ŞATODA DÜĞÜN

1370 Words
6 AY SONRA Önümde nikah davetiyesi katalogları, nikah töreninde masaların süslemelerinde kullanılacak çiçekler için örnekler, orkestra için çalma listesi, nikah sırasında havaya atılacak konfeti örnekleri, hesap defterleri… Kendimi, süslemelerde kullanılacak tüllere boğup, asacak duruma gelmiştim resmen. Neredeydi bu Alice de, anlamıyorum ki. Ebruli Familyası ve ben yollarımızı ayırdığımızda, canım arkadaşım ve biricik sözleşmeli yengem Alice bana kucak açmıştı. ‘’Senin hiç kimseye ihtiyacın yok, her ne olursa olsun biz kardeşiz. Ben sana ömrümün sonuna kadar aile olurum.’’ demişti. O günü hatırladıkça başıma ağrılar giriyordu. Yusuf’a laf söyledikten sonra kendimi resmen amaçsızca sokağa attım. Güneş yeni yeni doğuyordu, benim cebimde beş kuruş para veya kimliğim yoktu. Aslında o saatten sonraki durumum tam da buydu; ne bir servetim ne de bir soyadım vardı. Fitnat’ı da asla anne olarak görmeyecektim. Benim sadece bir babam vardı, o da mezardaydı. Başka da hiç kimsem yoktu. Bunu dediğim anda telaşla bana doğru gelen Tarık Ebruli’yi gördüm. Akın Ebruli’yle beraber bana koşuyorlardı. Arkalarından Alice ve Gönül de geliyordu. İçlerinde benimle bağı değişmemiş olan tek kişi, Alice’ti. Benim tek kimsem oydu. Tarık abim beni sıkı sıkı kollarının arasına aldı. ‘’Sen benim kardeşimsin, Naz. Kim ne derse desin, benim kardeşim sensin. Hiçbir şey umrumda değil. Sen nereye gidersen, ben de seninle oraya gelirim. Beni senin abin olmaktan hiçbir şey alıkoyamaz.’’ ‘’Benden de o kadar kolay kurtulamazsın cadaloz. Eğer sen annesiz babasız kaldıysan, biz de kalırız. Ama senin gibi bir cadaloz olmadan yapamayız.’’ Onların söylediklerini Gönül, Alice’e tercüme etmiş olacak ki, Alice de lafa girdi. Gerçekten çok tatlılardı ama benim olanları algılayacak potansiyelim yoktu o anda. ‘’Bir transfer ayarlayalım.’’ dedi Alice. ‘’Uçağı çağırayım, geri dönelim. Burada işimiz kalmadı bizim artık. Siz de isterseniz gelebilirsiniz.’’ ‘’Alice, öncelikle bu kız benim kardeşim ve ben de senin kocanım. Tabii ki sizinle geleceğim.’’ ‘’Evet yenge, bu kız bizim kardeşimiz. Sen bedavadan el koyamazsın.’’ Akın abim ‘yenge’ kelimesini özellikle Türkçe söylemişti. Alice’e takılmak için Türkçe taktığı lakaplardan biriydi yenge. Sonra Tarık abime dönüp Türkçe olarak ‘’Karına sahip çık, kardeşimize kayyum atadı.’’ dedi. Beni o durumda Akın abimden başkası güldüremezdi. Onun sözlerine gülmeye başladım ama kısa bir süre sonra gözyaşlarım da kahkahalarıma eşlik etti. Ben ağlamaya başlayınca Akın abim ‘’Yapma ama böyle… Esas, bizim ağlamamız lazım; Yusuf kırosuyla aynı genleri taşıyormuşuz.’’ dedi. ‘’Ama bir yandan da iyi tarafına bakıyorum; şimdi bu kıroyu çalmasalardı da bizimle büyüseydi, sanırım ikimizin de sevmediği bir kardeşi olurdu, öyle değil mi abi?’’ ‘’Kesinlikle!’’ dedi Tarık abim. ‘’Bir şuna bak, ayçiçeği gibi, bir de o kıroya bak, manda tezeği gibi.’’ Beni neşelendirmek için ellerinden geleni yapıyorlardı. ‘’Zaten, bizim onunla aramız bozulmasaydı bile, seninle evlenince bozulurdu. Biz, eşine saygısız ve kötü davranan bir kardeş istemezdik hiçbir zaman.’’ ‘’İstemezdik tabii… Otursun şimdi anne babasıyla beraber. Onlar da en kısa zamanda senin gibi bir evladın yokluğuyla sınandıklarını anlayacaklar.’’ ‘’Böyle sokak ortasında konuşmayın. Bir taksi bulalım bari. Ben uçağı ayarladım, babamın uçağı gelip bizi alacak.’’ ‘’Bana da gidebiliriz.’’ dedi Gönül. ‘’Yani benim evimin de kapısı size her zaman açık. Hem bu durumda bir de yeniden yolculuk etmek, bizi iyiden iyiye yorabilir.’’ ‘’Benim Fransa’ya dönmem lazım, annem daha iyileşmedi. Naz’ı da burada bırakamam.’’ dedi Alice. ‘’Kocanı da bırakamazsın.’’ Tarık abim de sanki yüzyılın aşkıyla evlenmişler gibi konuşuyordu. Bizi o halden toplayan, ailenin sözleşmeli gelini Alice olmuştu. Hepimizi uçağıyla evine getirdi ve günlerce hem annesine hem de bana baktı. Kendimi topladığım zaman iş aramaya başladım. Artık sırtımı dayayacağım bir servet yoktu ve Alice de bana hayatımın sonuna kadar bakamazdı. Aslında bakardı, asla da sesini çıkarmazdı ama demek istediğim şey o değildi. Ben iş aramaya başladığımda Alice harika bir teklifle geldi; şatosunu benimle beraber işletme teklifi. Bu teklif beni adeta kendime getirmişti. Orada hep gözüm vardı; otel olarak işletmek istiyordum. Günlerce deli gibi çalıştım, dosyalarca raporlar çıkardım, gelecek yatırım ihtimallerini hesapladım ve sonunda düğün organizasyonu konusunda karar kıldım. Otel olsa, giderleri karşılamakta zorlanabilirdik. Hem otellerin, düğün kadar çok sirkülasyonu da olmazdı. Nikah, düğün, nişan gibi organizasyonlar, sirkülasyon sağlayacağı için, otelden daha kârlı olabilirdi. Üstelik, şato organizasyon mekanı için ilk tercihimiz olsa da, bir şirket olarak, başka mekan tercihlerine de açıktık. Bu da aynı anda, birden fazla organizasyon idare ederek birden çok kaynaktan gelir elde etmek demekti. Benimle birlikte Alice de hayatında ilk defa iş dünyasına atıldı. Şirketimizin adını TurquAlice koyduk. İçimde tereddütlerle adım atmıştım ama, çok kısa sürede bütün Akdeniz ülkelerinde adımız duyuldu. Daha üç ay dolmadan, Toskana’dan düğün organizasyonu için talep aldık. Bizi bu kadar meşhur yapansa, kullandığımız renk paleti oldu. Düğünlerde genelde lavanta ve ekru tonları kullanılırken, biz mercan rengi ve çivit mavisi veya eflatunla altın gibi iddialı renkler kullanarak bir trend başlattık. İşlerimde başarılı oldukça, geçmişte beni üzen ve yaralayan herkese olan öfkem ve kırgınlığım da yavaş yavaş rengini yitirmiş ve önemsizleşmişti. Öfkemi bile hak etmediklerini, değmediğini fark etmiştim. ‘’Naz, öyle oturup durma da şunları al! Kollarım koptu!’’ Kapıdan elinde bir yığınla ofise giren Alice’in serzenişiyle oturduğum yerden kalktım. ‘’Bunlar ne?’’ dedim. Elinde kule gibi dizilmiş bir sürü spiralli dosya vardı. ‘’Pasta ve müzik grupları için yeni kataloglar.’’ dedi. Elindekilerin bir kısmını alıp, bir kenara koyarken ‘’Çalıştığımız yerlerin nesi var?’’ diye sordum? ‘’Piyasada ne var, ne yok diye bakalım istiyorum. Trendlerin gerisinde kalmayalım. Catering şirketleriyle toplantın nasıl geçti?’’ ‘’Fena değildi.’’ ‘’Tarık kendi catering şirketinizi açın diyor.’’ ‘’Bak sen… Ne zaman diyor bunu? Benim neden haberim yok?’’ ‘’Bugün öğlen yemekte söyledi.’’ dedi kendine bir kadeh beyaz şarap doldururken. ‘’Siz, bensiz yemeğe mi gittiniz?’’ ‘’Karı koca olarak öğle yemeği yedik, ne var bunda?’’ ‘’Annen de iyileşti, siz neden boşanmıyorsunuz?’’ ‘’Tarık bu kadar erken boşanmamızın riskli olabileceğini düşünüyor. Yabancı olduğu için, yasal olarak dikkat çekebilirmiş.’’ ‘’Bana biraz tuhaf geliyor bu mazereti ama, siz daha iyi bilirsiniz.’’ ‘’Bana da tuhaf geliyor ama, Naz ben bir yandan da boşanmak istemiyorum.’’ ‘’Al o zaman karşına, konuş. Bu yeni bir şey değil Alice, sen abimi seviyorsun. Altı aydır evlisiniz ve zaten karı koca gibi davranıyorsunuz birbirinize. Evliliğinizin gerçek bir evlilik olduğunu kabul edin ve ayrılmayın.’’ ‘’Evliliğimiz gerçek bir evlilik değil Naz.’’ ‘’Birlikte olmamış olmanız, bu evliliğin gerçekliğini yadsıyamaz canım arkadaşım. Yasal olarak gerçek kılınmış bir evliliğiniz var.’’ ‘’Aramızda aşk yok.’’ ‘’Evliliğin aşkla ne ilgisi var zaten? Hem sende var, yeter.’’ ‘’Naz, anlasana işte…’’ ‘’Sevişmiyor musunuz? Evliler sevişmez zaten, sevgililer sevişir.’’ Önündeki minik nikah şekerlerinden birini bana fırlattı. Getirdiği katalogları açıp, incelemeye başladım. Bu sırada Alice de, bir düğün için çalışıyordu. Akşam olunca esnemeye başladı. Bir gece önce, gelin için bekarlığa veda partisi organize etmişti ve biraz uykusuzdu. ‘’Naz, ben gidiyorum. Sen ofisi kapatırsın.’’ Şatonun girişinde bir daireyi kendimize ofis yapmıştık. Zaten içindeki odaları genellikle düğünden önce gelin ve damat dinlenebilsin diye veya düğün gecelerini geçirebilsinler diye organize ediyorduk; törenler hep avluda veya kalabalığa göre koruda oluyordu. ‘’Tamam canım, ben kapatırım. Evde görüşürüz.’’ dedim. Alice çıktıktan sonra ben de masaları ve dosyaları toparladım. Tam çıkacağım sırada otuzlarında, çok şık, çok zarif bir adam geldi. Üstünde şık bir takım elbise vardı. Özel tasarım olduğu her halinden belliydi. ‘’İyi akşamlar.’’ diye selam verdi. Aksanından Fransız olmadığı belli oluyordu. ‘’Merhaba.’’ dedim gülümseyerek. ‘’Size nasıl yardımcı olabilirim.’’ ‘’Ben kendi düğünümü organize etmek istiyorum. Randevu almadan geldiğim için beni bağışlayın lütfen. Buradan geçerken, birden aklıma geldi ve ben de şansımı denemek istedim.’’ ‘’Kabalık etmek istemem ama, randevu almanız gerekirdi. Hem kapalıyız, size şu anda yardımcı olamam.’’ ‘’Bana randevu verebilir misiniz?’’ ‘’Şu anda veremem ama mesai saatlerimiz içinde arayıp randevu alabilmeniz için broşürlerimizi ve kartımızı verebilirim. Hem, daha önce yaptığımız organizasyonlar hakkında da bilginiz olur. Arzu ederseniz, internet sitemiz üzerinden online randevu da alabilirsiniz.’’ ‘’Yarın sizi mutlaka arayacağım.’’ dedi ona verdiğim kartlara ve broşürlere bakarken ama, o daha kapıdan çıkmadan, yıllar öncesinden tanıdık bir yüz geldi. Hatırladığımdan bile yakışıklı görünüyordu. ‘’Keşke şoförle gelseydim bugün, arabamı park etmekte zorlandım. Sen ne yaptın, konuştun mu?’’ diyerek içeri girdi. ‘’Hanımefendi sabah randevu almamız için kartını verdi.’’ dedi ondan önce gelen adam. Bu lafın üstüne başını çevirip bana baktı. Beni görür görmez o da tanımış olmalı ki, bir an için duraksadı. Sonra tokalaşmak için elini uzattı. ‘’Merhaba hanımefendi, ben Guillaume Gaumond.’’ Ben de ona elimi uzattığımda tokalaşmak yerine gözlerime bakarak, elimi öpmeyi tercih etti. ‘’Ben de Naz… Naz Erkoç.’’
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD