***
Serhad'dan... *4 Yıl Önce*
Zerin’i eve bıraktığımda direksiyona her dokunuşumda içimdeki öfke biraz daha kabarıyordu.
Asla baba olamayacağımı duymak... sevdiğim kadından bir çocuğumun olmayacağını bilmek... insanın boğazına yumruk gibi oturuyordu. Ama bu böyle bitmemeliydi. Bir tedavi vardır elbet. Bir umut... bir yol... olmak zorundaydı.
Öfkemi kontrol edemediğim için Zerin’i kırmıştım, bunu her nefes alışımda hissediyordum.
Asıl olması gereken, şu an onun yanında durup teselli etmemdi ama ben öküz gibi 'in eve git' deyip kırıp geçmiştim.
Gönlünü alacaktım, fakat önce amcamın alel acele çağırdığı bir mesele vardı.
Konağa vardığımda taş duvarların içindeki serinlik yüzüme vurdu. Avluda oturan ev halkının yüzünü bile bakmadan, terasa çıktığımda amcam nargilesini tüttürüyordu.
Babam öldüğünden beri bana hem baba, hem amca, hem de yol gösterici olan adam... Aynı zamanda yıllardır babamın katilini aramak için birlikte koşturduğu tek kişi.
"Amca." dedim, varlığımı belli etmek için. Başını çevirip bana baktı, yüzünde yılların kırışları vardı. Karşısına geçip oturdum.
"Nereden geliyorsun yiğidim?" diye sordu. Bakışlarımı Mardin'in ışıklarına kaydırdım.
Zerin’i ailede henüz kimse bilmiyordu. Çünkü Sorani ve Baranlı aşiretleri arasında yıllardır kanun gibi bir kural vardı.
Birbirlerinden kız alıp verilmeyecekti. Ama bu kural beni durdurmazdı, en kısa sürede sevdiğim kadını onlara anlatacaktım.
"Bizim çocuklarlaydım." dedim. Yalanımı anlamış olmalı ki, hırıltılı bir kahkaha attı.
"Bakıyorum da, amcanı kandırır olmuşsun." dedi. Sonra birden, keskin bir bakışla ekledi.
"Baranlı’ların kızı Zerin’le hastanede ne işin vardı?"
Göğsümdeki nefes bir anlığına durdu. Bunu nereden biliyordu? Peşime adam mı takmıştı?
Amcamın gözlerinin içine diktim gözlerimi. Lafı dolandırmaya gerek yoktu.
"İkimiz de birbirimizi kandırmayalım amca. Her şeyi bildiğin gözlerinden belli. Ne diyeceksen de." dedim, sabrımın sonuna gelmiş bir ses tonuyla.
"O kızı bize gelin getirmeyeceksin inşallah?" Bu sorunun içinde bir uyarı değil, bir tehdit vardı sanki.
Ama ben tereddüt etmeden karşılık verdim.
"Zerin öyle yada böyle bir gün karım olacak."
Sözüm, taş bir duvara çarpıp yankılanmış gibi üzerimize çöktü. Amcamın ak düşmüş kaşları sertçe çatıldı, yüzü bir anda ciddiyetle gerildi. "Seni daha ilk gün uyardım Serhad!" diye çıkıştı. "O aşiretten ne kız alınır, ne kız verilir!"
Derin bir nefes aldım. Bu cümleyi söylemekten bıkmamıştı.
"Hep aynı cümleyi tekrarlayıp durma amca. Bu lanet kuralın nedeni dahi yok!" dedim, sesim yükselmişti farkında olmadan.
Amcam bir anda toparlandı, omuzlarını dikleştirip gözlerini kıstı.
"Neden mi istiyorsun?" Başımı ağır ağır salladım. Artık bilmek istiyordum.
"Madem öyle, anlatırım oğlum." deyip söze girdi. "Bilirsin ki baban, Zerin’in babası Reşad’la aynı gün öldü!”
Bunu bilmek acıtmıyordu artık; alışmıştım. Ama amcamın yüzünde beliren gölge, söyleyeceklerinin bundan daha ağır olduğunu gösteriyordu. Ardından sessizlik çöktü. Amcam konuşmak için doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyordu.
Yüzüne hüzün oturmuştu, nargilenin dumanı arasında gözleri bile buğulanmış gibiydi.
"Konuşsana amca." dedim, artık sabrım iyice tükenirken.
Sonunda başını eğdi, yutkundu. Sesi daha derinden, daha karanlıktan geldi.
"Bunu sana demeyeceğime yemin etmiştim. Çünkü gençsin, kanın kaynıyor, başına bir iş getirirsin diye korktum. Ama artık ben bile seni durduramıyorum. Bu yüzden..." Gözlerini kaldırıp bana baktı. "Başını bir iş getirmeyeceğine söz ver bana."
Ne söyleyeceğini bilmiyordum ama içime çöken ağırlık iyi bir şey olmayacağını söylüyordu.
"Söz amca." dedim.
Verdiğim sözün ardından, söze girdi.
"Baban öldüğünden beri doğru düzgün uyku girmedi şu iki lanet gözüme. Senden ayrı... kimin ağabeyimin canına kıydığını araştırıp durdum."
Amcamın sesi çatladı. Sonra derin bir nefes aldı, sanki boğazındaki düğümü açmaya çalışıyordu.
"En son kulağıma bir söylenti geldi..."
Orada sustu. Yutkundu. Sanki söyleyeceği şey, yıllardır taşıdığı bir acıymış gibi. Ama sonunda kelimeleri bir bir dökmeye başladı.
"Ağabeyim topraklarında kaçak mal geçirmek istemediğini söyleyince, Reşad itinin onu öldürdüğünü duydum. Dostlardı, gönlüm el vermediği için Reşad Ağa yapmaz dedim. Kardeşi Cemal Ağa'yla konuştum. Olaya şahit olan bir maraba ona her şeyi anlatmıştı, videoyada çekmiş. İzledim her şeyi... doğruydu. O it yapmıştı. Babanı, dostunu, omuz omuza verdiği adamı Dünya malı için öldürmüştü."
Sözleri yüzüme bir yumruk gibi çarptı. Elimdeki yumruk o kadar sıkılmıştı ki, damarlarım bile derimin üzerine kabarıp çıkmıştı.
Başım uğulduyor, dünyam yavaş yavaş altımdan kayıyordu.
"Cemal kan davası çıkar, oğulları ölür diğe susmuş. Hem Cemal niye Zerin'in ailesine sahip çıkmadı sanıyorsun? Ağabeysi dostunu öldürüp, hasiyetlerini beş paralık ettiği için onun soyuna babalık etmedi! O gün ikimiz anlaştık, videoyu her yerden sildik. Artık ne biz onlara kız verecektik, nede onlar bize."
"Olmaz!" diye haykırdım bir anda, kontrolüm tamamen gitmişti. Dizlerimdeki tüm sinirler titrerken ayağa kalktım, sandalyeyi devirdim.
"Sevdiğin kadının babası... Reşad Ağa yapmaz, kardeşim dediği adamı arkasından vurmaz!" diye yüzüne kükredim.
Bu ses... benim sesim olamazdı. Çatlamış, kırılmış, öfkeden delirmiş gibiydim.
Amcam da ayağa kalktı, aramızdaki mesafeyi kapatıp tam karşımda durdu. Gözlerinin içindeki kararlılık nefesimi kesiyordu.
"Para bu oğlum, yapmam dediğin her şeyi yaptırır. Hem bana, amcana da mı inanmıyorsun? Gözleirmle gördüm." dedi, sesi tok ve sertti. Ardından devam etti. "Babanı öldürdükten sonra zaten kendi lanet canını da almış bir kaç saat sonra."
Dünya başıma yıkılıyormuş gibi hissettim. Yüzümü avuçlarım arasına alıp derin nefesler aldım. Yaşadığımı bile anlayamaz oldum.
"Şimdi sen o soysuzun kızını mı alacaksın koynuna? Bugün duyduklarıma göre kısırmış da!"
O an, hem nefret hem acı hem de Zerin’e duyduğum sevgi birbirine karıştı, içimde bir savaş çıktı.
Amcam birden omuzlarıma elini koydu. Sarsmak ister gibi değil, tutup ayakta kalmamı sağlamak ister gibi...
"Eğer babanın biraz hatrı varsa sende oğlum, o şerefsizin kızıyla evlenmezsin."
Gözleri kızarmıştı. Kızgınlıktan mı, acıdan mı, yoksa anlattığı günahın yükünden mi... anlayamadım.
Ama içimdeki karmaşa o kadar büyüktü ki, zihnim kendi sesini bile bastıramaz hale gelmişti. Bugüne kadar Zerin’le her şeye rağmen evlenmeye razıydım. Onun kısırlığı, hastalığı, geçmişi... hiçbir şey umurumda değildi.
Ama babamın... Babamın katilinin kızıyla evlenmeye razı mıydım?
Başımı iki yana salladım, çenem titredi. Elimi enseme götürüp sağa sola volta atmaya başladım, nefesim kesik kesikti.
"Yapamam amca, Zerin’i bırakmam!" dedim. Sesim hem isyan hem de yalvarış gibiydi, iki duygunun ortasında sıkışmıştım.
Amcam durduğu yerden beni izliyordu. Yıkılmış, darmadağın halimi soğukkanlı bir ağırlıkla seyrediyordu.
"Yaparsın oğlum. O kızın kanında, babanın katilinin kanı var. Yarın öbürgün babası gibi sana ihanet etmeyeceği ne malum. Belki şimdi bile yakında ağa olacağın için seni kandırıyor... acına ortak oluyor. Canan gerçekleri bilmediğinden ve asla bilmemesi gerektiği için Zerin'den uzak dur diyemem ona ama sen artık biliyorsun."
Bu söz içime buz gibi saplandı. Çünkü Zerin'den uzak kalmak, ölümle eş değerdi.
"Biz amcası Cemal’le konuyu kapattık aramızda, iki aşiretin iyiliği için. Ha o herif kendini öldürmeseydi iş başkaydı tabi, bizzat ben kafasına sıkardım." Sonra bana yaklaşıp, son cümleleri söyledi.
"Şimdi git bu şehirden, kafanı topla. Aklı başında geri döndüğünde, bu topraklar senin emrinde olacak. Babanın hükmünü sen süreceksin yiğidim. Aşiretimizin itibarını iki paralık etme."
O an... kalbim ikiye bölündü. Biri Zerin’e uzanıyordu, diğeri babamın mezarına.
Hangisini tutacağıma karar veremedim... Yerimde öylece kalakaldım.
***
-ŞİMDİKİ ZAMAN-
Amcamın dediğini yaptım. O gece kimseye haber vermeden çıktım gittim ve dört yıl boyunca geri dönmedim.
Zerin’e zaten nasıl bir açıklama yapacaktım ki? "Baban benim babamı öldürdü, kafamı toplamam lazım." mı diyecektim?
"Seninle evlenip evlenemeyeceğimi bilmiyorum." deyip gururunu mu kıracaktım?
Bunun hiçbir mantıklı yolu yoktu. Ne söylesem ya beni küçültecekti ya onu yaralayacaktı. O yüzden sessizliği seçtim. Sessiz, sedasız, vedasız gitmek en kolayı değildi ama en az yaralayan buydu.
Aslında böyle gitmemi istemezdim. Ama gerçekleri bilmesin diye sustum. Beni kötü sansın, yüzüme bakmasın, hatta nefret etsin... ama asıl acıyı yaşamasın istedim. Çünkü o babasına aşık bir kız çocuğuydu... babasını nasıl biliyorsa öyle kalsın içinde istedim. Bu yükü ona taşıtamazdım.
Elbette o dört yılda bir çıkış yolu aradım ama hangi ihtimali düşünsem, elimde kalıyordu.
Zerin’le olmak da mümkün görünmüyordu, onsuz olmak da.... Son çare onsuzluğu seçerek, en ağır yükün altına kendi isteğimle girdim. Onu sonsuza kadar kaybedeceğimi, bu şehri terk ettiğim gün biliyordum. Ve kaybettim de...
Ama bir ömür babamın katilinin kızına bakmaya, gözlerim de kalbim de razı gelmezdi.
Zaten hangi adam dayanırdı buna? Babası öldürülen biri nasıl bu gerçeği unutup yoluna devam edebilirdi? Eden olsada, ben edemezdim.
Bu hayatta en çok babama değer vermiştim. Onu da elimden aldılar. Şimdi ise babamın yokluğunu biraz olsun dolduran tek kişi amcamdı. Onun sözü, babamın sözü gibiydi benim için. Bu yüzden amcam ne dediyse yaptım. Başımı öne eğip, gittim bu şehirden. Ve o gece arkamda bıraktığım tek şey yaralı bir kadın değildi; yarım kalmış bir ömür, kapatamadığım bir defter vardı.
***
Şimdi ise karşımda Zerin vardı. Elindeki poşeti sıkıca tutuşundan ve logosundan içinde ne olduğunu tahmin etmek zor değildi.
Ben yokken nişanlanmıştı. Hatta nişanlısını artık ne kadar seviyorsa, gecelik bile alacak kadar hazırlık yapmıştı.
Eskiden hayal ettiğimiz şeyleri şimdi başka bir adamla yaşayacaktı... Bu durum ağrıma gidiyordu.
Nişanlandığı için kızgın mıydım? Evet, hem de çok kızgındım. Onu başkasıyla görmek içimi yakıyordu. Ama tek bir söz etmeye dahi hakkım yoktu. Bunun tek sorumlusu bendim. Onu kendi ellerimle bir başkasının yoluna iten yine bendim.
Zerin, Canan'la beraber yanımızdan geçip gittiğinde, bakışlarımı ondan alamadım. Ben olduğum yerde kalırken; o ise artık tamamen başka bir hayata yürüyordu.
Tam o sırada, koluma yapışan Leyla’nın cırtlak sesi kulaklarımı tırmaladı. "Şu mağazaya girsek mi ağam?"
Dedikleriyle bakışlarımı arkasına bile bakmadan giden Zerin’den çekip, ona döndüm. Gerçeğe...
Gösterdiği mağaza, Zerin'in alışveriş yaptığı gecelik mağazasıydı. Gözüm istemsizce vitrindeki modellere kaydı ve içimdeki sabır bir anda tükendi. O adama bunları giyeceğini bilmek, beni delirtiyordu.
"Alıyorsan al Leyla, ıvır zıvırlarınla uğraşamam. Konağa kendin dönersin." Sesimin sert çıktığını biliyordum ama umurumda değildi. Amcamın hatırına bu kıza tahammül ediyordum. Yanında durmak, nefesini duymak bile istemiyordum. Derdim yetmez gibi... amcam onu bide İstanbul'da peşime takmıştı.
Hiç arkamı dönmeden AVM’den çıktım. Nefesim daralıyor, içimde öfke ve pişmanlık birbirine karışıyordu. Zerin başka biriyle hayat kurarken, ben hala dört yıl önce bıraktığım yerden yanmaya devam ediyordum.
Arabayı durdurduğumda, yıllar önce sadece kendime göre düzenleyip kaçış yeri yaptığım o küçük dağ evine gelmiştim.
Kapıyı açıp içeri adım attığım anda yüzüme vuran ağır toz kokusu, buraya ne kadar zamandır gelmediğimi hatırlattı.
Evi benden başka kimse bilmezdi. Sadece amcam... O da yerini bilirdi ama içeri adımını hiç atmamıştı.
Rafa dizili eski içkilerden birini aldım, şişenin ağzını açıp kadehe doldurdum. Tekli koltuğa oturup başımı kaldırdığımda, pencerenin ardında uzanan manzara karşıma çıktı. Dağlar, keskin hava ve sessizlik... Eskiden huzur verirdi. Şimdi sadece içimi daha da sıkıyordu.
Bakışlarımı duvara çevirdiğimde, asıl manzaramla karşılaştım.
"Zerin." dedim kısık bir sesle.
Çünkü tam karşımda, duvarın yarısını kaplayan fotoğrafı asılıydı. Bir zamanlar buluşamadığımız günlerde özlemimi dindirmek için büyütüp çerçevelettiğim fotoğraf... O günlerde geçici bir teselli olurdu.
Şimdi ise elimde kalan tek şeydi. Gerçek Zerin çoktan benden gitmişti; ben de artık sadece bu fotoğrafa mahkûm kalmıştım.
Tam kadehten bir yudum alacakken arkamdan ayak sesleri geldi. Bakmama bile gerek yoktu, gelenin kim olduğunu hemen anlamıştım. Amcam.
Kapıyı açık bırakmış olmalıydım. Koltuğun yanına kadar gelip benim baktığım duvara, Zerin’in fotoğrafına bir süre baktı.
"Başkasının namussu olacak kadının fotoğrafını saklamak, adamlığa sığmaz oğlum." dedi. Elini omzuma koydu.
Benim ise gözüm hala fotoğraftaydı.
"Anca evlendiği gün, başkasının namusu olur amca." dedim. "Bırak şimdi... etmediğim vedayı edeyim."
Sözlerim boğuk çıkmıştı; sabrım, öfkem ve içimde biriken acı birbirine karışmıştı.
Amcam omzuma birkaç kez babacan bir şekilde vurdu. "Peki oğlum, peki." dedi. Sonra kapıya yönelmeden önce ekledi.
"Bir ay sonra evleniyorsun. Karın bunları görmesin. Babasıyla yüz göze etme bizi." Ardından kapıyı kapatıp çıktı.
Elimdeki kadehe baktım... sonra bütün gücümle salonun ortasına fırlattım. Camın kırılma sesi evin içinde yankılanırken, içimde kırılan şeyin sadece cam olmadığını biliyordum.
Bunca varlığın içinde... Ne istediğim hayatı yaşayabiliyordum, ne de sevdiğim kadınla olabiliyordum.
Ve bunun adı yaşamak falan değildi. Bu sadece nefes almaya mecbur kalmış bir adamın sürünmesiydi!
***