Sergi Binasında Bir Gece

4663 Words
Azra Hayatta bazı anlar vardır; sona biraz daha yaklaştığını düşünürsün ve çaresizce sonunun yaklaşmasını beklersin. Bazı anlar için de biraz kelimesi yetersiz gelir bizzat diptesindir. O an için her şey anlamını kaybeder ve senin elinden bir şey gelmez olur. Çaresizlik elini kolunu bağlar adeta. Dilin lal olur bedenini bir felç dalgası kaplarda hareket edemezsin ya hani. El mecbur çaresizliği kabullenirsin ve sonunu beklersin. Bu birazdan içine düşeceğin karanlık bir kuyuya benzer. Hatta o kadar karanlıktır ki dibi göremezsin. Karan o derin kuyuydu işte. Ve birazdan ben onun karanlığına düşecektim. Sağ kalır mıydım orası meçhul... Ama hayır böyle bitemezdi, izin veremezdim buna. İnanmaz şekilde Karana baktım bana hala şüpheli gözlerle bakıyordu. "Kullandığım parfüm defne aromalı değil diye nasıl böyle bir çıkarım yaptın anlayabilmiş değilim ama bir şeyden çok eminim. Sen saçmalıyorsun. Arkası boş çıkarımlarını kendine sakla." Nefes nefese kalmış bir şekilde omzumda ki çantayı elime alıp içinden bir kaç gün önce çıkardığım sahte ama son derece gerçek duran kimlik kartını gözüne sokmak istercesine ona yaklaştırdım. "Bak burada ne yazıyor görüyor musun?" İsmimin yazılı olduğu yerin altını parmakla gösterip ismimi heceleyerek söyledim. "DEF-NE A-CAR." Kimliği görmesi için biraz daha yaklaşırdım ve sonra geri çektim. Böyle bir şey beklemediği çok belliydi ama yine de şok içindeymiş gibi görünmüyordu. "Ben daha bir kaç gün önce gördüğü kişiye yalan söyleyecek kadar basit biri değilim." Derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı. "Demek basit biri değilsin. Kimsin öyleyse? Neden şuan sana güvenemiyorum, neden içimde ki şüphe azalmak yerine daha çok artıyor?" Şimdi o da benim kadar sinirli görünüyordu ve bunu normal tonda başlayıp sonlara doğru yükselen ses tonundan anlıyordum. Ama kendini bastırıyordu. Kaba birisi gibi görünmek istemediği için böyle yaptığını düşündüm. Konuştukça yaklaşan adımları dibimde bitince son buldu. Tepeden bana bakarken hizama gelmek için kafasını aşağı eğdi ve böylece son noktayı da koymuş oldu. "Bunun için de bir açıklaman var mı Defne Acar?" İlk bir kaç dakika hiç bir şey söylemeden sadece saf bir öfkeyle ona baktım. Sesimi çıkartamıyordum ama bunun hırsını öfkeden kırmızıya bürünen gözlerimle çıkarabilirdim. Belki afallar da bana yüklenmeyi bırakırdı. Bağırmamak ve kendimi kaybedip onu dayak manyağı yapmamak için kendimi zor tutuyordum. Üstelik resmi bir sergi binasındaydık ve çıkacak en ufak kavga herkesin buraya toplanması anlamına gelecekti. Dişlerimi sıkıp sesimi kısık tonda tutarak konuşmaya başladım. "Geçmişte ne gibi bir güven problemi yaşadın? İnan bilmiyorum ama yalan söylemiyorum ben! Buna rağmen hala bana inanmıyorsan o senin şahsi problemindir derim." Öfkeyle bakan yüzü söylediğim şey yüzünden kısa bir an şaşkınlıkla gölgelendi. Öyle ki gergin yüz hatları bile yaşadığı şaşkınlıktan dolayı gevşemişti. Karşısında durup hala ona gergin bir şekilde baktığımı gördüğünde şaşkın yüz ifadesini anında suratından kazıdı. Dudakları düz bir çizgi aldığında ifadesizce bana bakmaya başladı. Sanırım yanlış bir yere parmak bastım. Ya da yarasını deştim, bilmiyorum. Ama o da bunu hak etmişti. Sanki çok doğru bir yaşam tarzı olup herkes ona düşmanmış ve herkes kötü bir tek kendisi masummuş gibi davranması sinirimi bozuyordu. Derin bir nefes alıp elimle alnımı ovaladım ve duruşumu dikleştirip umutsuz bir şekilde yüzüne baktım. Bana hakaret etmesine ya da şakayla olsa ima yapmasına alışık olduğumdan bu tavırları hiç bana tanıdık gelmiyor ve aksine hangi tarafıyla karşı kaşıya olduğumu bilmediğim için iyice endişelendiriyordu beni. Bu buz gibi tepkisizliği git gide canımı sıkmaya başladığında sesimi yumuşak tutmaya çalışıp kendimi açıklamaya başladım. Öyle bir bakıyordu ki gözlerinin derinliklerinde gördüğümü sandığım şey beni bunu yapmaya zorluyormuş gibi hissediyordum. Kendimi ona açıklamakla yükümlü gibi hissediyordum. Üstelik bunu neden yaptığımı dahi bilmiyordum. "Bak, dediklerim sen de nasıl bir etki bıraktı bilmiyorum ama hala bana güvenmemekte kararlıysan burada bitirelim. Ben de çok bayılmıyorum bana güvenmeyen biriyle vakit geçirmeye." Yüzüne baktım, boşlukta herhangi bir yere bakıyor gibiydi. Ama beni görüyordu en azından ben öyle düşünmek istiyordum. Bir süre konuşmayıp sadece bir şey söylemesini bekledim. Özür dilemesini istedim belki de. Ama konuşacak gibi durmuyordu. Duvar gibi durmaya karar vermişti. Onda hala bir değişiklik göremediğim de gözlerimi kapatıp sıkıntıyla burnumdan soludum ve sağ elimi kafama atıp hırsla saçlarımın arasından geçirdim. Ardından yumduğum gözlerimi açıp sıkılgan bir ifadeyle ona baktım. "Peki, sen bilirsin. Kal burada böyle, ben gidiyorum. Bundan sonra bir daha da karşına çıkmam. Bu birbirimizi son görüşümüzdü zaten." Beni fiziksel olarak görmediğini bilsem de buruk bir şekilde gülümseyip ona arkamı döndüm ve sinirli bir şekilde geldiğim yönün geri istikametinde yürümeye başladım. Adımlarım zemini dövüyordu adeta. Binanın çıkışına doğru ilerlediğim de neredeyse akşam olduğunu ve havanın çoktan karardığını gördüm. Sıkıntıyla nefes alıp büyük kapıya doğru ilerledim. Bir de kilitliyse bu bittiğimin resmidir. Kapıyı bir kaç kez çekiştirip açmaya çalıştım ama boşunaydı bina üzerimize kilitlenmiş bizde burada öylece kalakalmıştık. Keşke otomatik bir kapı olsaydı diye düşünmeden edemedim. O sırada onun adım seslerini duydum arkamda. Ama yine de dönüp bir kere bile ondan tarafa bakmadım. Nedense içimden onun yüzüne bakmak gelmiyordu. Gerçi gelse bile bu onun umurunda değildi ya. Neyse. Büyük cam kapının yansımasından ikimizi izlerken onun düşüncelerimden habersiz bana doğru yaklaştığını gördüm ve bakışlarımız yansımada birbirleriyle karşılaştı. Yüzü yine ifadesizliğini koruyordu. Her zaman ki gibi... "Kapı kilitli mi?" Sıkıntıyla derin bir iç çekip başımı cam kapıya yasladım ve ona bakmadan cevap verdim. Bunu yaparken kapıyı son bir kez daha açılması için zorlamıştım. Ama bir fayda vermemişti üstelik daha da öfkelenmemi sağlamıştı. Ayağımın tersiyle kapıya tekme atma isteğini bastırmaya çalıştım. Bir de bunun için garip damgası yiyemezdim ondan. Onun yerine sadece sorduğu soruya kısa geçiştirici bir cevap verdim. "Maalesef öyle görünüyor." Aynalı kapının yansımasından bir an için bana baktığında sadece gözlerini anladığını belirtircesine yummuştu. Sonra da bunu cümlesiyle pekiştirdi. "Anladım." Sadece bunu dedi. Gerçekten de beni görmezden gelmeye kararlı görünüyordu. Kapıdan uzaklaşıp ondan tarafa baktım ve konuşmaya başladım.O beni görmezden gelebilirdi ama ben öyle yapmayacaktım. "Ne o? Çok mu üzüldün, burada benimle saatlerce vakit geçirmek zorunda kalacağın için?" Ben gerçekçi olmayan bir merakla gülümseyerek ona bakıp konuşurken o da köşede duran koltuklardan birinin üzerine yerleşmişti. Cümlemi bitirdiğimde oturduğu yerde duruşunu dikleştirip bana baktı. Dikkatini üzerime alsam da buna sevinmeyip aksine deminden beri takındığım hararetli bir tavırla tırnak işareti yapıp konuşmaya başladım. Davranışlarımdan samimiyetsizlik akıyordur eminim ki ama bu umurumda mı? Tabii ki değil. "Ne de olsa senin gözünde yalancı biriyim ya ben!'' Tırnak işareti yaptığım illerim normal halini bulmadan önce bir süre yüzüne inkar etmesini istercesine baktım. Ne olurdu sanki özür dileyip haklı olduğumu söylese? Ya da sadece üstelemese beni azıcıkta olsa anlasa. Özür dilememesine de razıyım. Ama doğru, o bir mafya adamı değil mi? Asla özür dilemez. Yüzüme bir süre bezgin bir ifadeyle bakıp sonrasında konuşmaya başladı. Ama öncesinde iç çekmişti. Neden bu kadar tepki verdiğimi anlayamıyordu sanırım. Oturduğu koltukta ki duruşunu zaten düzeltmişti ama daha da ileri eğildi sanki biraz daha öne gelse tam dibimde duracakmış gibi. Gözlerinde ki alaylı soğukluğu tam buradan fark edebiliyordum. "Madem yalancı değilsin o zaman niye zoruna gitmiş gibi davranıyorsun? Madem yalancı değilsin niye üzerine alınıyorsun?" Yüzüne bir süre tip tip bakıp sonrasında derin bir nefes aldım, elimi saçlarımın arasından geçirdim ve sorusuna cevap verdim. "Haksız iftiraya gelemiyorum ya, ondandır belki." Ayakta kalmaktan yorulduğum için ondan uzak bir yere geçip ben de oturdum. Çantamı da kucağıma koyup içinden telefonu çıkardım. İçinde onunla birlikte bulunduğum bu gergin ortamda elimde ki telefon tek güven kaynağımdı. Şarjım vardı daha hem de ful bir şekilde. Karanla daha çok muhatap olmak zorunda kalmayacaktım böylece. Çantamdan kulaklığımı çıkarıp telefona taktım ve anlamlı bir müzik aramaya koyuldum. Aradığım müziği bulduktan sonra da olduğum yerde geri yaslandım ve gözlerimi kapatıp müziği hissetmeye başladım. Ne burada beraber takılmak zorunda olduğum Karan ne de onun benim hakkımda ne düşüneceğini umursuyordum. Şuan kulaklarımda ki müzik ve ben vardım. Her zaman yaptığım gibi müzik eşliğinde gerçekleşmeyecek hayaller kurmaya başladım. Mutluydum, başarmıştım, herkes hatta komiserim Rıza bile benimle gurur duyuyordu.Tatile çıkmıştım ve hayatımın aşkını bile bulmuştum. Tabii hayallerim de. Bu sırada kaç müzik değişti bilmiyordum ama uykum gelmişti. Olduğum yerde toparlanıp üstümde ki cekete daha bir sarıldım ve kafamı sağ omzuma düşürüp uyuma pozisyonuna geçtim. Umarım şimdi uyuyup derin bir uykuya dalar ve gözlerimi açtığımda hemen sabah olurdu. Çünkü Karan ile daha fazla muhatap olmak istemiyordum zaten onun da canına minnet. Yüzüme bile bakmıyor uyuz herif. Yazardan; Genç adam kolunda ki saate bakmayı kesip bir şey demek için Defne'nin olduğu tarafa doğru başını çevirdi ve tanık olduğu manzarayla konuşma isteğinden vazgeçti. Zaten ne diyebilirdi ki kız gözlerini kapatmış, çoktan uyumuştu. Bir süre Defne'nin uyuyan suretini izledi uzaktan. Gayet doğal olan bir faaliyeti gerçekleştiriyor, uyuyordu işte. Saçlarının perçemleri yüzünü kaplıyor ve kızı boğuyormuş gibi duruyordu. En azından Karan olsa kızın yerinde, böyle hissederdi. Karanın içi bir an kızın yanına gidip saçlarını yüzünün önünden çekme isteği ile doldu. Kendinden haberi olmadığı elini havaya kalkarken gördüğünde derin bir nefes alıp diğer eliyle bileğinden tutup elini indirdi. Defne bundan rahatsızlık duymuyorsa Karana neydi ki? Derin bir nefes alıp kafasını başka tarafa çevirdi ve bir süre Defne'nin yüzü hariç salonun her köşesinde gezdirdi bakışlarını. Ama yok yapamıyordu. O gözler illa Defneyi görmeliydi. Kafasını yavaşça uyuyan kıza doğru çevirdi. Uyku arasında bir şey yapmaya çalışıyordu. Karan kaşlarını merakla çatıp kıza bakarken oturduğu yerden kalkıp kızın yanına doğru ilerledi. Yakınına geldiğinde fark etti. Defne yüzüne gelen saçlardan kurtulmak için dudaklarıyla yukarı doğru üflüyordu. Bu sırada yüzüne gelen saç tutamları biraz havalanıyor ama asla yüzünü rahat bırakmıyordu. Karan elini kızın saçlarının arasına geçirdi ve diğer elinden destek alıp yavaş bir dokunuşla kulaklarının arkasına iliştirdi. Bunu yaparken içten içe uyanmaması için dua ediyordu. Bir süre sonra saçlarının artık yer almadığı yüzünü seyretti. Pürüzsüz ve güzel bir cildi vardı. Melekleri kıskandıracak kadar masumdu ve uyurken de bu masumluğunu koruyordu. Ama Karan biliyordu uyuduğu zaman masum duran bu yüz uyandığı zaman felaket saçacaktı. Karan inanmayı istemiyor değildi. Her şeyden çok inanmak istiyordu karşısında duran bu kadına. Birine güvenip ihanet etmeyeceğini bilerek arkasını dönmeyi her şeyden çok istiyordu. Ama gerekse hayatı ve gerekse işi buna imkan vermiyordu. Karan hayatı boyunca bir çok konuda kendini kollamaya alışmış biriydi. Her zaman göreceği hasarları hesap eder bir hamle yapacaksa da bu hamlenin getireceği riskleri göz önünde bulundururdu. Geldiği noktayı bu tavır ve alışkanlıklarına borçluydu Karan. Defneye de bu yüzden inanmıyordu ya. Kızın gözlerinde ona tuhaf gelen bir ifade vardı. Ne sözleri ne de davranışları istediği güveni barındırmıyordu Karan için. İçinde bir yerlerde Defnenin ondan bir şeyler sakladığını düşünüyor ve gösterdiği anlık tepkilerle bu düşüncesinde ne kadar haklı olduğunu daha iyi anlıyordu. Defne bizzat bunu ona gösteriyordu. Farkında olmadan... Karan oturup etrafı izlerken beklemediği bir şey oldu ve Defnenin kafası yavaşça Karanın omzuna doğru düştü. Karan refleks olarak omzundan tarafa baktı. Defne omzuna kafasını koymuş öylece uyuyordu. Karan hareket etmemenin daha iyi olacağını düşünüp Defneyi ırgalamadan nefes almanın bir yolunu bulmaya çalıştı. Ve oda çareyi uyumakta buldu. Zaten uykusu da gelmişti. O da kafasını Defnenin kafasının üstüne hafifçe koyup gözlerini uykuya teslim etti. Uzun olan gece böylece daha rahat geçecekti. Azra Huzurlu geçen bir gecenin ardından -ki normalde kabus görmem gerekir- neden bu kadar huzurlu geçtiğine anlam veremeden gözlerimi usul usul yeni güne açtım. Ellerimle boynumu ovaladım ama hayır bir ıslaklık yoktu. Korkudan terlememiştim de. Bu da demek oluyor ki gerçekten kabus görmedim. Ama tanıdık bir koku vardı. Belki de kabus görmeme engel olan ve beni huzurlu hissetiren şey bu koku olabilirdi. Olduğum yeri inceledim biraz, en son nerede olduğumu hatırlamaya çalıştım. Düşüncelerimi bölen şey oluşan baskıdan dolayı omzuma çöreklenen ağrıydı. Esneme hareketi yapmadan önce kafamı yavaşça omzuma çevirdim ve gördüğüm şeyle çığlık atmamak için sol elimi hızlı bir şekilde ağzıma bastırdım. O sırada dün olanlar bir filim karesi gibi gözümün önünden geçti. Tabii ya! Dün Karanla bu bina da mahsur kalmıştık. Ama ilk uyuyan bendim ve Karanın yanında uyumadığımdan da gayet emindim. Fakat durum bunun tersini gösteriyordu. Elimi ağzımdan çekip hareket etmemeye dikkat ederek Karandan tarafa baktım. Gördüğüm manzarayla şaşkınca gülümsedim. Dün bana güvenmediğini açık bir şekilde dile getiren adam şimdi omzumda uyuyordu. Karanın varlığını düşünmemeye çalışıp etrafa baktım. Evet, Karandan artık çekinmiyordum çünkü dün beraber geçirdiğimiz vakit süresince korkulacak bir şey olmadığını onun da benim gibi düz bir insan olduğunu anlamıştım. En azından böyle düşünmem gerekiyordu, olması gereken de en başından beri buydu zaten. Diğer türlü işime asla odaklanamazdım ve görevi yerine getirmem gittikçe zorlaşırdı. Gözlerim kapıyı açmak için etrafta yardımcı bir nesne aramaya başladı. Çünkü biliyordum bu binada, omzumda uyuyan bu adamla daha fazla mahsur kalamazdım. Ayaklarım sıkıntıyla ileri geri sallanırken oturduğum koltukta bedenim ırgalanıyordu. Bunu bilerek yapmıyordum, bu bedenimin kendi kendine yaptığı bir şeydi. Sonra Karanın hala uyuduğunu hatırlayıp bu davranışıma son verdim ama artık iş işten geçmişti. Kulağıma gelen homurtular bunun bir kanıtıydı. Karan kafasını omzumdan kaldırıp gözlerini ovalarken bana baktı. Ben ise gelecek herhangi bir tepki için hazırda bekliyordum. Ya surat asıp yanımdan kalkacak başka yere oturacaktı ya da dün ne olduğunu soracaktı. Belki de bunların hiç biri olmaz tüm gün böyle de susup oturabilirdik. Kim bilir? Bir süre daha beni izleyip, uyku mahmuru bir sesle o çok meşhur soruyu sordu. "Uyandın mı?" Sinirle gülüp etrafa baktım, ayaklarımı ileri geri salladım bu süreçte. Sonra yine ondan tarafa döndüm. "Yok, hala uyuyorum şuan." Beynim bir an için bu esprinin gereksiz olduğunu söylese de, demesem içim de kalırdı mantığıyla hareket etmiştim. Pişman olmayacağımı da Karanın abartısız gülümsemesiyle anlamış oldum. Sonra aklımda olan soruyu sordum. Cevap vermezdi büyük ihtimalle ama yine de şansımı denemekte fayda var. Bunun için abartılı olmayacak bir heyecanla kafamı ondan tarafa çevirip gözlerine baktım. "Bir şey soracağım ama dürüst cevap vermeni istiyorum. Tamam mı?" Tek kaşını sorgular bir şekilde kaldırdı, kesin yine alay edip dürüst olmadığımı söyleyecekti. Alayla kaldırdığı kaşlarının altından bana bakarken sırtını sandalyeye yasladı ve kollarını göğsünün önünde birleştirdi. Çiçek pozisyonunu almıştı şimdi. "Sen ve dürüstlük, aynı cümlede hayal edemedim. Ama sen sor yine de. Belki cevap veririm." Gözlerimi devirip çıkış kapısından tarafa baktım. Bu adam gerçekten bugün ayrı bir uyuz. Allah şimdiden bana sabır versin. Sıkıntıyla kapıdan tarafa çevirdiğim bakışlarımı hırsla yine ondan tarafa çevirdim. Bu tavrım onu şaşırtmış olmalı ki önünde bağladığı kollarını çözüp olduğu yerde kendini benden çekerek doğruldu. Ben buna aldırış etmek yerine sinirle ona bakarken konuşmaya başladım. "Bak ya! Dün de o kadar açıkladım hala bana inanmıyor olamazsın! Daha ne yapmam gerekiyor bana inanman için? Hayır söyle yapacağım gerçekten!" Bezgin bir ifadeyle bana bakarken konuştu. Dediğim şeyler onun için zerre bir anlam ifade etmiyordu. Bunun yerine beni geçiştirip esas soruyu duymayı tercih etti. "Evet, soruyu alayım." Bir süre yüzünü inceledim ciddi olup olmadığını anlamak için. Hâlâ ifadesiz bir şekilde bakıyordu. Derin bir nefes alıp konuya nasıl giriş yapacağımı düşündüm ve aklıma gelen ilk haliyle sorumu dile getirdim. "En son çaprazım da duran sandalye de oturuyordun, bana baya uzak olan yerde." "Devamını getir" dercesine aynı bezgin ifadeyle baktı yine. Buna takılmamaya karar verdim, alınganlığın sırası değildi. Sadece merak ettiğim cevaplara ulaşmalıydım şimdi. "Nasıl oldu da yanıma geldin? Seni hatırladığım kadarıyla dürüst olmadığımı düşündüğün için benden uzak durmaya çalışıyordun tüm gün. Şimdi ne oldu da omuz omuza uyandık?" Hâlâ yüzüne bakarken son noktayı da koydum. "Ne değişti yani?" Bir süre yüzüme baktı ve huysuzca bir şeyler mırıldanarak kafasını başka tarafa çevirdi. Eliyle alnını sıvazlıyordu o sırada. Öne doğru eğilip yüzünü görmek için çabaladım. Tepkisi duygularını gösterecekti belki ve benim saniyelik de olsa birini bile kaçırmaya niyetim yoktu. "Evet, bir cevap bekliyorum." Sıkıntıyla soluklanıp benden tarafa döndü ve ben, ona hala beklenti ile bakarken cevap verdi. Tepkisi cevap vereyim de sussun artık der gibiydi. "Empati yapmaya karar verdim. O yüzden bugün yeterince dürüst olmayacağım." Deyip gülümseyerek gözlerime baktı ve göz kırptı. Bir kaç saniye dediklerini anlayamadığım için gözlerimi kırptım. Lakin bunu yapmam olduğu yere iyice yaslanıp daha da alaycı bir şekilde bakıp neredeyse kahkaha atmasına sebep oldu. Yaptığı kinayeye gözlerimi devirip yine kafamı başka tarafa çevirdim. Adam bayılıyordu hissetmiş gibi zayıf olduğum noktadan vurmaya. Birden ondan tarafa döndüm ve yapmacık bir tebessümle cevap verdim. Gözlerim kısılmaktan neredeyse görülmüyordu bile. "Ay, ne düşünceli davranış! Gözlerim yaşardı, sağ ol gereksiz empatin için." O da benim gibi yapıp samimiyetten uzak bir şekilde gülümsedi ve cevap verdi. "Ne demek, her zaman." Sadece kafa sallayıp ayağa kalktım. Bu adamla değil vakit ömür geçmezdi. Hala ayakta dururken ellerimi ensemin üzerinde birleştirip gözlerimi kapattım ve sıkıntıyla söylenmeye başladım. "Nere de kaldı bu Allahın cezası bina görevlileri? Daha ne kadar burada beklememiz gerekiyor?" Bu şekilde ileri geri volta attım. Ama adımlarım her seferinde kapının önüne gidiyordu. Sanki burada oturduğumuz saniyelerden birinde o çıkış kapısı ilahi güçler tarafından açılmıştı. Sanki sadece kulpu tutup çevirmem buradan çıkmam için yeterli olacakmış gibi. Önüne geldiğim kapıyı son kalan umut kırıntısıyla bir kez daha zorlamaya çalıştım. Çabam sonuçsuz kaldığında ise gözlerimi kapatıp sinirle soluklandım. Arkamdan gelen abartısız kahkaha sesleri Karanın bu halimden ne kadar zevk aldığını gösteriyordu. Sonra onun olduğu yerden ses geldi. "Ne, o şikayetçi misin burada benimle olmaktan?" Seri bir şekilde ondan tarafa döndüm ve hayretler içerisinde suratına baktım. Bir de şikayetçi misin diyor ukala herif. "Bilmem, sana sormalı. Her fırsatta dürüst biri olmadığımı bahane ederek benden uzak duran sensin." Cevap vermeyeceğini bildiğim için kafamı geri kapıdan tarafa çevirdim. Ortalıkta kimse yoktu hala. Gözlerimi sıkıntıyla kapatıp ofladım. Araya koyduğum sessizlik çok kısa sürdü, Karan Bey daha fazla drama yaratamadığı için sıkılmıştı sanırım. "Dürüst görünmek gerçekten bu kadar önemli mi senin için?" Yönümü ondan tarafa dönüp tip tip ona baktım. Daha açık olmasını istiyordum. Ki oda bunu anlamış olmalı ki konuşmasına kaldığı yerden devam etti. Bunu söylerken ellerini arkasında birleştirdi ve yavaşça bana doğru yaklaşmaya başladı. Bakışlarında ki ukala tavır gittikçe kendini daha belirgin bir şekilde kendini belli ediyordu. "Hayır, merakımdan soruyorum. Sırf doğruyu söylediğim için iftira yemiş gibi gururlanıp kırılan ilk kadınsın." Dilimle dudağımı ıslatıp derin bir nefes aldım ve samimiyetsiz bir edayla gülümseyip ellerimi belimde birleştirdim. "Kim bilir, belki de gerçekten iftiraya uğramışımdır." Sorgular bir şekilde tek kaşını çattı ve dik dik bana baktı. Ben ise omzumu silkmekle yetindim. Yüz ifadem hala ciddiyetini koruyordu. Attığı adımla dibimde bittiğin de yürümeyi bıraktı. Bir süre susup sadece gözlerime baktı. Artık nasıl bakıyorsam gülmeye başladı. Aklına bir fikir gelmiş olmalıydı çünkü çok emin görünüyordu. Biraz sonra söyleyeceği şeyden... "Bak, ne diyeceğim şimdi seninle bir gün geçireceğiz ve ben seni gözlemleyip dürüst olup olmadığına karar vereceğim ve gün bitince de sana puanını bizzat kendim vereceğim." Yamuk bir şekilde gülümsedim ve bende aynı küstahlıkla cevap verdim. "Diyelim kabul ettim. Kazanırsam ne olacak ya da kaybedersem bana ne yapacaksın?" Sonra ellerimi saçlarımdan geçirip küstahça gülümsedim ona bakarken. "Hayır yani biliyim de ona göre kaybedeyim. Çünkü ben her halükarda bu iddiayı kazanırım." "Diyorsun" dercesine tek kaşını alayla havaya kaldırdı. Ben ise hala olduğum yerde dikiliyor ona bakıyordum. "Diyelim kazandın, ödül olarak sana güveneceğim ve seni himayeme alacağım yani hep yanımda olacaksın." Keyifli bir şekilde gülümsedim, kazanmam açıkçası işime gelecekti. Hem görev için verilen süreyi de vaktinden önce geçirmiş olurdum. Sonra biraz daha yanıma yaklaştı artık aramızda sadece santimler vardı. Benden oldukça uzun durduğu için kafamı havaya kaldırdım. Mavi okyanusları artık kapkaraydı. Ama bakışlarına tezat olarak dudaklarında hala tebessümün izleri vardı. Gözlerine ulaşmaya tebessümüyle bana bakarken konuşmasına son noktayı koydu. "Eğer kaybedersen de seni silerim. Hem hayatımdan hem de dünyadan..." Bir süre ifadesiz bir şekilde yüzüne baktım. Beni öldürmekle tehdit etmişti. Yalan yok etkilenmiştim bir sarsılma hissiyatı sarmıştı benliğimi ama anlık bir hissiyattı ve geldiği gibi de gitti. Yüzüne biraz daha boş boş baktım. Ciddi görünüyordu. Ne söyleyeceğimi ya da ne tepki vereceğimi bilemeyip anın verdiği etkiye dayanamayıp kahkaha atmaya başladım. Bunu yaparken de eğilip karnımı tutmuştum. Başımı kaldırıp aynı gülen ifademle ona baktım ve pardon dercesine elimi havaya kaldırdım. Sonra derin bir soluk alıp olduğum yerde doğruldum. O ise kaşlarını çatmış sorgular bir tavırla bana bakıyordu. "Çok pardon birden boşluğuma geldi. Kusura bakma." Sonra az önce gülen ben değilmişim gibi ciddi bir tavır büründüm ve konuşmaya başladım. "Merak ediyorum hani beni gözlemleyip kendince puan verecekmişsin ya. Tam olarak ne yapacaksın?" Düşünüyormuş gibi yukarıya bakıp gözlerimi kıstım ve cevabı bulmuş gibi birden açtım. Ve gereksizce abartılı bir heyecanla konuşmaya başladım, bu sefer yine gülüyordum. "Yoksa beni yalan makinesine mi bağlayacaksın? Hani filmlerde olur ya, şüpheliyi yalan makinesine bağlayıp tek tek soru sorarlar. Doğru söylerse doğrudur yalan söylerse elektrik verir ya cihaz hani." Sorar bir şekilde yüzüne baktım. Bir cevap beklediğimi anlamış olmalı ki elini alnına getirip iç çekti. Ve düz bir sesle konuşmaya başladı. "Bayağı geniş bir hayal gücün var ama hayır kastettiğim bu değil. Sadece vakit geçireceğiz, oldukça kafa dengi birisin çünkü." Gözlerimi bir kaç saniye art arda kırptım. Bunu gerçekten beklemiyordum. Aklından neler geçiyordu acaba? Sanırım binada benle bir gece geçirmek onu bozmuştu. Başka bir açıklaması olamaz. Endişeli ifademi gördüğünde olduğu yerde doğrulup sanki duymuş gibi düşüncelerimi yalanlamaya başladı. "Hayır düşündüğün gibi değil sen beni kolayca bozabilecek kapasiteye sahip biri değilsin. Sadece bir şans vermek istedim hepsi bu." Gözlerimi devirip gülümsedim ve konuşmaya başladım. Başka bir şey olsa şaşardım zaten. "Çok alçak gönüllüsün ya! Teşekkür ederim, verdiğin gereksiz şans için. Eksik olma." Küstah bir şekilde gülümsedi. "Ne demek her zaman." Kafamı olumsuz anlamda iki yana doğru salladım ve ardından göz devirdim. Onunla daha fazla muhatap olup, moralimi bozmak istemiyordum. Sonra aklıma takılan soru ile yanına gidip bana bakmadığı için omzunu dürttüm. Kafasını bana çevirip anlamaz bir şekilde baktı. "Beraber takılacağız dedin. Nasıl olacak yani bir gezi planın var mı? Ne yapacağız tüm gün beraber?" Beraber kelimesini özellikle vurguladım. Hem ima yapıyordum hem de deli gibi merak ediyordum. Çünkü fırsat ayağıma gelmişti tüm gün onun yanında olacaktım. Şansım yaver giderse bir kaç bilgi bile edinebilirdim. İşin ucunda ölüm olması umurumda bile değildi. Çünkü ben sıfırdım. Benim kaybedecek bir şeyim yoktu kendimden başka... Benim heyecanlı tavrımın karşısında gayet sakin bir şekilde soruma cevap verdi. Teklifi eden kendisiydi ama gönülsüzce tepki veren de yine ondan başkası değildi. Sanki kendisine üç yaşında bir çocuk emanet edilmiş gibi davranıyordu. Bu tezatlığını anlayamadım. " Bu konuyla ilgili daha fazla soru duymak istemiyorum. Gidince öğrenirsin." Cevabı itiraz kabul etmeyen bir şekildeydi. Üstelemedim ama bana arkasını döndüğünde onu taklit etmekten de kendimi alı koyamadım. "Ne yapmaya çalıştığını biliyorum, beni taklit etme." Şok için de olduğum yerde kalakaldım. Onu taklit ettiğimi nasıl anlamıştı acaba? Bunu merak ettiğimi anlamış olmalı ki arkasını dönmeden cevap verdi. "Yansıman seni ele veriyor. Bir daha taklit edeceksen camın olmadığı bir yerde yap bunu." Sonra bedenini hareket ettirmeden sadece kafasını benden yana çevirdi. "Böylece yakalanmış olmazsın." Bana bilmiş bir bakış atarken göz kırptı ve kafasını tekrar önüne çevirdi. Karşımızda duran sandalyenin yanına doğru ilerledi ve üstünden ceketini alıp gelişi güzel üzerine geçirdi. Neden bunu yaptığını anlayamadım görünürde kimse yoktu. Binanın etrafı da ıssızdı. Dizginleyemediğim bir merakla ve alay içeren bir ifadeyle ona takıldım. "Sen böyle hazırlanıyorsun da biraz erken değil mi? Etrafta kimse yok çünkü." Yakasında ki tozu silkeleyip ceketinin cep tarafından cep telefonunu çıkarıp saate baktı. "Saat 09.30 birazdan gelirler. Mekanın sahibine mesaj attım. Kendisi bir tanıdığım olur." Alaylı ifadem silinmeye başladığında şok içerisinde ona baktım ve buna kızgınlığım da eklenince sinirle konuşmaya başladım. "İnanamıyorum ya! Nasıl yani sen mekanın sahibini başından beri tanıyordun ve daha şimdimi mesaj atıp buradan bizi çıkarmasını söylüyorsun?" Dediğim şeyler gayet normalmiş gibi pervasız bir şekilde cevap verdi. "Evet, bunda anormal olan ne var?" Aşırı derece rahat olan tavırlarını izlerken hayret içerisinde nefes alıp gülümsedim ve dudağımı yalayıp tavana baktım. Sakinleşmek için içimden rastgele saydım ama işe yaramadı. Aksine sinirimi daha da arttırdı. Karanın bu vurdumduymaz tavırları beni çileden çıkarıyordu. "Anormal olan ne var diyor birde! Sensin anormal olan, bu başına buyruk tavırların başlı başına anormal. Yahu sen tüm gün dürüst olmadığımı ima etmiyor muydun? Yüzüme bile bakmıyorsun doğru dürüst. Ama ne kısmetse şimdi yazıp haber vermişsin adama. Biz koca bir gece geçirdik burada beraber. Bütün gece aklın neredeydi?" Sona doğru zaten yüksek çıkan sesim daha da şiddetlendi. Ben artık bu adamı anlayamıyordum. Bir öyle bir böyle davranıyor. Dedikleri ve söylediği şeyler zerre uyuşmuyordu. Dublajı kaymış film derler ya bu söz bu adam için kurulmuş resmen. Çileden çıkan halime bakıp gülümsedi ve aynı sakinlikle cevap verdi. "Dün gece yazacaktım ama geç oldu diye vazgeçtim, sabah olmasını bekledim. Bu kadar sinirleneceğini bilsem dün yazardım." Yine aynı hayret içeren gözlerle bakıp cevap verdim. "Sen gerçekten değişik bir insansın. Ve ben bugün bunu çok iyi anladım." Bir elini kravatına getirip iki yana çekiştirdi ve cevap verdi. Üzerinde kendinden emin ukala bir tavır vardı. Gerçi ne zaman yoktu ki? Adamın sözlükte ki anlamının karşılığı bu; Ukala. "Aferin, bu gerçeği kendine hatırlat sürekli. Çünkü bu cümleyi tüm gün boyunca kuracaksın." Cevap vermeyip göz devirdim ve az önce kalktığım koltuğa doğru ilerledim. Telefonla oynamak sinirimi yatıştırabilirdi belki. Telefonu oynamak için elime alıp kilidi açtım ve uygulamalar karşıma çıkınca gözüme kestirdiğime basmak için tam elimi kaldıracakken o konuştu. "Geldiler." Kafamı kaldırıp kimin geldiğine baktım. İki tane güvenlik görevlisi ve onların önünde takım elbiseli bir adam duruyordu. Karan bir an göz ucuyla bana baktı ve oturduğu yerden kalkıp adama doğru ilerledi. Bu beni de ayağa kalkmak için yönlendirmiş oldu. İlk konuşan kişi ise buranın sahibi olduğunu düşündüğüm takım elbiseli adamdı. "Aksama için üzgünüm, bütün gece burada kilitli kaldınız. Sıkılmış olmalısınız." Karan tek kaşını kaldırıp gülerek bana baktı ve sözde yakını olan adamdan tarafa döndü. Alaylı gülümsemesinden bile belliydi, oyuncağını buldu sonuçta neden sıkılsın ki beyefendi? "Sorun değil, bu arada gayet güzel bir sergi olmuş. Emeği geçen herkese tebriklerimi iletirsiniz." Karanın akrabası olan adam gülümsedi ve Karanın omzuna dostane bir tavırla vurdu. "Ne demek, yine bekleriz. Beğenmene sevindim." Karan bir şey demeyip gülümsemekle yetindi ve bir şey hatırlamış gibi benden tarafa dönüp bana baktı. Ben ise diyeceği şeyi merak ettiğim için sadece yüzüne bakmakla yetindim. Karan karşısında duran sözde yakın arkadaşına beni gösterip konuşmaya başladı. "Bu arada tanıştırmayı unuttum, bu görmüş olduğun hanım benim kız arkadaşım. Adı Defne Acar." Şok içinde ona baktım. Ne saçmalıyordu bu adam ve neden beni bu şekilde tanıtma ihtiyacı duymuştu? Ama yalnız değildik binanın sahibi benden tarafa dönünce samimi gözükebilmek için gülümsedim. "Tanıştığımıza memnun oldum Defne hanım. Demek Karan'ın kız arkadaşısınız. Karan'ın zevkinin güzel olduğunu bilirdim ama bu kadar harika bir tercih yapacağını tahmin edemedim." Yapmacık bir şekilde gülümseyip Karana tehditkar bir şekilde baktım ve binanın sahibine geri döndüm. "Ya aynen, bana da sürpriz oldu bu gelişme." Adamda bir süre gülümsedi ve bana cevap verdi. "Bu arada kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Mehmet Kaya, bu binanın sahibiyim." "Bende tanıştığımıza memnun oldum. Misafirperver tavrınız için çok teşekkür ederim. Sevgilim Karanın da dediği gibi tablolar çok iyi olmuş tam bir sanat eseri gibi." Sevgilim derken özellikle Karanın gözlerinin içine bakmıştım. Her ne kadar saklamaya çalışsa da o da benim gibi afallamıştı. Mehmet bey ile el sıkışıp çantamı almak için az önce oturduğum yere doğru ilerledim. O sırada Karan ile Mehmet bey kendi aralarında konuşma ya başladılar. Her ne kadar merak etsem de kulak asmamaya çalıştım. Çantamın zincirli tarafını elime dolayıp ceketimin yakasını çekiştirdim. Saçlarım zaten yarı dağınık yarı düzenliydi. Gerçi kötü gözükse Karan söylerdi. Ya da söyler miydi ya? "Defne, sevgilim hazırsan gel gidiyoruz. Daha yemeğe çıkacağız, yolumuz uzun." Elimle bir dakika işareti yapıp üzerimi süzdüm ve telefonu çantama koyup Karana doğru ilerledim. Nihayet yanına geldiğim de bana memnun bir şekilde gülümsedi ve elini belime koyup beni ilerletti. Binanın sahibi de burada olduğu için bir şey demedim ve dışarı çıkmayı bekledim. Yaygarayı dışarıda çıkaracaktım. Dışarıya çıktığımızda hafif bir rüzgar yüzümüze vurmuştu. Biraz daha ilerlediğimizde Karandan ve belimi tutan elinden uzaklaşmak için iki adım attım. "Demek kız arkadaşı ha?" Sinirle Karana baktım ama öfkemi gülerek kamufle etmeye çalışıyordum. Beni çıldırttığını bilmesine gerek yoktu. O ise gayet umursamaz şekilde önüne bakıyor du. Elini kumaş pantolonun cebine koydu ve benden tarafa döndü. Alayla gülümsedi. "Demek, sevgilim ha." Sinirle gülümseyip yukarı baktım. Gerginlikle dudağımı dişledim ve tekrar bakışlarımı Karana çevirdim. "Haklısın, ikisi çok farklı kavram değil mi? Arada bayağı fark var!" Olumlu anlamda kafa salladı. O alaycı tavır gitmemişti. Biraz daha yaklaştı ve tam önümde durup üzerime doğru eğildi ve konuşmaya başladı. "Rahatsız olduysan en başında itiraz etmeliydin. Şimdi niye hesap soruyorsun?" Bende ona doğru ilerleyip ayak uçlarımda yükseldim. "Seni yalancı çıkarıp arkadaşının önünde mahcup etmek istemediğim için bir şey demedim ama şimdi etrafta arkadaşın yok. O yüzden hesap sorabilirim. Buna hakkım var." Sonrasında susup soluklandım ama yine öfkeyle ona bakıyordum. Olumlu anlamda kafa salladı. Bundan güç alıp konuşmaya başladım. "Neden serginin sahibine beni kız arkadaşın olarak tanıttın? Kısaca adımı söyleyebilirdin." Omuz silkip biraz daha bana yaklaştı ve gözlerimin içine bakarak konuşmaya başladı bu sefer daha derin bakıyordu. "Biliyorum isminle de tanıtabilirdim ama benim canım böyle tanıtmak istedi. Hem adını da sevmedim. Sana hiç yakışmıyor." Alt dudağımı ısırıp derin bir nefes aldım ve sesimin tonunu alçalttım. "Yaa, demek öyle. Peki neymiş bana yakışan isim?" Gülümsedi ve o kendinden emin şeytani parıltılı bakışlarının altından cevap verdi. Sanki az sonra diyeceği şeyin doğruluğundan eminmiş gibi. Sanki çok normal olan bir durumu dile getirirmiş gibi. "Azra."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD