Azade'nin Kanatları

1056 Words
Korkunun ecele bir faydası yoktu derlerdi. Yanılıyorlardı. Korku insanı ayakta tutan tek yegane duyguydu. Mutlak ölümden kaçış yoktu ama vicdanı körelmişlerin elinden kurtulmaya yeter de artardı. Korkunun yanına usulca yerleşen cesaretle de güç doğardı. Korkak ve cesurduk. Ben ve Kardelen. Ayrı düşmekten korktuğumuz için cesurca kaçan iki sahipsiz kızdık. Şırnak’tan kaçıp Diyarbakır’ın sıcak ve ciğer kokan otogarına ayak bastığımız gibi Kardelen ellerimi daha sıkı sıktı. Karnı çıkmıştı büyük ihtimal ya da Cizre’deki otogardan daha büyük ve kalabalık olmasından dolayı korkmuştu. Yabancısı olduğum şehrin ortasında sabahın köründe ciğerle karşılaşacağımı bilmiyordum yemek yemek için paramızı harcamamız şimdi uygun değildi. Bakkal gibi bir yerden bisküvi ve su alsak bize yeterdi. Elimdeki küçük çantanın sapını sıkıp kocaman harflerle yazılı çıkış yazan yere doğru aksayan bacağımla yürümeye başladım. Kardelen gözlerini açmış korku içinde etrafına bakıyordu. Otobüslerin plakalarına bakınca Türkiye’nin her yerinden geldiklerini fark ettim. Bu kalabalık şehirde umarım izimizi kaybedip bulunmazdık. Otogarın ana binasına giriş yaptığımızda ikimizde ilk defa bu kadar büyük bir yapının içine girmekten korkup başımızı kaldırarak çelik direklerin çokluğu ve büyüklüğüyle şaşırdık. Köydeki evimizden başka bir yer bilmezdik. Komşu evine bile gitmez Kardelen ile kendimize televizyon izlerdik. Yeni bir yer şaşkınlık verdiği gibi bizi korkutuyordu da. Ana binanın içinde gördüğüm büfe ile o tarafa doğru aksak adımlarla ilerledim. Kardelen de fark etmiş gideceğim yeri daha hızlı adım atmaya başlamıştı. Yandaki lokantadan ciğer ve diğer yemek kokuları daha baskın gelse de başımı eğerek büfede sırada durdum. Kardelen’i de lokantayı görmeyecek bir yere doğru çektim. Üvey annemden çaldığım paralarımı oldukça dikkatli kullanıp kalacak bir yer bulmak için harcamalıydım. Sıra bana gelince iki bisküvi ve su aldım. Kardelen hemen elimden alıp poşetini yırtarak bir tanesini ağzına attı. Oturmak için masa sandalye olmasına rağmen başımı eğerek yanlarından geçtik. Kardelen elindekileri iştahla yerken ben çıkışı bulmaya çalışıyordum. Çıkışı bulduğum gibi dışarı adım attık ama sıcak daha hissedilir ve bunaltıcıydı. Etrafta taksiler çuvallarla sıra sıra bekleyen insanlar vardı. Bazıları gelen arabalara taşıyor bazıları ise arabadan indiriyordu. Diyarbakır’a geldim ama nereye gideceğim konusunda hiçbir şey bilmiyordum. Neresi uygun neresi güvenli... Hiçbir bilgim yoktu. “Abla nereye gideceğiz?” diye sordu Kardelen karnını doyurmuş elindeki çöpüyle beklerken. Kaygının kucağında çaresizlikle etrafıma bakarken yolun karşısına geçmek için yaya geçidine doğru yürümeye karar verdim. “Önce kalacak bir yer bulalım şirinamın.” dedim korkularımı belli etmeden. “Sonra da iş. Okulun açılana kadar baya paramız olur. Sen okula başlarsın ben de daha çok çalışırım. Seninle güzel bir aile olacağız.” Bu bilinmezliğin ortasında umut vermek zorundaydım. Nasıl olacağını bilmememe rağmen. Kardelen sadece o anların keyfini çıkarmalıydı. “Sonunda okula gideceğim abla. Sen de okula gidersin belki. Birlikte okuruz.” Gülümsedim. Benim de tek hayalim buydu. Dışarıdan okuyup sınavlara girerek avukat olmak. Lise dahil bütün konuları arkadaşımın çöpe atmadığı kitaplarından ve defterlerinden öğrenmiştim sadece açık öğretimden orta okul ve liseyi bitirmek için zamanı bekleyecektim. Düzenimizi kurduktan sonra ben de okumak için heyecan duyacaktım ama şimdi başımızı sokacağımız bir yer bulmalıydık. Yolun karşısına geçtiğimiz gibi sıra sıra dükkanların önünde yürümeye başladık. Bir iş alanı gözüme çarpar diye dikkatle bakındım. Birkaç kağıdın cama asıldığını bulaşıkçı arandığını gördüm ama içerdeki erkek sayısıyla iş içime sinmedi. Sabah saatleri olmasına rağmen kalabalıktı ve her yerde çoktan dolup taşıyordu. Kardelen ile üzerimizdeki şaşkınlıkla şehrin içine kadar yürüdük. Her yer gelişmiş ve yeni yapılarla doluydu. Köyden hiç çıkmamış iki kız için hem farklı ve güzel gelirken diğer yandan korkutucuydu ama üstesinden gelmek zorundaydık yoksa Şırnak’taki hayatımıza geri döner canımızdan olurduk. Tek kurtuluşumuz Diyarbakır’dı. Bir şey fark ettik yürüdükçe her yer çarşıydı. Ne kadar gidelim o kadar şehrin içine giriyorduk. Sonunda öğlen saatlerinde cama asılmış bir ilan dikkatimi çekti. Bir çorbacıydı ve içerde yemeklerin başında bir kadın bulunurken başka bir genç kız da servis yapıyordu. Zaten ilanda da kadın garson aradıklarını belirtmişlerdi. İş ilanı içime sinerken çorbacıya ayak bastık. “İyi günler.” dedim elinde ekmek sepeti olan garson kıza. Başımı çevirip camdaki ilana baktım ve yeniden kıza döndüm. “İlanı gördüm. Ben çalışmak istiyorum.” Şivem çok kötü değildi ama yine de dikkat çekecek kadar vardı. İlk fırsatta kitap bulup bolca okuma yapmalıydım. Kız durup önce yüzüme sonra üzerime ve elimdeki çantaya baktı. Kaşlarını çatıp yanımdaki Kardelen’e göz attı. Hoşuna gitmemiş gibi yüzünü buruşturdu ve giderken “Hasibe ablaya sorun. O bakıyor buraya.” dedi ve arkasını servise devam etti. Halimden ve durumumdan hoşlanmadığını fark etmiştim. Ayağımdaki plastik çarıklardan buradan giyen yoktu özellikle benim yaşımdakilerin. Buradaki kızlar kot ve spor ayakkabılarla oldukça özgür ve rahattı. Umudumu kaybetmeyerek Hasibe abla dediği kadına döndüm ama o çoktan çorbaların arkasından çıkmış bir eli belinde hoşnutsuz bir ifadeyle bana bakıyordu. “Belli ki kaçıp gelmişsin. Bizim başımızı belaya sokma kızım. Biz de kendi ekmek paramızın peşindeyiz.” diyerek hiç uzatmadan beni kibarca kovdu. Konuşamadım ve başımı sallayarak Kardelen’in elini tutup çorbacıdan çıktım. Elimdeki çanta ve yanımdaki Kardelen ile durumumu çok fazla belli ettiğim kimse bana iş vermeyecekti. Ama Kardelen’i de bir yere bırakamazdım. Dükkanların önünde yürümekten vazgeçmedim ve başka bir yerde yine bir iş ilanı görerek duraksadım ve bu kez farlı bir taktik uyguladım. Kardelen’e dönüp yan dükkanın görünmeyen bir köşesine çantamı koydum. “Delalamın sen burada bekle sakın hiçbir yere gitme. Ben içeri girip çıkacağım. Bak ben hemen geleceğim. Sakın bir yere gitme. Tamam mı?” diye Kardelen’in annemin gözlerini andıran gözlerine gülümseyerek baktım. İşi aldıktan sonra kalacak bir yer bulursam daha iyi olacaktı. “Olur abla gitmem.” dedi Kardelen o iri gözleriyle. “Seni bekliyorum.” Başından öpüp “Aferin sana.” dedim ve yandaki kebapçıya doğru yürümeye başladım. Kapıdan içeri girecekken orta yaşlı bir adam göğsümden itti aksayan bacağımla zor ayakta kaldım. “La nurid suriina! Yadhhabi! Yadhhabi" Göğsümdeki acıyan yere elimi koyup başımı iki yana salladım. Üstüme başıma bakıp nasıl böyle davranabiliyorlardı? “Ben Suriyeli değilim. İş ilanı için geldim.” dedim dolu gözlerimle. Ağlamamak için kendimi tutarken adam kaşlarını daha derinden kaçıp yüzünü buruşturdu. “Ben biliyorum sizin ne mal olduğunuzu! Yallah başka yere!” İnsanlıktan nasibini alamamış adama dil dökmeyecektim. Yerle bir edilen gururumu alıp elim göğsümde aksayan adımlarla dükkanın önünden ayrıldım. Kardelen bıraktığım yerde beni şekilde bekliyordu. Olup biteni görmüş daha çok korkmuştu. Çantamızı alıp bana doğru koşturdu. “Abla! Azade abla!” diyerek kollarını belime sardı. Kollarımı küçük bedenine sararken ağlamamak için gökyüzüne baktım ve ciğerimdeki yangınla derin bir nefes verdim. Ben Azade’ydim. Bir kere kanat açtım mı asla yere inmezdim. Pes etmeyecektim. Kendi canımı ortaya koymuşken geri adım atmam zaten imkansızdı. “Aramaya devam şirinamın. Eninde sonunda iş bulacağız.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD