19 BÖLÜM

3028 Words
Kapıyı açıp içeri girdiklerinde yalnız olmadıklarını fark ettiler. İçeride Jack, Riksos, Assad ve adamları vardı, humma li bir hâlde etrafi arıyorlardı. Jack, gelenleri gördüğünde elini havaya kaldırıp herkese durmasını emretti: "Bakın karşımızda kimler varmış? Beni ve Riksos'u, ebedi ölüme götüren Azazel'in uslu çocukları! Sanırim eksiksiniz, Azazele sadık diğer komutanlar nerede? Arkanızda hiç birlik de yok, kızıl saçlı devlerinizi ve öküz başlılarınızı dışarıda mi bıraktınız? Pardon, nasıl da unuttum, kendini çok beğenmiş babanızın cesedi paramparça olmuştu, bak Riksos, dünyanın en üzgün asıl vampirleri karşında dikiliyor." Riksos, kahkahalar attığı sırada Assad, adamlarıyla saldırmaya hazır bir biçimde bekliyordu. Assad'ın yanında yirmi beş arkadaşı vardı, bir kısmını emirlere uymadığı için Jack'in hışmına uğramış, kimini de haddini bildirmek ve ders olması için Riksos öldürmüştü. Ventrue, şaşkın gözlerle bakıyordu: "Sen burada ne arıyorsun, Riksos ile beraber çoktan yok olmanız gerekiyordu."“Beni de, tıpkı sizin gibi Taman geri getirdi. Diğer iki kar deşim hålen uykudalar, yarım yüzyıl daha geç kalınsaydı, göz lerimizi tekrar açamayabilirdik. Taman, karışık planları olan bir büyücüydü, siz buraya girerken, biz ayrılıyorduk. Her şey den haberimiz vardı aptal Ventrue, geçmişte de böyleydin, ah mağın tekiydin. Azazele hizmet ettin de, eline ne geçti? Sana söylemiştim, benimle beraber ol, diyarın tek hâkimi oluruz diye ama dinlemedin." Lamia, dişlerini sıkarak bir adım ileri çıktı:"Ne istiyorsun Jack, neden buraya geldin? Geçmişte yaşa dığın her şeyi hak ettin, büyücülerle bir olup, Azazel'i devir mek için kara yüzüğü yaptırdın! Sen, lordumuza başkaldırdın ve hak ettiğin cezayı aldın!""Kızıl saçlı şeytan Lamia, o zamanlar Riksos'un kılıcının ucundan son anda kurtulmuştun. Sana asla merhamet etme meliydik, ne istediğimi kendi ağzınla söyledin, yüzüğüm ne rede? Onu, sizin sakladığınızı biliyorum!"Naamah:"Senin yüzüğün, babamız tarafından dünyanın bilinmeyen bir ucuna gönderildi. Nerede olduğunu bilen kimse yok ayrı ca, onu takmana izin vereceğimizi kim söyledi Jack? O kafanı koparmak için nasıl can attığımı bilemezsin!" Riksos bir anda öne doğru çıktı, yumruklarını sıkan hey betli Kan Emen, cehennem kızlarına doğru baktı: "Sizi de, babanızın yanına göndereceğimizden emin olabilirsiniz. Sorumuza cevap verin ya da burada hepiniz ölürsünüz!" Hathor, Ravnos'a doğru eğilip kısık bir sesle konuşmaya başladı. Bir dövüş çıkarsa, hemen gidip mahzenleri kontrol etmelerini, Taman'ın her gece gidip, saatlerce dönmediği katı araştırmalarını söyledi. Ravnos, diğer asıllara bakarak kafasını salladı, Ventrue ise gruba baktıktan sonra:"Çok kalabalıklar Hathor!"Hathor, sırıtarak endişeli dostuna bakti:"Onlar, sadece dönüştürülmüşler, ikimiz onları hallederiz.Siz, yapmanız gerekeni yapın!"Hathor ve Namah, kılıçlarını çıkardıkları anda üç asıl, bir anda odadan çıktı. Assad, adamlarına saldırı emrini verdi, ka çan Kan Emenleri gören Jack:"Bak Riksos, arkadaşları için kendini feda eden iki dost, ne kadar aptalca, öyle değil mi?"Assad'ın adamları, iki cehennem kızının üzerine saldırıyor lardı fakat Naamah ve Hathor, her gelen vampiri inanılmaz bir hızla, kılıçlarıyla paramparça ediyorlardı. Ölenler, düştükleri yerde yanarak kül oluyorlardı. Jack, kavgaya girmesi gereken anın geldiğini anladı ve bir anda Hathor'a saldırdı. İki savaşçı, kıyasıya dövüşüyorlardı. Jack çok güçlü bir asıldı ve Hathor, derin yaralar almaya başlıyordu. Riksos ise, Naamah'ın tüm saldırılarını, eline aldığı bir kalkan ile durduruyordu. Taman'ın büyük salonunda bunlar yaşanırken, alt kata inen üç asıl, hızla tüm odaları arıyorlardı. Bir an önce aradıklarını bulup cehennem kızlarına yardıma gitmek istiyorlardı. Neredeyse her yere baktılar fakat saçma büyü kitapları dışında hiç bir şey bulamadılar. Umutlarını kesip geri dönme kararı aldık ları anda Lamia, duvardaki garip şekilleri fark etti: "Durun, burada bir şeyler var, bu şekilleri çözmeliyiz!" Ventrue, elindeki meşaleyi duvara iyice yanaştırdı: "Bu, en eski dillerden biri ve koridorun sonundaki odayı işaret ediyor." Ravnos; "Oraya baktık, büyük bir kuyu dışında hiçbir şey yok." Lamia'nın bir anda gözleri parladı: "O odaya gitmeliyiz, kuyu sadece bir kandırmaca, içine girmeliyiz!" Ventrue, kadın vampire şüpheci gözlerle baktı: "Bu çok tehlikeli Lamia, kuyunun dibinin nereye ulaştığını bilmiyoruz." "Biz bu dünyanın en güçlü varlıklarından biriyiz Ventrue! Ne olursa olsun, oraya girmek zorundayız." Üç asıl, odaya doğru koşup içeri girdiler ve sırayla ku yunun içine atladilar. Bir süre boşlukta düştükten sonra bir dönemece çarpıp kaymaya başladılar. Zifiri karanlıkta farklı yönlere kıvrılarak sürüklendikten sonra tünel bitti ve yüksek bir yerden düştüler. Hepsi sağlamdı, birbirlerine seslendiler ve iyi olduklarına emin oldular. Nerede olduklarını bilmiyorlar. di, diplerinden su sesi geliyordu fakat ayaklarının altı toprakti. Etrafı görmeleri gerekiyordu, Ventrue ellerini yerde gezdire rek dolaşmaya başladı: "Buraya geliyorsa, ışığa ihtiyacı var. Bir yerlerde meşale ve yaktığı taşlar olmalı." Ravnos:"Meşaleyi buldum, düştüğümüz yerde dahası da var." Ventrue: "Ravnos, meşalelerin altlarını ve toprağı araştır, bir taş muhakkak olmalı." ravnos, kısa bir süre cevap vermedi ve bir anda meşaleyi yaktı. Burası çok büyük bir salona benziyordu, Lamia yerdeki suyolu gibi görünen küçük oyukları inceledi: "Bu yağ, meşaleyi bu oyuklardan birine dokundur Ravnos." Ravnos, meşaleyi dokundurduğu anda, etrafından sular akan büyük toprak alan, bir anda alev aldı. Etraf aydınlandı ve her cisim gayet net görülebiliyordu. İçeride altınlar ve değer li taşlardan oluşan küçük bir tepecik, tam ortada ise sopalara asılmış zırhlar vardı. Ventrue: "Bu zırhlar, büyük savaş zamanında vampir ordusunun giydikleri. Karşısındakiler ise, insanlığın tek kral altında top landıktan sonra kuşandıkları. Bunları ne yapıyordu peki?" Ravnos: "Bu tarafa da bir bakın." Yerde, büyük savaş zamanında öldürülmüş yaratıkların, nizami bir şekilde yerleştirilmiş kemikleri vardı. "Bu kadın büyük savaş zamanına ait olan tüm nesneleri toplamış, Aradığımız şey bunların arasında olabilir." Lamia: "Güneş taşının tek kırık parçasından yapılmış yedi yüzü ğümüz, onları muhakkak bulmalıyız." Ventrue: "O lanet olası Jack, Riksos, Sonya ve Sarah'ın yüzüklerini de bulup, saklamalıyız." Üç asıl vampir, yüzükleri ararken Taman'ın salonunda sa vaş devam ediyordu. Assad'ın tüm adamları yanıp küle döndü. Dostlarının öldüğünü gören Assad, hızla Hathor'a saldırdı. Hathor için yeni dönüşmüş bir vampir, kolay lokmaydı, As sad'a güçlü bir tekme atıp büyük kuyuya yuvarladı. Naamah'ın durumu daha kötüye gidiyordu, çok fazla kılıç darbesi aldığı için gücünü yitirmeye başlıyordu ve Riksos, onu oldukça fazla zorluyordu. Hathor, Naamah'a yardım etmek için koşmaya başladı, Riksos, üzerine gelen iki cehennem kızından birini seçip hiç değilse ölmeden birini yanında götür mek istiyordu. Tam o sirada, yerde sersemlemiş şekilde yatan Jack, ayağa kalktı ve yerden aldığı bir baltayla Hathor'a doğru zıpladı. Üzerine gelen Jack'i son anda gören Hathor, vampirin silahını durdurdu ama Jack, karnına attığı güçlü bir tekmeyle Hathor'u yere serdi. Riksos, kendine koşan Naamah'a saldır mak yerine yanında ustaca bir manevrayla kaçıp yere düşen Hathor'un üzerine zıpladı ve elini, kadının göğsüne sokup, kalbini çıkardı. Naamah, yerde alev alan kardeşine üzgün bir hâlde bakar ken, iki asıl vampirin üzerine yürüdüklerini gördü. Jack, her zamanki alaycı tavrıyla konuşmaya başladı: "Her zaman söyledim Naamah, siz sadece beraberken kuv vetlisiniz. Daha gücünüzü bile toplayamadan karşıma çıkma ya cüret ettiniz. Bak, çok sevdiğin vampir dostların ortalık ta yok, ölümün kokusunu aldıklarında ortadan kayboldular. Eğer bana yüzüğün yerini söylersen, canını bağışlarım Naa mah, yıllarca beraber kılıç salladık, sana bir şans daha vere bilirim." Riksos, kendini korumak için duvara yaslanan Naamah'i kolluyordu. Çok kan kaybeden cehennem kızı, kendini savu namayacağını biliyordu. Babasının bedeninin yok olduğunu. Kitana'nın ulaştığı gücü düşünüp barış yapmanın mantıklı ol duğuna karar verdi:"Jack, sana yüzüğün yerini söyleyeceğim fakat bir şartım var." "Anlaşabileceğimizi biliyordum, seni dinliyorum." "Hedefimiz aynı, Kitana ve itbaraklari ortadan kaldırıp taşı almak. Ben de size katılırım, eski günlerdeki gibi beraber sa vaşırız. Zafere ulaştığımız gün, taşı siz, kitabı ben alırım.Jack, ellerini arkasına bağlayıp birkaç adım attıktan sonra kadın savaşçıya baktı: "Diğer vampir dostların sana kızmasınlar Naamah? İsteğin buysa kabul ediyorum, bizim kitapla işimiz yok, yüzüğün ye rini söyle." Jack, kılıcını yere atıp duvara sırtını vermiş hâlde, ayakta zor duran Naamah'a elini uzattı. Naamah, Jack'in kolundan tuttu ve acılar içinde doğruldu: "Yüzüğün yeri değişti, baltayı ele geçiren rahipler, onu da buldular ve aynı yerde saklıyorlar." "Peki, kim bu rahipler, yüzük ve balta hakkında ne bili yorlar?" "Kitana, büyücüler meclisinden bir kadının kızı, dokuz kız kardeşin soyundan geliyor. Silahlar ve yüzük, bu meclisteydi ama rahipler, yeminli orduyla bir saldırı yaptılar ve herkesi kı lıçtan geçirdiler. Büyük savaş hakkında çok şey biliyorlar, si lahların kime ait olduğu ve ne işe yaradığından da haberleri var. Emanetleri, kimser bilmediği bir yerde koruyorlar. Kali, onları bulmak için yola çıkmıştı fakat yaşadığından bile şüp heliyim." “Peki, Ventrue ve diğerleri neyin peşindeler? Buraya ne den geldiniz?" "Güneş yüzüklerini bulmak için geldik. Taman'nın, onları ele geçirmiş olabileceğini düşündük."Jack, dostu Riksos'a bakıp, gözlerini açarak:"Demek bizim üçlü, gün işığına çıkmaya hazırlanıyorlar. Peki, kalenin neresindeler?"Naamah iyice gücünü kaybetmeye başladı, ayakta zor duruyordu: "Bilmiyorum, kaleyi baştan sona arayıp bulmayı planlıyor duk."Jack biraz düşündükten sonra gözleriyle Riksos'a, Naamah'ı işaret etti. Riksos, hızla Naamah'ın arkasına geçip kollarını tuttu. Kurtulmaya çalışan cehennem kızı, Riksos'u gerideki duvara vurmaya başladı, kaçmak üzere olan kadınını başını tutan Jack:"O Azazel denen iblise benden selam söyle, çok önceden beni yok etmeliydi. Şimdi, onun gibi sen de bir daha bu dün yaya ayak basamayacaksın, elveda Naamah!" Jack, bir anda kadının kellesini bedeninden ayırdı. Riksos, başsız kalan cesedi yere doğru itti: "Keşke, diğer üç asıl da burada olsaydı, onlardan da kur tulurduk!" Jack:"Onları küçümseme Riksos, özellikle de Ravnos'u. Cehen nem kızları daha güçlerine kavuşamadan onları avladık. Eğer babaları uyanıp onlara elinde tuttuğu güçlerini geri verseydi, bugün ayakta olan biz olmazdık. Diğerlerini bulmalıyız, Güneş yüzükleri eğer buradaysa, onlardan önce ele geçirmeliyiz." Kalede köşe bucak asılları arayan Jack ve Riksos, her yere baktıkları hâlde onları bulamadılar. Peşinde oldukları şeyleri bulamadan gittiklerini düşünüp Kuyular Kalesi'nden ayrıldılar. Taman'ın gizli yerinde ise, asıllar hålen yüzükleri arıyorlar dı. Lamia, öfkeli bir hålde; "Her yere baktık, o aptal kadın, yüzükleri nereye saklamış olabilir?" Ventrue, gözlerini etrafta gezdirmeye başladı: "Sakin ol Lamia, yeri bulduk, şimdi sakin düşünmeliyiz. Altınlar içine, garip kitapların arasına ve tüm kemiklerin altı na baktık. Öküz başlıların, devlerin bile kalıntılarını bulan Ta man, o yüzükleri muhakkak ele geçirmiştir. Ortada yedi adet vampir, karşısında ise dokuz tane insan zırhı var. Yedisi bizi, dokuzu ise kız kardeşleri temsil ediyor." Vampirler, hemen zırhların yanına gelip, sağına soluna bakmaya başladılar, giysileri tahta sırıklardan indirdiler. Her direğin ortasında, küçük bir demir kancaya takılmış yüzükleri gördüler. Aradıkları şeyi bulan asıllar, sevinçten birbirlerine sarılıp uzun zaman sonra zafer kazanmanın tadını çıkardılar. Hepsi, birer tanesini parmağına taktı, geriye kalanlara bakan Ravnos: "Diğer dört yüzük, onları ne yapacağız?" Ventrue: "Dünya, bizim zamanımızdaki gibi değil Ravnos. Devlet ler, savaşlar, kaleler, saraylar, her şey çok farklı, onları buradan çıkarırsak, güvenli bir yer bulmamız gerekecek. Taman, bura si hakkında hiçbir şey yazmamış ve bir ailesi de yok. Burası, oldukça gizli bir yer, bence zırhların arkasına geri koyalım." Lamia, Ventrue'nin sözlerini başını sallayarak onayladı: "Jack ve Riksos, buraya bir kere baktılar ve bir daha geri döneceklerini de sanmam. Önemli olan, kara yüzüğü de on lardan önce bulabilmemiz." Ventrue: "Artık Güneş işığında yürüyebiliyorsak, insanların arasına tekrar karışabiliriz. Onu bulmamız daha kolay olacak"Üç asıl, yüzükleriyle beraber çıkış yolu aramaya başladılar, Taman her seferinde buradan düşerek iniyor olamazdı. Rav nos, içerideki hava akışını takip etti, duvarın dibinde, tek insa nın sığabileceği bir oyuk buldu. Hepsi, sırayla karanlıkta kalan bu delikten girip yürümeye başladılar, dik taşlardan yapılmış merdiveni çıktılar ve karşılarına tahtadan bir kapı geldi. Ventrue, dikkatlice açıp dışarı çıktı, kalenin katlarından birine çıktılar. Kapıyı, üzerine monte edilmiş bir asker heykeli gizliyordu, tekrar görünmeyecek bir şekilde kapattılar ve cehennem kız larının olduğu yere doğru koşmaya başladılar. Salona girdikle rinde, Jack ve Riksos'un çoktan gittiğini fark ettiler. Naamah ve Hathor'un canlarını kurtardıklarını düşündükleri sırada, yerde duran, içleri kül dolu iki zırh gördüler. Cehennem kızla rinin öldürüldüğünü anladıkları sırada, etraftaki diğer elbi seleri incelediler fakat aralarında Riksos ve Jack'e ait olanlar yoktu. Ravnos:"Kızları öldürmüşler, onları burada bırakmamalıydık." Venture ellerini iki yana açtı ; "Böyle olacağını bilemezdik Ravnos, cehennem kizları ba şaramadılar, bundan sonrasına üçümüz devam edeceğiz." Lamia: "Nereden başlayacağız?" "Kali'nin başladığı yerden, Ejder Tapınağı'ndan geriye ne kaldıysa, iz sürerek baltayı takip etmeliyiz." Gün ışımak üzereydi, kalenin en yüksek burçlarından bi rine çıkan asıllar, gözlerini kapatıp beklemeye başladılar. Do ğan Güneş'in sıcaklığı tenlerine vurduğunda, binlerce yıldır özlemini çektikleri hisleri, tekrar yaşadılar. Aydınlık topraklara bakıp renklerin ahengini izlediler ve karanlığa gizlenmeden yaşayacakları ilk günün, başlangıç adımlarını atmaya başladılar. ÖTÜKEN'DE, KARA HAN, karısı Ager Hatun'un öldüğü saldırıda yaralanan ve neredeyse iyileşmiş olan Özge Hatun'un çadırındaydı. Elliye yakın savaşçı, hâlen komutan Ağan'ı bulmak için tüm yurtta devriye geziyordu. Kara Han, oğlu Ildır'ın Özge Hatun ile evleneceğini biliyordu, bu yüzden ona gelini gözüyle bakıp, ilgileniyordu. Ildır'ın, Yüeçi toprak larından eli boş döneceğini tahmin ediyordu, iki tarafın da ilk saldırıyı başlatacak kadar cesur olmadığını biliyordu. Annesi nin acısıyla bir anda karar veren evladının öfkesinin, çabuk söneceğini biliyordu. Özge Hatun'un yanında oturduğu sırada dışarıdan gelen alkış ve tezahürat seslerini duydu. Gelen kişinin Ağan olduğu nu düşünüp heyecanla çadırdan firladı fakat karşısında gör düğü, çoktan öldürüldüğünü düşündüğü oğlu Oğuz ve Börte çine idi. Yanlarında Gökkurt savaşçıları ve oldukça kalabalık bir insan topluluğu vardı. Oğuz, atından indi ve yavaş a adım larla Kara Han'a doğru yürüdü. Tüm heybetiyle ilerlediği sırada gözlerini babasına dikti ve Kara Han'ın yüzündeki korkuyu gördü. Samimiyetsiz bir şekilde Oğuz'a sarılan Kara Han: "Öldüğünü sanıyorduk oğul, Yüeçi zindanlarından kurtu labilmen bir mucize. Aslanım benim, hoş geldin!" Oğuz, rol yapmaya çalışan babasını süzdü: "Hoş bulduk, beni o zindanlardan kurtaran bu dostlarım dır. Hemen konuşmamız gereken konular var." "Bunca badire atlatmışsınız, önce dinlenin, akşam yemek te konuşalım." Oğuz, dişlerini sıkarak, tehditkår bir ses tonuyla: "Fazla vaktimiz yok, hemen konuşmalıyız! Anamı gördük ten sonra dostlarımla çadırına gelmek isteriz!" Kara Han, başını sallayarak otağına doğru yürüdü. Oğuz, yanında gelen Kıpçak ve Gökkurt halkına, çadırlarını kurabi lecekleri alanları gösterdikten sonra Ay Hatun'un yanına, ko şar adımlar ile gitti. Annesinin, Oğuz'un geldiğinden haberi yoktu, içeri girdiğinde Ay Hatun, bir anda ağlamaya başladı ve oğluna sımsıkı sarıldı. Kara Han ile bağları kopan kadın, Oğuz'un küçük kardeşleriyle çadırında hayatlarını sürdürü yordu. Bey hanımıydı fakat hiçbir konuda söz hakkı yoktu: "Benim yiğit oğlum, öldüğünü zannettim, gözyaşlarım ge celer boyunca durmadı. Seni seven ve bekleyen herkesin göz pınarları kurudu, harap olduk. Sana sarılabildiğime, kanlı can li karşımda durduğuna hâlen inanamıyorum. Yüeçi köpekleri nin elinde can verdiğini söylediler, nasıl kurtuldun oradan?" "Canım anam, ben de seni çok merak ettim. Obada çakal larla beraber bir başına kaldın, Ager Hatun sana bir fenalık yaptı mı, diye her gece diken üstünde yattim. Kardeşlerimi çok özledim ve onlara bir şey yapmalarından korktum. Bizi, o ölüm kokan karanlık zindanlardan dostlarımız kurtardı, Gök kurtlar ve Kurtga Bey yardım ettiler. Neyse ki, hålen hayatta yım, Ağan denen köpek, hålen yok mu ortalıkta? Ya, Selcan Hatun, o nerede?" "Bu obada çok garip şeyler oluyor oğul, Ağan kayboldu, Ager Hatun öldürüldü ve en üzücü olanı, Kara Han'ın emriyle, Ildır tahta oturdu." "Tahttan ineceği zaman pek uzak değildir. Peki, Çin karı sını kim öldürmüş?" itbarak "Bilmiyoruz, o saldırıdan kurtulan tek kişi, Özge Hatun'dur. Güneyden geldi, güçlü bir hanedanlığın kızı ve oldukça zen gin bir tüccar. Ildır'ın evlenmeyi planladığı kız.” Oğuz, şaşkın gözlerle anasına baktı: "Ana, bu bebeler de kimindir? Selcan Hatun nerede? Hiç bir şey söylemezsin." Ay Hatun, ellerini Oğuz'un suratında gezdirdi, tedirgin gözlerle oğluna baktı: "Oğul, Selcan Hatun'un, sen yola çıktıktan birkaç gün son ra gebe olduğunu anladık. Yokluğun, onu derinden vurdu, Yüeçilerin eline düştüğünü duyduğunda yıkıldı kızcağız. Son ra, obada senin öldüğüne dair söylentiler dolanmaya başladı. Aslının olmadığını, dostlarımız defalarca söyledi ama Selcan Hatun, bir gece bile rahat yatamadı. O bebeler, senindir oğul. Selcan Hatun, onl dünyaya getirdikten sonra kucağına bile alamadan uçmağa vardı." Oğuz, duyduklarına inanamıyordu. En değerlisi, gözünden sakındığı karısı, o yokken ölmüştü. Yumruklarını sıktı, bakış ları bebekler üzerinde takılı kaldı. Bir süre, ne yapacağını bil meden öylece dikildi. Sonra, çocukları sırayla kucağına alıp, sevdi ve isimlerini koydu; Gün, Ay ve Yıldız."Ana, Yüeçi zindanlarında, onca şeyi atlatırken, gözümün önünde sadece onun yüzü vardı, Selcan'ımın. Gök Tanrı, böyle buyurdu ve onu, benden aldı. Yasımı tutacağım ama bana on dan üç oğul bıraktı. Bebelerimi de benden alabilirdi. Ölene ka dar, kalbimde sevgisini hissedeceğim, beni, bir yerlerden izle diğini biliyorum. Oğullarımı, diyarın en büyük cengåverleri, kağanları yapacağım. Hazırlanmaya başlayın, birkaç güne yola çıkacağız. Başka bir yerde, Kurtga Bey'in halkı ve Gökkurt lar ile bir oba kurup yeniden dirileceğiz!" karanlık dünya Ay Hatun, evladının sözlerinden sonra gözyaşlarını tuta madı. Sadece, oğlunun sözlerini başıyla onaylayıp toparlanma ya başladı. Oğuz çadırdan çıktı ve Börteçine'nin otağında otu ran dostlarıyla beraber Kara Han'ın yanına gittiler. Kara Han, içeri girenlere baktı. Oğuz, kendini ve dostlarını şüpheci göz lerle süzen babasına baktı: "Dostlarımı tanıştırayım, bu yiğit komutan, Sungur Bey'dir, Börteçine'nin sağ koluydu ve o yokken, Gökkurtlar'a liderlik eden kişiydi. Kurtga Bey ile tanışmışsın, onu kırmayıp yurt ver mişsin, sağ olasın baba. Bize, kuzeyde çok yardımları dokundu." "Hepiniz hoş geldiniz. Doran, Komutan, Oktar'in uçmağa vardığı vakit yanında mıydın? Olay nasıl oldu, obaya nedengeri dönmedin?"Doran, üzgün bir halde konuşmaya başladı:"Son nefesini vermeden önce yanındaydım. Büyük bir kumpas kurulduğunu anladık fakat kaçmakta geç kaldık. Bu nu yapan komutan Ağan'dı, bize saldırip Oktar'in canına ki yanlar Ağan'ın adamlarıydı. Obaya döndüğüm an, benim ölüm günüm demekti. Düşmanlarla dolu topraklara girmek istemedim, bu yüzden Gökkurtlar'a sığındım. Ayrıca, Turs kan'ı buradan uzaklaştıran da Ağandı." Kara Han, kalın kaşlarını çatarak yumruğunu sıktı: "Sen neler söylersin Doran? Komutan Ağan'a iftira atmadı ğını nereden bileceğim? Ağan uzun süredir obada değil. Hem, neden böyle bir şey yapsın?" Oğuz, bir anda Doran'ın sözünü kesti ve gür sesiyle konuşmaya başladı:“Kimin, ne olduğunu, bu obada neler döndüğünü, sen da ha iyi bilirsin Kara Han! Bize adaletten ya da iftiradan bahsetme. Oğlunu ve en iyi tarkanını, bin "Konuşmalarına dikkat et Oğuz! Beni, kendi komutanları mı öldürmekle mi suçlarsın? Emrine verilen bin yiğidi yöne temeyip yenilmen benim suçum mu?" Oğuz, ayağa kalktı, çadırdaki herkes itbarak ona bakıyordu: "Orada ne olduğunu biliyordun ve bizi, o canavarların ku cağına bilerek gönderdin. Onlarin karşısında, on binlerce sa vaşçının bile duramayacağını biliyordun. Tanımadığımız bir diyarda, ilk kez gördüğümüz yaratıklara yem olacağımızı zan nettin ama bak buradayız. Başaramadın Kara Han, tahti dev rettiğin o Çin kırması Ildır'a da söyle, orada fazla kalmayacak! Lafı uzatmanın lüzumu yok, birkaç gün içinde Ötükenden ayrılıp, dostlarımla beraber bir oba kuracağız. Ayrı sancak açmayacağım, Ildır rahat durduğu sürece de asla sürtüşme ye girmeyeceğim. Senden, Komutan Oktar'ın yiğitlerini bana vermeni istiyorum!" Kara Han, öfkeyle ayağa kalktığında, herkes olduğu yerden doğruldu, Kara Han, hızlı bir şekilde düşünmeye çalışıyordu, oğlunun istediğini vermezse, obaya getirdiği savaşçılar ile tah ti çok kolay ele geçirebilirdi. Ordu, Ildır ile Yüeçi toprakların da idi, Ötüken'i koruyan çok az adam vardı: "Istediğini alacaksın, Oktar'in alpleri senin emrine girecekler fakat bunu, sen istediğin için vermiyorum. Yüeçilerin elinden kaçıp büyük bir kahramanlık göstererek buraya gelebildi ğin için, bunu bir armağan olarak düşün. İstediğin yere obanı kurmakta serbestsin ama yapacağın tek yanlışta Hun Ordusu, seni ve ahalini ezip geçer, bunu bilesin!" Oğuz, gülümseyerek Kara Han'a baktı, babasının gözlerin deki öfkenin arkasında duran o korkuyu, hälen görebiliyordu: "Anlaştık, armağanın için de sağ olasın, birkaç gün sonra yol alırız. Buradan ayrıldığımda, saçma sebeplerle, savaşçıları nızı üzerime salmayın, kendi ulusum ile savaşmak istemem. Her zaman son noktaya kadar beklerim ama canımı sıkarsaniz, ana yurdu başınıza yıkarım!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD