15. BÖLÜM

3010 Words
Shan, toprak zemin üzerine düşüp yuvarlandı ve çarpışmadan canlı çıktı. Komutanın gerisinde, Kali'nin yerde yuvarlanan başı ve titreyen cansız bedeni vardı, samurayların zaferi alkış ladıkları sırada ceset bir anda alev aldı ve yanarak yok oldu. Shan, amcasının intikamını almanın ve emaneti koruma nin verdiği sevinçle, savaşçılarını selamladı. Rahipler, komu tanın yanına koşup yaralanan koluna baktılar. Hemen içeri götürüp, yarasını sardılar ve baltayı sakladıkları yere, tekrar koydular. Shan, yanı başında, kendisiyle ilgilenen ihtiyara, şi şedekinin ne olduğunu sordu. "Şişedeki, sadece renklendirilmiş bir sudur efendim. Size güç veren şey, sadece yüzüğünüz." "Peki, neden o suyu yüzüğe döktün?" "Kimin düşman olduğunu bilemezsiniz efendim, hedef şa şırtmak, her zaman işe yarar." "Peki, bu yüzük kimin, iblisin kızıyla, nasıl aynı güce sahip olabildim?" İhtiyar, yatağın yanındaki, oturduğu sandalyeden iyice doğrulup derin bir nefes aldı: "O yüzük, büyük savaş zamanından kalan ve nesiller boyu saklanan emanetlerden biridir. Sahibi, Jack adındaki bir asıl vampir, Jack de bir komutandı fakat diğerlerinden daha güçlü olmak, gerekirse Azazel'e meydan okumak için sapkın büyü cülerden yardım alıp bu yüzüğü yaptırdı. Kendini destekleyen dostlarına da aynısından yaptırıp, karanlık lordu yenmek iste dí. Azazel, yüzüğün gücünün farkına varıp onu ve dostlarını imparatorluğundan kovdu. Cezalandırmak için Jack ve yan daşlarını, bilinmeyen bir yere hapsedip kansızlıktan kuruyup, acı içinde uykuya dalmalarını sağladı. Kara yüzük parmağındaysa, bir vampir ya da itbarakla savaşabilirsin, onlardan daha güçlü olursun. Onu sakın çıkarma, kıyametin ordusuna karşı yürüyeceğimiz gün, bu kudrete çok ihtiyacımız olacak." Shan kafasını sallayarak, rahibin sözlerini onayladı. Kali, emaneti alamadı ve canından oldu fakat pusuda bekleyen itbaraklar, her şeyi izleyip kargaşa öncesi Kitana ile iletişime geçtiler. Kitana, olan biten her şeyi izleyip duydu ve şüphelen diği cehennem kızlarının, aslında düşmanlarından oldukları ni anladı. Baltanın yerini artık biliyordu, büyük bir saldırı düzenleyip alabilirdi fakat Shan'ın yüzüğünden çekiniyordu. Onu iyice araştırıp ele geçirene kadar, iki gözcü ile kaleyi de vamlı izletmeyi tercih etti. ÜÇASIL VAMPIR, Venedik'e vardıklarında, akşam saatleriy di ve sokaklar insan doluydu. Binlerce yıl önce yaşadık ları dünyanın değişimini hayranlıkla izleyen Kan Emenler, bir an önce Candi adındaki, tüccarlık yapan büyücü kadını bul mak için tenha bir noktaya gittiler. Ventrue, taşı çıkardı fakat nasıl kullanılacağı hakkında, hiçbir fikri yoktu. Lamia, dost larına bakıp: "Şimdi ne olacak, taş olduğu gibi duruyor, kadının yerini nasıl bulacağız?" Ventrue: "Kali, Candi'nin bulunduğu yönü işaret edeceğini söyle mişti." Ventrue, taşı kaldırıp sağa sola dönmeye başladı ve avucu nun içi bir anda parladı. Lamia ve Ravnos heyecanla izliyordu: "Kadının olduğu yönde ışıldıyor, onu devamlı parlak tut malıyız ki, büyücüye ulaşabilelim." Vampirler, ara sokaktan çıkıp parıltıyı takip ederek hızla yürümeye başladılar. Ventrue'nin pelerininin altından, gizlice kullandıkları taş, onları şehrin limanina doğru götürüyordu. Ortalıkta çok insan vardı, kadınların hepsini incelemeye baş ladılar. Aralarından birisi, asıllara dikkatli bir şekilde bakma ya başladı, gözlerinde şaşkin bir ifade vardı ve bir anda Kan Emenlerin yanına gelip selam verdi: "Merhabalar, rahatsız etmek istemem ama simalarınız pek yabancı gelmiyor, aranızda Ravnos adında biri var mı?" Ravnos. güler yüzlü kadına bakıp: "Candi?" Candi'nin gözleri, şaşkınlıktan fal taşı gibi açıldı: "İnanamıyorum, siz onlarsınız, asıllar!" "Bizi nasıl tanıdın?" Candi, çevredekilerin kulak misafiri olmaması için fısılda yarak: "Azazele hizmet eden her aile, o taşı bilir. Onu, elinizde gördüm ve inanamadım, adlarınızı ezbere biliyoruz, geleceği niz zamanı ve bizleri nasıl bulacağınızın bilgisini, nesillerdir aktarıyoruz." "Bizi, güvende kalabileceğimiz ve rahat konuşabileceğimiz bir yere götür." Büyücü, vampirlerle beraber limandan ayrılıp oldukça gös terişli ve yüksek duvarlar ile çevrili olan evine gittiler. Candi, orta boylarda, balıketli ve güler yüzlü bir kadındı. Sarı saçları ve masum bakan siyah gözleriyle, Azazzele hizmet eden diğer hizmetkârlara hiç benzemiyordu. Kan Emenler içeri girip lüst kata çıktılar, hepsi birer koltuğa oturup, Candi'ye baktılar. Ventrue, zaman kaybetmeden söze girdi: "Konuşacaklarımız çok önemli, tüm planlarımız yerle bir oldu. "Anlat haydi, ters giden nedir?" "Lordumuzun bedenini, Taman adında bir büyücü yok etti. Oyuna getirildik, fark ettiğimizde kurtarmaya çalıştık fakat yetişemedik. Bizleri uyandıran da o kadındı, bu yüzden bize ihanet edeceğine ihtimal vermemiştik ama yanlış düşündüğü müzü, sonradan anladık." Candi, duyduklarına inanamıyordu, bir anda ayağa kalktı: "Azazel dünyaya inmedi mi? Sizi, onun uyandırması gere kiyordu. O kadın, atalarımın değiştirdiği efendimizin yerini, nasıl bulabildi?" "Babamız söyledi, ona itaat eden bir hizmetkâr gibi gö rünüp bizleri farklı yerlere gönderdi. Cehennem kızlarından üçünü, düşmanı olduğundan haberi olmayan, itbarakların ba şındaki Büyücü Kitana uyandırmış. Kali, baltanın peşinde ve bize, onu burada beklememizi söyledi. Taşın yerini tarif etti ve seni bulmamızı istedi." "Candi, her nesilde Azazele hizmet eden büyücülerin kul landığı ortak addır. Bizleri kolay bulabilmeniz için kullandı ğımız yöntemlerden biridir. Peki, buraya geldikten sonra ne olacak, iki cehennem kızı nerede?" Ravnos, sıkıntılı bir şekilde iç çekip: "Onlar, Avrupa topraklarından, karanlık diyara katılmak isteyen destekçileri ve birlikleri topluyorlar. Kali, baltayla bu raya geldiğinde bir plan yaparız fakat Kitana, gün geçtikçe da ha da güçleniyor. Henüz saldırılara başlamadı, buna daha za man var ama sihrinin zirvesine yaklaştığında, onu durdurmak oldukça zor olacak." "Kali'yi beklemekten başka bir şey yapamayız, eğer baltayı ele geçirdiyse, Kitana güçlenene kadar kendi birliğimizi kura biliriz ama elinde silah yoksa işimiz çok zor." Vampirler, büyücüyü dinleyip, son kararlarını aldılar. Bek lemekten başka çareleri yoktu, tek istekleri Kali'nin, silahla geri dönebilmesiydi. GÜNEYDE, ALTIN TOZU GIBİ savrulan çöl kumlarının ara G sında can bulmuş, masmavi nehrin beslediği nadir ve rimli toprağın üzerinde yükselen şehrin altında, ölümcül bir ulus uyanıyordu. Assad ve dönüştürdüğü adamları, bedenleri ni saran intikam ateşiyle, saklandıkları yeraltından çıkmaya başladı. Karanlığın içinden, zengin ailelerin gülüşmelerini, çocukların neşeli oyunlarını ve acımasız rahiplerin kibirli yü rüyüşlerini izlediler. Kendilerini toprağın altında yaşamaya mecbur kılan her canlıya, son kez nefretle baktılar. Assad, arkasında bekleyen adamlarına bakıp: "Bu toprakların efendisi artık bizleriz! Onlar, sadece birer koyun, biz ise kurduz. Bir kurt, ahıra girdiğinde ne yapıyor sa, siz de onu yapın kardeşlerim. Yüzlercesini öldürüp biriyle beslenin. İçinizdeki ateş dinene kadar, vücutlarını parçalayıp sıcakkanı ellerinizde hissedin. Haydi, daha fazla beklemeden, gösterişli evlerini kelleleriyle, tapınaklarını yalancı din adam larının cesetleriyle süsleyelim!" Assad ve kırka yakın adamı, bir anda şehrin dört bir yanına dağılıp, vahşice halka saldırmaya başladılar. Geceyi saran çığ lık seslerinin eşliğinde, Assad ve dört dostu, ziggurata doğru yürümeye başladı. Karşılarına çıkan muhafızların yüreklerini sökerek ilerlediler ve hiçbir katı atlamadan, tek yaşayan kal mayana kadar en tepedeki tapınağa çıktılar. Yirmiye yakın ih tiyar, korkudan bir köşeye sinmiş hâlde, içeri giren Assad ve yanındakilere bakıyorlardı. Aralarından, en kıdemlisini ken dine doğru çeken Assad, metrelerce yükseklikteki ayin yerinin ucuna kadar gitti. Yaşlı adam, aşağı bakarak, canını bağışla ması için yalvarıyordu, Assad gülümseyerek: "Hadi, tanrına dua et aptal ihtiyar! Nerede Marduk, neden ona değil de, bana yalvarıyorsun? Şehirden gelen çığlıkları iyi ce dinle başrahip, bunların yaşanmasındaki en büyük sebep, sen ve aptal dostlarının, sadece bize karşı işleyen kanunları. Kaç arkadaşımı öldürdün, hatırlıyor musun? Eminim sayma mışsındır, tam kırk yedi dostumu, yakarak ve kellesini vurdu rarak infaz ettin! Lanet Zigguratınız ve siz, ebediyen yok ola caksınız, isimlerinizi bile kimse hatırlamayacak! Güç benden yana, yani senin dünyana göre kanun da benim. Şimdi bedel ödeme sırası sende, bakalım benim cezalarımı nasıl bulacak sın kokuşmuş herif!" İki vampir, yaşlı adamı iki kolundan sıkıca tuttular, ara lıksız yalvaran adama doğru gelen Assad, eline aldığı bir bi çakla, adamlarının tuttuğu ihtiyarın alın derisini kesti. Diğer rahipler, olanları korkudan titreyerek izliyorlardı, kaçmayı düşündüler fakat iki Kan Emen, çıkışı tutuyorlardı. Assad, acı içinde bağıran başrahibin dilini kesmek istedi ama yaşlı kurbani, daha fazla dayanamadı ve şoka girdi. Assad, kendin den geçmiş adam bakıp artık işine yaramayacağını düşündü ve diğer din adamları da dâhil, hepsinin kellesini kopararak, başlarını ziggurattan aşağı yuvarladı. Başsız cesetlerden akan kanı, büyük bir kadehe doldurup, ölüm kokusu saran havasını içine çekerek, zevkle yudumlamaya başladı. Şehirde ise, sadece ölüm ve çığlıklar hâkimdi, tüm asker lerin öldürüldüğü ve şehri yöneten efendilerin, ziggurattan aşağı yuvarlanan kellelerini gören halk, duvarları aşıp kaçma ya çalışıyorlardı. Evlerinde ölümü bekleyenler, çaresizce Mar duka dua ediyorlardı. Vampirler, tüm çıkışları tuttukları için kimse uzaklaşamıyordu, yaşlı ya da çocuk ayırt etmeden aç lıkları dindiği hâlde, zevk için her türlü işkence şeklini dene yerek, yok ediyorlardı. Bu gösterişli yere can veren gök mavisi nehir, artık kızıl akıyordu. Koca şehrin her yanını saran alevler, çok uzaklardan fark edilebiliyordu. Gösterişli bir medeniyetin yıkımı gerçekleşir ken, ölümün kol gezdiği topraklara doğru ilerleyen iki kişi vardı. Gümüş zırhlarıyla kendinden emin adımlarla yürüyen adamlar, duvarların önene kadar geldiler, içeri girmeye hazır landıkları sırada, önlerini iki Kan Emen kesti. Assad'ın adam larından biri, karanlıktan bir anda gelen yabancılara doğru yaklaşıp gülümseyerek: "Kim, kan ve ölüm kokan bu şehre girmek isteyecek ka dar aptal olabilir? Kimsiniz siz, yoksa uydurma tanrı Marduk, muhafızlarını mı gönderdi? Boynunuzu koparmadan önce, neden burada olduğunuzu söyleyin!" Jack, dostu Riksos'a bakıp, kısa bir kahkaha attı ve tehditler savuran vampire doğru bir adım daha yaklaşıp: "Biz, ölümün koksunu alırız ve nerede çığlıklar varsa, orada biteriz. Eskiden senin gibi konuşanlarla çok karşılaş tım ama bir türlü sözünün eri birilerini göremedim. Hålen hayattayım, umarım sen, tehditlerini yapabilecek güçtesin dir." Kapıdaki Kan Emenlerden biri, kendileriyle dalga geçerek konuşan adamlara daha fazla dayanamayıp bir anda üzerleri ne atladı. Jack, elini aniden vampirin göğsüne sokup kalbini çıkardı, ölen adamın arkadaşı şaşkın gözlerle olanları izliyordu. Ne yapacağını bilmeden, birkaç adım geri adım attı. Rik sos, kalın sesiyle: "Sakın kaçmaya çalışma aptal herif, seni bağışlamamızı is tiyorsan, bizi liderine götürmelisin." Vampir, korkudan hiçbir şey söylemeden, sadece kafasını sal layıp, Jack ve Riksos'u, Assad'ın yanına götürmek için şehre gir di. Zigguratı göstererek, tepede olduğunu söyledi. İki asıl, hız la en üst kata çıktılar ve kadehlere doldurdukları kanları zevkle yudumlayan beş adam gördüler. Assad, arkasını dönüp kendi lerini izleyen iki adama bakti. Jack, orta boylu, kırklı yaşlarda, kırlaşmış uzun saçları olan bir Kan Emendi. Gözleri, dünyanın tüm denizlerini içinde toplamış gibi masmaviydi. Yanında du ran Riksos ise uzun, siyah sakallı, kafası tamamen tıraşlı, iri göz lü ve oldukça heybetli. Assad, saldırıya geçmek üzere olan dost larına durmalarını söyledi. Jack, saldırmak için hazır bekleyen Kan Emenleri umursamadan yavaş adımlarla yürümeye başladı: "Adım Jack, bu da Riksos! Bizler, asıl vampirlerdeniz, seni kim dönüştürdü?" Assad, şaşırmış bir hâlde: "Asıl mı? Yani, bana bu gücü veren Ventrue ile aynısınız." "Adının Ventrue olduğuna emin misin?" "Evet, bir pazarlık yaptık ve karşılığında mutlak gücü iste dim, o da verdi. Dostlarıma da bu kudreti verdim ve yılların intikamını, tam da bu gece aldık. Açıkçası, dönüşüm sonunda bu kadar eğleneceğimi hiç düşünmemiştim." Jack, hızla Assad'ın yanına geldi, kan kokan nefesini hisse diyordu: "Ben, o bahsettiğin asılın, büyük savaş zamanında dostuy dum, aynı yola hizmet eden komutanlardan biriydim fakat şimdi, onun düşmanıyım. Lafı fazla uzatmayacağım, sen ve adamların, eğer benim emrimde hareket etmezseniz, çok sev diğiniz yeni hayatlarınızı, henüz ilk gecesinde elinizden alırız, yani başlarınızı koparırız!“Ventrue'nin neler yapabildiğini gözlerimle gördüm, gü cünüzü sorgulamaya kalkışacak kadar aptal değilim. Tabii ki sana katılırız fakat bizim çıkarımız ne olacak? Özgürlüğe ulaş mışken, neden emrin altına girelim?" itbarak Riksos, gülümseyerek; "Eğer kabul etmezseniz, ölürsünüz! Çıkarınız ve tek kazancınız, hayatlarınız" dedi. Assad, köşeye sıkıştığının farkındaydı: "Ne yapacağız, şehirlere mi saldıracağız?" Jack, elini Assad'in omzuna attı ve dalga geçer bir tavırla: "İşte, bu kadar küçük bir dünyan olduğu için asla bir lider olamazsın Assad. Hayır, sadece benim dediğim görevleri yeri ne getirip benden izin almadan, tek bir insana bile saldırma yacaksınız. Kendinizi belli etmeyecek ve avlanırken çok dikkat edeceksiniz, bu şehir, son eğlenceniz olacak. Tüm adamlarınla konuş, yarın gece tekrar geleceğiz. Bu gecenin tadını çıkarın çünkü uzun bir süre, bu kadar başına buyruk bir hayat yaşa Yamayacaksınız." Assad, iki asıl ziggurattan ayrıldıktan sonra tüm dostlarını toplayıp bir konuşma yaptı. Jack ve Riksos'un teklifini kabul etmek zorunda kaldığını, tek çıkar yollarının onlara katılmak olduğunu anlattı. Şehirde yaşayan tek kişi kalmayana kadar saldırdılar ve ertesi gece, Jack'in emrettiği gibi kapıda bekleyip yeni liderlerine katıldılar. YÜEÇİLER TARAFINDAN ele geçirilen Oğuz ve Börteçi ne, hükümdarın önüne çıkarılmak için taht salonunun dışında bekletiliyorlardı. İki dostun elleri zincirlerle bağlıy dı, kapı aralandı ve içeri girmeleri için muhafızlar tarafın dan iteklenerek, yürümeye zorlandılar. Yavaş adımlar ile yü rüdükleri sırada uzun, gösterişli halının etrafındakiler, onlara nefretle bakıyorlardı. Askerler, Oğuz ve Börteçine'ye diz çök türmek için zorladılar fakat eğilmediler. Bu durumu gören kral, adamlarına durmalarını emretti: "Bakın karşımızda kimler var? Diyarın yenilmez iki savaş çısı, Oğuz ve Börteçine!" Yüeçilerin efendisi, umulmadık bir anda elde ettiği bu önemli zaferden aldığı hazla, kahkahalar atarak çevresindeki lere bakıyordu: "Adamlarım, sizin bir avuç alp ile yolculuk yaptığınızı an lattılar. Anlaşılan, söylendiği kadar akıllı ve büyük savaşçılar değilsiniz. Bence, obalardaki güçsüz insanlar, sizi gözlerinde fazla büyütmüşler." Oğuz, ileri doğru atıldığı sırada, iki nöbetçi kolundan tut tu: "Senin korkak savaşçıların, o zehirli oklarını kullanmasa lardı, birliğindekilerin kellelerinden oluşan bir sandık gönde rirdim!" Kral, işittiği sözler karşısında hiddetlendi: "Tutsak olduğun hâlde, hâlen konuşuyorsun Oğuz. Sizler, kendinize 'Bozkurtlar' diyorsunuz, bunu söylemekte de hak hısınız ama unuttuğun bir şey var, bizler de aslanlarız. Zincir altında bile saldırmaktan kendini alamıyorsun, tam da savaş hazırlığı yaptığımız zamanda, elimize düşmeniz ne kadar acı! Hayatlarınızın geri kalanını, zindanlarımızın kapalı kapıları ardında, acı ve umutsuzlukla geçireceksiniz. Duvarlara ağla yıp aklınızı oynatamamak için isimlerinizi tekrarlayacaksınız ama Güneş ışığını bile, bir daha asla göremeyeceksiniz, götü rün bunları!" Börteçine, kendilerini çekiştirip yürümeye zorlayan muha fızları ittirip, hükümdara seslendi: "Sizler aslan değil, sadece sıçan artıklarısınız! Oradan çıkıp kelleni bu sarayın en uç kubbesine dikeceğim! Bizi burada tu tamayacaksın, bunu sen de biliyorsun korkak!" "Götürün bunları dedim size, daha fazla konuşmalarına izin vermeyin!" Börteçine ve Oğuz, sarayın en altına, rutubet ve pis kokan zindanlara indirildiler. Iki dostu, birbirinden oldukça uzak yerlere kapattılar. İçeriden sadece, sızlanma sesleri ve bir deli nin durmadan tekrar ettiği kelimeler duyuluyordu. Oğuz, so ğuk taştan duvara dayanıp yere oturdu. Umudunu yitirecek biri değildi fakat savaş patlak verirse, ilk öldürülecekler, kendi ve Börteçine olacaktı. Kara Han'ın, kendilerini kurtarabilece ğine dair ümidi yoktu, tek beklentisi, diyardaki dostlarından birilerinin burada olduklarını bilip onları kaçırmasıydı. İçeride, demir parmaklıklar ile kapatılmış, küçük bir pencereden başka hiçbir şey yoktu. Kapı oldukça kalındı ve çift kilit ile kapalıydı, duvarlarda da bir oyuk yoktu. Buradan ka çabilmenin tek yolu, nöbetçilerden birinin içeri girmesiydi fa kat ekmek ve suyu, kapının altındaki bölmeden bırakıyorlardı. Oğuz'un ve Börteçine'nin beklemekten başka çareleri yoktu. Ele geçirdiği tutsakları Kara Han'a bildirmek isteyen Kral, bir not yazıp Hun diyarına gönderdi. Oğlunun ve Börteçi ne'nin elinde olduğunu ve karşılığında, istediği miktarda altı ni göndermesini söylüyordu. Eğer istediklerini yaparsa, ikisini de öldürmeyeceğini ve iki devlet arasında, kararlaştıracakları bir tarihe kadar, barış olacağını yazıyordu. Bu olayların yaşandığı sırada, Selcan Hatun gebeydi ve Ka ra Han'ın, kocasını ölüme terk edeceği gerçeği, onu kahredi yordu. Ay Hatun sayesinde umudunu yitirmeden yaşayabiliyordu. KITANA, TYR ILE BERABER surların üzerinde, karanlık ül K kenin şehrini inşa etmek için çalışan insanları izliyorlar di. Arkalarından Dmitry yaklaştı ve efendisine selam verdik. ten sonra konuşmaya başladı: "Agenor, sizinle görüşmek istiyor kraliçem." "Taht odasına götürün, geliyorum." Dmitry, arkasını dönüp uzaklaştığı sırada Tyr, huzursuz bir şekilde homurdandı: "Kraliçem, onun sadakatine nasıl güveneceğiz? O, olduk ça güçlü bir tür, emrimizden çıkmayacağını, nasıl bilebiliriz?" "Ona, dönüşmeyi ve avlanmayı öğreteceğiz, dürtülerini ta mamen kontrol edene kadar görev almayacak. Bana karşı çı karsa, verdiğim o gücü, nasıl geri alabileceğimi anlatacağım. Agenor, yeni bir hayata ilk adımıni attı, sadık bir savaşçı olur. sa, adinı tüm dünya duyar. Seçim onun, yanlış işlere kalkışırsa, yok olup gider. Sen, bu ordunun komutanısın Tyr, onu eğite cek olan da sensin. Nöbetçilere, bu sefillere dikkat etmelerini söyle, tüm güçleri tükenene kadar çalıştırın ve aptallık etmeye çalışan olursa, gerekeni yapın!" "Emredersiniz kraliçem!" Kitana, surlardan dağa doğru yürümeye başladı, yavaş adımlar ile köleleri izleyip aksaklıklar var mı diye kontrol etti. Çalışmalardan memnundu, büyük mağaradan girip koridor lardan geçip, merdivenleri çıktı ve salona ulaştı. İki itbarak, kraliçelerine kapıyi açıtılar, Kitana içeri girdiğinde, Agenor ayakta, onun gelmesini bekliyordu. Kitana'nın, Agenor'u son bıraktığında, yüzünde acı çeken bir ifade vardı ama şimdi ol dukça mutlu görünüyordu. Muhafızları, kapıyı arkasından kapattılar ve Kitana, tahtı yerine masanın başındaki gösteriş li sandalyesine geçti. Agenor, yeni efendisinin yanına oturup gözlerini Kitana'ya dikti. Agernor'un meraklı hâlini gören bü yücü: "Kendini nasıl hissediyorsun?" "İnsanların kalp atışlarını, itbarakların hırıltılarını, hatta taşı oyan kölelerin bile nefesini duyuyorum, kafamın içinde durmadan sesler dolaşıyor. Dokunduğum her şeyin sıcaklığını daha iyi anlıyorum ve kendimi çok güçlü hissediyorum. Da ha önce hiç almadığım kokuları alıp, nereden geldiğini çöze biliyorum. O geceki acılarım dindi, sırtımdaki derin yarığın kapandığını anladım fakat dönüştüğüm şeyi, bir daha ortaya çıkarabilir miyim, bilmiyorum. Benimle beraber, tapınakta yüzlerce savaşçı ölürken, neden sadece ben hayattayım ve bu kadar kuvvetliyim?" "Sen, yeni nesil insansı kurtların ilkisin. Dolunay, beş savaşçıya vereceği lütfundan birini sana armağan etti, diğerleri bu güce layık olmadığı için öldüler. İnsanların arasında rahat ça dolaşabilirsin, dönüşmeden bile onlardan çok daha güçlü sün. Yaraların çok çabuk iyileşecek, her canlıdan daha hızlı hareket edebileceksin. İçindeki canavara hükmetmeyi öğren diğinde, istediğin zaman acı çekmeden ortaya çıkarabilirsin, avlanmayı ve dürtülerini kontrol etmeyi, sana Tyr öğretecek. Her dolunayda, içindeki avcı sen istemesen de dışarı çıkacak ve buna engel olamayacaksın. Bunların hepsini, zamanla öğre neceksin ama asıl önemli olan, sadık bir hizmetkâr olabilmen. Eğer, karanlık ülkeye kusursuz hizmet eder ve söylediklerimi sorgusuz yerine getirirsen, dünyayı ele geçirdiğimizde be nim sancağımı, uzak topraklarda dalgalandıran krallardan bi ri olursun. Güçsüz insanoğlu, önünde diz çöker ve sana biat ederler, belki seni tanrı kral olarak görüp, taparlar." Agenor'un gözleri, güç ve iktidar hırsıyla parlıyordu: "Bana, bu gücü siz verdiniz, ben de sizin en sadık savaşçı larınızdan olacağım. Sancağınızı ve hükmünüzü en uzak di yarlara taşıyacağım." "Güzel, benim de duymak istediğim buydu. Sana bu gü cü nasıl verdiysem, almasını da bilirim, bunu sakın unutma! Bundan sonra, oldukça uzun bir hayatın olacak, yeni neslin atalarından biri olduğun için ulusundan farkın, sonsuz ve yaş lanmadığın bir hayata sahip olacaksin. Sen gibi olacaklardan, yani dönüştürdüklerinden her zaman daha güçlü olacaksın. İçindeki canavarı keşfedip kontrol etme konusuna gelince de, ilk dolunaydan sonra tüm acılara katlanıp, durmadan dönüş melisin ve vücudundaki tüm kemikleri, defalarca kırmalısın. Bunu tekrarladıkça, gücünü görür ve kendini keşfedersin, bu en zorlu süreci atlatmalısın." Agenor, başını sallayarak kraliçesinin emirlerini onayladı fakat kafasını kurcalayan başka bir konu daha vadi: "Bir sorum daha var efendim, atalardan biri olacağımı söylediniz, başkaları da mi var?" "Şu an yok fakat her yerden topraklarımıza gönderilen savaşçılar var. Aralarından dört kişi daha senin gibi sağ kurtula bilirse, ataları oluşturacaksınız. İlk dolunay çıkana kadar iyice dinlen, dağı ve surları gezip topraklarımızı iyice tanı Agenor, saygıyla selamını verip oturduğu yerden kalktı ve dışarı çıktı. Dağın tüm koridorlarında, itbarakların göz hapsinde gezinmeye başladı. Durmadan çalışan insan topluluğu nu, yapılan işleri, şaşkın gözlerle izledi, bu kadar büyük bir köle topluluğunu, ilk kez görüyordu. Agenor, surun taşlarına kollarını dayayıp düşüncelere daldı. Kendini, oldukça zor geceler bekliyordu, tedirgindi fakat içindeki gücü keşfetme arzusu, kalp atışlarını hızlandırıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD