18. BÖLÜM

3011 Words
DORAN VE SUNGUR BEY, Kurtga Bey ile son planlarını yapıp, dört Gökkurt savaşçısını da yanlarına alıp, Yüeçi topraklarına doğru yola çıktılar. Sarayın içerisinde farklı görevlerde çalışan beş kişi, Sungur Bey'in adamıydı. Yıllardır, düşmanları hakkında bilgiler gönderiyorlardı fakat casusları na haber verecek zamanları olmadığından, içeri girdiklerinde Sungur Bey'in onlara ulaşması gerekiyordu. Yol boyunca, or manlık alanlardan kimseye görünmeden ilerlediler. Yüeçi sarayında ise kral, yanına aldığı on muhafızıyla zin danlara indi. Hunlardan gelen altınları aldığı için oldukça mutluydu, barış önerisini de kabul ettikleri için daha büyük bir darbe vurabilmesini sağlayacak zamanı kazanmıştı. Adam larına, Oğuz ve Börteçine'yi çıkarıp önünde diz çöktürmele rini söyledi. Nöbetçiler, günlerdir sadece birkaç dilim ekmek yiyen ve suyla hayatta kalan, güçsüz kalan yarı baygın iki savaşçıyı taşıyarak önüne getirdiler. Yüeçi hükümdarı: "Savaş meydanında adamlarımın kalplerine korku salan, kılıç tutan bileklerini titreten iki büyük savaşçının şu hallerini, rüyamda görsem inanmazdım. Neyse, bitap düşmüş bedenle rinizi daha fazla yormak istemiyorum çünkü bana, bir süre daha lazımsınız. İçeride, soğuk taşların üzerinde yaşam mü cadelesi verdiğiniz günlerde, muhakkak dostlarınızı ve devle tinizi düşünmüşsünüzdür. Belki, sizi kurtarmalarını bekle mişsinizdir ama umutlarınızı yıkacak bir haberi size vermek istedim. Ne yazık ki, hükümdarınız sandıklar dolusu altın ta lebimi yerine getirdi ve sizin, burada nefes alır bir biçimde tut sak kalmanız karşılığında, bizlerle barış anlaşması imzaladı lar. Anlayacağınız, buradan asla çıkamayacaksınız, özgürlük ümitlerinizi gün geçtikçe kaybedecek, birkaç ay sonra hastala nip kan kusarak öleceksiniz." Oğuz'un güçlü bedeni, elini bile kaldıramayacak kadar güçsüzdü. Kendini zorlayıp, başını kaldırdı ve krala baktı: "Anlaşmalar, iki adam arasındadır, Kara Han'dan bir bek lentimizin olduğunu da nereden çıkardın? Ömrün boyunca, hiçbir zaman onurlu bir adam olarak yaşamadığın için haya tin, sadece şeytani oyunlar üzerine kurulu olduğunu zanne diyorsun. Bizim dostlarımız, senin sayamayacağın kadar çok sayıdadır, Gök Tanrı yanımızdadır ve emin ol, o kelleni alacak olan kişiler biz olacağız." Kral, öfkeyle gözlerini açıp nöbetçilere bağırdı: "Geri kapatın bunları, daha az ekmek verin!" Hükümdar, hızla zindandan çıktı, günlerdir kaldıkları yere geri kapatılan Oğuz'un tek ümidi, dostlarından birinin, bura da olduklarının haberini alabilmiş olmasıydı. Sarayın içinde bunlar yaşanıyorken, dışında içeri girmeyi bekleyen yedi adam vardı. Sungur Bey, Doran ve dört Gök kurt savaşçısı, Kıpçak yiğitleri gibi giyinmiş bir hâlde, Kurtga Bey'in arkasında bekliyorlardı. Muhafızlar, kim olduklarını ve neden geldiklerini sorduklarında, Kurtga Bey gülümseyerek hükümdarla görüşmek istediklerini söyledi. İsmini, içeri haber vermeye giden askere söyledi ve geri dönmesini bekleme ye başladılar. Hepsi çok heyecanlıydı, surlarda ve etrafta yüz lerce adam vardı, eğer işler ters giderse, hiçbiri buradan canlı çıkamazdı. İçeri giden asker, bir süre sonra gelip girebileceklerini söy ledi. Beş nöbetçi, Kurtga Bey ve yanındakilere eşlik edip bü yük salonunun kapısına kadar getirdiler. Silahlarını alıp içeri yi işaret ettiler ama Kurtga Bey yalnız girdi. Çünkü hükümdar, Sungur Beyi daha önce görmüş olabilirdi. Kral, tahtında otu ruyordu ve aralanan kapıdan kendine doğru gelen yaşlı adamı baştan aşağıya süzdü: "Kurtga Bey, topraklarımıza hoş geldin. Adını, kardeşinin ağzından birkaç kere duymuştum. O, bizim yolumuzda ilerle yen ve bana sonsuz sadakatle bağlı bir adamdı ama Gökkurt lar denen o it sürüsü tarafından öldürüldü. Kardeşin için çok üzülmüştüm Kurtga ama intikamını aldım. Komutanları Bör teçine, günlerini zindanlarimda ölümü bekleyerek geçiriyor" "Sizin yolunuzdan gelenlere, ne kadar merhametli ve co mert davrandığınızı kardeşim sayesinde biliyorum efendim. Kardeşim öldükten sonra sizin yanınıza gelmek istedim fakat Türkler, sınırları çok sıkı tutuyorlardı. Ben de aranızdaki bu ateşkesi firsat bilip, siz değerli kralımızı görmek istedim. Bör teçine hak ettiğini, güçlü hükümdarımızın elinden bulmuş, artık geceleri daha rahat uyuyacağım." Kurtga Bey, kralın duymak istediği tüm sözleri, sadık bir hizmetkârı gibi sarf ediyordu. "Sağ olasın Kurtga, sarayıma gelebilmene sevindim." Kurtga Bey, gülümseyerek: "Sizin çatınız altında olmak, bize mutluluk veriyor kralım. Sizden bir isteğim var, eğer müsaade edersiniz, söylemek is terim." Kral, başını salladı ve konuşmasını söyledi: "Kralım, şehrinize güzel ve değerli mallardan oluşan büyük bir kervan getiriyorum. İzniniz olursa, pazarınızda sat mak isterim. Ayrıca, sizin için diyarın dört bir yanından ge tirttiğim hediyelerim olacak." Kral, ihtiyar adamın yanına geldi ve omuzlarını tuttu: "Tabii ki Kurtga, burada ticaretini yapabilirsin. Sana karı şan kimse olmaz, mallarını sergilemen için pazarın en güzel köşesinden bir yer ayarlattırırım." Kurtga, tedirgin gözlerle baktı: "Düşmanımız çoktur efendim, mallarım birkaç güne şehre gelecektir. Eğer uygun görürseniz, birkaç gün sarayınızda, gü vende dinlenmek isterim." Kral, ellerini iki yana açarak: "Tabii ki Kurtga, senin kardeşin benim yolumda can verdi, istediğin kadar kalabilirsin. Zaten senden önce, ben sana bu tek lifi yapacaktım. Seni sarayımda misafir etmek isterim, adamla rın kurallara uyduğu sürece, hiçbir sıkıntı yaşamazsınız. Kurtga Bey, başını öne eğerek: "Sağ olun merhametli kralım, bu iyiliğinizin karşılığını na sıl öderiz bilmiyorum." Kral, nöbetçileri çağırıp, Kurtga ve adamlarına dinlenme leri için yer göstermelerini emretti. Kurtga Bey, gülümseyerek selamını verip kapıdan çıktı. Muhafızlar, Sungur Bey ve ya nındakilere silahlarını geri verdi ve uzun koridorlarda ilerle meye başladılar. Karşılıklı odaların bulunduğu bir yere geldik lerinde asker, odalarını gösterdi ve görev yerine geri döndü. Kurtga Bey ve yanındakiler içeri girdiler ve kapıyı sıkıca kapa tip, kısık sesle konuşmaya başladılar. Doran: "Sen neymişsin Kurtga Bey, kral bizi kabul eder mi, diye düşünürdük, oda bile verdi." "Onun gibi ruhu alçak, mertebesi yüksek adamların duy mak istediği büyüklük cümleleri vardır, ben sadece onları söy ledim. Bu işi hemen bitirmeliyiz, birkaç güne kervanımın geleceğini söyledim." Sungur Bey, Kurtga'nın sözlerine hak veriyordu: "Bu gece harekete geçeceğiz, burada ne kadar uzun ka lırsak, bizi izleyen sayısı gün geçtikçe artacaktır. Kurtga Bey, adamlarımdan biri mutfakta çalışıyor, onu bulup, buraya ge tirmelisin." "Peki, adamın hakkındaki her şeyi anlat ki, hemen bula bileyim." Sungur Bey, gerekli olan tüm bilgileri Kurtga Bey'e verip casusunu bulması için gönderdi. Dışarı çıkamamaya özen gösteriyorlardı, çünkü tanınma ihtimalleri oldukça yüksekti. Yabancı birinin, koridorlarda yüzü kapalı bir hâlde dolaşma sına izin vermezlerdi. Kurtga Bey, mutfağın olduğu kata indi, kapıda nöbet tutan dört asker vardı. Nöbetçilere yaklaşıp görmek istediği kişinin adını söyledi, obasındaki bir dostunun oğlu olduğunu iletti. Muhafızlardan biri, Kurtga Bey'e içeri giremeyeceğini fakat dışarıda, onları görebileceği bir yerde konuşabileceklerini söyledi. Kurtga, başını sallayarak onayladı, kısa bir süre son ra mutfaktan kısa boylu, güleç yüzlü bir adamla geldi. Kurtga Bey'i tanımıyordu fakat bozuntuya vermeden ihtiyar adama sarıldı. Kurtga, tek gözünü kırpıp hål hatır sormaya başladı. Birkaç adım ilerledikleri sırada savaşçı, fazla uzaklaşmamala rını ve ellerini görebileceği bir noktada konuşmalarını söyledi. Kurtga, adama odasının yerini söyledi, kısa bir süre aynı obada yaşamış gibi sohbet ettiler ve ayrılacakları sırada ses sizce, Sungur Bey'in selamını söyledi. Casus, kafasını sallayıp Kurtga Bey'e sarıldıktan sonra ayrıldı. Kurtga Bey, zaman kay betmeden odasına gidip söylediği kişiyi bulduğunu ve buraya geleceğini söyledi. Aralarında, kaçış planı üzerinde konuştukları sırada kapı ya vuruldu. Doran, tedirgin bir hâlde kapıyı açtı, içeri giren Sungur Bey'in adamıydı. Yiğitlerinden birini görmenin mut luluğunu yaşayan Sungur Bey, zaman kaybetmeden söze girdi: "Zindanlarda, Oğuz Bey ve komutanımız Börteçine, tut sak olarak tutuluyorlar. Onları, oradan çıkarmanın bir yolunu bulmalıyız Algur, diğer adamlarımız sarayda mi, ne iş yapı yorlar?" Algur, mutsuz gözlerle Bey'ine baktı: itbarak "Beylerimizin tutsak olması, şehirde büyük yankı yarattı. Diğer dört kardeşimiz, farklı noktalarda. Biri tam istediğimiz yerde, zindanda görevli. Onları, oradan çıkarmanın bir yolu var fakat içeriye giriş için bir yol yok. Çıkış için, çok az kişinin bildiği bir yeraltı geçidi var." Sungur Bey: "Zindana normal yolardan girmek zorundaysak çarpışma mız gerekecek, kaç muhafız var? "Yirmi muhafız var fakat nöbet değişim zamanında gi rersek ve nöbetçilerin işini sessizce halledersek geriye, içeride bekleyen on adam kalır.” Sungur Bey, on muhafızı kolayca halledebileceklerini bili yordu: "Nöbet değişimi sırasında, sessizce nerede öldürebiliriz?" "Muhafızlar, zindanın çıkışındaki uzun koridordan, nö beti devredecekleri askerlerin olduğu yere giderler. Oraya gir dikleri sırada sessiz bir biçimde işimizi halledebilirsek, adamı mız da içeride olur ve rahatça girebiliriz." Sungur Bey, saraydaki nöbetçileri düşündü: "Peki, oraya kadar nasıl gideceğiz? Koridorlarda dikkat çekmeden ilerlemeliyiz. Algur, gülümseyerek Bey'ine baktı: "Size, askerlerin giydiği elbiselerden getireceğim. Aranız dan birini tutsak gibi bağlayıp, zindana doğru götürmelisiniz, oradan sonrası da bildiğiniz gibi." Sungur Bey: "Yeraltından kaçış nereden?" "Zindandan çıkıp koridorun başındaki odaya içerideki yatağın altındaki taşları kaldırıp geçide gireceğiz." Sungur Bey, planı onaylayıp adamını mutfağa geri gönder di. Öldürecekleri askerlerden birinin bağırması, kendilerinin ve beylerinin ölümü demekti. Algur, akşam saatlerinde kapıyı tekrar çaldı ve kapıyı açan Doran'a, büyük bir bohça bırakıp uzaklaştı. Açtıklarında, muhafızların giydiği elbiselerin aynı sından getirdiğini gördüler. Üzerlerini değiştirip aralarından birini tutsak gibi ortaya aldılar ve odadan çıkmaya hazırlan dilar. Algur, kapının önünden geçerken kapıya üç kere tıklatıp, hızla uzaklaştı ve zindanlara doğru yürüdü. Odadakiler dışarı çıkıp, çevreye bakmadan hızlıca Algur'un peşinden ilerlemeye başladılar. Çevredeki nöbetçiler, ortalarındaki tutsak rolü ya pan Gökkurt savaşçısına bakıyorlardı, bu yüzden onu götüren askerlere, kimse dikkat etmiyordu. Zindanların girişine geldiklerinde, on askerin korido ra girmek üzere olduklarını gördüler. Sungur bey, üç adami na oklarını hazırlamalarını söyledi. Muhafizlar, tam koridora girdiklerinde, Gökkurt savaşçıları inanılmaz bir hızda oklar yağdırdılar. Ne olduğunu bile anlamayan ve geride kalan üç nöbetçinin işini, gizlendiği duvarın arkasından fırlayan Algur bitirdi. Oldukça hızlı bıçak kullanan Algur, bağırmalarına izin vermeden, boğazlarına bıçağını soktu. Koridordan sonra zindan kapısına yönelen grubun fazla zamanı yoktu. Nöbet değişimini bekleyen askerler merakla nıp, yola çıkabilirlerdi. Kapıyı, nöbetçi kılığındaki adamı açtı, içerisi karanlık ve çok pis kokuyordu, alt kata indiklerinde do kuz muhafız vardı. Okçular birçoğunu sessizce öldürdü, geri kalanını ise Sungur Bey ve Doran katletti. Zindanda görevli olan adamı, Börteçine ve Oğuz'un yerle rini gösterdi. Kapıyı açtıklarında, iki Bey'in de, yerde hâlsiz ve bitkin bir şekilde yattığını gördüler. Onları omuzlayıp çıkmak için harekete geçtiler. Doran, Sungur Bey'in omzundan tuttu: "Yakalanmamızı zorlaştırmamız lazım Sungur Bey!" Sungur Bey, hızla kaçmaları gerektiği anda ne demek iste diğini anlamıyordu: "Nasıl olacak o iş?" "Diğer mahkûmları da serbest bırakalım. Saraya dağılmış onlarca nefret dolu adam, işimizi kolaylaştırır." Açtıkları kapılardan fırlayan mahkûmlar, yerde yatan as kerlerin kılıçlarını alıp çıkışa koşuyordu. Nöbet değişimini bekleyen muhafızlar, bir terslik olduğundan şüphelenip kori dora doğru yöneldikleri sırada Sungur Bey ve yanındakiler, odaya girip, yatağın altındaki büyük taşları kaldırdılar. Küçük bir girişi olan, karanlık geçide atladılar, beylerini dikkatle aşa ğıya indirip ilerlemeye başladılar. Bir süre ilerledikten sonra, zayıf bir ışık gördüler. Çıkış, şehrin dışındaki ormanlık alana çıkıyordu, hızla ağacın dibinden yeryüzüne çıkan grup, açlık ve susuzluktan bitap düşmüş beylerine su içirdiler. Atlara atla yıp düşmanlardan iyice uzaklaştıktan sonra geldikleri toprak yola geri dönüp obalarına doğru yol aldılar. Sarayda ise karmaşa hâkimdi, etrafa yayılan tutsakların ta mamı öldürüldü. Kralın, olanlara bir anlam vermeye çalıştığı sırada, Ildır'ın gönderdiği haberci geldi. Emredildiği gibi me sajı, yüksek sesle okudu. Yapmadığı bir işle itham edilip kü çük düşürülen hükümdar, gelen habercinin kellesini uçurdu ve Hun Devleti'ne gönderilmesini emretti. Ildır'dan gelen notu okuduktan sonra çılgına dönen Yüe çi Krali, Oğuz ve Börteçine'yi huzuruna getirmelerini emretti. Kısa bir süre sonra koşarak gelen nöbetçi, iki önemli tutsakla rının firar ettikleri haberini verince, hükümdar belinden kılı cını çıkardı ve hiddetle muhafızının karnına sokup öldürdü. Hun Devleti'nin tehdidine karşılık, Oğuz ve Börteçine'nin kel lesiyle karşılık vermeyi düşünüyordu ama iki savaşçı yine im kânsızı başarmışlardı. Komutanlarına, hemen büyük bir ordu hazırlamalarını ve şehrin önünde hazır bekletmelerini emretti. Sungur Bey ve yanındakiler, başarılı bir şekilde, düşma nın şehrinden kaçtıktan sonra ormanlık alanda, Oğuz ve Börteçine'nin bitap düşmüş bedenleriyle ilerlemeye başladı lar. Doran, atını hızla Sungur Bey'in yanına sürdü: "Beyler yola daha fazla devam edemezler. Henüz kendile rinde bile değiller, çok zayıf düşmüşler, durmamız ve onları dinlendirmemiz gerekli." "Biliyorum Doran fakat hålen tehlikeli bölgedeyiz. Az ile ride, eskiden birliklerimizin gözcülük yaptığı bir tepelik var, orada duracağız. Yüeçiler, oldukça kalabalık birlikler hâlinde peşimize düşmüştür, hızlı olmalıyız..." Atlarına biraz daha hız vererek ilerleyen grup, Sungur Bey'in söylediği yere varabildi. Burası, ormanın tepelik kısmın da, ağaçların gizlediği bir mağaraydı, yağmurdan ve rüzgârdan korunabilecekleri, yüksek olduğu için etrafı kolayca gözetleye bilecekleri bir yerdi. Oğuz ve Börteçine'yi attan indirip yere ya tırdılar, kurak topraklar gibi çatlamış dudaklarını aralayıp, biraz su verdiler, yanlarındaki ekmekten bir parça koparıp yedirmeye çalıştılar. Küçük lokmaları bile zor çiğneyen iki savaşçı, o geceyi dinlenerek geçirdi. Ertesi sabah uyandıklarında, biraz daha iyi durumdaydılar. Zindanın rutubetli ortamından, doğanın temiz havasına kavuştukları için daha rahat uyuyabilmişlerdi. Doran, gün işımadan ormanın alt tarafında akan dereden balık ve tepelerden tavşan avladı. Doran, gözlerini aralayan beylerine, hemen etlerden götürdü ve yanlarına bol su koydu. Oğuz ve Börteçine, uzun zaman sonra ilk kez düzgün bir şey ler yiyebiliyorlardı. Kurtga'nın gözetiminde beslenip dinlendi rildiler. Sungur Bey, akşama herkesin karnını rahatça doyura bilecek büyüklükte, bir geyikle döndü. Beş gün, iyi beslenip dinlendirilen beyler kendilerine gel diler. Dostlarıyla oturup sohbet etmeye, yürümeye başladılar. Bedenleri halsizdi ama açlıktan ölme tehlikesini atlatmışlardı ve güçlerini toplamaya başlıyorlardı. İki gün daha burada dinlendirilen Oğuz ve Börteçine, baş larına gelen tüm hadiseleri anlattılar, bilmediklerini öğren diler. Oktar'ın nasıl öldüğü, bunu yapan katilin kim olduğu, karanlık ülkede nelerin yaşadığı ve Ötüken'in son durumu hakkında sohbet ettiler. Bunca konuşulan mevzudan sonra Oğuz, bir karar aldı: "Dostlarım, sizleri karşıma Gök Tanrı çıkardı. Her zaman zora düştüğümde, birinizi yanı başımda buldum. Hazır bir aradayken, sizlere yapmak istediklerimi anlatacağım. Ötü kene, sadece dinlenmek için gideceğiz, Komutan Oktar'ın as kerlerini emrime alacağım ve obadan ayrılacağız. Bu sürede, yapacakları en küçük bir yanlışta da, sahte kağan Ildır'ın kelle sini alacağım. Tüm bu olanların gerçek sorumlularını bula na kadar sabırla bekleyeceğim ve hepsinin cezasını vereceğim. Sizden istediğim dostlarım, benimle gelin ve yeni kuracağım yurduma katılın. Bir olursak, diri olursak, bizi kimse yıkamaz, dostlarım arasından birinin daha yok olmasına artık taham mül edemem. Hepsi, sonuna kadar Oğuz'un yanında olduklarını söyledi ler. Oğuz, ertesi sabah yola çıkabileceklerini söylediği sırada, tepede nöbet tutan savaşçı koşarak yanlarına geldi ve Yüeçi tarafına doğru ilerleyen büyük bir ordunun olduğunu söyle di. Hemen ateşi söndürdüler ve alpin söylediği noktaya çıktı lar. Ağaçların arkasına gizlendiler ve gelenlerin kim olduğunu görmek için beklediler. Kalabalık yaklaştıkça, arkadaki adam sayısı da artıyordu. Hun Devleti'nin sancağını gördüklerinde, Börteçine arkadaşlarına baktı: "Bizi kurtarmak için gelmeyen ordu, şimdi neden yollara düşmüş, Ildır'ın planı ne olabilir?" Oğuz, ilerleyen binlerce savaşçıyı izleyerek: "O aptalın arkasından ilerleyen ordu, sadece ölüme yürür. Bizi, barış anlaşması yapabilmek için harcadılar ama anlaşı lan, firar etmemiz iki tarafin da pek hoşuna gitmemiş." "Sabahı beklemeyelim, ordu geçtikten sonra hemen yola çıkalım. Gecenin karanlığında ilerlememiz daha iyi olur." Oğuz, Börteçine'nin sözlerini başıyla onayladı ve hemen aşağıya inip, yolculuk için toparlandılar. Atlara atlayıp orman içinden yola çıktılar, ilk olarak Sungur Bey'in obasına uğradı lar. Uzun zaman sonra Börteçine'yi karşılarında gören Gök kurt savaşçıları, onu büyük bir sevinçle karşıladı. Sungur Bey, komutanı Börteçine'ye bakarak: "Emanetinizi, size geri teslim ediyorum Bey'im. Başımız yolunuza feda olsun!" Börteçine, kılıçlarını kalkanlarına vurarak, göğü adıyla in leten cengâverlerine bakıp elini havaya kaldırdı. Tüm Gök kurt savaşçıları aniden sustular, karşılarında tüm heybetiyle dikilen komutanlarına, sevinçle bakıyorlardı. Börteçine, kılı cını havaya kaldırıp, birliğine ve geride onu izleyen ailelere baktı: "Gökkurtlar, benim yiğit savaşçılarım, dostlarım, obada ki erdemli halkım, uzun zamandır yanınızda değildim fakat bu sürede, diyardaki tüm zalimleri ve iblisin hizmetkârlarını gördüm. Sayısız badireyi atlattıktan sonra anladığım tek şey, damarlarımdaki asil kanın gücü ve Gök Tanrı'nın bizim yanı mızda olduğudur. Düşmanlarımız kalabalık fakat bizim kadar cesur değiller, onları gök kılıçlarımızın önünde diz çöktürece ğiz ve atlarımızın ayakları altında, iblisin hüküm sürdüğü top rakları ezeceğiz! Oğuz Bey'in her zaman yanında olup cihanın tepesine tahtımızı oturtup, sapkın ve uydurma tüm inanışla ri ortadan kaldıracağız. Canavarlarının kellelerini koparmaya hazır mısınız Gökkurtlar?" Tüm savaşçılar, bağırarak kılıçlarını kalkanlarına vuruyor lardı. Korkusuz adamlardan oluşan bu özel ordu, kan dökme ye hazırdı. Oba, ådeta savaş çığlıklarıyla çalkalanıyordu, gü neyde hiçbir şey yapmadan beklemekten çok sıkılmışlardı. Yeni akınlar yapmak için can atıyorlardı, komutanlarının da başlarına geri dönmesi, onları daha da şevke getirmişti. Oğuz, dostuna bakti: "Kardaşım, yanımda olduğun sürece, birbirimizden bu gü cũ aldıkça, herkesi devirebiliriz." "Her zaman yanındayım kardaşım, bu oyunları beraber bozup halkın tekrar huzur bulmasını sağlayacağız. Senin ön derliğinde, diyarda tek bir mazlum ağlamayacak!" Oğuz ve Börteçine, mutlu bir hâlde büyük çadıra girdiler. Sungur Bey: "Bey'im, babanız istediklerinizi vermeyebilir. Sizi defalar ca, kendi elleriyle ölüme gönderdi." Oğuz: "Bundan emin değiliz Sungur Bey. Bunu yapan o muydu, yoksa Ağan mıydı? Ağan, uydurduğu yalanlarla kandırmış olabilir. Oktar konusunda suçlunun, Ağan olduğunu biliyoruz ama adam ortalıkta yok. İstediğim her şeyi verecekler, bu di yeti ödemezlerse, o tahtı başlarına yıkarım!" O sırada çadıra bir çocuk girdi, Doran: "Gel Turşkan, yollarını gözlediğin Oğuz ve Börteçine Bey, artık geldiler." Oğuz, çocuğa bakıp gülümsedi ve yanını işaret edip: "Gel bakalım küçük, otur yanıma. Kimdir bu çocuk Do ran?" "İsmi Turşkan Bey'im, kuzeyde obasını ve ailesini kaybet miş, canavarların saldırısına uğramışlar. Olayın olduğu gece, gün işıyana kadar bir ağaç dalında saklanarak kaçabilmiş ve sağ kalan atlardan biriyle, yakınlarındaki kasabaya gitmiş. Aç lıktan ölmek üzere iken, tapinak rahipleri bulmuşlar. Ona, Ej der Tapınağı'nda bakmışlar sonra da Kara Han ile Ötükene geldi." "Yaşama sıkı sıkıya tutunmuşsun çocuk, senin yaşında olan başka biri, bu işi başaramaz. Obaya neden geldin, seni neden gönderdiler Turşkan?" Turşkan: "Oğuz ağam, obaya Kara Han ile geldim. Bana ailemin in tikamını alacaklarını ve bildiklerimi kimseye anlatmamamı söylediler. Sizin gibi büyük bir savaşçı olmak istediğimi söy lediğimde, beni eğiteceklerini söylediler fakat Ağan ağam be ni kandırıp, buraya çiftçi olmaya gönderdi. Beni, Doran ağam buldu." Oğuz, çocuğa gülümseyerek baktı: "Ailenin ve obanın intikamını biz alacağız Turşkan. Seni de, diyarın en iyi savaşçılarından biri yapacağız. Seni, bizzat ben ve Börteçine eğitecek!" "Sağ olun Bey'im, çok sağ olun!" Çocuğun içi içine sığmıyordu, onun bu hâlini gören beyler gülümsediler. Doran: "Oktar Bey'im, Turşkan'ı çok severdi, güneye hareket et meden önce de ona, sizin kuzeye gitmemeniz gerektiğini söylemesi için tembihlemişti fakat siz dönene kadar obadan uzaklaştırılmış." Oğuz, Turşkan'ın başını okşadı: "Turşkan bundan sonra benim himayemde olacak. Bun ca zorluğa katlanmış bu erdemli çocuk, çok şey hak ediyor. Turşkan, yaptığın ve yapacağın her şeyin sorumluluğu bende, bundan sonra çok daha dikkatli davranacaksın, iyi bir savaşçı olmak için çok çalışacaksın." Turşkan, sevinçle kafasını salladı ve çadırdan çıktı. Akşam, obada ziyafet verildi, en büyük hayvanlar kesildi, diyarın en güzel meyvelerinden yapılan içecekler dağıtıldı. Ertesi sabah uzun bir yolculuğa çıkacak olan savaşçılar, yola düşmeden moral depoladılar. VENTURE , DOSTLARİ VE iki cehennem kızı uzun bir yolculuktan sonra Kuyular Kalesi'ne vardılar. Taman öldükten sonra, kaleyi gizleyen sis bulutu ve hizmetkârı olan yaratıkların ortadan kaybolduğunu düşünüyorlardı ama kel topraklarda, oldukça dikkatli ilerliyorlardı. Kayalıkların önü ne geldiklerinde, etrafı iyice kolaçan edip, yukarıya tırmandı lar. Karanlığın içinden, açık olan büyük kapıdan girdiler, mer divenlerden çıkıp büyük kuyuların olduğu salonunun önüne geldiler. Hathor, girişteki kabartmalara baktı: "Bu şekiller, bizim savaşımızı anlatıyor." Ravnos, başını salladı: "Büyük savaş hakkında çok şey biliyordu, iki orduyu da ele geçirmeye çalışıyordu." "Lanet kadın, güç hırsıyla kendi sonunu getirdi." Kapıyı açıp içeri girdiklerinde yalnız olmadıklarını fark ettiler. İçeride Jack, Riksos, Assad ve adamları vardı, hummali bir halde etrafi arıyorlardı. Jack, gelenleri gördüğünde elini havaya kaldırıp herkese durmasını emretti:
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD