DESTİNA

1762 Words
Dün gece sen uyurken İsmini fısıldadım Ve hayvanların korkunç Öykülerini anlattım Dün gece sen uyurken Çiçeklere su verdim Ve insanların korkunç Öykülerini anlattım onlara Dün gece sen uyurken Yüreğim bir yıldız gibi bağlandı sana İşte bu yüzden, sırf bu yüzden Yeni bir isim verdim sana Destina Sen öyle umarsız, uyusan da bir köşede İşte bu yüzden, sırf bu yüzden işte Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için Seni bu denli yıktıkları için Yaşamanın gizini vereceğim sana DESTİNA... Lale MÜLDÜR *** Destina'nın günlüğünden bir sayfa... İçini döktüğü tek nokta... Yalnızlık... Her gün söylediğim aynı şarkı... Dilime yapışmış, çıkmıyor. Bir derdim var içimde; o kadar büyük, o kadar kor, anlatsam insanlara dinleyenin içini yakacak cinsten. Uyusam azıcık geçiyor, uyanınca kor daha fazla küreklenerek alevleniyor. Neyim ben, kimim? Neyin vebali boynumu büken, beni bu köşkte yalnızlığa mahkum eden? Geçmişte işlenen kaç günah gelecekte yaşayacak masumları etkiledi kim bilir? İnsanların korkunç öyküleri kaç çocuğun uykusunu kaçırdı? Biliyor musun Destina, on sekiz senenin kaç gecesinde aynı öyküleri dinleyip, düşünüp, gözlerimi kapattım? Güneş yeniden doğsa da kapkara gündüzlere gözlerimi açtım. Günümü şenlendirmek için çiçekler büyüttüm, bitkiler yetiştirdim. Mutfağa girdim, bütün tarifleri denedim. Hayvanlar besledim insandan daha masum. Ezgiler söyledim, dinledim, sessizliği yutkundum. Okudum, sürekli okudum işime yarayanı da yaramayanı da. Ama o korkunç öyküleri unutamadım Destina. Kaderin önüme sereceği geleceği, bir gün bir fanusun içi gibi saklı tutulduğum bu köşke girecek Truva Atı'nı bekledim. Destina , farklı günün aynı eylemlerini yapmaya hazırlanayım. Ayşe yengeme kalçamdan aşağı inen saçlarımı taratayım, Saliha Teyzenin diktiği elbiselerden giyeyim. Zehra ile kahvaltıyı hazırlayıp amcama ''Günaydın'' diyeyim. Babaanneme kahvaltısını yaptırırken Ahmet Ağabeyimi selamlayayım. Kahvaltı tabaklarını farklı renklerde reçellerle şenlendirerek 'Eline sağlık' kelamının güzelliğine 'Afiyet olsun' tacını takayım. Çiçeklerime, bitkilerime suyunu verip, hayvanlarımı yemliyeyim. Köşkün ta uzağından görünen denize bakarak az da olsa temiz havayı genzime doldurayım. 'Yalnızım.' diyordum ya bu kişiler de kim diyeceksiniz? Hayatımda doğdum doğalı gördüğüm tek insan türleri ; tabi arada gelen öğretmenleri ve ayda bir sefer amcamın kurşun geçirmez arabasıyla çıktığım şehir merkezinde gördüğüm insan silüetlerini saymazsak. Hı! Ben kim miyim? Ben doğduktan bir yıl sonra ölen anne ve babamın çocuğu olmayan amcam ve yengeme yadigarıyım. Bir günahın vebalinin üzerinden çıkarılması bekleyen kurbanlığım. Ben DESTİNAYIM... ******* Barmene parmağımın bir işaretiyle içkimi yenileme komutunu verdim. Dönen rengarenk ışıklar, müzik sesi, anlamsızca dans eden insanlar başımı döndürmeye yetiyordu. Geceyi sarhoşlar denizinde boğularak geçireceğimi kanaat ederken yanıma yaklaşan kişilerin arkadaşlarım olduğunu fark ettim. Ağzımın içini doldura doldura bardağın içindekilerini mideme aktardım. Gözlerimi devirerek 'Sanırım bu gece de bana rahat yok.' diye geçirdim. Omzuma değen ele hiçbir tepki vermeden 'Bir tane daha...' diyerek barmene bardağı uzattım. ''Emre, yeter içme artık. Hadi gel şu taraftayız.'' Yüzümü çevirmeden iki göz bebeğimin ulaşacağı şekilde Gökhan'a bakmaya çalıştım. ''Oğlum, yine sevmediğim konuları konuşuyorsunuz lan, gidin muhabbetinize devam edin, benim keyfim yerinde.'' diye daha da yapıştım bardağıma. ''Ya tamam konuşmayız, gel de yanımıza.'' Gökhan'ın kolumu çekiştirmesine daha fazla karşı koyamadan üniversite arkadaşlarımın bulunduğu noktaya yürüdüm. Ayaklarıma beynim mi hükmediyor yoksa kolumdan çekiştiren arkadaşım mı belli değildi. Hepsinin yüzünde tuhaf bir tebessüm vardı ve haz almadığım konular yine gündemdeydi. Konuştuklarını dinlemek istemesem de söyledikleri cümleler kulaklarıma değiyordu. ''Bu sene alımlar iyi olacak. Başvurumu yaptım.'' Hasan'ın cümlesini tasdik edercesine Gökhan: ''Ya evet; ama keşke puanım daha iyi olsa en azından daha güzel bölgeleri tercih ederdim. Şimdi doğunun bilmediğim şehirlerine, belki de köylerine atanacağım.'' Hasan Gökhan'ı reddedercesine ''Oğlum hiç belli olmaz, bir bakarsın İstanbul'un ortası gelir, şans işte.'' Konuya en daldıkları anda laf bana nasıl geldi bilmiyorum. Hasan'ın laubalice koluma vurup 'Hey!'' demesiyle irkildim. Oysaki tam o anda elimdeki içkimle aşk yaşamaktaydım. ''Oo ! Beyimizin keyfi yerinde tabi. Ne köyde ne beldede koskoca köşkte işe başlayacak pazartesi. Nasılsınız, hazır mısınız efendim?'' Babamın ipine takılı kuklaydım ben ve bunu herkes biliyordu. Hedeflerim sahici değil, yalandı. Yaşamım hakkında söz sahibi olabilmek için mücadele etmem gerekiyordu. Her ne kadar arkadaşlarım var desem de aslen yapayalnızdım. Çocukluğumun baharında sonbahara dönmüştü yaşamım. Masumiyeti kaybetmek istemedim; ama masum kalmanın yolunu da kestiremedim. Birisinin günahının karşısında yıllarca hazırlanmış keskin bir mızraktım ben. Hazırlanmış ve hedefe ulaşmak için pusuya konulmuş. Kimin kalbine mıhlanırdım meçhuldü. Yara olmak istemezdim. Yarama merhem bulur muydum peki bunu da bilmemekteydim. Konuşmalardan hoşlanmayarak arkadaşlara diklendim. ''Lan hani konuşmayacaktınız, niye çağırdınız beni yanınıza? Gidiyorum köşeme.'' Hepsi beni durdurmak için ikna çalışmaları yaparken ben de etraftan gitmeye bahane olacak bir obje arıyordum ki bara girdiğimden beri beni seyreden orta yaşlardaki sarışın kadını gözüme kestirdim. Gözümü kırptım, masaya davet ettim. Kalçasını endamlı bir şekilde kıvıra kıvıra , yoğun parfüm kokusunu etrafa salarak, saçlarını arada elleriyle havaya kaldırıp en seksi haliyle yanıma yaklaştı. Günaha davet kolaydı da ya günahı işlemek kolay mıydı? ''Bana mı bakmıştın yakışıklı?'' Kadının belini kendime doğru çektim. ''Bu gece senle ben, ne dersin?'' diyerek 'Nasılsınız, adınız ne, nerelisiniz, vs.' tanışma literatürlerine bile gerek duymayacak şekilde evime davet ettim. Masadaki arkadaşların şaşkın bakışları birbirleriyle buluştuktan sonra ''Bu yine niyeti bozdu. Haydi biz keyfimize bakalım. '' diyerek bardaklarına yöneldiler. Gökhan kolumdan çekti: ''Ne yapıyorsun? Burada yaşımıza uygun birçok kız varken bu da ne? Derdin ne senin?'' Bugün kolumu ne de çok tutmuşlardı. Sıkılmış ve bunalmış vaziyette bir an önce kaçmanın verdiği telaşla Gökhan'ın kolunu sirkeledim. Arsız bir gülüş sergiledim. '' Olgun hanımefendiler ilgi alanım, var mı bir itirazın? '' Asıl olan niyetler mi, görünenler mi? Çevremdeki insanların virane yaşamlarının altında günahkar ya da safiyane niyetleri sezmek istedim. Başarmaya başladığımı anladığım anda rüzgar gibi oradan oraya savruldum. Kalbimden geçenleri karşımdakiler bilse bazıları yüzüme tükürür, bazıları da dualar ederdi. İçimdeki niyeti bilmeden koluma giren kadınla evimin yolunu tuttum. ********** Adını dahi bilmediğim belki annem yaşındaki kadınla iki oda bir mutfaktan oluşan öğrenci dairemin kapısını araladım. 'Hoş geldiniz.' deyip içeri davet ettim. Kıkırdamalar eşliğinde evimi incelemeye başladı. Belki de içinden 'bir çıtır avladım bu gece' diyordu kendince. Buzdolabımın içinden çıkardığım soğuk içecekleri tam ona servis edecekken 'Aç mısınız?' diye sordum. 'Açım.' dedi. Bir yılan kıvraklığıyla boynuma dolandı. Üzerimde bulunan sweatshirtü çıkardı. Ağzı anlamsız bir gülümseme içerisindeyken gözleri en şehveti duygularla gözlerimin içine bakıyordu. Arada attığı anlamsız kahkahalar kulaklarımın içini dolduruyor, yüzümde gezen parmakları kendine davet ediyordu. Kadının ani hareketiyle kendimi yatakta buldum. Üzerime çıkan bedenindeki elleri pantolonumun düğmelerine gitti, tam dudakları boynumda gezintiye başlarken ellerinden tuttum ve hafifçe onu ittim. ''Affedersiniz, hanımefendi. Gerçekten sizden özür diliyorum. Bu gece sadece saçlarımı okşayarak beni uyutur musunuz? Buna çok ihtiyacım var da. '' Evime misafir gelen kadınların çoğu bu isteğimi reddeder, bir aptal olduğuma dair bakış atarak kapıyı çarpar giderdi. Bugünkü misafirim çok merhametliydi. Belki de bir anneydi? Hiçbir şey demeden yatağa uzandı. Ben de arkamı dönerek sırtımı göğsüne yasladım. Dizlerimi karın bölgeme doğru çekip cenin pozisyonunu aldım. Büzüldüm soğuktan üşüyen bir çocuk gibi. Ezildim, acizliğimi sergilediğim için küçücük oldum. İki elimi birleştirip diz kapaklarımın arasına sıkıştırdım. Yavaşça başımı okşamaya başladı sarışın kadın. Yanaklarımı okşayıp beni şehvete davet eden parmaklar, şimdi bir anne sıcaklığıyla başımı okşuyordu. Arada saçıma kondurduğu küçük küçük öpücükler eski günleri zihnimde canlandırmaya başladı. ''Biliyor musunuz hanımefendi? Annem de okşardı saçlarımı sıcacık elleriyle. Böyle girdirirdi parmaklarını dalgalarımın arasına. Art arda öpücükler kondururdu başıma. Ben de yavaşça, huzur içerisinde rüyalara dalardım. Yalnızım hanımefendi, hem de çok yalnız. Küçükken açılan yaram biraz kabuk bağlıyor, sonra hemen yine kanıyor. Perişan halimi size göstermek istemezdim; ama bu sıcaklığa ihtiyacım var.'' hem konuşuyor hem de hıçkırıklarımda boğuluyordum. Teselli etmeye başladı yumuşacık sesiyle : ''Ağla, çocuk ağla! Gözyaşları temizler insanın günahlarını zamanla. '' dedi adını bile bilmediğim kadın ve ağladım, o saçlarımı okşarken ben hıçkıra hıçkıra ağladım. ************* Güneşin ışığı perdenin arasından ince ince sızıyordu. Sanırım bu sabah olduğuna işaretti. Yanımda yatan kadına baktığımda hala uyuyordu. Ne yapsam, ne yapsam, az daha mı uyusam, hım yoksa kahvaltı mı hazırlasam öğrenci usulü? Zihnimde ne yapacağıma dair fikir alışverişleri raks ederken saçlarımın içini iyice kaşıdım, ağzımı sinek kaçacak şekilde iyice açıp esnemeye başladım. Esnememin hazzını tam hissedecekken ayarı bozulmuş dış kapım 'lank!' diye açılıverdi. İçeri giren babam mıydı yoksa matadorun elinden kaçmış kızgın bir boğa mıydı anlamadım. Zavallı kadın bir fırladı ki yataktan. Ayakkabısını, çantasını eline nasıl aldığını bilemeden soluğu dış kapıda buldu. 'Teşekkür ederim.' diye bağırdım; ama nafile duymadı. Babamın sinirden kan uymuş gözlerine bakmadan yatağa iyice gömüldüm. ''Kalk lan, ayyaş herif! Ailenin yüz karası! Bu ne hal?'' diyerek avazı çıktığı kadar bağırdı. Lügatimde gardırop kavramı yoktu. Giysilerimi köşedeki kanepemin altından almak, çoraplarımı yerden alıp hızlıca geçirmek, iç çamaşırlarımı ise banyodaki askıya sırayla dizmek daha kolaydı. Etrafa saçılmış kıyafetlerime, yerde yüzen bira şişelerine, kısaca leş gibi kokan odamın içine yastığıma yapışık bir halde göz gezdirdim. ''Aman baba! Ne var halimde?'' ''Şerefsiz, annen yaşındaki kadınlarla birlikte olmaya utanmıyor musun? Nedir senin derdin?'' Dünyanın bütün yükünü taşıyormuşçasına yataktan zorla doğruldum. Pis bir gülümsemeyle dudağımı büktüm. Bana utanma dersi veren babama: ''Peki sen kızın yaşındaki kadınlarla birlikte olurken utanıyor muydun baba ? Aynı mesele değil mi?'' dedim. Elini tokat atma pozisyonuna getirip üzerime doğru hışımla yürürken ayağa kalkıp dimdik karşısına geçtim. ''Vursana, hadi vur. Aynı çocukluğumdaki gibi vursana baba! '' Bağırdım, hem de nasıl? İçimdeki kini dışarı kusar gibi, son avazımla, tükürüklerimi etrafa saça saça bağırdım. Sinirlensin iki tokat atsın diye uğraştım; ama o, olamayacağı kadar sakin hale gelip: ''Yarın köşke gideceksin, emirlerimi eksiksiz yerine getireceksin.'' dedi. Unutmuş olduğum ya da aslında unutmak istediğim vazifeyi hatırlatıyordu babam. Hayatımı tek bir sebebe bağlayan vazife. Annem öldükten sonra dinlediğim tek hikaye saçma bir intikamdı. Masalın içerisinde kötü prensler olur ya işte ben o roldeydim; ama babamın unuttuğu bir şey vardı. Masalın sonunda hep iyiler kazanırdı. Yok olmanın yolunda sıralanan merdivenlerden bir bir çıkmamı istiyordu. İlk adımı atmama sadece bir gün kalmıştı. ''Ha şu iş, yarın başlıyoruz ya, ondan bi sakinleştin sen.'' Dalgalı saçlarıma elimi götürüp pis pis sırıttım. ''Evet, yarın sülalemize sürülen kara lekeyi silmek için ilk adımı atıyoruz.'' ''Vay be baba, ilk adımı anamın rahmine beni koymakla attığını zannediyordum. Erkek olduğumu öğrenince ne hissettin acaba? Zaferimin ilk işareti mi dedin?'' ''Gevrek gevrek konuşma!'' '' Sonra çalışanının nüfusuna kayıt ettirdin dalavereyle. O adamcağız da senin kaçakçılık oyunlarını oynarken öldüğünde yetiştirme yurduna kendi ellerinle beni bıraktın ya baba, kimsesiz görüneyim diye. Yani sen ilk adımı yarın atmıyorsun.'' ''Uzatma artık lafı. Geçmiş arkada kaldı. Bunca yıl emek verdik, şimdi hareket zamanı. Yarın köşke Rahmi denen şerefsizin engelli yeğenine öğretmenliğe başlayacaksın. O o....çocuğunun neyi var neyi yoksa, her an ne yapıyorsa bize anlatacaksın.'' Dikkatlice bakarak babamın yüzüne doğru eğildim. Kendimden emin bir şekilde : ''Ya yapmazsam?'' dedim. Yüzündeki alaycı gülümsemeyle dişlerini sıkarak: ''Kredi kartı, altındaki arabayı unut. Zaten evladım olarak görülmüyordun üzerine devredeceğim her şeyi unut. İş mi, unut. Sana bu şehri bırak, bu ülkede hatta dünyada nefes aldırmam. Daha sayayım mı evladım?'' Yutkundum, tutuldum. Bir baba bunları evladına nasıl söyler diye düşündüm; ama söylerdi tabi. Çünkü bu baba benim babamdı. Gariban bir işçinin çilekeş çocuğu gibi gösterilen ben aslında kaçakçılığı kendine meslek edinmiş Ayhan Çelik'in oğluydum. Elini omzuma koyarak fısıltıyla seslendi: ''Haydi hazırlan. Halana gidiyoruz.'' *********
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD