onun elinden hiçbir şekilde kurtulamayacağını anlamıştı. Karşılarındaki polis bile kendisini tek başına kurtaramazdı. “Evet eminim. Yolu tarif edersiniz, gideceğiniz yere sizde geç kalmazsınız.” Tuğrul sonunda pes ederek hızla yolu tarif etti ve ikiliye veda ederek aracına bindi. Eğer acelesi olmuş olmasıydı ikiliyi kolay kolay bırakmazdı. İleride gözüne çarpan küçük kulübeyi dönüşte kontrol etmeyi aklına not ederek aracıyla gözden kayboldu. Ateş, adamın gitmesinin ardından hışımla Su’ya döndü. Kadını sürükleyerek araca sokarken ardı ardına küfürler yağdırmaya başlamıştı. “Seni buna pişman edeceğim bar fahişesi… Benimle oyun oynamak neymiş sana göstereceğim.” Kadını fırlatır gibi arabaya attı ve şoför koltuğuna geçti. “Ama seninle hesaplaşmadan önce kulübeyi temizleyip, bir an önce başka yere gitmeliyiz.” Su adama cevap vermeye tenezzül etmeden başını cama yasladı. Sessiz hıçkırıklarına eklenen korku ve kaybetme duygusu bütün vücudunu etkisi altına almıştı. Eline geçen şansı kullanamamıştı. Ve bu son olanlarla birlikte tüm kurtuluş şansını kaybettiğini hissediyordu. İnatçı ruhu kalbini sarmalarken,  “Asla pes etmeyeceğim.” Diye fısıldadı kendi kendine….
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD