KAZA

1104 Words
Teknenin kıç tarafı rüzgarla hafifçe sallanırken gerginlik giderek artıyordu. Caner ’in gözleri öfkeyle kıvılcımlandı. Yumruklarını sıkarak Atahan’ a doğru bir adım attı ve onu itti. Atahan da geri çekilmeyip karşılık verdi. Aralarında bir itişme başladı. Göz göze geldiklerinde aralarındaki geçmişin tüm yükü, söylenmemiş her cümle, şimdiye taş gibi oturuyordu. “Hiçbir şey yapamazsın! Ben senin iyiliğini düşünüyorum. Sen bunu anlamayacak kadar akılsız olamazsın.” diye bağırdı Caner, sesi teknenin motor sesini bastıracak kadar yükselmişti. “Tehdit ederek mi iyiliğimi düşünüyorsun?! Söylesene! Tehdit ederek mi bana iyilik yapacaksın?!” Atahan’ ın gözleri ateş saçıyordu. Caner ’in yakasını tutmuş, omzundan hafifçe sarsmıştı. Caner farkında olmadan teknenin en ucuna gelmişti. Altındaki ahşap yüzey titreşiyordu ama öfkesinden başka bir şeye odaklanacak halde değildi. Atahan' ı bir kez daha itti. “Evet! Gerekirse evet! İyilikle söyledim anlamadın!” Bir anlık duraksama oldu. Caner bile söylediği sözün ağırlığını fark etmişti. Sonra kolunu kaldırdı, bileğindeki saate baktı. Yutkundu. Gözbebekleri büyüdü. Telaş vücuduna yayıldı. Sadece 23 dakika kalmıştı. “Az kaldı! Anlamıyorsun. Zaman daralıyor.” Atahan ’ın yüzündeki ifade öfkeyle yer değiştirdi. Gözleri şüpheyle daraldı. “Ne anlatıyorsun sen?! Ne zaman? Neyden bahsediyorsun?!” Caner, sesini alçaltmadan konuşmaya devam etti. Kelimeleri her zamankinden daha ağırdı, her biri ölüm gibi düşüyordu aralarına. “Atahan son kez söylüyorum. Bak, eşini seviyorsan, daha doğmamış bebeğinin yaşamasını istiyorsan o davadan çekileceksin! Eğer çekilmezsen onlar…” Caner’ in cümlesi bitmeden Atahan ’ın gözleri kararır gibi oldu. İçinde bir öfke fırtınası koptu, dizginlenemezdi. “Kes lan sesini! Bir daha ailemi ağzına alırsan, seni gözümü bile kırpmadan öldürürüm!” Sözler yetmedi, Atahan Caner ’in yakasına yapıştı. Caner savrulmamaya çalıştı, ama bir yandan da direniyordu. “Susmayacağım! Bebeğin için, karın için vazgeçeceksin! Ben senin iyiliğini…” “Sus lan! Sus diyorum sana! Sus!” Ve o anda olan oldu. Atahan bir hamleyle Caner’ i itiverdi. Dengesini kaybeden Caner geriye doğru sendeledi. Ardından bir çığlık yükseldi. Suya düşen bedenin sesi duyuldu. Ardından gelen, etin metalle buluştuğu uğursuz bir ses… Pervane… Atahan’ ın yüreği ağzına geldi. O an, zaman durdu. Gözleri büyüdü. Korku ve pişmanlıkla teknenin arka kısmına koştu. Kan göze çarpıyordu. Deniz, sakinliğini kaybetmişti. “Caner! Caneeer!” Bir umut, bir delilikle baktı suya. Hareketsizliğin içinde bir iz aradı. Kalbi göğsünden çıkacak gibiydi. Birkaç adım geri çekildi, sonra yönünü kaptan köşküne çevirdi. Koşarak uzaklaştı, yüzündeki dehşetle… çünkü artık hiçbir şey geri alınamazdı. Atahan ellerini iki yana açmış, dengesini kaybetmemeye çalışarak yürüyordu. Ayakları istemsizce Caner’ in düştüğü yere yöneldi. O an zihninde bir uğultu vardı. Kulağında haşa Caner’ in çığlığı çınlıyordu. Ayakta durmakta zorlandı. Teknenin motorunu durdurdu. Her şey bir anda sessizliğe büründü. Sadece dalgaların hafif çarpıntısı ve kalbinin atışı duyuluyordu. Navigasyona yöneldi. Sistem kapanmıştı. Ekran karanlıktı. Gözlerini yumdu. Dişlerini sıktı. Derin bir nefes aldı ama ciğerleri dolmadı. Yeniden denedi. Nefesi düzensizdi. Panik sinsi bir zehir gibi damarlarına yayılıyordu. Köşkten çıktı. Yavaş adımlarla tekrar teknenin kıçına yürüdü. Güneş yerini solgun bir kızıllığa bırakmıştı. Gökyüzü griye dönüyordu. Caner ’in düştüğü yere geldiğinde zaman durmuş gibiydi. Denize baktı. Gözleri boşluğa kilitli. Dudakları titriyordu. Dizleri neredeyse kırılacak gibi oldu. Ayakta zor duruyordu. Elini korkuluğa koydu, parmakları beyazlayana kadar sıktı. Soluğu hala dengesizdi. Hızla içine çektiği havayı hemen bırakıyordu. Ağzından çıkardığı ses neredeyse bir iniltiye dönüşmüştü. Titreyen bir halde içinden konuşmaya başladı. Belki dua, belki sadece pişmanlık… Gözleri haal suyun üstündeydi. Bir iz aradı. Kabaran dalgalar arasında bir cevap aradı. Ama cevap yoktu. Yalnızlık vardı. Ve geri dönülmez bir sessizlik. Atahan gözlerini denizden ayıramazken, zihninin bir köşesinde geçmişten bir ses yankılandı. Her şey bir anda o ana döndü. ... Kapı açıldığında yorgun adımlarla içeri girmişti. Takım elbisesi kırışmış, gözleri uykusuzluktan kızarmıştı. Ama Hale ’yi karşısında gördüğünde yorgunluğu bir anda yok olmuştu. Hale zarif bir elbiseyle tam karşısında duruyordu. Yüzünde her zamanki sakin ama ışık saçan gülümseme… "Çok güzel olmuşsun." demişti Atahan şaşkınlıkla. "Bugün özel bir gün ve ben yine unuttum, değil mi?" Hale hafifçe başını yana eğmişti. "Evet, bugün özel bir gün. Ama bugünü unutabileceğini hiç sanmıyorum. Uykunun en tatlı yerinde sıçrayarak uyandığın gecelerde, hep bugünü hatırlayacaksın." Atahan anlam verememişti. Yorgun kafası çözememişti sözlerin ağırlığını. "Anlamadım." "Her şeyi düşünerek sevin." demişti Hale. "Zor günler kapıda bekliyor. Uykusuz geceler, en sevdiğin gömleğinde lekeler, aslında kötü olmasına rağmen sana güzel gelecek kokular…" "Hala hiçbir şey anlamadım." demişti Atahan, gülerek. "Bugün çok çalıştım. Algılarım kapandı galiba." Ve o cümle… "Diyorum ki; hayatına avukattan daha önce gelecek bir sıfat geliyor. Baba oluyorsun." Bir anlık sessizlik, ardından gözlerindeki yaşla karışık sevinç. Dudaklarından dökülen şaşkınlık dolu "Ne?!" sesi. Sonra sarılışı… Sanki dünyadaki tüm kötülükler o sarılışta kaybolmuştu o an. Atahan bugünün gerçeğine geri döndü ve bir adım geri attı. Elleriyle yüzünü kapattı. Parmaklarının arasından sızan yaşlar, bu dünyanın taşıyamayacağı bir pişmanlığın sessiz tanığıydı. Kendi fısıltısını ancak kendisi duydu. “Ben baba olacaktım…” Ve o cümle, içini dağlayan sonsuz bir yankı gibi içinde çınladı. Atahan başını ellerinin arasına almış, dizlerinin üstüne çökmüştü. Gözlerinden yaşlar süzülürken ağzından dökülen kelimeler titrek, boğuk ve yıkılmıştı. "Ben ne yaptım?! Ne yaptım ben?! Allah beni kahretsin! Ne yaptım ben böyle?! Ne yapacağım ben şimdi?.. Ailem için. Ailem için. Ailem için yaptım ben... Ailem... Ama olmaz. Hapise giremem. Baba olacağım. Şimdi olmaz. Olmaz!" Titreyen vücudunu kontrol edemiyordu. Dolu gözlerle etrafına bakındı, ama gözlerinin gördüğüyle kalbinin gördüğü birbirinden çok uzaktı. O hal içinde hala şoktaydı, ama sessizliği birden Caner’ in çalan telefonu böldü. Sert, kararlı bir şekilde yerinden kalktı. Telefonu eline aldığında ekranda beliren isim nefesini tuttuğu anda açığa çıkardı: Korkut Hanzade. Atahan ’ın gözleri kısıldı. Dudakları birbirine kenetlendi. "Her şey senin yüzünden. Seni bitireceğim Korkut Hanzade..." Tam telefonu fırlatmak üzereyken birden duraksadı. Ekranda bir bildirim daha belirdi. Gelen mesajları açtı. Gördüğü ilk isim Gazel ’di. Parmağı titreyerek mesajı açtı. " Telefonumu açmayarak kaçamazsın benden! Akşam erken gel, konuşacağız. Bu evlilik bu şekilde devam edemez haberin olsun. O dava için evliliğini de bitirmeyi göze alıyorsun demek?" Gözleri ekrana kilitlendi. Kalbi daha da sıkıştı. Bir an boşluğa baktı, sonra göz kapaklarını sıkıca kapattı. Derin bir nefes aldı. Sonra kendi kendine konuşur gibi, ama iç sesiyle bir karar verdi: "Beni bekleme artık. Seni de davayı da kaybedeceğimi anladım. Bu kadar kaybı kaldıracak gücüm yok." Bu sözleri mesaj olarak Caner ’in telefonundan yazdı. Göndere bastı. Ardından mesajlar kısmına geçti, Gözde ’yle olan tüm fotoğrafları tek tek sildi. Parmakları titreyerek gezdi ekran üzerinde. Hiçbir iz kalmasın istercesine... Sonra çevresine bakındı. Küçük bir bez buldu. Titizlikle telefonun her yerini sildi. Parmak izi, iz, bir kanıt kalmasın diye... Masaya bırakacak gibi yaptı, sonra duraksadı. Gözünü telefondan alamıyordu. Sanki o küçük cihaz, yaptığı her şeyin tek tanığıydı. Derin bir nefes aldı. Kararsız bir adım attı. Sonra birden sertçe geriye çekildi. Kolunu kaldırdı ve tüm gücüyle telefonu denize fırlattı. Bir cık sesi ve ardından gelen sessizlik... Atahan 'ın içindeki çığlık kadar yankılandı. Ama artık geri dönüş yoktu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD