***
Araba Sorani Konağı’nın önünde durduğunda, gözyaşları göz kapaklarımdan ağırlaşıp yanaklarımdan süzüldü. Kapının işlemelerine baktım; her bir çizgi, içimde büyüyen korkuyu daha da keskinleştiriyordu. İnmek istemiyordum. O konağa girmek... kaderimin ellerimden alınması demekti. Bir kere girsem, bir daha kurtulamayabilirdim.
Serhad kapıyı sertçe açıp indi. Sonra benim tarafa gelip kapımı hızla açtı.
"İn aşağı!" diye buyurdu. İnmedim. Bacaklarım kıpırdamadı bile. Sanki bedenim korkudan kök salmıştı. Ona zaten itaat etmek istemiyordum.
Birden bileğimden kavradı ve beni dışarı çekti. Dengesizce yere düşünce, ayaklarının önüne çöktüm.
"Yalvarırım bırak! İstemiyorum..." Sesim titriyor, boğazım yanıyordu.
Ama o sanki hiç duymuyormuş gibi kolumdan sertçe çekip basamakları çıktı. Ne kadar direndiysem de gücüm yetmedi. Peşinden gitmek zorunda kaldım.
Kapı, Serhad için korumalar tarafından açıldı. İçeri adım attığımızda avluda toplanmış herkes bize dönüp baktı.
O bakışlar... merak, korku, şaşkınlık... hepsini tek tek hissettim üzerimde.
Avlunun ortasında durduğumuzda, "Oğlum?" diye seslendi Reyhan Ana. Gözleri önce bana, sonra beni zorla buraya getiren oğluna döndü. "Zerin’in ne işi var burada?"
Diğer aile üyeleri de, bu esnada merakla etrafımıza toplandı. Ben ise ağlamaktan konuşamaz hale gelmiştim.
Serhad sert bir tonla konuştu.
"Zerin’in nişanlısı, amcamı vuran Cemal itinin oğlu. Babasını ayaklarıma getirene kadar burada kalacak. "
O an, öne doğru bir adım sesi geldi. Leyla... yüzünde hem şaşkınlık hem kırgınlıkla karışık bir ifade vardı.
"O ne demek Serhad Ağa?" dedi kızgın bir sesle. "Ya babasını getirmese? Ki getirmez de... hangi evlat babasını bile bile celladının ayağına getirir ki?"
Sözleri beynimde çınladı. Haklıydı. Bu cümlenin doğruluğu bile içimi lime lime etti.
Serhad’ın duruşu daha da sertleşti. "Getirmezse kan bedeli Zerin’le evleneceğim."
Avluda bir uğultu yükseldi. Leyla’nın gözleri doldu, dudakları titredi...
Ben ise ikinci kez aynı cümleyi duyarken, kalbimin içimden sökülüp yere çalındığını hissettim.
"Sen ne dersin oğlum? Zerin nişanlı!" dedi Reyhan Ana. Bunu herkes anladı, bir Serhad anlamadı. Daha fazla dayanamadım. Titreyerek öne çıktım.
"Reyhan ana, kurban olayım bir şey de... Ben nişanlı bir kızım. Kan bedeli olsa bile başkasının namusuyum."
Bir anda Serhad kolumu sıktı. "Kes sesini!" deyip yüzüme gürledi. Sesi beni ürkütmüştü.
"Kız doğru söyler. Başkasını namusunu... kan bedeli olsa dahi almak, yakışı kalmaz oğlum." dedi Reyhan Ana ama Serhad dinlemedi bile.
"Son sözü söyledim, kimse sorgulamayacak!" dedi tok sesiyle.
Yeniden beni sürüklemeye başladı. Taş merdivenleri çıktığımızda, kolunu yumrukladım, tırnakladım, "Bırak beni!" diye bağırdım. Ama faydasız. Çaresizlik boğazıma oturdu. Konak halkına döndüm, gözyaşları içinde yalvardım.
"Gözünüzü seveyim bir şey yapın!" Kimse kımıldamadı. Kimse tek kelime etmedi.
Çünkü herkes Serhad’ın öfkesinden çekiniyordu. Peki ya ben? Ben nasıl baş edecektim onunla? Ben nereye kaçacaktım şimdi?
Odasının kapısını sertçe açtığında, hiç tereddüt etmeden beni içeri fırlattı. Dengesiz bir şekilde sendeleyip odanın ortasına düştüm. Avuçlarım halıya çarptı, nefesim kesildi.
Kapı arkamdan büyük bir gürültüyle kapandı. Ayak sesleri... ağır, seri, kararlıydı. Üzerime yürüdüğü her adımda odanın sıcaklığı düşüyormuş gibi hissettim.
"Başkasının namususun öyle mi?" dediğinde, dudaklarının kenarı küçümser gibi kıvrıldı. Bu sırıtış o kadar ürkütücüydü ki korkmamak elde değildi. Resmen psikopat bir adamla baş başa kaldım.
"Namusun olduğun adam seni kurtarsın da görelim." dedi. Sanki benimle değil, kaderimle dalga geçiyordu.
Boğazım düğümlendi ama geri adım atmadım. Korku ile öfke birbirine karışmıştı.
"Benden ne istiyorsun?" dedim. Sözlerimi peş peşe, düşünmeden söyledim. "Kan davasını kapatmanın başka yolları var. Kan parası alabilirdin. İstersen kana karşı kan da alırdın. Ama sen... neden bu yolu seçtin Serhad Ağa?!"
O ise ağır adımlarla üzerime gelmeye başladı. Geri geri çekildim ama sırtım yatağa çarptığında kaçacak yerim kalmadı.
Serhad önümde durdu, sonra yavaşça bir dizinin üzerine çöktü. Çok yakındı... nefesini yüzümde hissedecek kadar yakın.
"Sen zannediyorsun ki, bunları senin için yapıyorum..." Fısıltısı bile tehdit gibiydi. Gözleri gözlerime kilitlenmişti.
Küçümseme, öfke ve başka bir şey... karanlık bir şey vardı o göz bebeklerinde.
"...ama değil." dedi. Çenemi hafifçe sıkıp yüzüme daha da yaklaştı. "Ben belasını s*ktiğim amcanı sadece istiyorum. Onun derdini, amacını öğrenmek istiyorum."
O an... içimdeki bütün direnç bir anlığına çöktü. Ellerim titredi. Yutkunarak konuştum.
"Ya... ya Ömer babasına ulaşsa bile sana söylemezse? Ya bana bile ihanet ederse?" Sesim titriyordu. Bu ihtimali düşünmek bile içimi parçalıyordu.
Sonra tüm cesaretimi topladım. "Ben Ömer’i seviyorum, o da beni... hayallerimiz var. İki ay sonra ise düğünümüz. Hem unuttun sanırım... ben kısırım. Bunların hepsine rağmen benimle... gerçekten evlenecek misin?"
Hiç düşünmeden, "Evet." dedi ağır bir ses tonuyla. Nefesimi tuttum.
"Eğer babasını tercih ederse..." Başını yana eğdi, gözleri simsiyah oldu.
"Sevdiği kadının başka bir adamın altında inlemelerine de razı olur." Kalbim hızlandı, ne saçmalıyordu?!
Elini uzatıp yanağıma düşen bir saç telini parmak ucuyla kaldırdı. Dokunuşu bile tehdit gibiydi.
"Hem belli olmaz. Ona aldığın gecelikler... belki bana nasip olur."
Edepsiz konuşmalarına daha fazla dayanamayıp, saniyelik bir öfke patlaması yaşadım. Düşünmeden, kontrolsüzce tokadı yanağına yapıştırdım. Elim acımıştı ama umurumda olmadı. Tokadın şiddetiyle yüzü yana döndü. Çenesindeki kaslar gerildi, dişleri birbirine sürtündü. O an sabrının sonuna geldiğini biliyordum.
Ama sustum mu? Hayır. Susmayacaktım da.
"Bunları sana düşündüren ne bilmiyorum ama... eğer seninle evlenmek zorunda kalırsam..." Sözlerimi haykırarak tamamladım.
"O gün kendimi öldürürüm, anladın mı? Öldürürüm!"
Başını yavaşça bana çevirdi. Gözleri koyu bir gece gibi kararmıştı. Ve o bakış... Tüm Mardin'i yakabilecek bir öfkeyi içinde saklıyordu.
Beni kollarımdan tutup bir anda yatağın başlığına sertçe yasladı. Çarpmanın etkisiyle başlığın gıcırtısı kulağımda yankılandı. Yüzünü birkaç santim önüme getirip kükredi.
"Bir daha bana vurursan... senin değil, o çok sevdiğin nişanlının parmaklarını tek tek kırar, önüne atarım!"
Sesi kulaklarımda yankılandı. Şüphem yoktu artık, yapardı.
Sonra elini üzerimde dolaştırmaya başladı. Sanki bir şey arıyordu. Her dokunuşunda içimde bir panik yükseldi.
"Dokunma bana!" diye ittim onu ama kıpırdamadı bile.
Parmakları sütyenimin arasına sıkıştırdığım telefona değince durdu. Gözlerine bir karanlık çöktü.
Hiç tereddüt etmeden, elini dekoltemden içeri sokup telefonu aldı. Soğuk parmakları tenime değdiğinde istemsizce ürperdim.
Sanki nefesim boğazıma takıldı.
"Telefonumu götüremezsin!" diye yükseldim.
Aldırmadı. Ayağa kalkıp ekrana baktı, kaşları çatıldı. Ömer aramış olmalıydı. Ben de hızla ayağa kalktım. İçimdeki korku artık mideme çökmüştü.
Kapıya yönelirken önünü kesip nefes nefese konuşmaya çalıştım.
"Ben sadece bir süreliğine burada kalacağım, mahkum değilim! Telefonumu almana gerek yok. Hem Ömer sesimi duydukça... babasını bulmak için daha çok hırslanır!”
Sözüm biter bitmez, yüzündeki öfke daha da derinleşti. Bir an bile düşünmeden beni omzumdan sertçe itip kenara savurdu... ve kapıyı yüzüme çarptı. Arkasından kilidin sesi geldi.
O kilit sesi... Sanki kalbimin içine çivi çakmış gibiydi.
Yavaşça ilerleyip, yatağa oturdum. Ellerim titriyordu. Gözyaşlarım durmadan aktı.
Burada istesem de istemesem de artık tutsaktım. Zorla, çaresiz... elimden ise hiç bir şey gelmiyordu. Yüzümü ellerimin arasına aldım derin bir nefes alarak.
İki ay sonra yapılacak düğünüm... gelinliğim, hazırladığım çeyizler, ablamla sabaha kadar kurduğumuz hayaller, Ömer’in bana bakarken ki o güven veren bakışları... hepsi bir bir gözümün önünden geçti.
Bu odada, bu kilitli kapının ardında otururken içimi önce bir acı kapladı sonra o acı bir anda inat oldu, öfke oldu.
Bunca emek, bunca mücadele... boşa mı gidecek? Bir adamın kaprisine, intikamına kurban mı olacağım?
Hayır. İzin vermeyeceğim.
Benim yerim, sevdiğim adamın yanı. Bir zamanlar tek kelime etmeden beni terk eden bir adamın yanı değil.
O gittiğinde tek başıma toparlandım, yeniden ayağa kalktım. Onun yokluğunda dimdik durduysam, şimdi onun öfkesiyle de diz çökmem.
Ve Serhad... ister kabul etsin, ister etmesin bunu görecek.
Ben artık bıraktığı o kız değilim. Ne beni satın alabilir, ne korkutabilir, ne de kaderimi tek başına belirleyebilir..!
***