Güneş tüm sıcaklığıyla ısıtıyordu İstanbul'u. Temmuz'un ortaları gelmiş, kavurucu bir hava hakimdi.
Odasının pencerisinden giren güneşe gülümseyerek baktı Firuze. Deniz mavisi gözleri hüzün kaplıydı. Babasının isteğiyle, evleneceği adamla tanışacaktı bugün. Üzerine giydiği, diz kapağı hizasında biten, esnek kumaşlı ekru elbise çok yakışmıştı doğrusu. Omuzlarına tam oturan elbise; 'V' yakası ile göğüs oluğunu ufaktan gösteriyordu. Dirseklerine kadar kollarına oturarak ilerleyen kumaş, orada bitiyordu.
Boynuna taktığı ince zincirli beyaz altından kolyeler ile gerdanını doldurmuştu. Bileklerine de ince ince yine beyaz altında bileklikler ve parmaklarına da yüzükler takmıştı. Sarı saçları kalın dalgalar halinde belinin altlarına kadar dökülüyordu. Yaptığı hafif göz makyajı ve kadife kırmızısı ruju ile göz alıcıydı. Beline uzun bir kemer takmış, ayaklarına da süet botiler giymişti. İnce narin bedeni gözler önündeydi.
Güzeldi Firuze. Fazla güzeldi. Öyle ki kalbinin güzelliği, saflığı, masumiyeti yüzüne yansımıştı. Öte yandan masumiyetine tezat bir şekilde seksiydi. Bir bakışıyla karşısındaki adamı hazır ola getirir, bir gülüşüyle zevkten mayıştırırdı. Narindi Firuze. Sanki babası onu bir kutuya koyup da orada büyütmüştü. Dünyanın tüm kötülüklerine uzaktı.
Porselen gibi, bembeyaz tenine son bir bakış attı. Allık ihtiyacı yotku. İlk defa babasının isteği ve haberi dahilinde bir erkekle yemek yiyecekti baş başa. Zaten utancından yanakları al aldı. Babası evleneceksin demese, bir ömür düşünmezdi böyle bir şeyi Firuze. Kendi pembe panjurlu dünyasında yaşar, çıkmazdı oradan.
"Nasıl olmuşum Gülpembe ninem?" diyerek bakışlarını ona çevirdi.
Firuze'nin doğumundan beri yanında olan bakıcısıydı Gülpembe. Başındaki beyaz yazması, elindeki tespihi ve tonton yanaklarıyla bir pamuk nineydi Gülpembe. Feride'sinin emaneti olan bu kızı, kendi kızından ayırmazdı. Belki biraz da fazla seviyor olabilirdi.
"Her zaman ki gibi." dedi kadın tüm şevkatli sesiyle. "Bir içim su." diyerek tamamladı sözlerini. Onun konuştuğu sıra elinde yıkanmış nevresimlerle evin çalışan kızlarından Güliz girmişti.
"Enişte bey de içer artık kana kana," diyerek kıkırdamıştı. Firuze utançla başını eğerken, Gülpembe okuduğu nazar dualarını üflüyordu kızın üzerine.
Heyecanlıydı genç kadın. Ondan sonra ilk defa bir adamla ilişki maiyetinde görüşecekti. Ancak daha çok bir merak vardı üzerinde. Acaba babası nasıl bir adamla evlendirecekti onu? Hep derdi zaten babası; "Sen benim biricik varisimsin, bütün bu kudrete yakışan bir adamın karısı olmalısın."
Kendisine elçi olarak Gülpembe nineyi seçmişti Mahir bey. Yaşlı kadın, beyinin kudretinden korkup soramamıştı hiçbir şey. Sonrasında da utanmıştı Firuze sormaya. En çok böyle zamanlarda arardı annesinin yokluğunu. Babasıyla konuşmaya çekindiği zamanlarda. Elbette çok sevgi doluydu babası kendisine karşı. Ancak bir mesafe vardı hep aralarında ve Firuze'nin içini açmasına mani oluyordu bu durum.
Yüzünü görmüştü adamın elbette. Ancak kişiliğini merak ediyordu daha çok.
"Geç kalacaksın Firuze abla." diyen Güliz'in sesiyle sıyrıldı Firuze düşüncelerinin çıkmazından. Bazen o kadar çok düşünüyordu ki, beyni patlayacakmış gibi oluyordu.
"İlacını da al yanına kızım. Çantanda bulunsun." diyerek ikazını yaptı Gülpembe nine. Firuze hemen iliştiriverdi küçük çantasına ilacını. Zincirini dalına taktı ve yanında salınmasına izin verdi. Çıkmadan telefonunu da aldı eline. Gülpembe nine ve Güliz ile vedalaşarak aşağı indi.
Çıkmadan babasının elini öpmek, hayır duasını almak istiyordu. Ancak çok fazla utanıyordu. Çalışma odasındaydı muhtemelen babası. Minik, ürkek adımlarla ilerledi oraya ve kapıyı tıklattı narin parmaklarıyla.
"Gel!" diyen gür sesi duyduğunda, yavaşça indirdi kulpu ve içeri adımladı. Babası her zamanki gibi dosyaların arasına gömülmüştü. "Sen misin güzel Firuze'm?" diyerek gülen gözlerle karşıladı onu yaşlı adam. Onun hazırlanmış halini görünce içi bir garip olmuştu. Yakında gelin olup gidecekti kızı. Her baba gibi tatlı bir acı vardı kalbinde. "Hazırlanmışsın?"
Bu dünya üzerinde sevdiği tek kişiydi Firuze..
"Evet babacığım." naif sesi kulakları şenlendiren cinstendi. "Gitmeden seni görmek istedim. Hem..." ellerini önde kavuşturmuş mahçupça, küçük bir kız çocuğu gibi bakıyordu. "Bir de hayır duanı almak istedim."
Gülümsemesi genişledi yaşlı adamın. Kalktı yerinden ve sevdiği kadının hatırasını taşıyan kızına doğru adımladı. 23 sene önce Firuze'yi doğururken ölmüştü sevdiği. Giderken bir hediye bırakmıştı Mahir'ine.
Ellerinin kızının başının iki yanına koydu ve alnına uzun sayılabilecek bir öpücük kondurdu. "Allah kalbin gibi, yüzün gibi güzel bir hayat, mutlu bir evlilik nasip etsin sana güzel kızım. Yüzün gibi bahtın da güzel olsun. Ben şimdiye kadar mutlu olman için elimden geleni yaptım. İnşAllah sen de hep mutlu olursun." diyerek elini uzattı kızına. Genç kız babasının elini öptü ve alnına koydu.
Daha sonra ise merak, heyecan ve endişe yüklü duygularla kaderine adımladı...
?
Ali Asaf için ise pek yolunda değildi hayat. Daha iki hafta önce vermişti Nişanlısına nişan yüzüğünü. Bugünse başka bir kadınla görüşmek için gidiyordu.
Duştan çıkmış saçlarını kurutuyordu genç adam. Beline sardığı havluyu rahat hareketlerle çıkarttı ve calvin clain marka boxerını giydi. Kaslı gövdesi, lise ve üniversite hayatı boyunca yaptığı demirciliğin eseriydi. Sağ köprücük kemiğinin altına, omzundan tarafa yaptırdığı minik minik jaguar dövmesine baktı genç adam dudaklarını yaladıktan sonra. Vücudunun bir parçası olmuştu artık. Yine aynı şekilde pahalı kumaşlardan, üzerine göre dikilmiş olan gömleğini aldı. Kayınpederi birkaç milyoncuk harcamıştı son bir haftada ona. Madem onun istediği bir hayatı yaşayacaktı Ali Asaf, o halde getirisi olan lüksü de yaşardı.
İçi kan ağlayan adam, duvar gibi bir suratla bakmaya devam etti, aynaya, gömleğinin düğmelerini iliklerken. Buz kalpli bir adam olup çıkmıştı şu iki ayda. Kalbi taşlaşmış, iliklerine kadar çekilmişti tüm sevgisi. Babası iyileşene kadar konuşamamıştı Sevda ile. O iyileşince de daha fazla erteleyememişti. Aynı şekilde tam takım giyinene kadar giyindi adam. Ceket sevmediği için yelekten yanaydı terciği. Bir akıllı saat taktı koluna ve çıktı odasından.
Simsiyah Lamborgini Aventador göz kırpıyordu kendisine. Usturacının damadına yakışandı bu. Öyle emretmişti kayınbabası. Arabaları severdi genç adam. Ancak araba düşkünü erkeklerden de değildi.
En çok istediği, tek şey vardı bu hayatta. Sıcacık, aşk dolu, huzur dolu mutlu bir yuva kurmak. Güzel çocuklar yetiştirmek. Olmamıştı. Bu vakitten sonra da pek olacağını zannetmiyordu. Parayla satın alınmış, damızlık bir koca olacaktı sadece. Kendisinden istenileni yapacak, uygun görülen hayatı yaşayacaktı.
Yukarı doğru bir kanat gibi açıldı kapılar. Genç adam süzüldü içine. Yapıyorlardı gerçekten. Böyle arabayı kim beğenmezdi ki? Arabayı çalıştırdığı gibi yüklendi gaza. Asfalt altından kayıp gidiyor, yolları ayıran beyaz çizgi şeritler bir görünüp bir kayboluyordu. Kahvaltıyı yapacakları otelin sokağına döndüğü sıra telefonu çaldı. Tutacakta takılı olan telefona ufak bir bakış attı. Dudaklarını nemlendirdi ve cevapladı.
Mahir Usturacı arıyor...
"Alo." Sesi düz ve otoriterdi. Bazen kendisi de hayret ediyordu bu duruma. Kendisine emirler yağdıran Mahir Bey'di; ancak sanki tam tersiydi.
"Firuze çıktı evden. Neredesin." Otelin girişindeki o koca boşluğa, kapısının önüne durdurdu arabayı. Gazeteci yığını mevcuttu önünde.
"Geldim otele. İnceğim şimdi arbadan."
"Güzel. Kızımı üzme KARADAĞLI. Kızım üzülürse sen de üzülürsün."
"Sanki çok mutluyum şuan!" dedi daha çok sitemle. "Tamam." diye tek düze bir sesle konuştu ve kapattı telefonu adamın vereceği cevabı beklemeden.
Kalktı yerinden ve kendisini bekleyen valeye bıraktı arabasını, dudaklarını sık sık yalıyordu bu sırada. Kendisini bekleyen basın ordusu doluşmuştu arabanın etrafına. Korumalarının etrafına ördüğü etten duvar eşliğinde ilerledi. Havalıydı hareketleri. Sanki bu hayatın içine doğmuş yakışıklı bir prensti O. Kara Prens! O kendinden emin adımlarla binaya doğru ilerkerken, civardaki gözler hayranlıkla onu takip ediyordu. Yeniydi. Merak ediliyordu. Ve insanlar yeni olan şeyleri merak eder, üzerine giderdi. Mafya dünyasının lideri, USTURACI ŞİRKETLER GRUP'un lideri; Mahir USTURACI'nın veliahtı; Ali Asaf KARADAĞLI'ydı o. Bir haftadır manşetleri süslüyordu bu sürpriz aşk! Firuze Usturacı'nın sevgilisi Ali Asaf Karadağlı hakkında ne varsa öğrenilmek istiyordu. Bir de adam ile evlenmeyi düşündükleri dedikodusu yayılmıştı basına. Bugün Usturacı otelde özel bir buluşmaları olacaktı. Basın da elbette kaçırmamıştı bu haberi. TT listesinde birinciliği süslüyordu bir haftadır ikili. Google de en çok arananlara gireceği muhtemeldi. Magazin sayfaları sürekli haklarında paylaşımlar yapıyordu ve Mahir Usturacı da zevkle yönetiyordu bu haberleri.
Otele girince kurtuldu gelen alakalı- alakasız onlarca sorudan. Başını ağrıtmışlardı doğrusu.
"Hoş geldiniz efendim." dedi güler yüzüyle otel müdürü Emir bey. Saygıyla ceketinin düğmesini iliklemeyi de ihmal etmemişti.
Cevap vermedi adam. Lobideki bütün gözler ona çevrilmişti girdiği ilk anda. Bir baş selamı verdi sadece dudaklarını yalarken. Cool bir adamdı, olması istenilen Ali Asaf Karadağlı. O da öyle oluyor, öyle görünüyordu. Hiç kimseyi takmayan, Firuze'sine aşık, buz duvarları olan bir yeraltı prensi...
Genç çiftin kahvaltısı için dekore edilen geniş odada, kendi sandalyesine kurulmuş bekliyordu Ali Asaf. Neredeyse kendi evlerinden büyük olan bu odada, boğaz manzarasını gözler önüne seren tahtadan, yerden tavana kadar pencereler mevcuttu. Tahtadan çıtalar dik olarak birbirine sabitlenmiş, pencerelere yerleştirilmişti. Modern değil, eski tarzda bir hava hakimdi odada. Ancak fazlasıyla şıktı. Pencerenin kenarına beş kişilik bir koltuk koyulmuştu, önüne de bir sehpa. Kapı pencerelerin karşısındaydı ve masanın sağında kalan duvarda ihtişamlı bir şömine mevcuttu. Şöminenin önüne, manzarayı da gören bir klasik tarzlarda, altın varaklı parlement mavisi bir jösefin konumlandırılmıştı. Masa da diğer mobilyalarla uyumluydu. Üzeri çeşit çeşit kahvaltılıklarla doldurulmuştu ve pencerelere dik, şömineye paralel konumlandırılmıştı. Ali Asaf manzarayı karşısına alarak oturmuştu. Diğer sandalye de Firuze'sine' kalmıştı. Erken gelseydi o da.
Önüne bırakılan içinde halka iki dilim limon bulunan suya uzandı sağ eli. Ağzına bir yudum aldı ve dudaklarını yaladı. Odada kendisi dışında bir bellboy ve iki de garson mevcuttu. Bir de ayakları tekerlekli servis masası vardı yanlarında. Elektirikli ocaklara koyulmuş, sıcak durması sağlanan yiyecekler ve çay-kahve de vardı. Iki garson servis masasının başında, bellboy da kapıda bekliyordu. Fazla ihtişamlıydı. Kapı dahi açmaya gerek kalmıyordu. Ancak Ali Asaf anlamıştı ki; Mahir Usturacı lükse düşkün bir adamdı. Gösterişi seviyordu. Bir hafta önce Ceo'luğunu yapmaya başladığı holdingde de önceden beri görmüştü bunu.
Kapının tıklanmasıyla kapıdaki bellboy açtı kapıyı. Dudaklarını yaladı adam başını çevirmeden önce. Derin bir nefes aldı kendisini hazırlamak için. Geri dönüşü yoktu. Kızı üzemezdi. Onun bir suçu olmamakla birlikte, kayınpederi öyle emretmişti.
Ayağa kalktı asil hareketlerle ve dimdik dikildi kadının karşısında. 1.90'lık boyuyla heybetli bir görüntüsü vardı; ancak o heybeti itici değil fazlasıyla çekiciydi. İri bedenini hareketlendirdi ve hayranlıkla kendisine bakan kıza doğru adımladı. Kendisini beğendiği belliydi. Belli etmemeye çalışsa da, kendisi de beğenmişti. Güzeldi. Kadın fazla güzeldi. Aşk için daha fazlası gerekti, içi güzel olmalıydı Ali Asaf'a göre. Yine de.. Sarı saçlarına, mavi gözlerine beğeniyle baktı adam. Uzun boylu, hatları belirgin bir kadındı. Çapkın bakışlarla, baştan aşağı süzdü, saklamadan. Aynısını kadın da yapıyordu.
Öte yandan; Firuze'nin kalbi boğazında atıyordu. Fazla heyecanlıydı. Özellikle adamı gördükten sonra daha bir heyecanlanmıştı. Genç adamın yeşil gözlerindeki çam ormanlarını andıran, daha koyu yarıklar huzur gibiydi. İlk görüşte aşka inanmazdı Firuze; aşık olmak isteyen, tam bir romantikti; ancak bu adam bir çapkın bakışıyla bağlamıştı kalbini. Demir atmıştı kadın Ali Asaf'ın gözlerine. Engel olamadığı bir tebessüm yayıldı yüzüne. Yanakları yanmaya başlamış, pembe pembe olmuştu. Gözlerindeki parıltılar, bir şehrin gece görünen ışıkları gibiydi. Onlarca eşsiz ışık noktası.
Yerinde dikeldi. Minik; ama kendinden emin adımlarla ilerledi adama doğru. Bu sırada Ali Asaf da masanın ortasına gelmişti. Karşılıklı dikildi ikisi de. Kadının gülen gözlerine ayna gibi karşılık veriyordu adam. İçinde fırtınalar kopsa da belli edemezdi artık. Centilmen bir erkek gibi ilk hareket ondan geldi.
"Hoş geldin."diyen adamın sesi, çok şey vaad ediyordu. Sanki; evime hoş geldin, diyor. Sanki; kalbime hoş geldin, diyor. Sanki; ömrüme hoş geldin, diyor. Sanki; neden daha önce gelmedin, beni çok beklettin, diyor.
Bölüm sonu.
Şükür kavuşturana. Nihayet geldik buradayız. Bundan sonra her pazar 1500-2000 kelimelik bölümlerle karşınızdayız..