12. BÖLÜM

3010 Words
"Adım Rena, siz de Kali olmalısınız. Kraliçem, söylediğiniz her şeyi yapmamı emretti." Kali, keşişlerin olduğu yeri parmağıyla gösterip: "İçeri gir ve bir yolunu bulup, en genç rahibin başını dön dür. Ertesi gün dışarı çağır ve benim söylediğim yere getir." "Olmuş bilin!" Kadın, arkasını dönüp tapınağa girdi. Kali ise şehrin diğer ucundaki bir hana gitti. Ertesi günün gelmesini ve ölüm meleğinin başarılı olmasını iple çekiyordu. Liang'i bu sefer elinden kaçırmak istemiyordu. Liang ise Kali ile aynı şehirde olduğunun farkında bile olmadan, Shan'ın evinde dinleniyordu. Shan, amcasının kendisine yaptığı teklifi kabul etmişti. Şimdi yapması gereken, şehirden ayrılmak için uygun zamanı ayarlamasıydı. İmparator, komutanlarından birinin, Liang ile kaçıp zamanında kendi tahtını sallayıp, ordusuna başkaldıran yeminli ordunun başına geçeceğini duyarsa, kellelerini alacağı su götürmez bir ger çekti. Genç Liang'in dinlendiği odaya girdi, ihtiyar adam bir köşeye oturmuş, düşünceli bir şekilde tek bir noktaya bakıyordu. "Amca, dinlenebildin mi?" "İyi bir ev sahibisin Shan, oldukça rahat ettim ve uykumu aldım." Shan, ihtiyarın karşısına oturdu: "Ne zaman yola çıkabiliriz amca?" "Beraber gitmeyeceğiz evlat, eğer ikimiz bir arada yola çıkarsak, bir tehlikeyle karşılaşırsak ve kurtulamayacağımız bir pusuya denk gelirsek, ikimiz de yeminli orduya ulaşamayız. Herkes bu baltanin peşindeyken, Kılıç Kale efendisiz, birliği miz komutansız kalmamalı." "Seni yalnız bırakamam, bu çok tehlikeli." Liang, gülümseyerek elini Shan'ın omzuna attı: "Buraya gelene kadar da birçok badireler atlattım, benim için kaygılanma. Sana vereceğim haritayı iyi sakla, bir an önce söylediğim yere git ve yüzüğü asla parmağından çıkartma.Se ni, onlara gönderdiğimin kanıtı olacak, eğer bana bir şey olur sa, sana inanmaları için bu gerekli." Shan, katran karası, kesme bir taştan şekil verilmiş etkile yici siyah yüzüğü parmağına taktı: "Uğramam gereken birkaç dost var, sonra ben de size ka tılacağım. Bahsettiğim karanlık dünyaya karşı harekete geçen bir kral ya da komutandan bahsedildiğinde, baltayı o savaşçı ya teslim etmelisin. Yeminli orduyla, iblise karşı savaşanların saflarına katılmalısın. Sakın aceleci davranma ve itbaraklar ile karşılaşmamaya çalış." "Amca, benimle olmayacakmışsın gibi konuşma. O kaleyi beraber yöneteceğiz." "Ben, her ihtimali göz önünde bulunduruyorum, bunları bil ve gerektiği zaman uygula." Shan ve Liang, o akşam son kez başkentte yemeklerini ye diler. Gece boyu, yolda başlarına gelebilecek tehlikelerden ko nuşup, sağ kalabilirlerse ileride yapmayı düşündükleri hamleler için planlar yaptılar. Gün işıdığında Kali, kaldığı odada sabırsızlıkla bekliyordu. Rena'ya verdiği görevi, becerebildiğinden emin olmak istedi ama dışarıda fazla görünmemeliydi. Askerler ile arasında çı kacak bir karışıklıkta, başrahip kaçar ve planları altüst olurdu. Liang ise, Shan ile vedalaşıp evden çıktı. Dostlarını görmek için büyük tapınağa doğru yürüdü, kendine katılmak isteyen leri de alıp, Shan'dan sonra yola çıkmayı düşünüyordu. Liang, tapınma alanının merdivenlerinden çıktığı sırada, Rena yanından geçti. Delikanlıyı kendine âşık edip, Kali'nin beklediği hana gitmesini söyledi. Rahiplerin, kadınlar ile bu şekilde münasebet kurmaları yasaktı. Bu yüzden delikanlı, Renadan sonra çıktı ve tek başı na yürümeye başladı. İçinde yanan aşk ateşinin verdiği heye canla, hızlı adımlar ile hana doğru gitti. Shan ise, tüm hazırlıklarını tamamladı ve Çinli bir tüccar gibi giyindi. Tanınmayacağını düşünüp bir an önce amcasının verdiği görevi yerine getirmek için yola çıkmaya karar verdi. Shan ve ailesi, atlarına binip yola koyuldular, şehrin surlarında bekleyen nöbetçiler onları tanımadı. Kapıya yaklaştıklarında, suratlarını iyice kapattılar ve şehirden ayrıldılar. Shan, devleti ne bir daha geri dönemezdi, pişman olsa bile büyük suçlar la itham edilip, ölümle cezalandırılırdı. Shan ve ailesi, farklı umutlar ile başkentten uzaklaşıp gözden kayboldular. Kali, sokağı gören pencereden baktığı sırada genç rahibi gördü. Rena'nın görevi başarması, onu oldukça mutlu etti. De likanlı, hana girip üst kata çıktı, Kali'nin odasının önüne gelip, kapıyı vurdu. Kali, aniden genç adamı içeri çekip, eliyle ağzını kapattı. Çocuk neye uğradığını şaşırmış biçimde kurtulmak için çırpındı ama kaçamadı. Kali: "Eğer dediklerimi yapmazsan, derini yüzerim!" Genç rahip, korkmuş bir hâlde kafasını salladı. Kali, sessiz ce elini gencin ağzından çekti: "Korkman için bir neden yok, sadece konuşacağız, anladın mi?" "Kimsin sen, benden ne istiyorsun? Ben sadece bir rahi bim, zengin değilim, altınım ya da iyi atlarım yok bırak gide yim." "Ben hirsız değilim aptal, sadece senden öğrenmem gere ken şeyler var. Eğer bana dürüst cevap verirsen, hayatını ba ğışlarım. Liang adında bir rahip tanıyor musun?" "Tanıyorum, neden soruyorsun onu?""Sorduklarıma cevap ver yeter! Onu nerede bulurum?" Delikanlı hiçbir şey söylemeden Kali'ye baktı. Cehennem kızı, öfkelenmeye başladığı anda büyük bıçağını çıkardı ve de likanlının boğazına dayadı: "Ölmek mi istiyorsun aptal? Seninki mi, yoksa onun canı mı daha değerli?" "Tamam, sana söyleyeceğim. Liang burada, hatta bugün ziyaretimize geldi." "Bana, Liang'i göstereceksin, oraya gittiğimizde bir yanlış yaparsan, cehennemin dibine de kaçsan seni bulup geberti rim!" Genç rahip, boynundaki bıçağı geri çeken Kali'ye bakıp: "Tamam, sana göstereceğim ama bir daha karşıma çıkma yacaksın!" "Anlaştık, sen tapınağa git, senden sonra gelip, tapınan in sanların arasına karışacağım. Bana, gizlice onu işaret edecek sin. Unutma, sakın bir aptallık yapma, koş şimdi!" Genç adam odadan çıkıp tüm hızıyla koşmaya başladı. Kali, handan çıkıp rahibin peşinden yürümeye başladı. Deli kanlı, hızla ayin kıyafetlerini giyip, diğerlerinin arasına karış ti. Liang, birkaç adım uzağında, iki keşişle sohbet ediyordu. Yanına doğru yürüyüp, Liang ile konuşmaya başladı, kendini tanıttı ve öğütler almak istediğini söyledi. Liang'in anlataca ğı uzun hikâyeler, ona zaman kazandırabilirdi. O sırada Kali, tapınma yerinde belirdi ve genç adam, yanındaki yaşlı Liang'i işaret etti. Kali, kafasını sallayıp biraz etrafta dolaştıktan sonra dışarı çıktı. Liang, beş rahip dostuyla, karanlık bastığında şehrin dışın da buluşma karari aldı. Onlar da, Kılıç Kale'ye gidip iblisi yen mek için hizmet etmek istiyorlardı. Liang, arkadaşlarından al dığı mutlu haber ile tapınaktan çıktı, yolda gördüğü tüccarlar ile sohbet etti. Kali ise, gizlice Liang'i takip ediyordu ve yalnız kalacağı anı kolluyordu. Güneş batmaya başladığında Liang,tekrar Shan'ın evine gitti, içeri girdiğinde komutan ve ailesi nin gittiğini gördü, bir an önce şehirden uzaklaştıkları için içi rahatladı. Kali, karanlığa gizlenmiş bir şekilde, eve girmek için uygun anı kolluyordu. Etrafta çok fazla insan yoktu, arka tarafa dola nip, ahıra bakan açık kalmış küçük kapıdan içeri girdi. Her yeri kontrol ederek, temkinli bir şekilde ilerledi. Liang, küçük bir odanın içinde, ateşin yanında getirdiği eşyaları karıştırı yordu. Kali, bir anda kapıda belirdi, elindeki büyük bıçağıy la gözlerini Liang'a dikti. Liang, arkasına doğru bakıp ayağa kalktı: "Sen de kimsin?" Kali, gülümseyen dudakları ve alaycı tavrıyla: "Karanlık kitabı okumuş bir ölümlü olarak, beni tanıyor olman gerekli, adım Kali ve elinde tuttuğun baltayı almaya geldim ihtiyar!" Kali, sözlerini bitirdiğinde hızla Liang'in yanına gidip yaşlı adamı duvara yasladı ve elindeki bıçağı karnına dayadı. Göz lerinde, korkudan çok zafer bakışı olan Liang: "Onu, sana vereceğimi nasıl düşünürsün? Aptal cehennem kızı!™ Liang, aniden kendini öne doğru iterek, biçağı karnına soktu ve güçsüz bedeni bir anda yere yığılıverdi. Kali, şaşkın bir hálde: "Aptal, sen ne yaptın böyle yaşlı köpek? Bana ölmeden ön ce söyle, zaten yok olup gideceksin, ne fark eder? Haydi, ko nuşsana pislik!" Liang, kanlar içindeydi ve bu dünyadan gitme zamanı çok yakındı. Kali'nin gözlerine bakıp, gülümseyerek; "Hepiniz ge bereceksiniz iblisin uşakları!" dedi ve son nefesini verdi. Kali, öfkeden çıldırmak üzereydi. Baltayı saklayan ve yerini bilen tek adamın intihar etmesine engel olmadığı için kendini suç luyordu. Kitana'nın yanına döndüğünde, onun hışmıyla karşılaşabilirdi, nefret ettiği itbaraklara parçalattırabilirdi. Her şe yi düzeltebilmek için zaman kazanması gerekiyordu, cesedin bulunmaması için Liang'in cansız bedenini, evin bahçesindeki kuyuya atıp üzerini koca bir taşla kapattı. OGUZ VE BÖRTEÇİNE, yola çıkmak için hazırdı, bin alp ile birlikte obanın dışında bekliyorlardı. Kara Han, Ağan ve dört komutan, iki dostun yanına gidip, onları yolcu ettiler. Bir önceki gece Ay Hatun, oğluna dikkatli olması gerektiği ni defalarca hatırlatti. Onların, Ötüken'de olmadıkları sürede, Ağan'ın bir işler karıştırdığından şüphelendiği anda, Oktar'in öldüğünü anlattı. Oğuz ve Börteçine de aynı düşüncedeydiler, Oktar ve dört komutanı ortadan kaldıran, Ağan ya da Ildırdı. Gerçi, ikisi de aynı safta olsalar da, asıl suçluyu bulmak daha önemliydi. Oğuz, bu işi kuzeyden döndüğünde halletmeye ka rar verdi, saldırı haberlerini duyan halklar, oldukça huzursuz ve korku içindeydiler, bir an önce bunu yapanlar cezalandırıl malıydı. Oğuz, Selcan Hatun'u, gözünden sakındığı karısını, düşmanları arasında bırakmak istemese de, annesine emanet edip yola çıktı. Oğuz ve Börteçine, Altay obalarına yapılan saldırılara karşı duydukları hırs ve intikam duygularıyla, günlerce yol alıp her yerleşkeye uğradılar ve gördükleri küçük haydut birliklerini sorguya çekip cezalarını verdiler. Kara Han'ın söylediği gibi, Çin askerine ya da büyük bir Moğol kabilesine rastlamadı lar. Yanlarına verilen bin savaşçı, henüz ilk görevine çıkmış toylardan oluşan bir birlikti, bunların hepsi, Oğuz'un aklını bulandırmaya başladı. Ziyaret edip misafir olarak kaldıkları yerlerdeki beyler, yabancı bir topluluk ya da sancak görmedik lerini söylediler. Oğuz, çadırında düşüncelere dalmış bir hâlde oturduğu sırada, Börteçine içeri girdi. Oğuz, dostuna gülüm seyerek: "Gel kardaşım, otur hele, aklımı bulandıran düşüncelere bir açıklama bulamadım." Börteçine, arkadaşının karşısına geçip, anlatmasını söyle di. Oğuz, önündeki haritaya göz ucuyla bakıp: "Moğol akıncıları ve Çin askerleri buraya hiç uğramamış lar. Yok edilen yerlerden geçtik, çevredeki obaları gezdik fa kat birkaç haydut sürüsü dışında kimseye rastlamadık. Altay halkları, öyle kolay yenilebilecek savaşçılar değildir, Moğollar bile onlara saldırmadan önce defalarca düşünür. Bu nasıl iştir, nerede bu katiller?" Böreteçine, yıllardır güney sınırını korumuştu ama böyle bir durumla ilk kez karşılaşıyordu: "Sanki hiç olmamış bir düşmanın peşinden gidiyor gibiyiz. Kara Han'ın neyin peşinde olduğunu anlamıyorum, söylenen büyük bir akıncı grubunu gören kimse yok. Bizi Ötükenden uzaklaştırmak için böyle bir sebep üretmiş olabilirler mi?" “Öyle olsaydı, güneye korku içinde göç eden obalar olmaz di, Kara Han yalan söylemiyordu. Burada bir düşmanımız var ama bu kadar insanı katleden büyük bir ordu, nerede sakla nabilir?" Börteçine, parmağını haritanın üzerine koyup: "Yarın yola çıkıp kuzeybatıya doğru, ormanlık alanların iç lerine kadar girelim. Orası, bakmadığımız son nokta. Soğuğun ve boşluğun ortasında kimseyi bulamamak, alplerin de moralini de bozuyor." Oğuz ve Börteçine, kalan erzakları ve hayvanların durumu nu da konuştuktan sonra ayrıldılar. Oğuz, ertesi gün gideceği son yerde, bir düşman bulmayı umut ederek gözlerini kapattı. Güneş ışımaya başladığında Oğuz, Börteçine ve askerler, hareket için hazırlardı. Atlarını, haritada kararlaştırdıkla ri noktaya doğru sürmeye başladılar. Yolda, talan edilip terk edilmiş birçok yerleşkeye rastladılar. Katliama uğramış yerler den geçtikçe, doğru yöne gittiklerine kanaat getirdiler. İnsan izlerinin kaybolduğu bir noktadan sonra karşılarına, sık çam lardan oluşan büyük bir orman çıktı. Etrafta, büyüleyici tabiat ve karlarla kaplı kayalar dışında bir şey yoktu. Ağaçların arasında ilerleyen savaşçılar, insana dair hiçbir iz bulamadı, büyük bir gölün kenarından geçtikleri sırada, suyun tam ortasında bulunan bir adada, ateş parıltıları ve dumanlar gördüler. Börteçine, dostuna dönüp: "Adamlarımızdan birka çını gönderelim mi?" dedi. Oğuz, suyun ortasına varabilmek için yapılacak hazırlığın uzun süreceğini düşüp: "Hayır, yanan ateşlerden, az sayida oldukları belli. Kimseyi bulamazsak, dö nüşte uğrarız" dedi. Gölün bittiği noktadan itibaren yükselen küçük tepeyi tır mandılar. Burası, çok daha sık ve karanlık bir ormandı, etraf tan hiçbir canli sesi duyulmuyordu. Temkinli bir şekilde atla rını sürdükleri sırada, yoğun tabiatın bittiği noktayı gördüler. Oğuz ve Börteçine, aradıkları saldırganları bulma ümidiyle, karaçamların arasından çıkmak için hızla çıkışa doğru hare kete geçtiler. Karanlık ormanda, Oğuz ve savaşçılarının yol aldığı sırada, Kitana, taht salonunda oturuyordu, kapı açıldı ve içeri Tyr gir di. Başkomutanına umutlu gözlerle bakan Kitana: "Baltadan haber mi var?" dedi. Canavar, kraliçesinin önünde siz çöküp, hırıltılı bir sesle: "Hayır, efendim fakat başka bir sorunumuz var, bize doğru ilerleyen bir birlik var. Hun sancağı taşıyorlar." Kitana, ayağa kalkıp heyecanlı bir hâlde: "Surlardaki nöbetçileri geri çek, kimse görünmesin. Onla ra muhteşem bir sürpriz yapacağım, neye uğradıklarını şaşı racaklar." Tyr, salondan çıkıp dağın yüksek bir noktasından göğüs leri titretir güçte uludu. Tüm itbaraklar surdan inip duvarın arkasında beklemeye başladılar. Tyr'ın sesi, Oğuz ve alpleri nin de kulağına gitti, Börteçine birbirlerine baktılar. Savaşçı lar, etrafi inleten bu ürkütücü haykırmadan sonra oldukça te dirgin bir hâlde etrafa bakıyorlardı. Birliktekiler, Oğuz ya da Börteçine'nin adamları değildi, genç ve tecrübesiz oldukları için çabuk heyecanlanıyorlardı. Oğuz, bu yüzden yanındaki bin adama hiç güvenmiyordu, tedirgin olan yiğitlere sert bir ses tonuyla ilerleme emri verdi. Bin savaşçı, yoğun bitki örtüsünden çıktıklarında, karşıla rinda uzanan yüksek kara surları gördüler. Börteçine, Oğuz'a hayret dolu gözlerle baktı: "Daha önce böyle bir yer gördün mü kardaşım ya da duy dun mu?" "Hayır, burayı ilk kez görüyorum, bayrak yok, surlarda as ker görünmüyor. Sadece duvarında hiç görmediğim bir işaret var." "Obalarda kıyım yapan düşmanlarımızın yeri burası ola bilir mi? Eğer öyleyse ve içerisi tahmin ettiğimizden daha ka labalıksa, bu adamlar ile hiçbir şansımız olmaz!" Oğuz, arkalarında duran bin kişilik birliği süzdü: "Kara Han, bilerek bize bu gençleri verdi. Toylar ve taktik bilmiyorlar, kılıçlarını ilk kez kana bulayacaklar. Eğer sayıla ri bizden çoksa, geri çekilip Ötüken'den kendi savaşçılarımızı toplayıp geri saldırmaktan başka çaremiz yok. Bu zaman ala caktır ama aklıma başka bir çıkış yolu gelmiyor."Oğuz, yiğitlere düzen alma emri verdi, hepsi saldırı pozis yonu alıp kılıçlarını çekti. Etrafta büyük bir sessizlik hâkimdi. Oğuz, herkese beklemesini söyleyip surlara biraz daha yaklaş ti, etkileyici duvarın üzerindeki işareti inceleyip nerede bitti ğini ve neden bu dağın önünde örüldüğünü anlamaya çalıştı. Arkasını dönüp tekrar Börteçine'nin yanına geldi: "Bu dağın önü, bu kadar sağlam kapatıldıysa, içeride mu hakkak birileri olmalı. Böyle beklemektense, geldiğimizi ha ber verelim." Börteçine, gözlerini kara taşların üzerinde gezdirip başıyla dostunun fikrini onayladı. Önünde duran gence, boynuzdan yapılma büyük borazanı üflemesini emretti. Yiğit, üç kere çal di ama duvarda bir hareketlilik yoktu. Oğuz, kimsenin olma dığını düşünüp geri dönme kararı aldığı sırada Börteçine, bi rini gördü: "Kardaşım, yukarıda biri var." Oğuz, kafasını çevirdiğinde, elinde asa ile dikilen bir kadın gördü. Kızıl elbisesi, rüzgârın etkisiyle dalgalanan Kitana'ya doğru bakan alpler, surun üstünde bir anda beliriveren itba rakları ferk ettiler. Kitana, ayağına kadar gelmiş birliğe seslen di: "Ben, karanlık dünyanın kraliçesi, bu dağın efendisi Kita na. Itbarakların lideri ve dokuz kız kardeşin soyundan gelen büyücüyüm. Sizler, kıyametin yayılacağı bu topraklara gel mekle büyük bir hata yaptınız, canavarlarıma vereceğim saldı n emrinden sonra kendi kanlarınızda boğularak gebereceksi niz! Cihanın en güçlü ordusu, nefes alırken gördüğünüz son vey olacak. İtbaraklar, hazır olun!" Oğuz, heyecanlı bir hâlde Börteçineye döndü: "Kardaşım, bunlar rüyamda gördüğüm iblisler. Kadını şimdi hatırlıyorum, bana ve ulusuma yok olacağımı söyleyen kişi." Börteçine, kılıçlarını çekti:"O zaman, karşımızdakiler Ak Şaman'ın ölüm ordusu de diği birlik mi? Sadece Ay Baltası'yla yok edilebilen canavar lar?" Oğuz, yumruğunu sıktı ve ne yapacağını düşünüyordu: "Evet, büyük bir pusuya düştük! Buradan çıkmamız lazım, bu yiğitler ile asla kazanamayız. Ormana geri girmeliyiz ve atlarımız çatlayana kadar son hız sürüp tepeliğin sonundaki uçurumdan atlamalıyız." Börteçine, dostuyla aynı fikirde olduğunu söylediği sırada itbaraklar surlardan atlayıp saldırıya geçtiler. Daha savunma düzeni bile alamayan genç alpleri parçalamaya başladılar ve Oğuz'un geri çekilme emrini çok azı uygulayabildi. Canavar lar, yüzlerce yiğidi surların önünde yok edip Oğuz, Börteçine ve az sayıda savaşçının peşinden gittiler. Arkalarından, inanıl maz bir hızda yaklaşan yaratıkları, aralıksız attıkları oklar ile yavaşlatıyorlardı fakat hiçbiri ölmüyordu. Son hız uçuruma doğru giden Oğuz ve Börteçine, atlarıyla beraber aşağı atladılar. Az sayıdaki alpler de, arkalarından su ya daldılar. Geri çekil emrine uymayan ve ormanda farklı nok talara kaçışanların hepsi öldü. İtbaraklar göle giremiyorlardı, kaçtıkları tepeliğin ucunda durmak zorunda kaldılar. Oğuz ve Börteçine, uzakta görünen adaya çıkmak için yüzmeye başla dılar, savaşçılardan dalıp geri çıkamayanlar vardı. Yaratıkla rin, Oğuz'un peşini bırakmaya niyetleri yoktu, kıyıdan takip ediyorlardı, bir süre daha izlediler fakat kara parçası son bul duğu için geri dönmek zorunda kaldılar. Adada yaşayan insanlar, kendilerine doğru hızla kulaç atan adamları gördüler ve dört kayıkla suya açıldılar. Köylüler, hepsini sandallarına alıp obalarına götürdüler. Kara parçasına indiklerinde, yaşlı bir adam onları bekliyordu. Oğuz ve Bör teçine, hafif sıyrıklar aldılar fakat geriye kalan otuz savaşçının beşi yaralıydı. Oğuz'un adamları, uğradıkları saldırı ve kay bettikleri onca canın şokuyla, hålen karşı uçuruma bakıyorlardı. Kendilerini bekleyen ihtiyar, Oğuz'un yanına gelip ba bacan bir tavırla omzuna dokundu: itbarak "Artık güvendesiniz evlat, o iblisler buraya gelemezler. Adım Kurtga, buranın Bey'iyim, halkım sizlerle ilgilenecek, şimdi gidip dinlenin, sonra neler olduğunu konuşuruz." Kurtga Bey, arkasına dönüp yaralılarla ilgilenilmesi için emir verdi. Burası, en fazla yüz elli kişilik bir obaydı ve savaşçı sayısı oldukça azdı. Oğuz, yaşlı adamın söylediklerine başı ni sallayarak karşılık verdi ve yiğitlerinin durumuna bakmaya gitti. Pençelerin açtığı yarıklar oldukça derin ve ölümcüldü, üç alp kurtulamadı, diğer ikisinin durumu ise iyiydi. Ada insanları, Oğuz ve yanındakilere dinlenebilecekleri çadırlar verip tüm ihtiyaçlarını giderdiler. Güneş'in batma ya başladığı sırada Oğuz ve Börteçine, Kurtga Bey'in yanına gittiler. Otağında, kendi gibi üç yaşlı adamla oturmuş, sohbet ediyordu, Oğuz ve Börteçine'yi gördüğünde gülümseyen sura tıyla, oturacakları yeri işaret etti. Oğuz, yaşlı adama bakıp elini göğsüne götürdü ve diğer ihtiyarlara baktı: "Bize yardım ettiğiniz ve yaralılarımızla ilgilendiğiniz için size minnettarız." Kurtga Bey, iri mavi gözlerini Oğuz'a çevirip uzun, beyaz sakallarını düzelterek: "O iblislerin kurduğu pusuya kim düşerse, yardım ederiz evlat. Zora düşene el uzatmak, halkımızın âdetlerinde vardır." "Sağ olun, ben Oğuz, Hun Devleti'nin Kağan'ı Kara Han'ın oğluyum. Bu da dostum Börteçine, diyarımızın en büyük sa vaşçılarından ve komutanlarından biridir." "kim olduğunuzu biliyorum, özellikle de Komutan Börteçine'yi iyi tanıyorum. Senin adını duymuştum fakat yüzünü ilk kez görüyorum." Börteçine, Kurtga Bey'i baştan sona süzdükten sonra: "Sizi hatırlayamadım Kurtga Bey?" Kurtga Bey, hafif bir tebessümle:"Hatırlamaman normal Börteçine, kardeşim topraklarimızdan ayrılmak istedi ve birkaç yıl önce, devletinizin güneyi ne gitmek için yanında kırk asker ve aileleriyle yola çıktı. İstediği gibi bir yer bulunca obasını kurdu, lideriniz Kara Han'dan izin alıp bağlılığını bildirerek Hindu diyarına yakın bir yerde yaşamaya başladılar. Yeni hayatlarını kurdukları yerde, haydutlar rahat bırakmadığı için bana bir haber yolladı ve savasçılar göndermemi istedi. Bizi tanıyan kasabalardaki yiğitleri alıp yola çıktım. Kardeşimin otağına vardığım gece, saldırganların bir anda harekete geçtiği sırada meşhur cengåverlerin Gökkurtlar ile gelip hepsini kılıçtan geçirdin. Üzerine giydiğin zırhı çok iyi hatırlıyorum, cenk ederken yaklaştığın her canlının, nasıl yok olduğunu hâlen unutmadım. Sana teşekkür etmeye vaktim olmadı, kadın ve çocuklarla ilgilendiğim sıra da, başka bir obaya gitmek için yola çıkmıştınız. "Evet, birkaç sene önce güneyi haydutlardan temizledik. Sonrasında, kardeşiniz halkıyla rahata kavuştu mu?" *Kardeşim, gözü doymaz bir adamdı, her zaman daha fazlasını isterdi. Düşmanınız, Yüeçilerin emrine girip, onlar için savaşmaya karar verdi. İhaneti duyulunca, halkını yok olmaktan kurtaran Gökkurtlar, ona ölümü sundu. Adamlarınızdan dördü, bizimle beraber geldiler, savaş sırasında yaralanmışlardi ve toparlanmaları çok zordu. Bize, onları iyileştirmemizi ve Ötükene götürmemizi emretmiştiniz." "Bize yardım ettiğin için sağ olun fakat kardeşinize üzülmedim. Düşmanımız ile birlik yapan her kim olursa, sonu ölümdür. Peki, o alpler neden Ötüken'e gelmediler?" "Biliyorum komutan, ben de düşmanımla birlik içine giren birine aynısını yapardım, kardeşim bile olsa! O savaşçıları iyileştirdik fakat bir daha kılıç kullanabilecek håle gelemeye bilirlerdi. Sizin karşınıza çıkıp artık silah kullanamayacakları ni söyleyemezlerdi, bu durumu gururlarına yediremediler. Bu yüzden bizimle gelip burada yaşamaya başladılar fakat ikisinin duzelmekte olan yaraları tekrar açılıp kötülemeye devam etti ve öldüler . Diğer ikisi halkımızdan evlenip bir aile kurdular fakat itbaraklar ile karşılaştığımız sırada , yirmi adamımızla beraber onları da kaybettik "
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD