11. BÖLÜM

3003 Words
Kali ile konuşup, Marduk Zigguratı'na doğru yola çıkan Ventrue, şehre çok yakın bir handa kalıyordu. Lordunun bedenine ulaşmak için Güneş'in batmasını bekliyordu, eğer vücudu bulamazsa, büyük bir zafer kazanamayacaklarını biliyordu. İtbaraklar, kendilerini yenebilecek bir birlik ile karşılaşmazlarsa, tüm güçleriyle ilerleyip cihanın her karışını kraliçelerinin emrine sokacaklardı. Bu kıyamet gerçekleşirse, böyle bir yıkım sonrası oluşan yeni dünyada, vampirlere yer yoktu. Ventrue, kan içmek ve tekrar yola koyulmak için sabIrlanıyordu. En son, bir önceki gece beslendiği için saatler ilerledikçe derisi soluklaşıyor ve hâlsizleşiyordu. Uzun mesafeleri, vampir hızını kullanarak geçtiği için çok çabuk acıkıyordu. Güneş batmaya başladığında, Ventrue uzandığı yataktan kalkıp, siyah cübbesini giydi ve odasından çıkıp merdivenlerinden aşağı indi. Hanın sahibi tarafından tutulmuş, beş kişiden oluşan bir grup adam, masanın birinde sohbet ediyorlardı. Onlar, kervanların, tüccarların ve patronlarının güvenliği sağlayan, acımasız çöl haydutlarıydı. Hizmetleri karşılığında altın alıp çoğu zaman kılıçlarını çekmeye bile gerek kalmadan günü tamamlıyorlardı. Azılı katillerdi fakat ortadan kaybolsalar, kimsenin umursamayacağı kadar da nefret edilen insanlardı. Ventrue aşağı indiğinde, haydutlar dışında ortalıkta kimse yoktu. Çoğu insan, gecenin geç saatlerde buraya gelip, şarap içip eğlenirdi. Vampir, bir masaya oturup, içki istediği sırada karşısında oturan beş adam, Ventrue'yi baştan sona süzüyor lardı. Ventrue, hancının getirdiği içkiden bir yudum alıp kadehi yere fırlattı. Başı ağrıyor ve sıcakkana olan açlığı, her dakika artıyordu: "Bana düzgün içki getir! Bir sonraki de aynısı olursa, girtlağını paramparça ederim!" Han'ın korumaları, öfkelenmiş bir şekilde ayağı kalktılar, kılıçlarını çekip Ventrue'nin masasına doğru ilerlediler. Hay dutlar arasındaki en cüsseli olan, belindeki koca bıçağı çıkarip, Venture'nin masada duran elinin, iki parmağının arasına “Üzerindeki tüm altınları masaya koy, çünkü bundan sonra ölü bir adam olacağın için onlara ihtiyacın olmayacak." Vampiri tehdit eden adamin arkadaşları, arkasında dikilmiş birbirlerine bakıp, kahkahalar atıyorlardı. Ventrue, gözlerini dibindeki heybetli ve uzun sakallı hayduda dikip: "Bence, sen üzerindekileri çıkarıp, hemen önüme koymaya başlasan iyi olur. Çünkü birazdan, o aptal kafalarınızı beden lerinizden ayırdığımda, beş para etmez adlarınızı bu diyarda kimse hatırlamayacak, böylece altına da ihtiyacınız kalmamış olacak!" Korumalar tekrar gülmeye başladılar, ellerini masaya da yayıp, vampirin dibine kadar giren adam: "Nasıl ölmek istersin yabancı? Boğazını mı kesmemi ister sin, yoksa kolay olsun, diye kalbine bir bıçak mı? Biraz önceki cesaretin için sana seçim şansı da sunuyorum." "Boğazımı kesmeni isterim!" Adam, daha önce böyle bir cevabı hiç duymadığı için şaş kın gözlerle bakıyordu. Bıçağını masadan çıkarıp, Ventrue'nin arkasına geçtiği sırada, arkadaşları da ölüm anını izlemek için karşıya geçip, üzerinden kaç altın çıkacağına dair bahse gir meye başladılar. Sakallı koruma, Venture'nin kafasını tutup bıçağını boynuna soktu ve kesmeye başladı fakat bir aksilik vardı. Yırtılan deri, tekrar kapanıyordu ve çok az miktarda kan Sızıyordu. Ventrue'nin arkasındaki haydut, korkmuş bir şekil de geriye doğru iki adım attı: "Nesin sen, bu nasıl olur?" Venture ayağa fırlayıp, arkasındaki adamı tuttu ve bir an da kafasını kopardı. Fışkıran kanı suratını tutup taze ve sıcak yemeğinin tadına baktı. Dört haydut köşeye sıkışmıştı, kapı Ventrue'nin arkasında kaldığı için hancı da dâhil, hiçbiri dışa ri çıkamıyordu. Diğer katillerin yanına firlayıp, birkaç saniye içinde kalplerini sökerek, hayatlarına son verdi. Hepsinin bes lenerek, açlığını tamamen giderdi, hancı şoka girmişti ve ol duğu yerde öylece dikiliyordu. Orta yaşlardaki adam, kendini toparlayıp uzaklaşmak için hamle yapsa da Ventrue, onu ya kasından tutup içeri fırlattı. Adam titreyerek, ağzı ve tüm el biseleri, biraz önce ölmüş adamlarının kanına bulanmış olan Venture'ye bakıyordu. Vampir, yakasından tutup, ayağı kaldır di: "Korkmana gerek yok, yeterince doydum. Seninle anlaşa bilirsek ölmezsin. Adın ne?" Hancının bakışları, dibinde parlayan iki kızılımsı göze kit lenmiş durumdaydı: "Adım Donkor, ne istersen yaparım, yalvarırım canımı ba ğışla. Kimseye, hiçbir şey söylemem, bu adamları ortalıktan yok ederim." Venture, başparmağını dudaklarına götürerek: "Ssst, sakin ol, senden isteyeceğim şeyler çok basit. Beni çok dikkatli dinle ve soracaklarıma doğru cevaplar ver." Donkor'un patlayacak gibi atan kalbi, ağzına gelecek gibi oluyordu. Titreyen vücudunu kontrol etmekte zorlanıyordu: "Bildiğim her şeyi sana anlatırım." "Marduk Zigguratı'ndaki rahiplerin, ne zaman toplu ayin yaptıklarını biliyor musun?" Donkor, kafasını sallayarak, bildiğini söyledi. Aldığı cevap tan mutlu olan vampir: "Peki, oraya gizlice girebileceğimiz bir yol biliyor musun?" Hancı, titreyen sesiyle: "Oraya girmeyeli yıllar oldu, bildiğim tünelleri, geçitleri kapattılar fakat şehrin tüm gizli kapılarını bilen bir hırsız bir liği var. İstersen, seni onlara götürebilirim." "Güzel, tapınağı ve tüm katları koruyan kaç asker var?" "Oldukça fazla sayıdalar, kapılarda ve rahip odalarının ol duğu tüm koridorlarda, en az dört savaşçı var." "Arkadaşını bulman ne kadar sürer, yerlerini biliyor mu sun?" "Evet, eğer istersen hemen götürebilirim." Ventrue, ellerini adamın yakasından çekti: "Bana temiz kıyafetler getir, tüm kapıları kilitle. Handa biz den başka kaç kişi var?" Donkor, beş tüccarin olduğunu ve yakın zamanda ayrila caklarını söyledi. Vampir: "Odalarını göster, bana yeni kiyafetler getirene kadar biraz eğlenmiş olurum." Donkor, korkudan titreyen bacaklarıyla merdivenlerden çıkıp odalarını gösterdi ve aşağı kata inmek için hareket etti. Ventrue, arkasını dönüp hancıya baktı: "Sakın bir aptallık yapmaya kalkma Donkor! Cehennemin en derin kuyularına saklansan da, takip eder, bulur ve öldürü rüm. Benden asla kaçamazsın, bunu sakin aklından çıkarma." "Asla efendim, hemen döneceğim." Donkor, aşağı kata koşar adımlar ile gittiği sırada Ventrue, inanılmaz bir hizda tüm odalara girip, ne olduğunu bile anla mayan insanların kafalarını kopardı. Yaptığı katliamdan son ra yavaş adımlarla, öldürdüğü bedenlerin yanında gezip ıslık çalmaya başladı. Yeterince beslenmiş ve son beş kurbanının üzerinde, yola çıkmadan önce hızını denemişti. Merdivenler den bir koşma sesi duydu, Donkor elindeki elbiselerle hızla yanına geldi: "Efendim, elimdeki en iyi kıyafet ve sarıkları getirdim." Hancı, yerde yatan tüccarları görünce kusmamak için ken dini zor tuttu. Hemen aşağıya inip nefesini düzenlemeye ça lıştı. Dükkânının her yeri cesetlerle doluydu ve tüm duvarlar kana bulanmıştı. Bir süre sonra Ventrue aşağı indi ve Don kor ile beraber handan çıkıp kapıları kilitlediler. Öldürdüğü haydutların atlarından ikisini alıp yola çıktılar. Mesafe olduk ça yakındı ve zigguratın etkileyici katları ve şaşalı yapısı, en ince ayrıntısına kadar görülebiliyordu. Kısa bir süre yol aldık tan sonra şehrin girişine yaklaştılar, kapıdan girdikleri sırada iki asker önlerine çıkıp, kim olduklarını sordu. Donkor, yü zündeki peçeyi açtığında, nöbetçiler girmelerine izin verdiler. Ventrue, hancıya bakıp: "Bu topraklarda, herkes tarafından tanının bir adam olma lisin." "Eğlenmeye ve içmeye hana gelirler, çoğunu tanırım.” "Bu işimizi kolaylaştırdı fakat yinede hızlı hareket etmeli yiz, zaman benim için çok önemli." Donkor, şehrin ortasından geçen nehrin kenarından kıvrı lan, daha az kalabalık olan bir yokuş gösterdi: "Merak etmeyin efendim, en kısa yoldan gideceğiz." Ventrue ve hancı, küçük taşlarla döşenmiş yoldan, karanlık ve sessiz sokaklara döndüler. İlerledikçe, köşelerde sızıp kalmış ayyaş ve biçare insanların, duvar diplerinde yaşadığı yerlerden geçtiler. Donkor, atını durdurup indi, önlerinde uzanan pati kanın sonundaki küçük evi gösterdi. Hancı ve vampir, bu izbe yerde yürüdükleri sırada karşılarına bir adam çıktı. Üzerinde kirli ve yırtık elbiseler vardı, Donkor ile tokalaşıp, Ventrue'nin suratına baktı ve başıyla bir işaret yaptı. Donkor: "Üzerinizi aramak istiyor efendim." Ventrue için vakit gittikçe daralıyordu: "Üzerimde silah olmadığını söyle, şu hırsızla bir an önce görüşmeliyim." Hancı, durumu izah etmeye çalıştığı sırada adam, şüpheci gözlerle Ventrue'ye bakıyordu. Vampirin sabrı tükendi ve bir anda saldırdı, zavallının ses çıkarmasına bile izin vermeden, elini göğsüne sokup kalbini çıkardı ve cansız kalan beden, kum dolu bir çuval gibi yere yığıldı. Ventrue, gülümsüyordu ama Donkor, korkudan kitlenmiş çenesiyle, olduğu yerde kal di. "Bu iş çok uzamıştı hancı, şimdi cehennemde istediği kadar üst arayabilir! Haydi ama Donkor, insanların eğlendiği bir hanın var, güzel vakit geçirmeyi bilen birisindir, benim şakala rımı nasıl beğenmezsin?" Donkor, korkudan sadece başını salladı. Ventrue, elini hancının omzuna attı: "Zamanla alışırsın, bu iş bittiğinde bana bir kazık atmaz san, seni ödüllendireceğim." Hancı, başıyla vampiri onaylayıp kapıya doğru yürüdü ler. Donkor, tahtaya beş kere farklı aralıklarda vurdu. Kısa ve çelimsiz bir adam, küçük bir bölmeden gelenlere baktı ve Ventrue'nin kim olduğunu sordu. Donkor, dostu olduğunu söyleyince, içeri girmelerine izin verdi. Ev bomboştu ve kimse yoktu, arka taraftaki küçük odalardan birine girdiler. İçeride bekleyen heybetli bir savaşçı, yanında durduğu büyük sandığı kenara çekti. Altından, aşağıya doğru giden, taştan bir merdi ven olduğunu gördüler. Vampir ve hancı, etrafı iyice süzerek içeri girdi, sandığı ke nara çeken güçlü gözcü, tahtayı geri yerleştirip girişi kapat ti. Bir süre karanlıkta ilerledikten sonra tüm duvarları meşa lelerle aydınlatılmış bir koridora geldiler, oldukça uzundu ve ilerledikçe yürüdükleri yere bağlanan dar geçitlerin olduğunu gördüler. Çelimsiz adam, Donkor'a parmağıyla bir oda göster di, burası ustaca yapılmış bir yeraltı şehri gibiydi. Hancı ve vampir, gösterdiği odaya doğru yürüdüler, kapı da bekleyen iki kişi vardı. Donkor'u görünce selam verip içeri girmelerinde hiçbir zorluk çıkarmadılar. Ortada, kadınlar ve erkekler, içkinin verdiği sarhoşlukla dans ediyorlardı. Köşeler de ikişerli, üçerli gruplar şeklinde erkekler oturuyordu. Karşı taraftan biri, onlara doğru gelmeye başladı, adam uzun boyu ve tıraşlı suratıyla, asil aile üyelerine benziyordu. Parmakların da değerli taşlardan yapılmış yüzükler ve boynunda altından kalın bir kolye vardı. Kollarını açarak: "Hoş geldin dostum, görüşmeyeli uzun zaman oldu." Donkor gülümseyerek: "Öyle oldu Assad, oldukça iyi gördüm seni." Assad, vampiri baştan sona süzüp: "Misafirimiz kim?" Assad ve Ventrue tokalaştıkları sırada, Donkor cevap ver meden, vampir konuşmaya girdi: "Adim Ventrue, sen de meşhur hırsız olmalısın." Assad, duyduğu cümleden sonra biraz gerildi ama kim ol duğunu anlamadan, bir şey söylemek istemedi: "Nereden geldiniz, tüccar mısınız?" Ventrue, gözlerini Assad'a dikip: "Cehennemden geldim, şu saçma konuşmayı bırakıp, bir an önce konuya girecek misin hancı?" Ventrue, sesini yükselttiği sırada, etraftakiler ayağa kalktı. Assad, kılıcını kavradı ve Donkor'a dönüp bağırarak yanında kinin kim olduğunu sordu. Donkor, ortalığın karışmasını asla istemiyordu: "Sorun yok dostum, sadece sizden yardım almaya geldi, da ha sakin bir yerde konuşalım, huzursuzluğa gerek yok. Bunca yıldır beni tanırsın, lütfen adamlarına sakin olmalarını söyle." "Önce, bu adam yaptığı saygısızlığın bedelini, değerli bir kaç eşyasıyla ödeyecek. Benim dünyamda kolay ölüm yoktur Ventrue, kendini affettirmek için kaç altın vereceksin?" Ventrue, kahkahalar atarak: "Son nefesimi kaç kere verdiğimi ben bile hatırlamıyorum, büyük hatayı asıl sen yaptın Assad. Sesini yükseltmenin ceza sını, adamların kanlarıyla ödeyecek!" Ventrue, ileri doğru atılıp, ayaktaki beş savaşçıya saldırdı ve anında yere serdi. İnanılmaz bir hızda, tekrar Assad'ın kar şısına dikildi. Neye uğradığını şaşıran hırsızlar kralı, kılıcını çekip karşısında duran vampire doğru savurdu. Ventrue, si lahını tutup yere fırlattı ve Assad'ı duvara yaslayıp, gözlerinin içine baktı. Korkudan titreyen Assad:"Sen nesin böyle pislik herif, iblis misin?" Ventrue, öfkeden kızıla çalmış gözlerini iyice açarak: "Sana cehennemden geldiğimi söylemiştim. Beni iyi dinle, bana yardım edeceksin, yoksa adamların gibi ne olduğunu bi le anlamadan geberip gidersin!" Assad, başını sallayarak ne istediğini sordu. Bu sırada, ka pidan koşarak giren adamlarına durmalarını emretti. Vam pir: "Zigguratın altına gizlice girmem gerekiyor, beni oraya so kabilir misin?" "Evet, bunu yapabilirim ama karşılığında bir isteğim var!" "Ölmek üzereyken, bana şart mı koşuyorsun?" "Seni, oraya götürebilecek tek kişi benim. Sana rehberlik etmezsem, uzun yoldan yüzlerce askerle savaşarak girmek zo rundasın, böyle bir patırtı istemezsin sanırım.” Ventrue, ne istediğini sorduğunda, Assad: "Bana, nasıl bu hâle gelebildiğini söyleyip, senin gibi olma mı sağlayacaksın." "Demek bir Kan Emen olmak istiyorsun, öyle mi? Neden hırsız, altınların ve yeraltı şehrin sana yetmiyor mu?" "Toprağın altında kralım, neden üstünde de olmayayım?" Assad, Ventrue'nin suratına bakıp ne kadar ciddi olduğunu kararlı gözlerle göstermek istiyordu. "Aptal insan, ne aradığımı sormak yerine, gücümün mü peşine düştün?" "Sana, buraların tek hükümdarı olduğumu söylemdiler mi? Buraya gelip benden bunu isteyen biri, mezarlardan biri nin peşindedir. Altın isteseydin, şehrin yöneticilerinin evini sorardın." Assad ve Ventrue, aralarında anlaştıktan sonra Donkor'u da yanlarına alıp, karanlık koridorlar ve dar geçitlerden geçe rek yol almaya başladılar. Şehrin altından hareket etmek için, tek insanın zor sığdığı yerlerden geçtiler. Assad, küçük bir oyugun önünde durdu, içerisinden sesler geliyordu, parmağıyla deliği göstererek: "İşte burası, zigguratın tam altı. İçeri girip, bittiği noktaya kadar ilerlersen, mezar odasının tam altında olursun. Yukarı çıkabilmen için taş tavanı kırıp çıkman gere kiyor" dedi. Venture, adamı kuşkucu gözlerle süzdü: "Unutma, ben bir ölümsüzüm, ucunda bir pusu varsa, ya nn doğan Güneş'i görmeden ölmüş olursun!" "Senin gücünü gördüm, doğruyu söylüyorum. Şimdi sıra sende, bana o kudreti ver." Ventrue, Assad'ın dibine yaklaşıp; "Değişime uğrayacak sın, Güneş lanetin, gece ise senin en büyük dostun olacak. Böyle bir hayata hazır mısın?" dedi. Hırsızlar kralı son kararı ni verip vampirin söylediği gibi bileğini kesti ve uzattı. Vent rue, kanını içip elini bıçakla yardı ve Assad'ın ağzına dayadı. Assad, meraklı gözlerle; "Hepsi, mu? Senin gibi olmam ne kadar zaman alacak?" diye sordu. Ventrue gülümseyip, bir anda Assad'ın boynunu kırdı. Donkor, korku içinde olan biteni izliyordu: "Korkma hancı, dostun ölmedi, sadece insan olduğu yıl lar sona erdi. Uyandığında bir vampir olarak gözlerini açacak, burada kal ve uyandığında onu, beslenebileceği bir yere götür." Vampir, oyuktan içeri girip ilerlemeye başladığı sırada, bir kadın sesi duymaya başladı. Bir anda konuşmaların kime ait olduğu aklına geldi, bu Taman'dı. Ventrue, deliğin sonuna geldi ve güçlü bir yumrukla tavanı kırıp yukarı fırladı. Mezar odasına girdiğinde Taman ve yirmi askerini gördü, Kara Şa man büyülü sözler söylüyordu ve elinde büyük bir kılıç vardı. Ventrue, ileri doğru atıldığı sırada, Taman silahını Azazel'in dirileceği vücuda soktu ve bir anda etrafa, gözleri kör eder cesine bir ışık saçıldı. Parlama kaybolmaya başladığında, sila hını soktuğu bedenin yok olduğunu gören Ventrue, yattığı yerden doğrulup; "Bunu neden yaptın, bizim tarafımızda de ğilsen, neden uyanmamızı sağladın? Seni parçalara ayıracağım aptal büyücü!" diye bağırdı. Taman kahkahalar atıyordu, adamları, Ventrue'ye karşı hazırda bekliyorlardı: "Ventrue, ne hoş bir sürpriz ama ayine geç kaldın. Sizin, oyunlarıma bu kadar kolay kanacağınızı hiç düşünmemiş tim. Bir düşünsene Ventrue, iki ulusunda kraliçesi olduğumu, Azazel olmadan Güneş Taşı'nı ve Ay Baltası'nı ele geçirip do gaüstü tüm orduların başına geçtiğimi! Ne kadar etkileyici bir güç, öyle değil mi?" Ventrue; "Buradan, asla canlı çıkamayacaksın!" dedi ve havaya sıçrayıp Taman'ın savaşçılarını sırayla yere serdi. Ka ra Şaman, savaşçılarını ardı sıra öldürüp kendine doğru gelen vampire doğru asasını yere vurup, elini havaya kaldırdı. Kan Emen, Taman'ın üzerine atladı ama büyünün etkisiyle ayakla ri yerden kesilip tavanda asılı kaldı. Ventrue'nin vücudundaki bütün kemikler kırılmaya başladı, acıdan bağırıyordu. Ventrue, umutsuz bir şekilde kurtulmak için çabaladı ama nafileydi, sonsuz sandığı hayatının sonuna geldiğini düşündü ğü anda Lamia ve Ravnos, bir anda delikten fırladılar. Ravnos, Taman'ın arkasına doğru hızlı bir koşu yapıp asasını yakaladı. Elindeki silahı kaptıran Taman'ın büyüsü sona erdi ve Vent rue yere düştü. Lamia, Kara Şaman'ı tutup kaçmasını engelle di. Ventrue, Taman'ın yüzüne baktı. Tüm hiddetiyle, iki elini birden büyücünün göğsüne sokup bağırarak iki yana ayırdı. Tam ortadan bölünen Taman'ın cansız bedeni, fışkıran kanlar ve etrafa dökülen organlar ile yere düştü. Lamia'nın gözünden bir damla yaş süzüldü: "Babamız, burada mıydı Ventrue?" Ventrue, başını öne eğdi: "Evet, bedeni parçalara ayırdı, geç kaldım. Onun böyle bir plan yaptığını bilmiyordum, bedeni alıp Venedik'e gidecek tim, sonra da sizi bulacaktım ama başaramadım. Bu lanet ka din, her şeyi mahvetti!" Lamia, nemli gözleriyle: "Bedenin burada olduğunu nasıl öğrendin?" "Taman, balta hakkında doğruları söylemişti, aradığım ra hibin tapınağına gittim. İçeri girdiğimde başrahip yoktu, ay rılmaya karar verdiğim an, dört itbarak ve Kali tapınağa sal dırdı." Ravnos, şaşırmış bir hâlde; "Kali dünyada mı? Onları lor dumuz getirecekti, kapılardan nasıl geçmişler?" diye sordu. "Onları, Kitana geri getirmiş, anlaşılan itbarakların krali çesinin, geçmiş hakkında bilmediği parçalar var. Kali, baltayı ele geçirdiğinde canavarlardan kaçıp bizimle Venedik'te bu luşacak. Bedenin yerini biliyordu, kandırıldığımızı o söyledi. Peki, benim burada olduğumu nasıl öğrendiniz?" "Artemis Tapınağı'nın altına ulaştık, vücudu bulamayınca ihanete uğradığımızı anladık. Geri dönüş yolunda, hastalığın yayıldığı kasabalar ve dilden dile dolaşmaya başlayan, insanla rin kanını emen canavar hikâyelerini duyunca, o noktalardan geçtiğini anladık. Senin gittiğin yön tam tersiydi, bir aksilik olduğunu düşünüp durmaksızın takip ettik. En son, şehir di şındaki hanlardan birinden yoğun kan kokusu alıp içeri gir dik. Adamların çok uzun zaman önce ölmediğini anladığı mızda, şehre girdik. "Peki, burayı nasıl buldunuz?" "Ziggurat, tüm heybetiyle karşımızda dururken, beden başka nerede olabilirdi? Tüm sokakları gezdik, senden bir iz aradık ve en sonunda, yukarıdaki evin önünde kalbi sökülmüş adamı gördük. İçeridekiler, zorluk çıkarmadan yolu gösterdi ler, kan kokusunu izleyerek, geçitlerde seni bulduk kardeşim ama çok zaman kaybettik." Ventrue, sıkkın bir hâlde derin bir nefes alıp: "Bundan sonra ne yapacağımız önemli. Kali, Venedik'e git memizi söyledi, Azazel artık olmadığına göre hiç değilse ora da kali'yi bekleyip, baltayla dönmesini beklemeliyiz. Silah eli mizde olursa, itbaraklara karşı bir şansımız olabilir." KALI, ÇİN TOPRAKLARINDA Liang'i aramaya devam edi Kyordu. Baskın yaptığı tapınaklardaki korkak birkaç ra hipten, öldürmeden önce Liang'in, Çin sarayına gittiğini öğ rendi. Kali, başkente girdi ve sokaklarda gezinmeye başladı. Halkın tapınmak için gittiği yerlere gidip Liang'i aradı. Şehir de çok fazla birlik vardı, tek başına bir saldırıyı göze alamazdı. Tütsülerle içeri giren insan kalabalığına karışıp etrafı süzmeye başladı. Ayin alanında çok sayıda ihtiyar adam vardı fakat ara larındaki en genç olanı dikkatini çekti. Kalabalık azaldıkça, rahipler tütsüleri koyup sırayla tapin ma yerinden çıkmaya başladı. Genç olan da odadan ayrıldık tan sonra Kali, peşinden kalkıp yürümeye başladı ve nereye gittiklerine gizlice baktı. Ortalıkta çok fazla keşiş vardı, sak lanarak daha fazla ilerleyemeyeceğine karar verdiği sırada aklına, Kitana'nın buraya gönderdiği casus geldi. Onları hiç görmediği için nasıl bulacağını bilmiyordu, Kitana'nın sözle rinden aklında kalan tek şey, Karanlık Dünya'nın simgesini ta şıyan bir yüzük taktıklarıydı. Hemen tapınaktan çıkıp şehri terk etti ve itbarakların bek lediği ormana doğru gitti. Canavarlar, ağaçlar arasında görün meyen bir noktada onu bekliyorlardı. Yaratıklar, insanların di linden anlamadıkları için Kali, önünde duran sürü liderinin zırhındaki Kitana'nın amblemini gösterip parmağıyla kendi ağzını gösterdi. Canavar, büyük kafasını yukarı kaldırıp, zümrüt yeşili ürkütücü gözlerini kapattı. Zor da olsa, Kitana ile iletişim kura biliyorlardı, bir süre bekledikten sonra başını indirip Kali'ye baktı. "Ben Kitana, anlat Kali!" "Kraliçem, sizle konuşmaya mecburdum, gittiğimiz tapı nakta başrahibi bulamadık. Bizden günler önce yola çıkmış, izini Çin'e kadar sürdüm. En son geldiği yer burası fakat onu bulabilmem için tapınaktakilerden birinin, onu nerede bula cağımı söylemesi gerekli. Bu topraklara gönderdiğiniz ölüm meleklerinden biri, beni bulursa çok işime yarayabilir. Hangi deliğe saklandığını öğrenip baltanın yerini bulabilirim." "Şehre geri gir ve büyük tapınağın kapısında bekle. Kadın seni bulacak ve isteklerini yerine getirecek. O silahı ele geçir meden de sakın dönme!" "Emredersiniz kraliçem, eğer isterseniz itbaraklar dağa dönebilirler. Kadının yardımıyla bir saldırı yapmadan, bu işi halledeceğim." "Canavarlarım geri dönecekler fakat silahı bulduğun yer de kalabalık bir birlik olursa, geri dönüp kadını bul ve benimle iletişime geç "Emredersiniz kraliçem!" Kali, yaratıkları başından defedebildiği için kendini şanslı hissediyordu. İtbarak, tekrar başını yukarı kaldırıp bekledi ve bir süre sonra aşağı indirdi. Kitana, zihninden çıktığı anda sü rüsüne homurdanarak bir şeyler söyledi ve arkalarını dönüp ormana doğru gittiler. Kali, tekrar şehre doğru ilerledi ve en büyük tapınağın önünde durup etrafa bakti. Uzaktan, oldukça güzel ve iyi giyimli bir kadın geliyordu, yolda yürürken bile erkekler ona bakmaktan kendini alamıyordu. Ölüm meleği, Kali'nin yanına gelip gülümsedi:
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD