3. Bölüm

3071 Words
OTÜKEN'DE SABAH OLMUŞ, Oğuz çadırdan çıkıp obada dolaşmaya başlamıştı. Kendisine her zaman sevgi ve saygıyla yaklaşan halk ile selamlaşıp, hâl hatır sorarak dostunun çadırına doğru yürüyordu. Börteçine çoktan uyanmış, oynamaları için tahtadan kılıçlar verdiği iki küçük oğlunun komik savaş oyununu izliyordu. Oğuz, dostuyla selamlaştı ve sevimlilik abidesi, tombul yanaklı, çekik gözlü iki küçüğü yanına çağırıp onları sevmeye başladı. Birinin tatlı suratını, iki elinin arasına alıp, babalarına baktı ve gülümseyerek gerçek mutluluğun avuçları içindeki bu surat olduğunu söyledi. İkili, bir süre sohbet ettikten sonra kalkıp, obanın içinde yürümeye başladıkları sırada Börteçine, can dostunun yüzüne baktı ve son zamanlarda üzerindeki bitkinliğin daha da arttığını gör dü. Ava bile çıkmamasına neden olan düşüncelerinin ve uyku suzluğunun, onu güçsüz düşürüp, hasta edeceğinden korkuyordu: "Dün gece uyuyabildin mi? Bedeninin zayıf düşmesinden korkuyorum kardaşım! Buna neden olan tek şey, gerçekten rüyalar mı, yoksa bana anlatmadığın başka şeyler de var mi?" Oğuz, kendi için endişelenen dostuna bakıp gülümsedi, bir süre sessizce yakınlarındaki tenha bir yere doğru yürüdükten sonra, dostuna baktı ve sıkkın bir şekilde konuşmaya başladı: "Bilirsin sana her şeyimi anlatır, fikrini sorarım fakat bu duruma anlam veremez oldum. Her gece aynı rüyayı, defalar ca görerek uyanıyorum. Artık hülyalarım, uykularımın katili ne dönüştü, Bunların gerçek olmadığını biliyorum fakat bunu engelleyemiyorum. Hatta defalarca Gök Tanrı'ya dua ettim, beni uykumdaki bu illetten kurtarsın diye... Ama dinlenebil diğim tek gece bile yok!" Börteçine, kisa bir süre düşündükten sonra bu zor durumu aşabilmelerinde yardım almaları gerektiğini düşünüyordu. "Bu rüyaları, bu kadar sık görmen normal değil! Sana, Gök Tanrı tarafından gösteriliyor olabilir, bunu bize yorumlayıp yol gösterecek olan tek kişi de Şaman Hatun'dur. Zaman kay betmeden ona gidelim ve derdimizi anlatalım." Aralarında konuşup, kendilerince bir anlam çıkarmaya ça lıştıkları sırada, yol kenarındaki bir çadırın dibinde Ildır'i gör düler. Her zaman olduğu gibi yine yanında kendi gibi suratsız, çirkin ve tam bir pislik olan üç arkadaşıyla beraber oturuyor du. Kara Han'ın putperestliğe olan sempatisinden dolayı, ül ke halkının küçük bir kısmı Gök Tanri inancından ayrılmaya başlamış, o ve arkadaşları da içlerindeki Tanri inancını çoktan öldürmüştü. Ötüken'in kanunlarına her zaman ters davranıp, her yerde şarap içip taşkınlık çıkartıyorlardı. Oğuz, Ildır'dan nefret ediyordu ve boğazını kesmemek için kendini zor tutuyordu, yanlarından geçtikleri sırada Börteçi ne, konuşmasını kesip, yumruklarını sıkmış hâlde kardeşine bakan dostunun omzuna dokundu: "Boşver kardaşım, şimdi daha önemli işlerimiz var. Sakın bir delilik yapıyım deme, hele ki Oktar ve dört komutan ile yaptığımız, seni kağanlığa geçirme planından sonra! Nasıl ol sa tahta oturduğunda, onlara da gereken cezayı vereceksin, haydi devam edelim." Çıkacak kanlı bir olay, daha alevlenmeden sönmüştü. İki arkadaş rahiplerin çadırının önüne gelmiş, dışarıdan çadırın içine girmek için seslenmişlerdi. Garip püsküllerle bezeli elbi sesi ile dışarı çıkan Şaman Hatun, gelenleri görünce gülüm seyip içeri davet etti. On kişilik birliğinin, ruhani lideriydi, diğerleri her sabah Güneş doğmadan tepelere çıkıp, Yaratıcıla rina dua ederdi. Adak zamanlarında, ayine kendisi de katılırdı ve diğerleriyle beraber ruhlarla konuşurlardı. Devletin en iyi iki savaşçısının yüzlerine baktı ve pek de keyifli olmadıklarını fark etti: "Söyleyin yiğitler, derdiniz nedir? Daha önce sizi hiç bu ka dar sıkkın görmemiştim." Oğuz'un düşmanlarına korku salan aslan bakışları, geçir diği zor gecelerden sonra parıltısı sönmeye başlamış kor ta neleri gibi bakıyordu, gecelerinin ona sunduğu zor saatlerin etkisinde olan ses tonuyla konuşmaya başladı: "Beni bu kadar sıkan şey rüyalarım... Her gece uykumdan aynı şeyleri görerek uyanıyorum. Önceleri bu kadar sık ol mazdı, fakat son zamanlarda o kadar çok olmaya başladı ki, uyuyamaz ve dinlenemez oldum." Kadın, oturduğu yerden iyice doğrulup, tüm dikkatini ve rerek ne gördüğünü anlatmasını istedi: "Alevlerden bir çember içindeyim, etrafım zifiri karanlık, karşımda inanılmaz güçlü bir canavar ve arkasında duran kır mızı pelerinli bir kadın var, Ne olduğunu anlayamadan bir an da arkamdan bir el bana, üzerinde Ay, Güneş ve ateş sembolle ri olan, oldukça büyük ve ışık kadar parlak bir balta veriyor. yaratık üzerime saldırdığında, o balta ile onu öldürüyorum ve ölen canavarın içinden sayısız mahlukat etrafa yayılıyor. Ar kasındaki pelerinli, üzerime geldiği sırada arkadan bir el, elime kehribar taşı gibi parlak, düzgün kenarlı, içi yıldızlar gibi parlayan bir taş uzatıyor, saldırdığında taşı ona doğru tutup, yakarak öldürüyorum ve can verirken ismimi haykırarak, be nim ve tüm halkımın sonunun geldiğini söylüyor." Şaman Hatun'un yüzü, bir anda bembeyaz kesilmiş, gözle rini kocaman açıp, içinden bir şeyler mırıldanmaya başlamış ti. Tedirgin bir şekilde söze girdi: "Peki, sana kıyametini haykıranın boynunda bir iz gördün mu? Pençe atılmış gibi bir yara izi?" Oğuz, bir anda şaşırmıştı ve bunu nasıl bildiği konusunda meraklanmıştı, başıyla onaylayıp rahibeye baktı. Şaman Hatun, derin bir iç çekip konuşmaya başladı: "Gördüğün şeyler aslında bir hülya değil, bunu sadece ka ranlığı ışıkla yarıp, yok edecek bir hükümdar ya da bir komu tan görebilir. Uykuda gördüklerin, Tanri tarafından kurtarıci olarak seçildiğini gösteriyor fakat bir yandan da siyaha gizlen miş kötülüğün, bir yerlerde tomurcuklanarak hayat bulduğu nu haber veriyor; Karanlık Dünya'nın dirildiğinin... Börteçine'nin aklı karışmıştı ve ona göre bu tür şeyler an cak masallarda olurdu, kaşlarını çatarak; "Bu anlattığın yer, seçilmek? Daha açık konuş!" Şaman Hatun, akıllarını allak bullak eden gerçeği daha açık anlatmak için konuşmasına devam etti: "Oğuz, sen çok büyük bir savaşçısın ve biz bunu daha doğ mandan önce biliyorduk. Kimsenin yenemediği savaşçıları yendin, savaş alanlarında düşmanlarının kellelerini buğday başağı biçer gibi kolaylıkla ve yorulmadan uçurdun. Herkes ten daha güçlü ve daha hızlısın, aynı zamanda zeki ve dirayetli sin. Şimdi beni çok iyi dinle! Gök kubbe, altında üç dünya barındırır. Bunu, eski kitaplara ulaşıp okumuş olan rahipler, keşişler, büyücüler ve doğaüstü varlıklar bilirler. Senin düşma nın bizim yaşadığımız ve gizlinin olmadığı, sınırları belli olan yaşamdan değildir. Binlerce yıl önce kapatılmamış bir hesabin intikamını, tüm âdemoğlundan almaya gelen, kötülüğün yuvasından... Âleme miras kalan az sayıdaki yazıtlarda, kara bulutlar gibi üzerimizi kaplayacak olan ölüm ordusunun inti kam ateşinde dövülmüş kılıçları ve şeytanın nefesiyle güçlen miş zırhları, et ve kemikten ibaret olanlardan intikamlarını, kan ve acıyla alacaklarını yazmaktadır. Bu yok oluşu engelle mek, sadece doğuştan büyük bir gücün armağan edildiği, li derin elindedir. Benim bildiklerim bu kadar fakat daha faz lasını öğrenip ne yapmamız gerektiğini, Kuyular Kalesi'nde, Tamtuk diyarı ile konuşabilen Taman'a sormalıyız. O, bir Kara Şamandır ve dinî önderimiz Göknur Hatun'un kız kardeşidir fakat kötü ruhlar tarafından kandırıldıktan sonra onlara hiz met etmeye başlayınca, ablası tarafından rahipler arasından kovuldu. Bu gece, bir atlı ile Ak Şaman'a haber gönderip, yola çıkma hazırlıklarına başlayacağım, siz de bu konudan kimseye bahsetmeden, benden haber bekleyin!" Oğuz, şaşkın gözlerle bakarken, aklını kurcalayan düşün celeri, bir anda sözlerine döküldü: "Yardım isteyeceğimiz kişinin, Kara Büyücü'den ne farkı var? Onun, cehennemin kötü ruhlarıyla konuştuğunu söylü yorsun, böyle biri bize doğru yolu nasıl gösterebilir? Karşılı ğında ne kazanacak peki?" Kadın, daha da ciddileşen ses tonuyla: "O sadece konuşur, onların kölesi değildir, bu iki farkı sa kın birbirinden ayırmayı unutma! Onu kandırıp kendi diyar larındakiler ile konuşmaya ikna etmiş olabilirler fakat asla emir almaz. Ne isteyeceğine gelecek olursak, muhakkak bir bedel ödemen gerekecek fakat yapamayacağın bir istekte bu lunursa sakın kabul etme! Şimdi gidin ve benden haber bekle yin, etrafta da sakın bu konu hakkında konuşmayın!" iki dost, çadırdan çıkıp hâlen kulaklarında çınlayan şama nın anlattıklarını düşünüyorlardı. İçlerinde korku yoktu ama ilk kez öğrendikleri bu sırların, daha ne kadar karışık bir hål alabileceğini düşünüyorlardı. Börteçine, elini dostunun om zuna atıp gülümseyerek: "Bu işin de üstesinden geleceğiz kardaşım! Yine omuz omuza, her zorluğu yenip seni bu sıkıntıdan kurtaracağız!" Oğuz, kafasını sallayarak bundan şüphesi olmadığını fakat onu düşündüren şeyin, ileride yaşayacakları çetin günler ol duğunu söyledi. İki savaşçı, masal sandıkları gerçekler hak kında uzun saatler konuşup, yolculuk için hazırlık yapmaya başladılar.  KARANLIK ÜLKE'DE, Kitana, surların üzerinde göz alıcı kırmızı peleriniyle dikilmiş, kara ormandan gelen kafeslere bakıyordu. Tyr, emrini tüm gezici İtbarak birliklerine bildirmiş, saldırdıkları her yerden istediği kadın ve çocukla ni getiriyorlardı. Gelen köleleri gören Kraliçe, bu görüntüden mutlu olmuştu, surlardan aşağı inmek için merdivenlere yöneldiği sırada yardımcılarından Kranyus koşarak kendisine yaklaştı. Emri üzerine, dağda çalışanlar arasından güzelliği ni kaybetmemiş altı kadın bulduklarını söyledi. Kitana, onlan odasına götürmelerini, yeni gelenlerden seçtikleriyle beraber, onları da değerlendireceğini söyledi. Yardımcısı uzaklaşırken. surun kapısına indi ve başkomutanının yanında durdu. Geti rilenleri kafeslerden çıkarmalarını ve tek sıra hâlinde dizmele rini emretti. Sıraya dizilmiş insanlar, ilk kez gördükleri bu də gaüstü canavarlardan çok korkmuşlardı ve hepsi titreyerek ağlıyordu. Kapkara yüksek duvarın arkasından gelen kırbaç sesleri ile acı çığlıklar ve hırıltılar duyuluyordu, burası cehennemin girişi olmalıydı, ne kaçabilecekleri bir yer ne de kendi lerini kurtarabilecek erkekleri yoktu. Kraliçe, sıranın başına geçip, yüzlerine ve vücutlarına ba karak yavaş adımlarla yürümeye başladı, Tyr hemen arkasın da büyücüyü takip ediyordu. En sona geldiklerinde, parma ğıyla işaret ettiği yirmi beş kadının, bir adım öne çıkmasını, diğerlerinin on adım geriye çıkmasını emretti. Seçilmeyen yüzlerce kişi, geriye gittiği sırada yirmi beş kadına, on adım arkalarındaki insanlara dönmelerini söyledi. Kitana, geride kalanların hepsini parçalamalarını haykırdı ve önde bekleyen kölelerin yanında durup, kıyıma verecekleri tepkiyi daha iyi görmek için gözlerini ayırmadan izlemeye başladı. Yirmi İtbarak, ürkütücü hırlamaları ve göğsü titreten kük remeleriyle saldırıya geçtikleri anda zavallı insanların, Tanrı'ya dua etmekten başka yapabileceği hiçbir şey yoktu. Canavarlar, büyük pençeleri ile bedenlerini ikiye bölüyor, kafalarını ko parıp yere düşen cesetleri tekrar parçalıyorlardı. Her darbede fışkıran kanlar, yirmi beş kadının suratına geliyor, et parçaları önlerine düşüyordu. Çığlıkların göğü inlettiği bu ölüm oyu nunda, suratına ve kırmızı elbisesine sıçrayan kan, Kitana'yı daha da şevke getiriyor, içinde uyanan şeytan ona büyük zevk veriyordu. Parmaklarıyla suratına dokunup, Ay işığında kır mızıya bulanmış eline baktı ve dudaklarına sürdü, gözlerini kapatarak korkudan can vermiş zavallıların, ölmeden önceki son sıcaklığının tadını dilinde hissedip, kokusunu içine çekti. Aldığı haz, yeterli değildi ve sınırları olmayan gaddarlığını da ha da tatmin etmesi gerekiyordu. Katliamdan sonra seçtikleri arasından, bayılan ve kendini kaybederek kendi suratlarını, tırnaklarıyla yırtanları ayırıp, on kişiyi seçti ve tekrar ileri çıkmalarını söyledi. Titreyerek, düşe kalka ilerleyip geride bırakılanlara doğru döndükleri sırada, büyücü hepsine birer bıçak verdi. Ellerindekiler ile ne yapacaklarını bilmeyen, geçirdikleri şokun etkisiyle zor nefes alan köleler, Kraliçe'nin yeni sözleriyle irkildiler. On lardan, karşılarındakilerden birini seçip, yere diz çöktürüp, boğazlarını kesmesini ve bunu, ona kadar saymaya başladığı andan itibaren, süreleri bitmeden hemen yapmalarını söylü yordu. Karşılarında, kiminin aynı obadan tanıdığı insanlar ve akrabaları, ikisinin de öz kardeşi ve can dostu oradayken bunu yapabilmeleri imkânsızdı fakat burasi cehennemse, duygularını unutarak hayatta kalmak için her şeyi yapma lıydılar. Kitana, gülümseyerek saymaya başladığı sırada. Araların dan iki tanesi, yapamayacağına karar verip, kendi boğazlarını keserek intihar etti, bir tanesi olduğu yerde bu duruma daha fazla katlanamadı ve bayıldı. Yedi kadın, karşıya hızla koşup birer kişi seçtiler ve yere diz çöktürdüler, aralarından dördü ruhsuz ve bitkin bir hâlde yapacakları başka hiçbir şey olma dığına karar verip, önlerindekilerin gırtlağına hızlı bir şekilde bıçağı sürerek kestiler ve hırıltılar içinde akan sıcak kanı elle rinde hissederek ölümlerini izlediler. Üçü ise aptalca bir hata yaparak, İtbaraklara saldırıp kaçmayı denediler fakat tek pen çede can verdiler. Büyücü kahkahalar atarak; "Aptallar!" diye bağırdı ve seçimini tamamlamış oldu. Kitana'nın sınavını geçen dört kadını odasının kapısına ge tirmelerini, geri kalanları öldürmelerini söyledi. Canavarlar, emri anında yerine getirdiler ve ayakta durmakta zorlanan ka dinları omuzlarına atıp, büyücünün odasına doğru yola ko yuldular. Kitana, surların önünde yaptığı katliamın verdiği hazla, da ğın içindeki merdivenlerden, kana bulanmış elleri ve elbise siyle çıkıyordu. Avını parçalamış, vahşi bir hayvanın mutlulu ğuyla, odasının önüne geldi. Kapıda, ölüm oyununu geçen dört köle, korkudan ayakta zor durur hâlde onu bekliyorlardı, yan larında, madenlerden getirilen gençliğini ve güzelliğini kaybet memiş altı işçi vardı. Onların, bu tür ölüm oyunlarına girmesine gerek yoktu, çünkü her gün sayısız ızdırap görüyorlardı. Büyücü, canavarlarına seslendi: "Onları, içerideki masanın etrafına oturtun, hata yapanı asla affetmeyin!" Büyük salonuna doğru hızlı adımlar ile gittiği sırada, Tyr'a seslendi. Koşarak gelen Itbarak, saygıyla selam verip, ateş kır mızısı gözlerini efendisine çevirdi. Kraliçesi ona: "Bana dört kişi daha getirmelerini söyle, çirkin ya da sağ liksız olmaları önemli değil. Getirecekleri insanlar ile beraber, güvenli bir yerde tutmaları için verdiğim küçük sandığımı da getirsinler!" Emri alan başkomutan, tüm hızıyla karanlık koridorlarda gözden kayboldu. Kitana, dokuz kız kardeşi simgeleyen hey kellerin sardığı, ortasında koca bir ateş ve on gösterişli sandal yenin bulunduğu, ürkütücü yere girdi. Burası, dağın kalbiy di, kötülüğün yönetildiği noktaydı. Büyücü, karanlık ormanın ağaçlarından yapılmış, dağin dibinden çıkarılan değerli taşlar ile süslenmiş, tam tepesi insan ve doğaüstü varlıkların kemik leriyle bezenmiş tahtina oturdu. Kısa bir süre sonra Dmitry, elinde küçük bir tahta kutu ve dört kadınla içeri girdi. Kork muş bir hâlde öleceklerini zanneden köleler, tedirgin gözlerle etrafı inceliyorlardı. Kraliçe, geri aldığı emanetinin kapağını açıp içinden dört adet altın şişe çıkardı. Yardımcısının getirdi gi emanetinin kapağını açıp şişelerden birini aldı. Kadehlere birer damla koyup üzerlerine şarap doldurdu. Ayakta kendini izleyen zavallılara, bardakları uzattı. "İçin dediğimde, tek dikişte bitireceksiniz! Sayemde sefil hayatlarınız artık bir anlam bulacak." Ellerini iki yana açıp, derinlerden gelen bir ses ile sihirli cümleleri söylemeye başladı. İçecekleri sıvının rengi, parlak maviye dönmeye başlamıştı ve içinde küçük bir girdap oluş muştu. Ürkütücü bağırışlar yükselmeye başladığında, küçük kıvılcım parlamaları eşliğinde Kitana'nın sesi duyuldu: "İçin!" Tek dikişte hepsini bitiren kadınlar, ne olacağını çözmeye çalışıyorlardı. Kısa bir aradan sonra sırayla yere düşüp bayıldı lar. İtbarak, onlara ne olduğunu sordu ve kraliçe, komutanının merakını gidermek için konuştu: "Şunlara bir bak, mesela en baştakine. Bu değersiz varlık, muhtemelen otuzlarında ve en az üç çocuğu olan bir köylü. Hayatı korkular ve kaybettiği insanların acılarıyla geçmiştir, fakat yaşadıklarının hiçbirini artık hatırlamayacak. Hissetti ği tek şey, bana duyduğu sarsılmaz sadakatin, tüm kalbini ve ruhunu kapladığı olacak. Tamtuk diyarının kapılarını arala yıp, cehennem kızlarını getireceğim. Bu köleler de bedenlerini onlara armağan edip, küçük ve değersiz hayatlarına son vere cekler. Çok güçlü, doğaüstü varlıklara dönüşecekler. Hazır beden değiştirmekten konuşmuşken, hep merak etmişimdir, onlardan biri olduğun günler aklına geliyor mu? Ordumuzu oluşturan atalarıma götürülüp, dönüştüğün şeyin yansımasi na baktığında, seni getirenlerden intikam almak istedin mi? Dmitry öfke dolu bir sesle cevap verdi: "Hayır, kraliçem asla bu duyguları hissetmedim ama yok etme dürtülerimi uyandıran, bize yapılan ihanet! İnsan oldu ğum zamanlarda, küçük bir kasabada doğdum ve büyüdüm. Ailem, başkalarının hayvanlarına bakarak yaşamaya çalışıyor du. Onlar gibi olmaya hiç niyetim yoktu, bu yüzden Rus ordu suna katıldım ve beş yılda komutanlığa kadar yükseldim. Aza zel ve Kan Emenler ortaya çıktığında, onlara karşı savaştım fakat geçtikleri her yerde, ölümcül hastalıklar bırakıyorlardı. Onların yaydığı lanete ben de yakalandım, kuvvetimi kaybet miştim ve adamlarım artık beni bir yük olarak görüyordu. Ka ranlık Lord, kazanmaya başladığı sırada, ben gibi kurtarılması imkansız olarak görülen kişiler ile Kral Faragus'un toprakla rinda bir yere gönderildim. Uğruna savaştığım onca dostum beni yüzüstü bıraktı ve her yeni günde, son nefesimi verme umuduyla uyandım. Bu yüzden, o zamanlar benim için sadece görmeyi bir daha istemeyeceğim rüyalardan ibaret." Efendisiyle konuştuğu sırada bayılan kadınların kendileri ne gelmeye başladıklarını fark etti. Hepsi ayağa kalkıp, boş gözlerle etrafa bakıyorlardı. Büyücü, yanlarına gelip, el ele tu tuşmalarını söyledi ve pelerininden küçük bir kese çıkarıp, ağzını açtığında ince bir kum yere döküldü. Kısık sesle mi rildanırken, elindekini kızlara doğru üfleyerek serpiştirdi. Su ratlarına çarpan küçük tanecikler, bir anda parlayarak yok ol dular. Kraliçe, komutanına dönüp; "Onları mühürledik, son nefeslerini verene kadar artık emrimdeler. Haydi, gidip diğer lerine de bakalım, ölüm meleklerine dönüştürülüp bir an önce diyarın dört bir yanına gönderilmeleri lazım!" Kitana, Dmitry ve sadık hizmetkârlara dönüştürdüğü dört köleyi de yanına alıp, odasına doğru hızla yürümeye başladı. Kapıyı açıp, içeri girdiklerinde, hâlen korkudan titreyenler ol duğunu gördüler. Kraliçe, sandıktan başka bir altın şişe çıka rip, yeni yardımcılarından birine, kadehlere birer damla ko yup, üzerlerine şarap dökmesini emretti. On kadın, önlerine konan bardaklara bakıyorlardı. Tepelerinde dikilen İtbarak lar'ın nefesini, enselerinde hissediyorlardı ve ölmemek için ne isteniyorsa yapmak zorunda olduklarını biliyorlardı. Büyücü, iki elini göğsüne koyup, sihirli sözlerini söyleme ye başladı. Gözleri, tamamen katran karası bir renge döndü ğü sırada, masanın ortasında parlak bir yılan şekli göründü. İçecekleri sıvı, çimen yeşiline dönüşmüştü ve kabarcıklar çı karıyordu. On seçilmiş kişiye, içmeleriní emretti, bir önceki büyüde olduğu gibi hepsi oldukları yere yığıldılar. Onlara din lenmeleri için birer oda vermelerini, ayıldıkları zaman temiz lenip, huzuruna getirilmelerini emretti. SABAHIN İLK IŞIKLARINDA KARA HAN, askerleri ve Turş S kan ile yolculuk öncesi, tapınağın taştan geniş avlusunda bekliyorlardı. Liang ve rahipler hemen yanı başlarında, onla n uğurlamak için hazırdılar. Hakan, başrahibe doğru yürüdü ve yapılan uyarıları dikkate alacağını, misafirperverlikleri için de memnuniyetini belirttikten sonra zeytin karası atına atla di. Ordusu ile beraber büyük kapıdan çıktıkları sırada, ihti yar umutsuz gözler ile onlara bakıyordu. Bunca heybetin ve sağlam görünen savaşçıların içinde sadece liderlerine inancı olmayan, ruhsuz bir birlik ve karanlığın karşısına asla çıkama yacak, korkak bir Han görüyordu. Ağan, yola çıktıkları andan itibaren kafasında, Oğuz ve yandaşları aleyhinde planlar kurmaya başlamıştı. Öncelikli hedefi, her zaman desteklediği Ildır'i başa geçirmekti. Eğer bu nu başarabilirse amacı, onu tamamen etki altına alıp, kendini savaş zamanlarında vazgeçilmez biri olduğuna inandırıp, ba siretsiz bir liderden, kolayca toprak ve asker koparmaktı. Başında kuvvetli bir kağan olmayan Hunları parçalayıp, yıktık tan sonra kendi devletini kurabilirdi. Yolculuk boyunca, en mükemmel pusuyu kurabilmek için düşündü, hatta ara sıra Oktar'in rahatsız edici birkaç bakışını yakalasa da, dikkatini dağıtmamaya özen gösterdi. Ager Hatun da kendi evladının başa geçmesini istiyordu, bu yüzden hedefleri aynıydı. Aklın dakileri Hükümdar'a açıklarsa, yurda döndüklerinde Çinli Hatun'un destekçisi olacağından emindi. Atını, Kağan'ının ya nına sürüp, izni olursa önemli bir konuda konuşmak istediği ni söyledi. Etraftaki savaşçılar, aldıkları emir ile aralarındaki mesafeyi açtılar. Komutan, kimse duymadan bir an önce ko nuya girmek istiyordu. Etrafta göz gezdirip, konuşmaya baş ladı: "Dile getireceklerim, düşmanlarımız hakkında aldığımız savunma planları Hakanim. Başka bir fikrim var ama biraz riskli!" Kara Han, çekinmeden tüm düşüncelerini anlatmasını emretti ve hainlik barındıran sözler, lider olma ateşiyle yanan en yakın alpinin ağzından dökülmeye devam etti: "Bu kadar fazla noktada savaşamayız. Geçmişte yaptıkları gibi Han Hanedanlığı ve Yüeçiler tekrar ittifak olurlarsa, kuze ye ordu gönderme planımız suya düşer. Karanlık Dünya, ma dem uyanma aşamasında ve bu bela tüm insanlığı ilgilendiri yor, o zaman tapınaktaki nefesi kokan, çokbilmiş ihtiyar, bu işi kendi İmparatoru'yla çözsün. Biz, Oğuz'u barış yapmak için, büyük cenge hazırlanan düşmanımıza rehin gönderirsek, top lanıp tek hamlede iblisleri de alaşağı ederiz. Sonrasında da sa vaş tutsağı olan oğlunuzu, burnu bile kanamadan geri alırız!" En sonunda, Bey'inin damarına basmayı becermiş, otori lesini sarsan ve sürekli ismiyle hep ön planda olan oğlunu ateje atacağı mantıklı bir fikir sunabilmişti. Ager Hatun, kahra manlıklarıyla herkesin takdirini toplamış bu genci, uzak bir diyara sürgüne göndermesi için defalarca baskı yapmıştı fakat... Ay Hatun'un her seferinde araya girmesiyle, bunu bir türlü pamamıştı. Çinli karısının etkisinde, yıllar geçtikçe birinci ka rısına olan sevgisini ve saygısını kaybetmeye başlamıştı. İçin deki aşk, öyle bir yangına dönüşmüştü ki, halkın refahını bile düşünmez olmuştu. ya Kara Han, derin bir nefes alıp, gözlerini uzaklara dikerek kısa bir süre düşündü. Evladına duyduğu öfke, göğsüne otur muş bir ateş topu gibiydi ve gün geçtikçe harlanıp, büyüyor du. Bunu gizlemeye çalışsa da, cevap bekleyen komutanı bu alevleri daha da güçlendirip, kendi dışında herkesi yakmayı düşünüyordu. Hakan, savaşçının suratına bakıp, alçak bir ses tonuyla konuşmaya başladı:
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD