17. BÖLÜM

3030 Words
Kara Han biraz düşündü ve kuzeyde, canavarları görmemiş bir kervan, onun işine gelirdi. Halkın, o topraklarda büyük bir haydut sürüsü olduğuna inanması daha kolay olurdu: "Tamam, size yurt vereceğim, güneyde bereketli topraklar da obanızı kuracaksınız. Komutanlarım, tam olarak yeri haritadan gösterecekler." "Sağ olun Bey'im, bizi çok mutlu ettiniz. Eğer izniniz olursa, bir sorum daha olacak." Kara Han, başını sallayarak, sormasını istedi. "Oğuz Bey'im neredeler, seferden döndüler mi? Ona da, obamızda yaptığı kârlı alışverişler için teşekkür etmek isterim." "Oğuz burada değil Kurtga, madem onu tanıyorsun ve dost olmuşsun, bazı şeyleri bilemeye hakkın var. Gerçi, bunlar gizli gerçekler değil, herkesin bundan haberi var. Oğuz ve Börteçine, Yüeçilerin elinde tutsaklar." Kurtga, duyduğu cevap karşısında neye uğradığını şaşırdı,sakinliğini koruyarak: "Çok üzüldüm Bey'im, demek Yüeçiler. Eğer isterseniz, elimdeki tüm savaşçılar ile hizmetinizdeyim." Kara Han, elini kaldırıp:"Sağ ol Kurtga, bu işi kendi yöntemlerimizle çözeceğiz, sen git ve bir an önce obanı kur." Kurtga, çadırdan çıktı, Oğuz ve Börteçine'yi bir an önce kurtarmanın bir yolunu bulmak için düşünmeye başladı. Dal gın bir hâlde, büyük otağın yanında dikildiği sırada bir komu tan yanına gelip, obasını kuracağı yeri gösteren haritayı verdi. Kurtga, Ötükenden çıkıp kervana vardığında, yeni yurtla rına hareket emri verdi. Halkı sevinçliydi fakat Kurtga pek mutlu değildi. Kara Han'ın gözlerinde, Oğuz'u kurtarmaya yö nelik hiçbir umut ışığı görmediği için oldukça sıkkındı. Kurt ga'nın aklına, bir fikir geldi, ahaliyi yeni topraklara yerleştir dikten sonra Gökkurtlar'ı bulup durumu anlatmalıydı. Ada halkı, yorucu yolculuklarını bitirip obalarını kurdu lar. Kurtga, verimli toprakları gezip, dostlarının mutluluğu na ortak oldu. İblisin yanı başından ayrılmalarının, ne kadar isabetli bir karar olduğunu daha da iyi anladı. Yolda karşı laştıkları diğer kasaba halklarına da, kuzeydeki saldırgan bir haydut birliği yüzünden buraya göç ettiklerini anlattılar. Sırri, ne kadar gizli tutarlarsa, o kadar hayatta kalacaklarını biliyor lardı, Kurtga ve yanındakiler, bu konuda çok dikkatli davra niyorlardı. Kurtga, oba tamamen yerleştiğinde, kısa bir yolculuk için yanına on asker aldı ve Gökkurtlar'a doğru yola çıktı. Nere de olduklarını biliyordu ve kendilerine yakın bir yerdeydiler. Gökkurtlar'ın yaşadığı yerleşkeye vardıklarında kendilerini karşılayan savaşçılara, Börteçine ve Oğuz'un dostu oldukları ni, Sungur Bey ile görüşmek istediklerini söylediler. Konunun çok öneli olduğunu da, üzerine basa basa söylediler. Kurtga ve yanındakiler, Sungur Bey'in çadırının önünde kısa bir süre bekleyip içeri çağırıldılar. Börteçine'nin yerine, ordunun başında duran Sungur Bey, Doran ile oturuyordu. Doran, Sungur Bey'e, Oğuz ve Börteçine'nin kuzeye bir sefere gönderildiklerinden ve karşılarındaki tehlikeden de bahsettiği için ikisinin de suratı asıktı. Sungur Bey, ilk kez gördüğü yaşlı adama merakla baktı: "Hoş geldiniz, kimlerdensiniz, bize önemli haberlerinizin olduğunu söylemişsiniz, anlatın." "Hoş bulduk Bey'im, adım Kurtga, kuzeyden bu toprakla ra yeni göçtük. Kara Han'dan yurt istedik, sağ olsun verdi fa kat asıl amacım, Oğuz ve Börteçine ile görüşmekti. Maalesef, Ötükene vardığımızda, onların Yüeçilerin elinde tutsak oldu ğunu öğrendim." Sungur Bey bir anda ayağa kalktı, Doran ile birbirlerine baktılar: "Sen ne dersin? Börteçine Bey'imi nereden tanırsın, bu ha beri sana Kara Han mı verdi?" Kurtga Bey, üzgün bir yüz ifadesiyle başını sallayıp: "Evet, Kara Han söyledi fakat gözlerinde, onları kurtarma ya dair bir ışık göremedim. Oğuz Bey'im ve Börteçine Bey'im, itbaraklarlar ile karşılaştılar, o topraklarda ne olduğunu bil medikleri için hazırlıksız yakalanmışlar. Bine yakın toy alp, hayatını kara ormanda kaybetmiş, adamıza sığındılar ve bir süre obamızda misafir oldular. Kara Han ile aralarındaki sür tüşmeden ve gönderildikleri seferin, Komutan Ağan adın da birinin kumpası olduğundan haberim var. Siz, güvendiği adamların başında geliyorsunuz, bu yüzden size geldim." Doran, öfkeli bir hâlde: "İtbaraklar mı? Ağan adındaki yılan, sadece onlara değil komutanım Oktar'a da kumpas kurdu. Onu öldürmek için can atıyorum, o da Kara Han'ın yanında mıydı? Ortalıktan kaybol duğuna dair haberler aldık, geri dönmüş mü?" oldu, onu çok seviyordu ve ölümü onu derinden etkilemiş bir "Oğuz Bey'le, Komutan Oktar hakkında da sohbetlerimiz håldeydi. Börteçine ile obaya döndüklerinde, bu işin peşini as la bırakmayacaklarını ve katillerine gereken cezayı verecekle rine dair ant içtiler fakat Ötükene varamamışlar. Ağan obadadaki oğlu vardı." karanlık dünya değildi, çadırda sadece iki komutan ve hükümdarın Ildır adın Sungur Bey, komutanını ve Oğuz Beyi nasıl kurtaracakla rını düşünüyordu: "Anlaşılan, yapılan planlar göründüğünden daha derin, o canavarların birer efsane olduğunu sanıyordum fakat bun ca olay ve şahitten sonra tüm kalbimle inanıyorum. Kıyame ti getirecek ordunun hakkından gelebilmek için en iyi savaş çılardan kurulu, kalabalık bir birlik kurulması şarttır. Bunun için de, beylerimizi Yüeçi sarayından kurtarmalıyız, orası çok korunaklı ve oldukça yüksek surları olan bir saray. Zindan lar, uçuruma bakan tarafta ve çok sayıda gözcü var, daha ön ce orayı görmüştü kaçmak çok zor. İçeriden yardım alarak, beylerimizi çıkarabiliriz yolunu bulmalıyız." ya da zindanlara kadar sızmanın bir Doran: "Bey'im, Yüeçiler ve Hun Devleti bir barış anlaşması im zalamışlar, bu dostluk havasının kaynağı, muhtemelen bey lerimizin üzerinde yapılan bir pazarlıktan doğdu. Şu an için orada güvende gibi görünebilirler ama Yüeçi kralının ne yapa cağını kestiremeyiz!" Sungur Bey, itbaraklar hakkında merak ettiği her şeyi sor du, karanlık diyara giden insan toplulukları hakkında bilgi al dı. Kurtga Bey'i, obasında misafir etti ve geçmişte, ordusun daki yaralı savaşçıların adaya nasıl gidip aile kurduklarını öğrendi. Gökkurtlar, kalabalık ve güçlü bir birlikti fakat o sa raya girmek de o kadar kolay değildi. İçeri girmek için Kurtga Bey'i kullanmaya karar verdiler, daha önce onlarla birlik ol maya çalışan kardeşi gibi davranacaktı. Yüeçi kralına, biat et tiğini bildirerek saraya girip güvenini kazanmaya çalışacaktı. Böylece içlerine sızıp dostlarını kurtarabileceklerdi. KITANA, TAHT ODASINDA MASADA, çevrede keşif yapan tüm itbarakların getirdiği bilgiler ile diyardaki en küçük obalara kadar işaretlenmiş olan haritayı inceliyordu. Kapıda ki nöbetçilere Tyr'ı çağırmalarını emrettiği sırada Agenor ve Ağan, kapıdan içeri girdiler. Ağan, oldukça heyecanlı görünü yordu, Kitana gülümseyerek: "Komutan Ağan, bu gece istediğin güce kavuşacaksın, tabi ayinden canlı çıkabilirsen. Seninle beraber, yüz savaşçı daha tapınakta olacak, Ay'ın sihri, sadece beş insana güç verecek. Birini Agenor aldı, dört lütuftan birini kazanabilirsen, dün yaya yayılacak yeni neslin atalarından biri olursun. Karşında, seni durdurabilecek bir ordu da bulamazsın, dolunaya hazır misin?" "Biliyorum, o güç benim olmalı. Yüz değil, beş yüz savaşçı da olsa o armağan benim hakkım. Gece için hazırım, tek is teğim ertesi sabahı görebilmek ve sizinle dünyayı fethe çıkabilmek." karanlık dünya Kitana'nın Agenor ve Ağan ile olan konuşması, Tyr'in içeri girmesiyle kesildi. Agenor ve Ağan salondan dışarı çıktılar ve Kitana, Tyr'ı yanına çağırdı. Haritadan birkaç nokta gösterdi: "Buralarda kaç asker var Tyr? Savaş konusunda deneyim "Bunlar küçük birlikler kraliçem, isterseniz bir sürü gön derip ortadan kaldırabilirim." Kitana, gözlerini canavara dikip elini kaldırdı: "Artık saldırıları siz yapmayacaksınız. Emrimizde birçok insan var ve sadakatlerini kanlarıyla ödeme vakitleri geldi. Ortalıkta çok fazla görünmenizi istemiyorum, bizi bilmeden gelen her ordu, neyle karşılaştıklarını bile anlamadan, surları mızın önünde yok olup, gidecektir. Eğer çok fazla kişi tarafin dan bilinirseniz, baltanın peşine başkaları da düşer ve bu bizim için yeni sıkıntılar doğurur. Silah, iki gözcü tarafından devamlı takip ediliyor, gerekli olduğunda kolayca alabileceğiz. Göster diğim yerlere, bize biat eden topluluklardan, bin kişilik bir bir lik oluşturacağız, onları Agenor yönetecek. Bu küçük saldırı lar, onun komutanlık yeteneklerini görmem için iyi bir fırsat." Tyr, Agenor'dan nefret ediyordu, çünkü o, normal bir it baraktan daha kuvvetliydi ve istediği anda tekrar insana do nüşebiliyordu. Tyr, dağın en güçlü savaşçısıydı fakat Agenor. içindeki canavarı tamamen keşfeder ve kontrol etmeyi öğre nebilirlerse, ondan daha güçlü olabilirdi. Tyr ve Kitana, saldırılar hakkında konuştular ve son ka rarlarını aldılar. Bu geceki dolunaydan hemen sonra Agenor'a, bir birlik kurdurmayı kararlaştırdılar. Baskınlar yapılacak top rakların arasında Kurtga Bey ve halkının olduğu ada da var di. Bir süre daha bekleme kararı almış olsalardı, dolunay vakti Agenor ve adamları tarafından yok edileceklerdi. Gece bastığında tapınak, yine zincirlenmiş savaşçılar ile doluydu ve Ağan, sıranın en önünde bağlıydı. Kitana, onu ya kından izlemek istiyordu, yıllarca savaşlara girip galipmış ve en güçlü orduları yönetmiş olan bu komutana, neler olacağını merak ediyordu. Dolunayın olduğu vakitte ayinine başladı, ilkinde olduğu gibi yine ortalığı bir duman kapladı ve zemin, bedenlerde açılan büyük yarıklardan akan kanla kap landı. Hepsi yere düştüğü anda kraliçenin gözü, Ağan'ın üze rindeydi, Agenor da oradaydı ve sağ çıkabilecek adamı gör mek istiyordu. Tüm savaşçıların hareketsiz yattığı sırada arkalardan bir inleme sesi geldi fakat Ağan'da bir kıpırdama yoktu. Kitana, onun bedeninin ve ruhunun, bu muazzam gücü kaldıramadı ğını düşündü. Ölü bedenlerin arasından yürüyüp hareket et meye çalışan adamın yanına gitti. Acılar içinde kıvranan ve kemikleri kırılmaya başlayan bu kişi, Dima adındaki bir Rus komutandı. Kitana'nın dönüşümü islediği sırada Agenor'un sesi duyuldu, Ağan'ın da yaşadığını haber veriyordu. Dima'nın bedeni, değişimi tamlamak üzereydi, koca pen çelerini savuruyordu ve ağzında akan salyalar ile tehditkår hırlamalar çıkarıyordu. Ağan ise, dizlerinin üzerine çökmüş bir hålde bekliyordu. Kitana ne olduğunu anlamaya çalışıyor du, yanına yaklaştı ve eğilip suratına bakmak istedi ama bir anda Ağan ayağa kalkıp, hiç zorlanmadan dönüşmeye başladı. Ağan, diğerlerinden daha heybetli bir canavara dönüşüyor du. Gözleri alev kırmızısıydı ve sesi tüm itbaraklar ve kurtlar dan daha gürdü. Bedeni, siyah yerine bembeyaz tüylerle kap lıydı, Kitana, alfayı bu kadar çabuk bulabileceğini bilmiyordu. Agenor, efendisinin yanına gelip meraklı bir hålde: "Kraliçem, o neden farklı?" Kitana, Ağana hayran kalmış gözlerle bakıyordu: "O alfa Agenor, aranızdaki en güçlü olan ve size liderlik yapacak kişi. Dima ve sonra Dima, kafasını aşağı indirip yere çöktü, Ağan'ın liderli Ağan göz göze geldiler, tehditkår kükremelerden ğini kabul ettiğini gösteriyordu. Kitana, kurt kardeşliğini tamamlamaya çok yakındı. Onla rın komutanlığını yapacağı bir insan ordusu ile Tyr'in önderli ğindeki itbarak birliğinin karşısında kimse duramazdı. Bunla ni düşünen Kitana, hayallerindeki cihan fethini kazanacağına emin gözlerle bakıyordu. OTÜKEN'DE AGER HATUN, Kara Han'ı tahtı Ildır'a bırakması konusunda ikna etmeye çalışıyordu, Kara Han başlarda bu fikre soğuk baksa da, son olaylardan sonra halkın kendine karşı duyduğu güveni tamamen yitirmesi ve orduda çatlak seslerin yükselmesi, böyle bir devire sıcak bakmasına neden oluyordu. En yakın destekçisi Ağan kayıptı ve savaşçıla rin her zaman saygı duyup sözünü dinlediği Komutan Oktar, artık hayatta değildi. Oğuz ve Börteçine'nin, Yüeçilerin elin de olması ve kurtarılmak yerine, barış anlaşması imzalanması ahalinin arasında, Gökkurtlar'ın gelip tahta oturacağı söylen tisinin yayılmasına neden oluyordu. Kara Han, durumu idare etmeye çalışsa da, tek hamlesin de ordudan, Oktar'ın intikamını almak isteyen bir grubun ayaklanacağını, Oğuz ve Börteçine yandaşlarının güçlü bir topluluk oluşturacağını biliyordu. Ildır, acımasız ve hırsla rı yüzünden koca bir birliği yok etme kararı alabilecek kadar acımasızdı. Ager Hatun, Kara Han'ın devleti arka plandan yönetmesini öneriyordu, göz önünde Ildır olursa, herkesin yeni hükümdar karşısında susacağını söylüyordu. Kara Han, Ildır'ı çadırına çağırttı, kafasının içindeki şüphe ler hålen devam ediyordu, kararını tam anlamıyla veremiyordu ama fazla seçeneği de yoktu. İktidar hırsıyla yanıp tutuşan Ildır, Özge Hatun ile son kez konuşup, babasının çadırına girdi. Kara Han, oğluna oturmasını söyledi ve konuşmaya başladı: "Bak oğul, devletin son durumu, hiç de iyi değil. Ayaklan ma söylentileri aldı başını yürüdü. Kuzeydeki saldırılar, ko mutanlarımızı kaybetmemiz ve en son Yüeçilerin esir aldığı Oğuz ve Börteçine, orduda da büyük huzursuzluk yarattı. Sen, güçlü bir kağan olabilecek delikanlısın, Çin'in İmparatoru Kao Ti, bizim birbirimize düşmemizi kolluyor. İlk fırsatta saldırıp hepimizi ortadan kaldırmak isteyecektir, bu yüzden parçalan malar başlamadan insanları susturacak bir hamle yapmamız gerekiyor. Annenle de devamlı görüştüm ve bir karara vardım, tahta çıkacaksın Ildır! Ahaliye, artık yaşlandığımı söyleyece ğim, hükümdarlığımı sana teslim edeceğim. Sefer ya da yol culuğa çıktığım zamanlardaki gibi yerime geçeceksin fakat bu sefer tüm kararlar, iki dudağının arasından çıkacak tek sözle bitecek, buna hazır mısın Ildır?" Ildır'ın hayalini kurduğu an, sonunda gerçek oluyordu. Ka ra Han, kendine kağanlık teklif ediyordu, artık en güçlü ola bilirdi. Ildır, mutluluktan parlayan gözleriyle, olduğu yerden heyecanlı bir şekilde doğrulup: "Hazırım baba, çatlak seslerin hepsi bir bıçak gibi kesile cek. Orduda ikilik çıkaranlar her kimse, tümünü ortadan kal dıracağım. Sen arkamda olduğun sürece, devletimiz eski hu zurlu günlerine geri dönecek!" Kara Han, henüz çok genç olan oğlunu süzdü, hevesliydi fakat onun, hükümdarlık yapabilecek olgunlukta olmadığının farkındaydı. Karısının, devleti arka plandan yöneteceğine dair sözlerine inandığı için böyle bir hükme karar veriyordu. "Sana inanıyorum Ildır, Yüeçiler ile olan görüşmelerine çok dikkat etmelisin. Unutma, Oğuz ve Börteçine ellerinde, bu durumu olabildiğince aleyhimize kullanmak isteyecekler dir. Yarın hazır ol, ahaliye haber verilecek ve büyük bir tören le, tahtı sana teslim edeceğim. Yeminini iyi ezberle ve halkına ne kadar güçlü bir kağan olduğunu gösteren bir konuşma ha zırla." "Emredersin baba, yüzünü asla kara çıkarmayacağım.” Ildır, neredeyse mutluluktan uçacaktı, çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu. Hızla annesinin çadırına doğru gitti ve Ager Hatun ile kazandıkları zaferi, birbirlerine sarılıp sevinç ten ağlayarak kutladılar. Ildır'ın, hayatını değiştiren bu hükmü haber vereceği bir kişi daha vardı. Ager Hatun'un otağından çıkıp, Özge Hatun'un yanına gitti. Aşktan gözleri kör olmuş genç Ildır, Kitana'nın ölüm meleğinin avucunun içindeydi. Özge Hatun, efendisinin emrettiği gibi devletin en tepesine yükselmek üzereydi. Tüm gece, Ildır ve yandaşları kutlamalar yaptılar, Ağan ta rafındaki alpler de, Ildır'a bağlılıklarını bildirdiler. Ertesi gün, büyük bir kalabalık meydanda bekliyordu. Kara Han, tahtını etkileyici bir konuşma ile oğluna teslim etti. Ildır, kılıcını çı karıp havaya kaldırdı ve her şeyi, devleti için yapacağına da ir yemin etti. Etraftaki tüm obalara, kasabalara ve devletlere, tahtın yeni sahibini tanıtan bir haber gönderildi. Ildir, hepsine barışçıl düşüncelerini ve iyi dileklerini gönderdi. Ildır tahta oturdu ama yapması gereken işler vardı, bun ların başında, Özge Hatun ile evlenmek geliyordu. Bu duru ma karşı çıkan annesiyle son bir kez konuşmalıydı, akşam saatlerinde Ager Hatun'un yanına gidip onu ikna etmeyi planlıyordu. Kara Han ise, hükümdarlığını devrettikten sonra çadırın da inzivaya çekildi, Alpleri, gün içerisinde yanına gelip son haberleri veriyordu. Ildır, her konuda yine Kara Han'ın fikrini alıyordu. Özge Hatun ise, Ildır ile evlenme planlarını şansa bırakmamak için Ager Hatun'u öldürmeyi düşünüyordu, Il dir tahtın sahibiydi ve artık, annesinin yaşamasının bir önemi yoktu. Özge Hatun çadırından çıkıp, adamlarından ikisini yanı na aldı ve Ager Hatun'un çadırına doğru yürümeye başladı. Hava kararmak üzereydi, hedefine doğru ilerlediği sırada sa vaşçılarına, içeri girdiğinde, dışarıdaki nöbetçileri sessizce öl dürmelerini emretti. Etrafta çok insan vardı bu yüzden, Ager Hatun'un muhafızlarına, hanımlarının çağırdığını söyleyip iş lerini içeride bitirmelerini istedi. Ager Hatun'u koruyan dört alp vardı, Özge Hatun muha fızlara yaklaşıp hanımlarıyla görüşmek istediğini söyledi. Yi ğitlerden biri, eliyle içeriyi gösterdi ve Özge Hatun, gülümse yerek içeri girdi. Üzeri aranmıyordu; çünkü o, yeni Kağan'ın karısı olacak hatundu ve uzun zamandır obadaydı, daha ön ce de defalarca Kara Han'ın çadırına girdiği için güvenilen bir kadındı. İçeri giren Özge Hatun, Ager Hatun'un şüpheci bakışları ile karşılaştı. Yavaş adımlar ile Ildır'ın annesinin yanına gel di ve gülümsedi. Meraklı gözlerle bakan Ager Hatun, oğluy la evlenebilmek için konuşmaya geldiğini düşünüyordu. Öz ge Hatun, elbisesinin kolundan bir hançer çıkardı ve aniden Ager Hatun'un kalbine soktu. Ager Hatun, ne olduğunu bi le anlayamadan, kanlar içinde ayı postunun üzerine düşürdü. Özge Hatun, ses çıkmamasına özellikle dikkat ediyordu, ayak larının dibindeki Ager Hatun'un ağzını kapattı ve can vermek üzere olan kadının suratına şeytani bir gülümseme atti. Ager Hatun, gözlerini otağının tepesine dikip son nefesini verdi ve Özge Hatun, zaman kaybetmeden çadırın arka tara finda bir yarık açtı. Dışarıdaki adamlarının, kapıdaki nöbetçi leri içeri sokup öldürmelerini bekliyordu. Ager Hatun'un kal bine soktuğu hançeri çıkarıp, saldırmak için bir köşeye sindi. Dört alp, hanımlarına bakmak için içeri girdiğinde, Özge Ha tun'un iki ölüm taciri de arkalarından geldi. Özge Hatun'un adamları, en arkada gelen iki muhafızın boğazlarını kesitler. Öndeki iki alp, saldırıya geçeceği anda, Özge Hatun gizlendiği yerden fırladı ve hançerini, yiğitlerden birinin ensesine soktu. Tek kalan savaşçı silahını kaldırıp Öz ge Hatun'a indireceği anda ölüm tacirleri kılıçlarını karnına soktu. Dizlerinin üzerine çöken nöbetçi, son çare bağırmak istedi fakat Özge Hatun, onu yere itti ve üzerine çıkıp ağzını kapattı. Nöbetçilerin ve Ager Hatun'un işini bitirdiği için mutluy du. Sıra diğer planına geldiğinde, ölen alplerin ellerine, kılıç larını geri tutuşturdular, böylece çarpışarak uçmağa vardıkları görüntüsü verdiler. Ager Hatun'un kalbine, elindeki hançeri tekrar sokup kendi adamlarından birinin bıçağını, kendi ba cağına soktu. Bağırmamak için elbisesini ağzına aldı, kendini yaraladıktan sonra savaşçılarına, arkadan hemen kaçıp gitme lerini, üzerlerine çeki düzen verip, obada hiçbir şey olmamış gibi dolaşmalarını emretti. Adamları çadırdan çıkıp uzaklaştıklarına emin olduğu an da, yardım için bağırmaya başladı. Kan kaybediyordu ve bir an önce birilerinin gelmesi gerekiyordu, çok geçmeden on alp içeri girdi. Yerde yatan nöbetçileri ve Ager Hatun'u gördüler, Özge Hatun, yarık yeri gösterip, kaçtıkları tarafı gösterdi. Ara larından beşi, etrafa seslenerek koşmaya başladılar, gürültüyü duyan herkes gibi Ildır ve komutanlar da, kısa bir süre sonra geldiler. İçeride, annesinin cansız bedenini gören Ildır, bem beyaz kesildi. Özge Hatun'a baktı ve yaralı olduğunu görünce hemen götürüp tedavi etmelerini emretti. Özge Hatun, çadırdan çıkarılırken Ildır'ın, annesinin ba şında gözyaşı döktüğünü gördü. İki adamı, emrettiği gibi olayı sonradan öğrenmiş gibi yaparak koşarak geldiler. Hanımlarını alıp Şaman Hatun'un yanına götürdüler.Ildır, çıldırmış bir hâlde etrafa bağırıyordu, annesini nasıl koruyamadıklarına anlam vermeye çalışıyordu. Yerde cansız yatan Ager Hatun'a son kez sarılıp açık olan gözlerini kapatti, büyük bir tören yaptıktan sonra toprağa verdi. Annesinin acısı içini kavuruyordu, hızla Özge Hatun'un yanına gitti. İçeri gir diğinde, Kara Han yıkılmış bir durumda içeride oturuyordu, Özge Hatun'a yaklaşıp elini tuttu. "Annemi öldüren, yiğitlerimize kıyan, yetişmeseler seni de öldürecek olan bu katiller kim, yüzlerini görebildin mi?" Özge Hatun, bunun cevabını öncede düşündüğü için ceva bi hazırdı. Amacı, Oğuz ve Börteçine'nin kurtulma ihtimalini tamamen ortadan kaldırmaktı: "Gördüm, kim olduklarını da biliyorum. Ager Hatun, kal bine o bıçak darbesini almadan önce sadece tek kelime edebil di." Kara Han, kaşlarını çatmış bir hâlde ayağa kalktı: "Söylesene be kadın, ne dedi?" "Söyleyebildiği tek şey; Yüeçiler." Kara Han, Ager Hatun'a büyük bir aşkla bağlıydı. Ona duy duğu tarifsiz duygular, tahtını ve saygınlığını kaybettirecek kadar derindi. Ildır, annesi için tüm diyarı yakabilecek deli likte bir gençti, titreyerek ayağa kalktı ve arkasını dönüp ba basını baktı: "Ellerinde kimleri tuttukları umurumda değil baba! O top rakları, kendi kanlarıyla sulayacağım!" Kara Han, hiçbir şey söylemeden, oğlunun sözlerini başıy la onayladi. Ildır, dışarı fırlayıp adamlarından birini çağırdı ve büyük bir ordu hazırlamasını emretti. Habercilere, otağına gelmelerini söyleyip yazdığı notu Yüeçi kralına götürmeleri ni ve huzurunda sesli okumalarını hükmetti. Sözleri oldukça açıktı ve şöyle yazıyordu: "Ben, Hun Devleti'nin Kağan'ı Ildır Han! Obama gelip, an nemin ve yiğitlerimin kanına girdiniz! Barış şartları bozulmuştur, elinizde kimin olduğu umurumda bile değil! Seni ve askerlerini, sarayının önünde geberene kadar bir köpek gibi tekmeleyeceğim, leşlerinizle de vahşi domuzlara ziyafet çeke ceğim!" Bu sözler, Oğuz ve Börteçine'nin katline ferman demekti. Ildır, savaş konusunda bilgisiz ve taktik bilmeyen biriydi. Ordu, Ildır'ın iyi bir komutan olmadığını hatta iyi bir olmadığının farkındaydı fakat yeni kağanlarının peşinden, istemeseler de Yüeçilere saldıracaklardı. savaşçı bile O gece, Selcan Hatun'un sancıları tuttu. Ay Hatun ve ebe kadınların yardımıyla, Selcan Hatun üç oğlan doğurdu fakat kendisi uçmağa vardı. Bebelerini kucağına alıp emziremeden gözlerini sonsuzluğa kapattı. Ölümünden Kara Han sorum lu tutuluyordu. Oğuz'u kurtarmaması, tam tersine ölüme terk etmesi, Selcan Hatun'un daha da kötüye gitmesine neden olmuştu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD