YARDIM EDİN

1191 Words
Silah sesiyle herkes irkilmişti. Birkaç kişi kısa bir an için başını çevirip o yöne baktı ama ardından merak yerini çekingen bir suskunluğa bırakmıştı. Suat elindeki maşayı yere bırakıp Emine ’ye baktı. Emine, içindeki sesi bastırmaya çalışarak sordu. "Bu neydi şimdi?" Suat omuz silkti, ama gözleri endişeliydi. "Avcılardır herhalde… Atahan, Hale nerede Emine?" Emine hemen cevap veremedi. Bir yandan telefonunu eline alırken, ses tonu yatıştırıcıydı. "Sakin ol. Herhalde Hale Atahan ’ı buldu, birlikte dolaşıyorlardır." Suat sabırsızdı. Aynı zamanda gergin. " O zaman bir ara. Etler kömür oldu." Emine Hale ’yi aramaya başladı. Telefon birkaç saniye çaldıktan sonra yakından bir yerden çalan zil sesi duyuldu. Emine sesi takip etti. Hale ’nin telefonu masa üzerindeydi. Gözleri büyüdü, hemen kapattı. Ardından Atahan ’ı aramaya başladı. Hattın meşgul olduğunu görünce daha da tedirgin oldu. Emine, sesini kontrol etmeye çalışarak konuştu. " Hale telefonunu burada bırakmış. Atahan ’ın telefonu da meşgul." Suat durumu daha da ciddiye almaya başlamıştı. "Bu kadar ortalıkta olmamaları normal değil… Sen burada bekle. Ben etrafa bakacağım." dedi. Diğer insanlar ise sanki hiçbir şey olmamış gibi günlük sohbetlerine dönmüş, çocuklar oyunlarına devam etmişti. Ama Suat ’ın içini kemiren bir huzursuzluk gittikçe büyüyordu. ... Atahan, kimsenin olmadığı taşlık bir kıyıdan denizden çıktı. Su, giysilerinden damla damla yere süzülüyor, ayaklarının altındaki kum ve taşlar soğukla karışık bir rahatlık veriyordu. Nefes nefeseydi. Ellerini dizlerine koyarak kısa bir süre eğildi, uzaklaşan yata baktı. Onun ağır ağır gözden kaybolan silueti, yaptığı şeyin ağırlığını daha da derinleştiriyordu. Bir an oturup dinlenmek istedi, ama üzerinde hala dikkat çekecek bir kaptan kıyafeti vardı. Gözlerini devirdi, yavaşça doğruldu. Elini cebine attı, poşetteki kendi kıyafetlerini çıkardı. Poşetten çıkarıp yere serdi. Hafif bir nem hissi dışında bir şey yoktu. Üzerini değiştirdi. Kaptan kıyafetlerinin suyunu sıktı. Sonra taşların üzerine yaydı, güneşe doğru döndürdü. Kurumaları zaman alacaktı. Etrafta kimse yoktu ama yine de temkinliydi. Yakınlardaki çöp konteynırlarını görünce aklına bir fikir geldi. Cebini kontrol etti. Hala kullanılabilir durumdaki çakmağını buldu. Üniformayı ve poşeti konteynıra atmayı düşünüyordu, ama henüz zamanı gelmemişti. Telefonunu çıkardı. Kurulayıp bir bez parçasıyla ekranını sildi. Şarjı azalmıştı ama hala açıktı. Hoparlörden gelen hafif cızırtıların ardından; " Gözde, orada mısın?" diye sordu. " Buradayım. Ve hala hiçbir şeye anlam veremedim. Az önce sanki su sesi geldi." Atahan telefonu kulağına yaklaştırdı, sesi yavaş ama kararlıydı. "Yüzmek zorunda kaldım." " Telefonla mı? Doğru, senin telefonun su geçirmiyordu. Ama yine de… Atahan, ben hiçbir şey anlamıyorum." " Biliyorum canım. Ama şimdi Hale ’nin yanına dönmem gerek. Büyük ihtimalle çok merak etmiştir. Umarım nereye gittiğimi kimseye söylemedi. Ben sana en kısa zamanda uğrayacağım. Benden önce polis gelirse… Lütfen söylediklerimi aynen aktar. Lütfen. " Gözde ’nin sesi bir an titredi. " Sen iyisin değil mi? İyi olacaksın?" "İyiyim. Merak etme." Bir süre sessizlik oldu. Atahan derin bir nefes aldı. Ayağa kalktı. Güneşte kuruyan kıyafetlere bir kez daha baktı. Sonra telefonu cebine koydu ve yavaşça ormanlık alana doğru yürümeye başladı. Güneş hafifçe batmaya yaklaşmıştı, gölgeler uzuyor, yapraklar arasında kesik kesik kuş sesleri duyuluyordu. Her adımı, zihninde daha büyük soruları ve daha karmaşık cevapları büyütüyordu. Ama şimdi düşünecek zamanı yoktu. Hale onu bekliyordu. Ve vakit, artık çok daha değerliydi. .... Hale, yere yığılmış halde, çimenlerin arasına karışan kanıyla baş başa kalmıştı. Kurumuş yapraklar bedeninin altında çıtırdıyordu ama o artık bunu fark edemeyecek kadar zayıftı. Nefes alıp verirken ciğerleri yanıyor, gözleri bulanıklaşıyordu. Direnmeye çalıştı… Elleriyle kendini sürüklemeye çabaladı ama kolları titredi, bedeni izin vermedi. " Atahan… Neredesin?.." Sesi neredeyse bir fısıltı kadar zayıftı. Gözleri doldu, yanaklarından süzülen yaşlar çenesine ulaşıp toprağa karıştı. Gücünün son kırıntısıyla yana döndü. Gözleri karanlığa alışmaya başlamıştı ama bu, acıyı azaltmıyordu. Eli yavaşça karnına gitti, sıcaklığı hissetti. Islaklığı. İçgüdüsel olarak o bölgeyi korumaya çalıştı ama nafileydi. Dudakları titredi. Son bir kez, içinden geçen pişmanlıklarla fısıldadı. " Özür dilerim… Seni koruyamadım… Çok..." Sesi silindi. Gözleri ağırlaştı, yavaşça kapandı. Elinden kalan son güç de çekildi. Parmakları gevşedi, toprak üstüne düşen eliyle birlikte hareketsiz kaldı. Rüzgar, çalılıkları hışırdattı. Bir yaprak kopup Hale ’nin saçlarına takıldı. Ve dünya sessizleşti. ... Atahan, elinde kuru dallarla konteynırın yanına geldi.. Yürürken etrafı dikkatle süzdü, kimsenin onu görmediğinden emin olmak istiyordu. Güneş iyice yükselmiş, nemli toprakla karışan tuz kokusu havaya yayılmıştı. Dalların bir kısmını konteynıra attı. Cebinden çakmağını çıkardı. Birkaç denemeden sonra küçük bir alev çıktı. Dallar hızla tutuştu. Ateş büyüdükçe gözlerini kırpıştırarak birkaç adım geri çekildi. Sonra kaptanın kıyafetlerini kavrayıp, bir an tereddüt etti. Ardından onları da alevlere bıraktı. Kumaşlar yanmaya başladı, duman yükseldi. Üzerine kalan dalları da yanan yığının üstüne attı. Baba olacaktı. Hapse giremezdi. Kısa bir süre ateşe baktı..Gözleri düşünceli, çenesi kilitliydi. Sanki kendi geçmişinin, kendi kimliğinin yanışını izlemiyordu. Artık eskisi gibi olamazdı. Sonra birden omuzlarını silker gibi yaptı. Sırtını dönüp, ağır adımlarla orman yolundan çıktı. Toprak patika onu yavaşça piknik alanına götürüyordu. ... Suat ormanda Hale ve Atahan’ ı arıyordu. "Atahan! Hale! Neredesiniz?! Nereye kayboldular, anlamıyorum ki... Atahan! Abi, neredesiniz?! Off..." İlerlerken bir anda Hale ’yi yerde gördü. "Hale!" Koşarak yanına geldi. Eğildi, başını tutmaya çalıştı. "Hale! Halee! Aç gözünü! Gözünü aç! Hale! Ne oldu sana?! Hale!" Sırtından eline kan bulaştı. Gözleri dehşetle açıldı. "Yardım edin! Yardım edin!" Etrafına bakındı, ama kimse yoktu. Eli Hale ’nin boynuna gitti. Kesik kesik de olsa nefes aldığını fark etti. Derin bir nefes aldı, bütün gücüyle bağırdı: "Yardım edin! Yardım edin! Kimse yok mu?!" Hale ’yi dikkatlice kucağına aldı. "Dayan. Atahan için dayan. Bebeğin için. İyi olacaksınız." Yürümeye başladı, sesini yine yükseltti. "Yardım edin!" Emine, sıkıntıyla masanın başında oturuyor, etrafına bakınıyordu. "Off! Nerede bunlar? Giden gelmiyor..." diye mırıldandı. Bir anda ormandan gelen çığlık sesiyle irkildi. "Yardım edin! Lütfen yardım edin! Yaralı var!" diye bağırıyordu bir ses. Bu, Suat ’tı. Emine korkuyla ayağa fırladı, sesin geldiği yöne doğru koştu. Ardından diğer insanlar da peşine takıldı. Suat, kucağında Hale ile perişan bir halde yürümeye çalışıyordu ama ayakta duracak hali kalmamıştı. Gözleri umutsuzlukla etrafı tarıyordu. "Dayan, lütfen dayan... Yardım edin! Kimse yok mu?! Biriniz yardım etsin!" diye bağırmaya devam etti. Emine, önlerinde koşan ilk kişi olarak Suat ’a ulaştı. Suat, Hale’ yi yere yatırdı. "Ne oluyor burada? Hale’ ye ne oldu?" diye haykırdı Emine. "Hiçbir fikrim yok! Yaralı! Ambulansı arayın, çabuk! Nabzı çok zayıf!" dedi Suat, sesi titreyerek. Kalabalıktan biri hemen telefonuna sarıldı, 112’ yi aradı. Emine dizlerinin üzerine çöktü, gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Suat tekrar Hale’ nin nabzını kontrol etti. Parmaklarını bileğinden çektiğinde gözleri büyüdü. Birkaç saniye hareketsiz kaldı, sonra ifadesi dondu. Emine, Suat ’ın yüzüne baktı, onun sessizliğini gördükçe paniği arttı. "Ne? Ne oldu? Yaşıyor değil mi? Yaşıyor desene!" diye bağırdı, sesi artık neredeyse çığlığa dönmüştü. Ama Suat konuşamıyordu. Sadece gözlerini kapadı. ... Mahir vapurdaydı. Hali biraz telaşlıydı, etrafı dikkatle kontrol etti. Hemen Alper ’i aradı. Alper telefonu açtı. " Aldın mı?" diye sordu. " Hayır, bir aksilik oldu." diye yanıtladı Mahir. " Bir işi de düzgün yapın! Ne oldu söyle?" diye çıkıştı Alper. " Kaçmaya çalıştı. İzin veremezdim. Beni görmüştü. Ateş etmek zorunda kaldım." " Öldü mü yani? " " Bilmiyorum. Kontrol edemedim. Hemen oradan uzaklaştım." " Gir bir yere, saklan. Ortalık durulana kadar çıkma dışarı. Benden haber bekle. Kafana göre iş yapma." " Tamam Alper Bey. Yalnız biraz paraya ihtiyacım var." " Sen saklan, onu ben halledeceğim." ... Atahan piknik alanına geldi. Etraf sessizdi, kimse yoktu. "Ne oluyor yaa? Herkes nerede? " diye mırıldandı kendi kendine. Biraz ileride bir kalabalık fark etti. Hemen oraya doğru yürümeye başladı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD