***
Oturduğum yerden hala titreyerek ağlıyordum. Gözlerim yanıyor, nefesim göğsümde düğümleniyordu. Tam o sırada kapı çalındı.
Yakın olduğum için hızla ayağa kalkıp kapıyı açtım... ve karşımda Ömer’i gördüm. Her şeyden habersiz, sakin, alıştığım o güvenli bakışıyla.
"Ömer..." dedim soluksuz. "S–sen nerdeydin?" Kollarımı sardığım anda, o da beni sıkıca sardı. Sıcacık avuçları sırtımda gezindi.
"N’oldu?" dedi telaşla, yüzüme bakmak için beni geriye çekerek. Cevap verecek halim yoktu. Kelimeler boğazımda düğümleniyordu. Akan yaşlarımı durduramazken, ablam yanımızda belirip olanları hızla söyledi.
"Cemal amca... Behzat Ağa’yı vurmuş. Zerin'de buna şahit olmuş."
Ömer bir an dona kaldı. Kaşları çatıldı, şokla nefesi kesildi.
"Zerin... doğru mu bu?" dedi.
Başımı salladım. Gözlerimi tekrar kapadım, derin bir nefes almaya çalıştım ama her nefeste içim daha da daraldı.
"Cemal amca kaçtı." dedim kısık bir sesle. Sonra elim, Ömer’in elini buldu. Titreyerek parmaklarına sarıldım.
"Ömer... Behzat Ağa ölürse ve Cemal amca bulunmazsa..." Devam edemedim. Dilim dönmedi. Gerisini söylemeye cesaretim yoktu çünkü söylediğim anda gerçek olacaktı.
Ömer hemen yüzüme dokundu. Parmakları yanaklarımdaki yaşları sildi. Bana, kendi korkusunu bile saklayan bir adam gibi baktı.
"Düşündüğün şey olmayacak." dedi kararlı bir sesle. "Şimdi babamı bulmam lazım."
Kapıya yöneldi. Ben ise panikle koluna yapıştım.
"Hayır Ömer! İzin veremem. Ya Soraniler seni yakalarsa? Ya seni-" Sözümü kesen şeyi, onun derin bir nefes çekip gözlerimi tutan bakışı oldu.
"Geri döneceğim Zerin." dedi. Kendi güvenini bana da geçirmek ister gibiydi.
"Dikkatli ol oğul." diyen anneme saygıyla kafa salladı.
Elini avuçlarımın arasından nazikçe çekti... ve gitti.
Kapı pervazına tutunup, titreyen dizlerime rağmen ayakta kalmaya çalışarak, o uzaklaşan sevdiğim adamı... yaşlı gözlerle izledim.
"Umarım..." dedim içimden, kelimenin devamı boğazımda düğümlenerek. "...geri dönersin."
Ben bir kere terk edildim bile isteğe, bu seferde mecburiyetten terk edilmek istemiyorum. Sevdiğim adamın toprağında ağıt yakmak istemiyorum. Ömer'e bir şey olursa yaşayamam.
***
Serhad'dan...
Bugün, hiç istemediğim bir kadınla aynı ömrü paylaşmaya hazırlanıyordum. Herkesin yüzü gülüyordu; bir tek benim içimde taş gibi bir ağırlık vardı. Her şey sanki olması gerektiği gibi akıyordu... ta ki o iki el silah sesi kulaklarımı yırtana kadar.
Sesin terastan geldiğini anladığım anda, içimde buz gibi bir his yayıldı. Amcamın orada olduğunu biliyordum.
"Bir görüşme var, sonra yanınıza gelirim." demişti. Hiç telaşlanmamıştım. Ama merdivenleri tırmanırken her adımda içimdeki o uğursuzluk büyüdü.
Terasa çıktığımda, nefesim kesildi. Amcam... baba yerine koyduğum adam... kan içinde yerde yatıyordu.
Göğsümde yıllar önce babamı kaybettiğim gün açılan o çukur yeniden açıldı. Dizlerimin üzerine çöküp nabzını kontrol ettim. Zayıf bir şekilde atsa da, yaşıyordu.
"Amca!" diye bağırdığımda, sesim bütün konağı çınlattı. Ambulansı beklemeye tahammülüm yoktu. Adamlara emir verip kaldırmalarını söyledim, vakit kaybetmeden arabaya bindirdik ve hastaneye sürüklenir gibi vardık.
Şimdi ameliyathanenin kapısı önünde bütün sülale bekliyordu. Herkes taş gibi suskun, herkes soluksuz, kadınlar gözü yaşlı. Ama benim içimdeki fırtına durmuyordu.
"Amcam kimle görüşmüş?!" Sesimin kontrolünü bile kaybetmiştim. Adamlarım başlarını kaldırmaya bile cesaret edemedi.
"Ağam... Baranlı aşiretinin ağası Cemal Ağa’yla terasta konuşuyorlardı. Yalnız kalmak istediler. Biz de aşağı indik..."
O an içimde bir fırtına koptu. Yumruğum adamın çenesine indiğinde, düşüşünü umursamadan nefes nefese öfkeyle titredim.
"Ulan hasım olduğumuz aşiretin ağasıyla nasıl yalnız bırakırsınız?! Amcam dedi diye kör olup uzaklaşmak var mı?! Biriniz bile uzaktan gözetmeyi akıl edemedi mi?!"
Hastanenin koridorlarındaki sessizlik, esip gürlememle parçalandı. Öfke gözlerimi karartmıştı. Amcamı da kaybedemezdim. Bir daha aynı acıyı kaldıramazdım. Annem koluma yapıştı, titreyen sesiyle beni durdurmaya çalıştı.
"Oğlum! Hele bir sakin ol. Amcan içerde canıyla uğraşıyor. Bunların sırası değil." Kolumu annemin elinden çekip, çenemi sinirle okşadım. Nefesimi zor topladım. "Gözüm görmesin sizi!" dedim dişlerimin arasından. Adamlar bakışlarını bile kaldırmadan savrulur gibi uzaklaştı.
Ben ise ameliyathanenin kapısına kilitlenmiş halde öylece duruyordum. O kapının açılacağı ana kadar içimdeki fırtına ne susacaktı, ne de hafifleyecekti. Kalbim göğsüme sığmıyor, damarlarımda kaynar bir öfke akıyordu.
Yavaşça dönüp aşiretin erkeklerine baktım. Hepsi başını öne eğmiş, nefes almaya bile çekinir haldeydi.
Sesim, içimde biriken hırsın ağırlığıyla gürledi.
"Bana o Cemal itini bulun. Bir de haberi duyurun... Behzat Sorani ölürse, taziye kurulmayacak."
Cümlemi bitirdiğim anda hepsi başlarını sallayıp dağıldı. Koridor kısa sürede boşaldı. Taziyenin kurulmayacağının manası büyüktü Baranlı aşiretinin erkeklerinin dizleri titresin şimdi.
Sırtımı duvara yasladığımda, tüm ağırlığımı taşımak zorunda kalan beton bile bu öfkeye dayanamayacak gibiydi. Nefesim daralıyordu; göğsümdeki acı babamın ölüm gecesiyle aynı yerden sızlıyordu.
Amcam ölürse... Onu toprağa verirsem, o toprağa Serhad Sorani olarak değil; babası öldürülmüş, amcası vurulmuş, iki kez evinden koparılmış bir adam olarak basarım. Ve o zaman kimse beni durduramaz.
Aşiretlerinin kökünü kuruturum. Baranlı soyunu yerle bir ederim. Çünkü babamın canını alan o soysuzlar, şimdi de amcamı elimden almaya kalktılar. Ve ben bir kez daha kaybetmeyeceğim. Kimseye kaybetmeyeceğim...
***
Zerin'den... (3 Gün Sonra)
Günlerdir aklımı kaçıracak gibiydim. Ömer gittiğinden beri eve dönmemiş, bir mesaj bile atmadan sırra kadem basmıştı. Her saniye, her dakika içimi kemiriyor; kötü düşünceler beynime üşüşüyordu. Koltuğun kenarına çömelmiş, tırnaklarımı kemirmekten parmak uçlarım acımıştı ki, ablam kapıyı nefes nefese açıp içeri daldı.
Hemen ayağa fırladım. "Noldu abla? Ömer’den bir haber mi var?"
Başını sağa sola salladı. Ama yüzündeki ifade, sıradan bir 'yok' değildi. Bir şey olmuştu.
"Yok gülüm ama..." diye başladı, derin ve tedirgin bir nefes aldı. "Serhad Ağa haber salmış. ‘Behzat Ağa ölürse, taziye kurulmayacak’ demiş."
Kelime boğazımda düğümlendi. O cümlenin anlamını bilmeyen yoktu bu topraklarda. Aşireten ölen biri için taziye kurulmazsa... kan durmazdı. Kan isterdi o gelenek. Ve ben Serhad'ı bilirdim, pes etmeyecekti...
Dizlerimin bağı çözüldü, koltuğa yığıldım. Gözyaşlarım hiç bir direnç göstermeden akmaya başladı.
"Ya... ya Ömer’e bir şey yaptıysa?" Sesim titriyordu. İçimdeki korku nefesimi kesiyordu. Ablam ellerini beline koyup odanın içinde bir sağa bir sola yürüdü.
"Mutlu huzurluyduk... Amcamız olacak o şerefsiz yine yaptı yapacağını!" diye söyleniyordu ama onun siniri bile benim panik duvarıma çarpıp dağılıyordu. Benim için tek bir gerçek vardı. O da Ömer ortada yoktu.
Tam o sırada telefonum titredi. Elimle ekrana saldırır gibi uzandım. Ömer’in adı yazıyordu. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi.
"Bizim otelin ara sokağına gel güzelim. Orada seni bekliyorum."
Nefesim göğsümde bir anlığına durdu, sonra hızla geri döndü. Sevinçle ayağa fırladım, gözyaşlarımı alelacele sildim.
Ablam daha ne olduğunu soramadan, kapıya koşup ayakkabılarımı bile tam giymeden dışarı fırladım. Tek düşüncem vardı. Ömer’e kavuşmak.
***
Serhad'da...
Aradan üç gün geçmişti. Amcam hala yaşamla ölüm arasında asılı duruyordu, doktorlar her gelişimizde aynı cümleyi tekrarlıyordu.
O iti, Cemal’i ise bulamıyorduk. Sanki yer yarılmış, içine girmişti. Ama ben biliyordum... Onu bizim ayağımıza getirecek tek bir yol vardı. Göz bebeği olan oğlu. Ömer Baranlı.
Adamlarımdan gelen adrese doğru arabayı sürüp, dikkat çekmeyen bir noktaya çektim. Motoru susturur susturmaz gözlerim karşı kaldırımda duran adama takıldı. Arabasına yaslanmış, birini bekliyor gibiydi. Durduğu yer, bekleyişindeki huzursuzluk, fotoğraflardan gördüğüm yüz... hepsi birleşince emin oldum. Ömer’di.
Silahımı çıkardım, emniyetini açtım. Bugün bu işi bitirmek istiyordum.
Onu öldürmek için burda değildim elbette, sadece Cemal girdiği delikten çıksın diğe oğlunu yem olarak kullanacaktım.
Arabadan inmek için kapıya uzandığım anda bir hareket dikkatimi çekti. Ömer’in boynuna ne zaman geldiğini anlamadığım bir çift kol dolandı. Öyle güçlü, öyle sıkı sarılmıştı ki... bir insan ancak çok sevdiği birine öyle sarılırdı.
Gözlerim istemsizce kısılırken, sarılan kişinin yüzünü gördüm.
"Zerin..." dedim dudaklarım arasında... sessizce.
Birkaç saniye... nefes bile alamadım. Sanki kalbimin ortasına biri soğuk bir bıçak saplamıştı.
Başını Ömer’in boynuna gömmüş, avuç içiyle adamın yanağını okşuyordu. Gözyaşları yanaklarına akıyor, Ömer'e daha çok sokuluyordu.
Elimdeki silah titredi. Sadece elim değil... içimdeki her şey titredi.
O an her şey bir anda yerine oturdu. Zerin’in nişanlısı Ömer’di. Ben bilmek istemediğim için araştırmamıştım. Duymamak, öğrenmemek, yüzleşmemek istemiştim. Ama gerçek... şimdi karşımda duruyordu.
Amcamı vuran adamın oğlu... ve babamı öldüren adamın kızı...
Birbirine sarılmış... hasret gideriyorlardı. İçimdeki alev göğsümü parçaladı.
Zerin’in gözlerinde o adama karşı duyduğu aşk... Ömer’e yaslanışı, ona sığınışı...
Zoruma gitmişti. Benim bu lanet üç günde nasıl çürüdüğümü, nasıl darmadağın olduğumu hiç mi merak etmemişti?
Bir zamanlar aynı acıyı taşıyıp... bir birimizde tesseliyi bulduk. Şimdi o kadının aklından bile geçmiyordum demek ki...
Derin nefes almaya çalıştım ama her nefes ciğerime iğne gibi batıyordu. Göğsümde yanan ateş büyüdükçe büyüdü.
Hasmın oğlu... kalbimin kadını... İkisini de karşıma almıştım artık.
Zerin’in o adama sarılışını izlerken, kanım damarlarımda uğuldadı. Dudaklarımın arasından, bastıramadığım bir hırıltıyla tek cümle döküldü.
"Ben de Serhad Sorani’ysem... bunu sizin yanınıza bırakmam!"
***