6. BÖLÜM

3003 Words
Etrafta çoksayıda küçük, ateşten kuyular, tam ortalarında ise oldukça ge niş olanı vardı. Aradıkları kişinin nerede olduğunu merak et tikleri sırada, kapı birden arkalarından kapandı. Ak Şaman, ablasına kendisini göstermesini istedi. Taman, ateşlerin işığının vurmadığı noktaların birinden beliriverdi ve gruba doğru yürümeye başladı. Orta yaşlarda, uzun boylu, saçları oldukça kısa ve yüzünün belirgin hatlarına garip şekiller çizilmiş bir kadındı. Koyu mavi uzun elbisesi ile gelenlerin tam karşısında durup, yılan gibi bakan çakır gözle rini Oğuz'a dikti. Topluluğa rehberlik eden, aynı kandan oldu ğu kişiye hiç bakmadan: "Neden geldin kardeşim? Yoksa beni mi merak ettin?" Dalga geçer bir tonla gülmeye başladı. Göknur Hatun ise kızgın bir ses tonuyla cevap verdi: "Aramızdaki bağ, iblislerle konuşmaya başladığında bit ti. Ne yazık ki yanlış tarafı seçtin ve gün geçtikçe, üzerindeki etkilerinin arttığını görüyorum. Lanetli topraklarında, on iki rahibimi kaybettim, hayattalar mi bilmiyorum. Şu kendini be ğenmiş tavrını bir an önce bırak ve beni dinle, buraya önemli bir meseleyi konuşmak için geldim, tüm cihanı ilgilendiren bir tehdit söz konusu, üstelik birbirimize destek olmamız ge rekecek kadar büyük boyutlarda. İkimizin arasındaki sürtüş meyi bir kenara bırakmamız gerekiyor bu durumda..." Taman'ın yüzü bir anda ciddilești, karşısında duran insan ları bu kadar çok korkutan şeyin ne olduğunu merak etti. Yil lardır haber alamadığı kişi, ondan bir şey istiyordu, bu duru mun tadını çıkarmalıydı ve tekrar, tüm kibriyle söze girdi: "Kulaklarıma inanamıyorum, kötülüğün düşmanı ve ışığın temsilcisi "Büyük Dini Lider, benden medet umar hâle gelmiş. Kim olduğumu unuttun herhålde, düşmanından yardım iste mek ancak sen gibi bir aptalın aklına gelir zaten! Söylesene, kalbini umutsuzluk ve tedirginlikle kaplayıp, onca yolu aşıp, ayağıma kadar gelmene sebep olan şey nedir?" Asasını yere vuran Ak Şaman, sesini yükselterek Kara Şaman'ın dibine kadar girdi: "Gücümü sakın küçümseme, seni o cehenneme daha ön ce gönderebilirdim yapmadım. Bu, seni o çukurlara göndere meyeceğim anlamına gelmez. Sabrimin sınırlarını zorlama ve tüm dikkatini bana ver. İtbarakların uyandığını düşünüyo rum, kana bulanan Ay ve sonra gelen rüyalardan sonra kesin gözüyle bakıyorum. Bu yiğidin adı Oğuz! Hülyalarında, o ca navarlardan birini ve büyücüyü görüyor. Her gece, defalarca aynı şeyleri yaşıyor, kurtarıcı seçilen kişi bu genç fakat onların yerini bilmiyoruz." Taman'ın bakışları, iki savaşçının üzerindeydi. Kaşlarını çatarak, daha da ciddileşen ses tonuyla cevap verdi: "Eğer bu söylediklerini yaşıyorsa, gelecekte büyük bir yı kım olacak demektir. Onları, Dünya üzerinde durdu ilecek bir ordu olduğunu da zannetmiyorum. Böyle bir uyanışı, ateşe hizmet eden ruhlardan duydum, mührü çözeni bulmamı isti yorsunuz fakat karşısına çıktığınızda, zafere ulaşabileceğiniz bir birliğiniz bile yok. Savaş meydanında, insanlardan kurulu bir topluluk olmayacak. Attığınız oklar, savurduğunuz kılıçlar etlerini kesse de, göz açıp kapayıncaya kadar iyileşecekler. On ları öldürmenin tek yolu Ay Baltası'dır. Yeryüzünün, çıkarılan ilk saf gümüşünden yapılmış bir savaş silahıdır. Yaratıklara vurduğunuzda, yaralarının kapanmadığı ve ruhlarını, dönüş türülmüş bedenlerden ayırabilen tek kutsal şey. Daha önce is mini duydun mu delikanlı?" Oğuz, bahsettiği her şeyi uykularında gördüğünü ve bildi ğini fakat nerede olduğunu bilmediğini söyle Kara Şaman, umutsuzca başını sallayarak kardeşinin suratına baktı: "Onu kimin sakladığını bile bilmiyorsunuz ama Karanlık Dünya Lideri'ni bulmamı istiyorsun. Kaybetmeye mahkûm sunuz, size baktığımda gördüğüm tek şey, acı içinde can ver miş bedenleriniz!" Taman, kitana'nın nerede olduğunu biliyordu, uyandırdığı üç asıl vampirle, dağı devamlı izliyordu. Yıkımı engelleyecek olan emanetin yerinden haberi olmayan savaşçıyı oraya gön dermesi, kolay galibiyet kazanacak itbarakların, çekindikleri kişiyi erken alt etmenin verdiği güvenle, büyük fetih için karar alacağını düşünüyordu. Ak Şaman, silahın yerini söylemesini istedi, onu bulurlarsa büyük bir ordu kurabileceklerini de sözlerine ekledi. Kara Şaman, her zaman olduğu gibi yine kendi çıkarlarını düşünerek, konuşmaya başladı: "Ateşin ruhlarıyla konuşup, baltanın ve yaşadıkları toprak ların yerini size söylerim ama karşılığını ödersiniz!" Göknur Hatun, şaşkın gözlerle ablasına bakıyordu. Böy le bir durumda bile çıkarını düşünmesi, ona garip geliyordu. Taman, büyük kuyunun yanına gidip aşağı baktı ve sözlerine devam etti: "İstediğim şey, galibiyet alacağına inanan bu küçük grup için çok da zor değil. Madem, hepsini öldüreceksiniz, Karan lık Kitap ve Güneş Taşı'nı bana getirin!" Ak Şaman, öfkelenmiş bir hâlde: "Sen delirmiş olmalısın, onları sana getireceğimizi de ne reden çıkardın? Bunun imkânsız olduğunu biliyorsun. Bir kı yameti engelleyip, diğerini ellerimizle diriltmemizi mi istiyor sun?" Kalenin efendisi içten içe gülüyordu. Asılları tekrar uyan dırmıştı, istedikleri ile Azazel'in koltuğuna oturup, vampirler den kurulu bir orduyla cihanı ele geçirmekti. Büyülerin tama mini ve doğaüstü her varlığın nerede olduğunu öğrenmeliydi, bunun için de kitaba ihtiyacı vardı. Ödenebilecek, normal bir karşılıktan bahsedermiş gibi söze girdi: "Yanlış düşünüyorsun, Kan Emenler yok olalı, binlerce yıl oldu. Itbaraklar, o türden kimseyi sağ bırakmadı, tek isteğim o taşın gücü!"Ak Şaman, gözlerini kısmış, karşısındaki sinsi kadının ne. yin peşinde olduğunu çözmeye çalışıyordu. O sırada aklına bir fikir geldi: "Istediklerini getiririz ama benim de bir şartım var. Kanin dan, bana küçük bir şişe vermelisin ki, bir aptallık yaptığında seni durdurabileyim!" Taman, Kral Faragus zamanından kalma gizli yazıtlarda, mutlak gücün büyüsünü, etki altına aldığı başka birine yaptı rabileceğini biliyordu. Belli ki, kardeşinin bundan haberi yok tu. Anlaştıklarını söyleyip, büyük kuyunun yanına gitti. Ay Baltası'nın yerini öğreneceğini söyleyip, ellerini havaya kaldır di ve anlamını bilmedikleri sözler haykırmaya başladı. Büyük delik, bir anda parladı ve salonun tavanına doğru ateşler yük selmeye başladı. Tamtuk diyarı ile iletişime geçmiş, göz be bekleri kaybolmuştu. Dizlerinin üstüne çöktü, ileri geri titre yerek sallanıyordu. Bir süre sonra alevler kayboldu ve Kara Şaman, derin bir nefes alıp ayağa kalktı. 'Kutsal Silah'ın yerini bulduğunu söyleyip, anlatmaya devam etti: "Aradığınız şeyi, Çin'in kuzeyindeki Ejder Tapınağı'nda ya şayan Başrahip Liang koruyor. Yeminli Ordu'nun yaşadığı Kı lıç Kale'nin, mahzenlerinden birinde saklı tutuluyor." Börteçine, ismini hiç duymadığı bu yerin nerede olduğunu sordu. Kadın, orayı bilmediğini, söylediği adamı buldukların da rüyalarını anlatmalarını, istediklerini ancak ondan alabile ceklerini söyledi. Göknur Hatun, elindeki asayı yere vurarak, kardeşine doğru yürüdü. Ona güvenmiyordu, bu yüzden her şeyi garantiye almak istiyordu. Sert sesle; "Kanını ver, anlaşmaya sadık kal!" dedi. Taman gülümseyerek; "Daha gizli emaneti bile almamış ken, bu acele neden?" dedi. Ak Şaman'ın isteği kesindi ve almadan gitmeyecekti: "O orduyu yenebileceğimizi biliyorsun, şimdi ya da sonra, ne fark eder? Tabii korktuğun bir şeyler yoksa..."  Taman, 'Büyük Savaş' hakkında çok şey biliyordu. Planları ni da buna göre yapmıştı. Kendinden emin bakışlarıyla son larını getirecek bir maceraya atıldıklarını düşündüğü gruba baktı ve konuşamaya başladı: "Yanılıyorsun, Eski Dünya'da da tüm krallar birleştiğin de. Kan Emenleri yenebileceklerini zannediyorlardı ama ba şaramadılar. Yaptıkları büyük fetihler ile nam salmış kahra manları, kusursuz yetiştirilmiş askerleri, gölgelerde can bulan cehennemin pençeleri ve silahları karşısında paramparça ol dular, son çare olarak, hep hor görüp dışladıkları büyücüler den yardım istediler. Şimdi sen bana insanoğlunun yenemedi ği düşmanı, kısa zamanda yeryüzünden temizleyen o birliği, bozguna uğratacağını söylüyorsun! Kaç adamla, hangi devlet lerle? Elinde kutsal bir taş ya da silah bile yok, ülkelerinin ne rede olduğunu bile bilmiyorsun. İtbaraklar, güçlerini toplaya na kadar büyük bir saldırı yapmayacaktır, önünde böyle bir fırsat varken, sakın acele etme. Aradığınız şeyi bulduğunuzda, size yaşadıkları yeri söylerim. O zaman istediğin kadar kanı mı, şişelerine doldurabilirsin!" Ak Şaman'a duydukları mantıklı geliyordu, ondan nefret etse de, düşünceleri doğruydu. Anlaşmayı sağlamışlardı, ge riye dönüp salondan ayrılmak için yürümeye başladı. İki dost ile göz göze gelip dışarı çıktı. Herkesi, kadının arkasından iler lediği sırada, Taman'ın haykırışı duyuldu: "Oğuz, Kurtarıcı olabilirsin ama unutmaman gereken en önemli şey; her seçilmişin ölüme herkesten daha yakın olduğu gerçeğidir! Ucunda, can vermek için yalvaracağın daha kötü sonuçlarla karşılaşabilirsin!" Oğuz, heybetli vücuduyla geriye dönüp, kızıla çalan ela gözlerini kadına dikti. Tok sesinde, alay eder bir tavır vardı. Gülümseyerek: "Ardımda, kılıç ve kalkanlarıyla saf tutanlar, zafer için de ğil, kalplerini dolduran inanç ve damarlarında akan kanın asaletine duydukları saygıyla savaşırlar! Sen bunları düşünme, Iblisin yuvasını öğren, gerisini biz hallederiz!" Taman'ın duyduğu sözler, beyninde deprem etkisi yarat mıştı. Gerçekten, kıyameti engelleyebilir miydi? Bunu, za manla öğrenecekti ama şimdilik, kurduğu oyunu düşünmeliy di. İçinde su olan bir tas alıp, avuç içini kesti. Gözlerini kapatıp asıllar ile iletişime geçti, onlara oldukları yerden ayrılmalarını ve hemen geri dönmelerini söyledi. Eğer, tüm yaptığı planlar yolunda giderse, ele geçireceği Güneş Taşı, Karanlık Kitap ve Ay Baltasi'yla vampirlere ve itbaraklara hükmeden bir krali çe olacaktı. İçindeki hırs, bir yangin gibi tüm bedenini sardı, avuçlarını sıkıp dünyanın önünde acılar içinde diz çöktüğünü ve itaat ettiğini hayal etti. Ne Roma, ne Hun, ne Pers, ne de Çin! Hepsi biat etmek zorunda kalacaklardı. KITANA, HİZMETKÅRLARINA iksiri içirdiği zamandan bu K yana oldukça heyecanlıydı, dört gün olmuştu ve sonu cu görmek için can atıyordu. Güneş doğmak üzereydi, dağın en alt katmanına indi. Yanında her zamanki gibi Tyr vardı, nöbetçilere kayaları çekmelerini ve girişi açmalarını emretti. Adamları, büyük taş parçalarını iterek açtılar fakat içeriden hiçbir ses gelmiyordu. Zifiri karanlıktaki sessizliğin bozul masını beklediler fakat hiçbir şey duymadılar. Kraliçe'nin içe ri doğru yürüdüğü sırada, birden ayak sesleri duyuldu ve he men duvardaki meşaleyi alıp ateşini içeri doğru üfledi. Güneş Taşı'nı elinde tuttuğu için alevlere hükmedebiliyordu. Duvar lardan yılan gibi süzülerek tavana kadar dolanan aydınlık, gir dikleri yeri net görmelerini sağlamıştı. Zavallıların, kapatıldıkları sırada ağızlarından boşalan si yah kan, zemini oldukça yapışkan bir hâle getirmişti. Alanın tam ortasında, çıplak oturan üç kadın gördüler. Biri bu zor lu değişimi atlatamamıştı. Cesedi duvarın dibindeydi ve kemikleri, etlerinden ayrılmış, tanınmayacak bir hâldeydi. Yaşa yanların arkaları dönüktü, ayağa kalkmaları için gelen emirle beraber oldukları yerden hareket etmeye başladılar ve efendi lerine doğru döndüler. Saçları kızıl ve bellerine kadar uzundu. tenleri Güneş'te parıldayan kumlar gibi göz alıcıydı, üzerleri küçük pırlantalar ile bezenmiş gibiydi. En dikkat çeken nok taları, ateş kırmızısı büyük gözleriydi, uzun ve belirgin hatları olan yüzleri vardı. Küçük bıçaklar gibi sivri tırnakları ve güçlü bedenleri ile oldukça tehlikeli görünüyorlardı. Dağin Efendisi, istediğini başarmıştı, Cehennemin Kızla ri'ni dünyaya getirmişti. Önünde diz çöken, yeni hizmetkårla rına bakıp konuşmaya başladı: "Ben Kitana, sizin ve Karanlık Ülke'nin sahibiyim! Bana ölünceye kadar hizmet edeceksiniz, emrimde fetihler yapıp, gücümü en uçlara taşıyacaksınız!" Hepsi, liderlerine kendilerini tanıtıp, sonsuz sadakatleri ni belirttiler. İsimleri Kali, Naamah ve Hathor'du. Aralarında, üçlünün liderliğini yapan Kali, bir adım ileri çıkıp konuşmaya başladı: "Kraliçem, bu imparatorluğun yükselişi için en ön safta çarpışacağız. Tüm cihanda itbarakların doğuşu, nesillerdir bekleniyor. Eğer izniniz olursa, bütün destekçilerimize, sizin emrinize girmeleri için haber götürebiliriz. Zaman alsa da, kullanabileceğiniz binlerce kişiden oluşan bir insan ordusu kurabilirsiniz." Kitana: "Mecliste, bu topluluklardan bahsedilmişti, kehaneti bek leyen binlerin olduğunu biliyorum fakat benim istediğim sa dece asker değil! Dağın önünde, Kara Orman'ın bulunduğu yerde oldukça büyük ve gösterişli bir şehir kurmalıyım, sadık halkımın yaşadığı bir yer. Gücümüzün zirvesine vardığımızda şehirlerimizle, zenginliğimizle ve dünyanın en güçlü birliğiyle, birçok devlet bize katılmak isteyecek. Bu sayede parmağımızı bile kıpırdatmadan, saf değiştirenler ile yeterli sayıya ulaşırız. Size vereceğim emirleri sonra konuşacağız. Yukarıda sizlere göre elbiseler ve zırhlar hazırlatılacak, isteğinize göre silahlar dövülecek. Hazır olduğunuzda bana bildirin, bize itaat eden leri toplamadan önce, sizin için çok daha önemli görevlerim var. Şimdilik dinlenin kızlarım, çok zor dört gün atlattınız!" Karanlık Dünya ne kadar güçleniyorsa, insanlık o kadar zayıflıyordu. Kendi aralarındaki bitmek bilmeyen savaş, kıya meti getirecek olan ulusun, bilinmeyen topraklarda güçlen meye başladığı gerçeğini bilenlerin bile, bu durumu göz ardı etmelerine neden oluyordu. Kitana, kendi türünün hiçbir za man Kral Faragus zamanındaki gibi bir araya gelemeyeceğini biliyordu, bu yüzden karanlığı tek yumruk hâline getirip, par çalanmış düşmanlarına bir kerede, en büyük darbeyi vurmak istiyordu. Geçmişte Azazel'in yaptığı hataya düşmek istemi yordu, vampirlerin gücüne fazla güvenmiş, karşısındakileri küçük ve zayıf görmüştü. Ataları, dokuz kız kardeşin büyük heykelleriyle çevrili, ol dukça büyük ve büyüleyici bir şehir inşa edip, cihanı bura dan yönetmek istiyordu. Geçmişin intikamını, acı çektirerek ve ömür boyu korku içinde itaat ettirerek alacaktı. ÖTÜKEN'DE, GERGİN BİR HAVA HÅKİMDİ, herkesin aklın ÖT, uz ve Börteine'nin nerede olduğu ve son yaşanan olayları öğrenen Hükümdar'ın, onlar hakkında ne karar vere ceği merak ediliyordu. Ildır ise her zamankinden daha emin ve mutluydu. Onun üzerinde taşıdığı bu zafer havasını izle yen Oktar, güvendiği ve hedefleri bir olan diğer komutanlar la, kendi çadırında buluşma kararı aldı. Dört yol arkadaşı, iki savaşçı döndüğünde ne yapmaları gerektiğine karar vermek ve son yaşananlardan sonra ileriye yönelik hamlelerini değiş tirmeleri gerekiyordu. Ağan, kozunu büyük oynamıştı, yaptı ğı planın ne olduğunu bilmiyorlardı ama Kara Han'ın gergin bekleyişi, oğlunun tahtı garantiye almış hâlleri, kopacak olan firtinanın ne kadar büyük olacağını gösteriyordu. Yeni hayatına alışmaya çalışan Turşkan, kendi yaşıtı arka daşlar edinmiş ve Ay Hatun tarafından çok sevilmişti, hatta ona bir gün, eğer cesaretini hiçbir zaman kaybetmezse, oğlu gibi büyük bir savaşçı olabileceğini söylemişti. İki asker tarafindan, kılıç kullanmayı öğreniyordu, diğer çocuklarla bera ber at üzerinde ok kullanmayı ve dövüşmeyi öğreniyordu. Eğitimler zor ve bazen acı verici olabiliyordu ama hedefi için her şeye katlanmaya kararlıydı. Boş zamanlarında hayvanlara bakıyor ve emredilen her işe koşturuyordu. Kara Han'ı sevme se de, her gün ne yaptığı hakkında ona bilgi veriyor ve oba sına olan saldırıyı anlatmak zorunda kalıyordu. Yolda, yavaş adımlar ile yürüdüğü sırada kendine doğru hızla gelen Oktar'ı gördü, onu çok seviyordu. Yolculuk sırasında, çok iyi davran mış ve tedirginliğini üzerinden atması için içini rahatlatan ko nuşmalar yapmış, güven hissini tekrar hatırlayabilmesini sağ lamıştı. Koşarak komutanın yanına gitti ve gülümseyerek, “Oktar ağam" diye seslendi. Kendine tüm şirinliği ile bakan çocuğun başını okşayan savaşçı: "Nasılsın, burada mutlu musun?" Heyecanla cevap verdi: "Büyük bir alp olacağım yerdeyim, daha ne isterim ki? Ben de sizin gibi kılıcımla düşmanlarıma korku salacağım. At üs tünde ok atmaya bile başladım, hedeflerin hepsini vuramıyo rum ama ileride çok daha iyi olacağım!" Oktar, kendine bu kadar güvenen ve içinde başarma azmi olan Turşkan'a bakıp: "Aferin sana küçük yiğit, her şeyi hakkıyla öğren ki, büyü düğünde herkesin sevdiği ve saydığı bir savaşçı ol." Çocuktan cevap gecikmedi: "Oğuz Bey ya da Gökkurtlar'ın Lideri Börteçine gibi mi?" Komutan, düşünceli bir şekilde kafasını salladı, sonra Turşkan'ın gözlerine bakıp, ciddileşen yüzüyle: "Onlar gibi olabilmenin yolu; iyi silah kullanmanın yanı sıra, adaletli davranmandan, ruhundaki iyilikle birleşmiş ve Gök Tanrı'ya olan bağlılığından geçer! Bunu sakın unutma, tamam mı?" Turşkan kafasıyla onayladı ve gülümsedi. Oktar, halkın arasında yürümeye devam etti, çadırına az bir mesafe kalmıştı ki, bir anda Ağan'ı karşısında buldu. Eli kılıcında, emin adım lar ile yaklaşıp, yaralı suratında yer alan sahta tebessümle: "Bugün biraz düşünceli gibisin, onca zamandır beraber at süreriz, derdini anlatmak istersen dinlerim." Oktar, kendisiyle dalga geçer vaziyette konuşulmasına da yanamıyordu: "Beni bu kadar düşündüğünü bilmiyordum, seni bir anda yoluma çıkaran şey nedir?" Ağan, sinirlenmeye başlayan ve yıllardır nefret ettiği ada ma, umursamaz bir tavırla konuşmaya devam etti: "Bir sebebi yok, savaşta yan yana cenk ettiğim adamın, ha tırını sormak istedim, hata mı ettim?" Bir an önce çadira gidip dört dostuyla görüşmeliydi fakat baş düşmanı, onun tepesini attırıp zaman kaybetmesine ne den oluyordu. Bu konuşmayı hemen sonlandırması gerekiyor du, sert bir şekilde: "Bana bak, ne halt karıştırdığını henüz bilmiyorum ama karşıma neden çıktığını açıkça söyle, vaktimi harcama!" Ağan, kaşlarını çatmış şekilde, Oktar'ın üzerine geldi. Diş lerini sıkarak, tehditkår bir ses tonuyla: "Benimle konuşurken, söylediklerine dikkat et, karşına se ni uyarmak için çıktim. Tehlikeli bir yoldasın, neyin peşinde olduğunuzu biliyorum! Oğuz ve Börteçine'ye de söyle, tahmin ettiğim şeyi yapmaya kalkarsanız, sonunuz acılar içinde can vermek olur!" Oktar'ın, sinirden kan beynine sıçramıştı. İki komutan bu run burunaydı: "Ne yaptığımız seni hiç ilgilendirmez eğer bir daha benle böyle konuşursan, Çinlilerle yaptığımız savaştaki kadar şanslı olmazsın! İz kalacak ve çirkin yüzü taşıyacak, kellen bile olamaz!" Ağan, tüm kiniyle son cümlesini söyledi: "Bundan sonra ölüm, senin için kaçınılmaz bir gerçek! Ayağını denk almazsan, çocuklarının suratını göreceğin gün ler sayılıdır, bilesin!" Ağan, arkasını dönüp hızla ters yöne doğru yürüdü. Oktar, yaptıkları planın aralarından sızdığı kuşkusuna kapıldı, yoksa durduk yere, bu kadar açık tehdit etmezdi. Muhakkak bildiği bir şeyler vardı ve onları engelleyecekti. Geç kaldığı görüşme yerine doğru koşar adımlarla ilerlemeye başladı, komutanları davet ettiği yere girerken görmüş olabilir mi, diye telaşlandı. Hızla çadıra girdi ve gördüğü manzara karşısında, bir anda şok oldu. Oğuz'u başa geçirme planları yaptığı dört arkadaşının, boğazları kesilmişti, kanlar içinde yerde yatıyorlardı. Az önce, onu yolundan çeviren ve vakit kaybetmesine neden olan düş manı, yaptıkları planı bir şekilde öğrenmişti ve yol arkadaşları na bir saldırı düzenlemişti. Bir süre öylece donakaldı, bir anda kendine gelip, koşmaya başladı. Ağan, bir tüccarın yanında di kilmiş sohbet ediyordu, tam arkasını ona doğru döndüğünde, tüm gücüyle yaralı suratına yumruk attı. Aniden gelen darbe nin etkisiyle, tezgâhın üzerine yıkılıp yere düştü. Arkadaşla rının ölümü, Oktar'ı çılgına çevirmişti fakat saldırdığı adam, diyara ismini duyurmuş, iyi bir savaşçıydı. Yerden kalkıp, ça bucak toparlandı ve kılıcını çekti. İki komutan, birbirlerinin etrafında dönmeye başladılar, kavgayı gören iki tarafın askerleri de olay yerine koşmaya baş ladı. Halk, korku içinde pazar yerinden kaçışmaya başladı. Birbirlerine duydukları nefretin verdiği hirsla, pusatlarını tüm güçleriyle birbirlerine savurmaya başladılar. Yüzlerce cengâ ver de bir anda birbirine girdi. Çarpışmanın haberi, obada dalga dalga yayılıyordu ve daha kalabalik insan grupları, des tekledikleri tarafın yanında yer almak için koşuyordu. Bu kı vılcım büyürse, Oğuz yandaşlarının da katılımıyla, tahtı salla maya giden bir harekete dönüşebilirdi. Kara Han'in adamları, durumu arz ettiklerinde, yanındaki korumalarını da alıp atına atladı ve tarafların birbirine girdiği yere doğru sürmeye baş ladı. Eğer araya girmezse ve bu kapışma bir ölümle sonuçla nırsa, ardında kendini yutacak büyük bir dalganın geleceğini biliyordu. Oktar, bacağından oldukça derin bir yara almıştı, Ağan'ın ise göğsünde sıyrıklar ve kolunda, çok derin olmayan bir ke sik vardı. İki taraftan da ölen çok sayıda asker vardı, etraftan gelenler ile iyice kan gölüne dönecek olan pazar yerine, Hakan ve askerleri geldi. Yanındaki koruması, boynuzdan borazanı çaldı. Herkes bir anda durdu, iki savaşçı da yorulmuş ve kan kaybetmeye başlamışlardı. Kara Han, yerde yatan çok sayıda ki cesede baktı ve atından inip yumruklarını sıkarak, öfkeyle bağırdı: "Ne yaptığınızı zannedersiniz, başıboş köpekler gibi birbi rinize girmek de nedir? Siz bu devletin en önemli iki komuta nisınız, beni hiçe sayıp, obamın ortasında askerlerinizle nasil cenk edersiniz?" Ağan, nefes nefese kalmış bir hâlde söze girmek istedi ama Kağan buna izin vermedi: "Yaralarınızı sardırın ve derhâl çadırıma gelin, ölen canla rin hesabını vereceksiniz!" Komutanlar, başları önde oldukları yerde kaldılar. Hakan, arkasını dönüp atına bindiği sırada son kez hiddetle etrafı süz dü ve askerleriyle çadırına doğru gitti. Taraflar, kendi birlik lerindeki erlerin cansız bedenlerini kaldırmaya başlamışlardı. Ağan ve Oktar, yanlarına gelen en yakın cenk arkadaşlarının yardımıyla, yaralarını sardırmak için hareket etmeye başladı lar. Oktar, yürümekte zorlanıyordu, Ağan ise göğsünden kü çük bir kesik almıştı fakat kolundaki kesikten oldukça fazla kan kaybetmişti. Aksayarak yürüyen Oktar, öfkeyle parlayan gözlerini Ağan'a dikip:"Bugün şanslıydın Ağan ama yarınların kısa olacak! Kur nazlıklarla dolu o kelleni kopardığımda, atların arkasına bağ layacağım başsız bedenini, tüm diyarda dolaştıracağım. Bir mezarın bile olmayacak, hak ettiğin gibi domuzların açlığını giderecek bir leşten fazlası olmayacaksın!"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD