HERKES HER ŞEYİ BİLİYOR

5000 Words
Nerede kalmıştık? Komşu Kadın, Zehra ve Buse Hatem ile beraber yola koyulmuştu. Kızlar 13 numaradan önce arka koltuklara yerleştikleri için Komşu Kadın, Hatem'in yanında oturuyordu. Yol boyunca mahalle hakkında konuştular. Bu sırada Komşu Kadın sessizce oturdu. Tam ağzından bir cümle çıkacak gibi oluyor, sonra susuyordu. Her şeyin farkında olan Hatem o gün üstüne gitmedi. Daha sonraki günlerde yeterince ısrarcı olacaktı. Hatem ve Komşu Kadın birbirlerini gördükleri andan itibaren değişik zıt bir çekimin içine girmişlerdi. Biri yeterince ilgisiz görünmeye çalışıyor, diğeri de dikkatini o kişiden almaya çalışıyordu. Bütün bu çabaya rağmen birkaç kere gizlice göz göze geldiler. Kısa aralıklarla. Birbirlerini merak etmeye başlayan bu iki insanın hikayesi bakalım nasıl olacaktı? Mahalleye girip apartmanın önüne geldiğimiz anda bir an önce emniyet kemerini açıp kapının dışına çıkmaya çalıştım. Aksilik bu ya bir şey yapmaya çalışırken yapamadığımız zamanlar vardır. Ben de işte tam şu an beceriksizce davranıyordum. Hatem, fark edip mesafesini koruyarak oradan çıkmama yardım etti. Utancım iki katına çıkmıştı. Uzun zaman sonra yanaklarımda bir sıcaklık hissettim. Gereksiz bir etki alanının içindeydim ve kendimi o alandan uzaklaştırmam gerekiyordu. Kızlara dönüp; "Ben çok yorgunum, gidip dinleneceğim. Sonra görüşürüz." dedim. Onların sonraki cümlelerini dinlemeden hızla içeri girip merdivenlerden çıkmaya başladım. Ne yapacaklarını merak etmiyordum. Tabi canım eve girer girmez pencereye koşup oradalar mı diye bakan kişi de ben değildim. Dışardan toplu insan sesleri duyunca kapıya doğru yaklaştım. Yan dairemin kapısı açılmıştı. Ayak seslerini takip ederek salondaki duvara kadar geldim. Tamam kabul ediyorum ne konuşuyorlar, ne yaptılar merak ediyordum. Bir anda sesler kesildi. Kendimi bulduğum duruma güldüm. Derin bir nefes alıp koltuğuma oturdum. Oğuz'un da dediği gibi çalışmaya başlamalıydım. Oğuz'un mailime yolladığı mektuplar ve fotoğraflar birikmişti. Artık gerçekten başlamam gerekiyordu. Bugün yorucu bir gün olmuştu. Biraz dinlenip sonra başlayacağım diye kendimi kandırdım. Gözlerim yavaşça kapanıyordu. Bir koyun.. iki koyun... Yan daireden gelen seslerle uyandım. Ayak sesleri. Matkaplar, çekiçler. Uyanmak istemiyordum. Sesler durmadan artarak, kalabalıklaşarak devam ediyordu. Kapı zilini duydum. Açmak istemiyordum. Uyumak istiyordum. Biraz daha dinlenmeliydim. Israrla çalmaya devam etti. Artık susması için kapıyı açmam gerektiğini çoktan öğrenmiştim ama neyin inatçılığını yaşıyordum. Yarım yamalak açtığım gözlerimle kapıyı açtım. Göz hizamda kimse yoktu. Bacağımdan çekiştirildiğim için kafamı aşağıya düşürdüm. Özgür; "Ya uyuyor musun hala, hadi annem kahvaltıya çağırıyor." Bu çocuk gittikçe sinir bozucu oluyordu. "Görmüyor musun uyuyorum hala" Özgür bir adım uzaklaşıp ters ters bana baktı. "Bitti mi?" diye söylenerek kapıyı kapattım. Kapıyı kapatmamla Hatem'in sesini duymam bir oldu. "Özgür" Sesi duyduğum gibi uyanıp kapıya yapıştım sanırım. Özgür, her zamanki karizmasıyla; "Kahvaltıya seni de çağırmamı söyledi annem" dedi. Hatem, hadi bakalım o zaman deyip Özgür'ün peşine takıldı. Tam beş dakika. O dakikadan itibaren beş dakikada hazır oldum. Yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım, kıyafetlerimi değiştim. Saçlarımı taradım. Kapıyı açıp 15. daireye doğru yöneldiğimde Buse içeriye giriyordu. Özgür beni görünce kapıyı Buse'nin ardından kapattı. Derin bir nefes alıp sakinleştim. Zile bastım, içerden Zehra'nın sesi geliyordu. "Özgürr, annecim hadi kapıyı aç" Eyvah eyvah, yandık. Özgür beş karış suratıyla kapıyı açtı. Olabildiğince sempatik görünmeye çalışarak gülümsedim. Yüzündeki ifadeyi değiştirmeden. Tam içeriye adım atacakken, kapıyı yüzüme kapattı. Sinir bozucu çocuk. Bir süre donup kapıyla burun buruna gelmemi saymazsak bir anda kapının açılmasıyla Hatem ile burun buruna geldik. Kendimi toparlayıp geriye çekildim. O da benimle aynı anda geriye çekilmişti. İçeriye geçtiğimde Özgür'ün yüzündeki memnuniyetsiz ifadeye aynı yüzle karşılık verdim. O orada öyle kalmadı tabi; "Sen hani uyuyordun" Ağzından çıkan her kelime beni bozmak adına planlıydı. Zehra imdadıma yetişti. "Ne uyuması canım bu saatte, sen yanlış anlamışsındır." dedi. Hatem'in gülümseyerek bana şöyle bir baktığını hissettim. Zehra yine döktürmüştü. Yaptığı her şey güzel oluyordu kadının. Herkes keyifle yemek yerken ben ufak ufak bir şeyler kemiriyordum. Zehra tabağımı önümden alıp, doldurdu. "Ne bu tabaktaki desenleri mi yiyorsun" O sırada karşımda oturan Hatem ile göz göze geldik. Gözlerimdeki stresi kısa bir anlığına yakalamış olmalı. Tabağım dolup önüme geldi. Zehra'ya yiyemem ben bunu bakışı attım. Zehra'da "yiyebildiğin kadarını ye bari" dedi. O an kafamdan çok şey geçti. Annem. Babam. Kardeşim. Zehra da Buse de ailem olmuştu. Bazen annem, bazen kardeşim, bazen ablam. Boğazıma bir düğüm oturdu Zehra'nın o son bakışında. Özgür, evin reisi olarak masanın başına oturmuştu. Oturduğu yerden her şey net görünüyordu. Hatem'in Komşu Kadın'a bakışı. Komşu Kadın'ın gözlerinin doluşu, Buse'nin tabağını birkaç kere doldurup yiyişi, Özgür her şeyin farkında olan bir çocuktu. Sadece işine geldiği gibi davranıyordu. Komşu Kadın'a seslendi; "13. numaradaki teyze" Komşu Kadın ile beraber masada oturan herkes Özgür'e baktı. "Elmalı kurabiye yapacak mısın yakında?" Zehra; "oğlum ben sana yaparım, niye teyzene soruyorsun." Özgür bilmiş tavrıyla annesine baktı; "Herkes her şeyi çok güzel yapamıyor. Komşu teyzenin kurabiyesi seninkinden birazcık daha iyiydi. Dodi bana hep elmalı dondurma veriyor ben de ona elmalı kurabiye götürmek istiyorum." dedi. Masadaki herkes Özgür'ün bu iltifatını gülümseyerek karşıladı. Annesi çocuğunu "seni sıpa" diyerek sevdi. Komşu Kadın'ın yüzünü güldürmek, gönlünü almak aslında bu kadar kolaydı işte. Özgür 13.numaradaki teyzesinin bakışında üzüntünün yerini sevincin aldığını gördü. Sahiden Komşu Kadın'ın bildiği gibiydi. Özgür'ün yaptığı her hareket, söylediği her söz planlıydı. Özgür, benim kurabiyelerimin daha iyi olduğunu söylediğinde mutlu hissettim. Hatem, Özgür'e "Bana da getirir misin o kurabiyelerden" diye sordu. Bu soruyu hiç sormamış olmayı umacak cevabı alacağını o masada oturan herkes biliyordu. Birbirimize bakıp gülümsedik. Zehra çocuğunun cevabını ağzından alıp; "Tabi getirir Hatem abisi" dedi. Hatem o sırada tam o sırada aklından bir kaç kere geçirdiği ama sormakta emin olmadığı soruyu sordu. "Peki, niye birbirinize daire numaralarınızla sesleniyorsunuz?" Bir an lokmam boğazıma takıldı. Zehra'dan bir anne sözü "helal helal." Buse su uzattı. Sonra gülmeye başladık. Bunun sonu yoktu. Birimiz gülmeye başlayınca diğerimiz kahkaha atıyordu. Diğerimiz kahkaha atınca hepimiz ona eşlik ediyorduk" Sahi, neden bana ismimi sormuyorlardı? Çünkü hazır olmamı bekliyorlardı. Hayatta karşılaştığım onca insan içinde bu iki birbirinden ve benden farklı kadın benim şansımdı. Hatem olduğu yerde kalmış bizi izlerken istemsiz bize eşlik etmişti. Müsaademizi isteyerek evden çıktı. Zehra bana gülerek yaklaşıyordu. "Hayır Zehra." Kafasını sallamaya devam etti. "Gerçekten hayır." Hatem'in karşımda oturduğu sandalyeye geçip gözlerime baktı. "Nerede görsem tanırım," Konuşmasına ilgisiz davransam da devam etsin istiyordum. Ne hissetmişti? "Hem yakışıklı, hem zengin, sarışın mavi gözlü karizmatik adam, gözlerin bayram eder." Buse kıkırdamaya başlamıştı. Zehra devam etti;" Komik de biri, gülmeyen yüzünü güldürür." Masadan kalktım. "Ben gidip elmalı kurabiye yapayım" dedim. Kaçmak için geçerli bir bahanem vardı. Arkamda gülüşen bu iki kadını bırakıp evden çıktım. Yüzümde anlamsız bir gülümseme vardı. Parmaklarımın ucuna baka baka yürürken bir gövdeye çarptım. Kafamı kaldırdığımda yine o. Bir adım uzaklaştım. Bir adım uzaklaştı. Özgür de ardımdan evden çıkmıştı. İkimizin ortasına gelip durdu. Bir Hatem'e baktı bir bana , kendimi suç üstü yakalanmış gibi hissediyordum. Ellerimi önümde birleştirdim. "Birbirinize çok yakın duruyorsunuz." Bu sinsi çocuk, her defasında beni utandırmak zorundaydı sanki. Bir adım daha geriledim. "Bu dalgınlıkla kurabiyeleri yakmazsın umarım" derken ayaklarımı işaret etti. Bir ayağımda bir terlik bir ayağımda başka bir terlik öylece çıkmışım. Hayır bir de parmaklarımın ucuna baka baka yürüyordum. Parmaklarımın ucunda ne görüyorsam, gözlerimi ayaklarımdan çekip Hatem'e baktım. Kahkaha atmamak için kendini tutuyordu. Koşar adım eve girdim. Arkamdan bakarken güldüğünü duyabiliyordum. Teşekkürler Tanrı'm bir kere daha utandırdın. Kafamdaki dalgın düşünceleri ancak kafamı sallarsam dağıtabilirdim. Elimi yüzümü yıkayıp saçlarımı topladım. Çok beğenilen elmalı kurabiyemi yapmaya başlamıştım. Bendeki de şans ya ilk yaptığım kurabiyenin içine şeker atmayı unutmuştum. İkinci kere yaptığımda ise her şey kusursuzca tamdı. Sırada başından ayrılmadan beklemek vardı. Gözlerimi bile kırpmıyordum. Kapı çalmaya başladı. Birazdan açacağım birazdan. Çalmaya devam ediyor. Özgür her zaman çok dakikti. Ona söylenen saatte orada oluyordu. Kapıyı açana kadar başından ayrılmıyordu. Koşarak kapıyı açtım. "Gel dedin, geldik kapıyı açmıyorsun" gıcık gıcık konuşmaya devam edecekti belli. "Sana cevap yetiştirecek vaktim yok şu an" dedim. "Hani nerde kurabiyeler?" Kurabiyeler! Eyvah kurabiyeler! Koşarak içeriye girdim. Fırını açtım. Hayır. Fazlasıyla kızarmış kurabiyeleri fırından çıkardım. Tezgahın üstüne koydum. Özgür içeriye girdi. Hayal kırıklığıydı. Ona güzel kurabiyeler yapmak istemiştim. Bar taburesini çekip oturdu. Derin bir nefes aldı. Bir kurabiyelere bir bana baktı. Biraz soğuyan kurabiyelerden birini önüne çekip yemeye başladı. "Bu çok yanmamış" dedi. O sıra yüreğimde tuhaf bir his oluştu. Heyecanlanıp hemen bir bardak süt koydum. Yanına oturup az yanmış kurabiyelerden birini yemeye başladım. Özgür'ün hiç şikayet etmeden beni kırmamak için kurabiyeyi tırtıklaması beni duygulandırmıştı. "Bir sonrakinde daha iyi yapacağım" dedim. "Biliyorum" deyip yemeye devam etti. Bu küçük çocuğun bana yaşattığı şaşkınlıklar, öğrettiği duyguların büyüklüğüne hayret ediyordum. Masadan kalktı. Süt içtiği bardağını bulaşık makinesine yerleştirdi. Ellerine sağlık, diyerek evden çıktı. Çok yanmamış kurabiyeyi yemeye çalışırken gözlerimden bir yaş düştü. Bir yaş daha... ... Yan dairedeki tadilat günler sürmüştü. Evi baştan yapıyorlar galiba diye düşünmeden edemiyordum. Bu sırada Hatem bir var üç yoktu. Levent bir kere Zehra'nın davası için buraya gelmişti. Davayı almak Zehra'nın elindeki imkanlarla zor görünüyordu ama imkansız değildi. Öyle olmadığını umuyorduk. Bir gün Özgür'ün babası yine geldi. Bu sefer yanındaki kadınla. Daha oğluyla tanışmayan babası eşini tanıştırmak istemiş. O gün ben de Buse de Zehra'nın yanındaydık. Zehra dimdik duruyordu karşılarında. Eve davet etmedi. Kapısının önünden ikisini de kovdu. "Ben senden hiçbir şey istemedim. Senden babalık yapmanı istemedim, senden bir kuruş istemedim, ben senden hiçbir şey istemedim. Ben sana haber verdim. Sen ben yokum dedin. Yok olmaya devam et. Benim oğlumun babası benim. Annesi de benim. Benim oğlum senin hiçbir şeyin. Şimdi eşini de al git buradan." Apartmanın içi henüz sakinken Hatem mahalleye girdi. Dodi'nin dondurma tezgahının önünde bekleyen Özgür'ü gördü. Arabasını yana çekip, Özgür'e doğru yürüdü. "Ooo Özgür kaptan, Elmalı dondurma mı o?" Özgür, Dodi'nin yanındaki sandalyeye oturmuş keyifle dondurmasını yiyordu. Kafasını salladığı sırada Dodi Özgür'e dönüp "Arkadaşın mı" diye sordu. Özgür kafasını evet anlamında sallarken Dodi çoktan ayağa kalkmıştı; "Söylesene söylesene ona da dondurma koyayım süütlü varr, kivi var, karpuz bile var. Sen limon seversin limon" Hatem cevap veremeden iki top atılmıştı külaha. Hatem'e dondurmayı uzatan Dodi gururla; "parasız benim dondurmalarım" diye hatırlattı. Hatem o hatırlatmadan sonra elini cebine atmadı. Özgür'ün yanına çömeldi. Üçü birlikte orada otururken önlerinden siyah bir araba geçti. Üçü birlikte araba ortalardan kaybolana kadar gidişini izledi. Özgür bir anda; "seni 13.numaradaki teyzeye bakarken gördüm" dedi. Hatem, Özgür'e dönüp; "Ne zaman gördün?" diye sordu. "Geçen gün teyzem merdivenlerden inerken arkasından baktın." Hatem, Özgür'ün kafasını okşayarak gülümsedi. Biraz düşündü. Sonra aklına defalarca gelen soruyu sordu; "13.dairedeki teyzenin adını biliyor musun?" Özgür, biraz düşündü. Sonra kafasını salladı. Hatem, düşünceli bir şekilde kafasını salladı. Aklından onlarca şey geçmesine rağmen başka bir soru sormadı. Birlikte arabaya binip apartmana geldiler. İçeri girmez bağrışlarla karşılaştılar. Merdivenlerden çıktıkça bağrışların içindeki cümleler gün yüzüne çıkıyordu, Hatem tam köşeyi dönecekken Özgür elini tuttu. Zehra tam da şu cümleyi kuruyordu "Benim oğlumun babası benim, annesi de benim. Benim oğlum senin hiçbir şeyin..." Hatem, Özgür'e baktı. Bu küçük çocuğun ne düşündüğünü merak ediyordu. Konuşma bitince Özgür önden yürüdü. Hatem arkasından... Özgür o sırada Hatem ile birlikte köşede göründü. Özgür, hızla herkesi geçip annesine sarıldı; "Anne kim bunlar, seni bu insanlar mı ağlattı?" Biraz endişeli, biraz kızgın evin erkeği Özgür annesinin elini tuttu. Zehra oğlunun hizasına çömeldi. Özgür annesinin göz yaşına parmağını dokundurdu. Parmağına baktı. Şimdi bilmiş bir cevap hazırlığında olduğunu hepimiz biliyorduk; "Anne, hani gözyaşlarımız da çok kıymetliydi ve sadece değer verdiğimiz insanlar için akardı. Bu insanlar bizim için değerli değil ki, neden ağlıyorsun. Ben her zaman senin yanındayım ve seni asla ağlatmayacağımı söylemiştim" O an anladık ki Özgür bu adamın babası olduğunu biliyor. O adam ve eşi orayı terk ederken hepimiz aynı şeyi hissediyorduk. Özgür bize dönüp baş parmağını kaldırdı; "Nasıldım, oscarlık değil mi?" Bu çocuk nereden buluyor bu lafları, diye düşünürken bile gülümsemeye devam ediyorduk. Gülümseme anının kısa bir anında Hatem ile göz göze geldik. Gülümsememi yüzümden çektim. Dudaklarımı hizasına getirdim. Kafamı çevirdim. Çevirdiğim yerde beni izleyen Buse ile göz göze geldim. Göz kırpışındaki ifadeyi görebiliyordum. Kafamı nereye çevirsem birileri beni görüyordu. Görünmemek için yok olmalıydım. "Ben artık eve geçeyim" deyip oradan uzaklaştım. Kapımın kapısını olabildiğine yavaş açtım. O gece Hatem'in tamamen yerleştiği geceydi. Uzun bir aradan sonra keman sesi duyuldu. Hepimiz bu apartmanda yaşayan her birimiz aynı şeyi düşünüyorduk. Olduğumuz yerden kalktık. Kendi halimizde dans etmeye başladık. Bu gece diğerlerinden farklı çalıyordu. Ah Berrak, mutluluğun da mutsuzluğun kadar şiddetli, diye düşündüm. O gece o apartmanda yaşayan herkes aynı şeyi hissediyordu. Kazanma duygusu, umutlanmak, yeniden başlamak. Her bir dairenin ışığı farklıydı. Kimisi sarı, kimisi beyaz, kimisi kırmızı. Müzik durdu artık uyku vaktiydi. Komşu kadın, perdelerini açmak için pencereye yöneldi. O adamı gördü. Şapkalı adamı. Uzun zaman ortalarda görünmeyen bu adam yine direkt ve sadece ona bakıyordu. Onun gölgesinin olduğu yere. Onun penceresine. Sonra adamın içeriye yöneldiğini gördü. Komşu Kadın panikledi. Pencerelerin her birini sıkı sıkı kitledi. Sonra hızla evden çıktı. Zehra'nın evinden ses gelmiyordu. Doğru ya o gece teyzesini ziyarete gidecekti. Aşağıdan yukarıya doğru gelen ayak seslerini duymaya başlamıştı. Hatem'in ziline bastı. Bir kere , İki kere, Üç kere, artık sesler çok yakındı. Dördüncü çalışında Hatem kapıyı açtı. İçeriye girip Hatem'e sıkı sıkı sarıldı. Kapı sessizce kapanmıştı. Komşu Kadın korkudan titriyordu. Sakinleşene kadar orada öylece Hatem'e sarılmaya devam etti. Hatem sessizce; "İyi misin?" diye sordu. Komşu Kadın onu susturdu. Kapıya yaklaşıp ayak seslerini dinledi. İçeriye geçip pencereden dışarıya baktı. Onu göremedi. Panikle evin içinde yürümeye başladı. Hatem'e bakıp; " Biri vardı. Şapkalı bir adam. Bir kere gördüm. Benim pencereme bakıyordu. Bu gece de. Bu gece de yine perdeleri açmak için pencereye yöneldim. Sonra bana baktığını gördüm. Korktum. Bütün pencereleri sıkıca kapattım. İçeriye girdi. Ayak seslerini duyunca çok korktum. Çok korktum. Çok korkuyorum." Sessizce gözlerinden yaş döktü. Yüksek sesle ağlamaya bile cesaret edemiyordu. Hatem yanına yaklaşıp; "Sakin ol, korkma, ben buradayım. Yanında. " Hatem polisi arayıp gelip bakmalarını söyledi. Polisler geldi. Etrafa bakındı ve gittiler. Bu kadar. Şimdilik araştırma yapacaklardı. O gece 13.numara Hatem'in evinde kaldı. Evin bütün ışıkları sonuna kadar açıktı. Komşu kadın gözlerini kapatana kadar Hatem onun yanında kaldı. Onu izlerken onun yüzüne uzaktan dokunurken Komşu Kadın'ın yanına kıvrılıverdi. Dün gece korkunç bir kabus görmüştüm. Gözlerimi açtığımda bembeyaz bir odaya uyanmıştım ve karşımda onun yüzü vardı. Yüzüne uzaktan dokundum. Hala rüya görüyorum diye düşünüyordum. Her kabusun sonunda güzel olan bir rüya mutlaka vardı diye düşünüyordum. Gözlerimi tekrar kapattım, sonra tekrar açtım, birkaç kere tekrar ettim bunu. Rüya değildi. Gerçekti. Kalkmalı mıydım yoksa kalkmasını mı beklemeliydim. Yüzüne odaklandım. Minik burnu, kaşları, uzun sarı kirpikleri, Pembe dudakları parmaklarımı yüzünün üstünde gezdirdim. Onun yüzünü tanıdım. Kirpiklerinin bir anda hareketlenişi uyanmak üzere olduğunun işaretiydi. O gözlerini açmadan ben gözlerimi kapadım. Hala yanımda mıydı, o da beni izliyor olabilir miydi, güzel görünüyor muydum, bütün bu soruların içinde bir anda yere düşen bir cisim sesiyle irkilip gözlerimi açtım. Oh, kalkmış diye düşünüp şöyle bir gerinirken kapının girişinde durmuş "Uyandın galiba" demez mi, dedi valla. Sessizce "uyandım" dedim. "Kahvaltı hazırlıyorum hadi gel " gülümsemesiyle karşılaşınca elim ayağım karışıyordu. Yataktan kalkıp yanına gittim. Büyük bir ciddiyetle kahvaltı hazırlarken "Rahat uyudun mu?" diye sordu. "Uzun zamandır bu kadar uyuyamamıştım" diye cevap verdim. Sonra yanlış anlamasından çekinerek "bir süredir uyku problemi yaşıyorum da koyun falan sayıyordum normalde. Dün gece çobanlığa çıkmadım anlayacağın" Önüme koyduğu tabağın hepsini yedim. Tereyağında omlet ve avakado sevdiğim ikili. Bu sırada Hatem'in beni dikkatle izlediğini fark ettim. "Ne bakıyorsun" bu ters soruma dülerek yanıt verdi "Seninle daha önce karşılaştık mı? Mesela iki yıl önce, bilemedin üç? " Ona bakmadan direkt; "İmkanı yok dedim." İmkanı yoktu. Bu ülkede bile değildim. İmkanı yoktu, tabi o benim olduğum ülkede değilse. O sırada kapı çaldı. Zehra tedirgin bir şekilde beni kucakladı. "İyi misin? Hadi topla eşyalarını bizde kalalım birkaç gün" Zehra her zamanki gibi abartıyordu. Minnettardım ama abartılacak bir şey yoktu. " Herkes evinde kalıyor, polis zaten kapıda bekliyor, gelirken görmedin mi?" Cevabımdan tatmin olmamıştı. O sırada dikkatle eve baktı; "Evi aldın her halde" dedi gülerek. Hemen yan dairemdeki evime gitmeden, ilk defa girmiş olduğum bu eve şöyle bir baktım Zehra bunu söyleyince . Gerçekten evi yeniden yapmışlardı. Bütün alanlar değişmişti, bu ev sanki diğer dairelerden farklı bu apartmanın çok dışında bir yer gibiydi. Hatem'e dün gece için teşekkür ettim. "Eğer yine korkarsan.." Eğer yine korkarsam kapını çalacaktım, o çalmamı istiyordu. Kafamı sallayarak evden çıktık. Zehra, hala endişeli görünüyordu. Eve girmeden; "Emin misin" diye sordu. Evet, deyip içeri girdim. O sabahın akşamında Zehra kapımı yine çaldı. "Özgür birkaç saat seninle kalabilir mi? Ufak bir işim var halledip geleceğim" dedi. Özgür, cevap vermemi beklemeden içeri geçti. Beni yalnız bırakmak istemediklerini anlıyordum. Ben, bilgisayar başında yazı yazarken Özgür'ün arada bana baktığını hissediyordum. Ona baktığımda da gözlerini kaçırıyordu. En sonunda yanıma gelip bana doğrudan baktı. Sandalyemde ona doğru döndüm. "Evet dinliyorum, nedir karın ağrın?" Karnına dokundu. Sonra tekrar bana baktı. "Hatem abi adını merak ediyor..." Bunu söylerken suçlu ve endişeli hissediyordu. Kısacık bir an düşündüm. İsmim neydi? Kim olduğumun ne önemi vardı? Belki tekrar içime hatta dışıma kapanmam gerekiyordu. Zehra, gecenin ilerleyen saatlerinde geldi. Nereden geldiğini, ne işi olduğunu sormadım. Özgür'ü kucaklayıp çıktı. Arkasından seslendim; "Zehra." Bana baktı. "Ben bir süre yalnız kalmak istiyorum." Önce yüzü düştü sonraki zoraki gülümsedi. Kafasını salladı. Beni anlamış olduğunu umdum. Evin içinde dönüp duruyordum. Neden adımı sormuştu, neden beni merak etmişti? O geceden sonra son zamanlarda yaşanılan her şeyi defalarca düşünmüştüm. Sanki kendi dünyamdan kaçtığım bir yerde başkasının dünyasını yaşamaya başlamıştım. Her şeyden herkesten uzaklaşmak isterken bir anda kendimi herkesin ve her şeyin içinde bulmuştum. Şimdi en başından başlamam gerekiyordu. İplerimi sağlam tutmamam benim hatamdı. Bu insanların samimiyeti karşısında dirençli davranmalıydım. Hiç tanımadığım insanlar için endişelenmemeliydim. Zarar görmelerinden korktuğum an kaybetmiştim. İlk geldiğimde nasıl yalnızsam bir anda yine öyle kendimleydim. Günün hangi saatinde olduğumu bilmiyordum. Polisler apartmanımızın önünü terk etmişti. Gece de gündüz de bütün perdelerini sonuna kadar çektiğim evimde yaşama dair hiçbir iz yoktu. Olabildiğine sessiz, olabildiğine ışıksız. Kapım günlerce çalmadı. Haftalarca çalmadı. . İçten içe özlediğimi düşündüğüm her an kendime başka bir iş buldum. Biraz daha sabredersem kendiliğinden geçip gidecekti. İşlerimi ancak odaklanabilmiştim, kendimi teselli edebileceğim bir sürü yalan vardı. Yine bir akşam uzun akşamlardan sonra gecenin en sevdiğimiz kısmı geldi. Keman sesi ilk önce odayı kapladı. Sonra başka bir odayı, sonra bütün apartmanı, mahalleyi, semti, şehri, ülkeyi, dünyayı, evreni. Ancak yüreğini sonuna kadar açıp dinlersen anlayabiliyordun. Pencereye yaklaştım. Biraz çekinerek ufak bir aralıktan dışarıya baktım. O ufacık aralığın hizasında aynı şapkalı adam. Benim pencereme bakıyordu. Zehra, Komşu Kadın'ın çevresinde olan herkese. "Onu bir süre yalnız bırakın." dedi. Bu durumdan hoşnut olmasalar da bu durumu anlamış, kabullenmişlerdi. Hatem, haftalardır Komşu Kadın'ı görmüyordu. Bir gece, Buse'nin kemanı eline alıp çalmaya başladığı gecelerden biriydi. Pencereye yaklaştı, yaklaştığı an uzaktan yan daireye bakan adamı gördü. Bahsedilen şapkalı adamı. Polis gelene kadar adam çoktan gitmişti. Hatem, sinirle perdeyi çekti. Komşu kadın sakince oturdu. Geçmiş... Mehlika Sultan namı diğer komşu kadın. Geçmişi anlatmaya başlar; Liseyi Fransız Kolejinde okumuş üniversite de Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü tercih etmiştim. Ailem özel bir üniversitede kapasiteme göre bir bölüm okumamı söylese de Türkiye'nin en iyi okulu olduğunu düşündüğüm Boğaziçi Üniversitesi için tercihlerimi yapmıştım. Üstelik ailemin ne kadar modern olsalar da neden okuduğumu asla anlayamayacakları bir bölümdeydim. Özellikle annem bu konuda beni şaşırtıyordu o da gençliğinde moda okumak istemiş dedem tarafından bu isteği reddedilmişti. Annem aile işlerinin içinde olmak için dedemin isteğiyle İşletme okumuştu. Her şey ailesinin istediği gibi görünse de babamla evliliği sonrasında bile ilgi alanından hiç uzaklaşmamış güncel olan her şeyi takip etmiş önemli anlarda önemli yerlerde önemli kişilerle bir arada olup bu alandaki birçok kişiyle bağlantı kurmuştu. Zamanla bu işi yönetmeye başlamıştı. Babamın babası büyükbabam ortaklığıyla bir şirket kurmuş bu alanda en iyilerinin çalıştığı bir moda dergisi çıkarmayı başarmıştı. İsteklerime karşı daha anlayışlı olması gerektiğini düşünüyordum. Oysa benim isteklerime karşı çok netti. Her konusu açıldığında aynı şeyi söylüyordu. "Dedenin sözünü dinlediğim için şu an bu konumdayım." Sonrasında da bunu bir hobi gibi düşünmemi bir yıllık eğitimden sonra başka bir bölüme geçmemi söyleseler de üniversitede başladığım bölümü başarıyla bitirdim. Zamanla ailem de bu konuyu bir daha gündeme getirmedi. Üniversitenin ikinci yılında Paris de ki bir eğitim programına gitmek istemiştim. Annem, önce Paris yerine başka bir yerde daha kısa süreli bir program araştıralım demiş, birkaç gün sonra iki yıllık bir programın onlardan ayrılmam için oldukça fazla olduğunu başka bir yere gitmek istemiyorsam Paris'i aklımdan çıkarmamı ama daha sonra tekrar düşüneceklerini söyleyerek geçiştirmişti. O uzun konuşmadan tek anladığım gidemeyeceğimdi. Annemin kısa bir süre Paris de yaşadığını biliyordum ve sanırım yirmi yıldır bir daha hiç gitmemişti. Annemin hayatı ve öncesi hakkında çok az şeyi bildiğimizi zamanla öğrenmiştim. Hayatım hakkında her konuda özellikle annemin, mutlaka bir söz hakkı olması gereken annemin zamanla olduğu kişi haline gelmesi hangi durumda mümkün olmuştu anlamaya çalışıyordum. Kız kardeşim de ben de her şeyi önce anneme sorardık. Bize bu şekilde öğretilmişti zamanla bunun üstesinden gelmeye çalışsam da annem sormadığım konularda bile fikrini söyleyerek istediklerini ve istemediklerini belirtmeye devam ederdi. Ondan habersiz ve gizli hiçbir şey yapamazdık. Özellikle benim hayatım hakkında titiz davranırdı. Bazen bir yabancılık hissederdim. Bazen bana sanki işini yapıyormuş hissi verirdi. İş yerinde çalışan birinin problemini dinler gibi dinlerdi, İşteki bir sorunu çözer gibi hayatımdaki problemleri çözerdi. Ona saygı duyuyorduk. Gerçekten karşı olduğu bir konuda anneme karşı kazanamazdık. Bu konuda ise problem Paris miydi yoksa benden gerçekten uzak kalmak mı istemiyorlardı çok sonra öğrenmiştim. Daha sonra Paris konusu hiç açılmadı. Ta ki o güne kadar. o gün... Hiç beklemediğim bir anda üniversiteden mezun olur olmaz kısacık bir süreçte annem daha önce gitmek istediğim bu eğitim için kaydımı oluşturmuş, ücretini ödemiş Paris de bilindik, tanınan bir dergide staj ayarlamıştı. Her şey çok ani gelişiyordu. Özellikle asla Paris bahsini açmayan annem hemen her şeyi halletmek istiyordu. Yurtdışına gitmekten çoktan vazgeçmiştim fakat annem mezuniyetim için beni böyle ödüllendirmek istediklerini söylemişti. Bu sırada yedi yıllık bir ilişkim vardı. Yedi yıl önce genç kızlık zamanlarımın ilk yıllarında yazlıkta tanışmıştık. Aynı yaştaydık. Onur benim aksime daha sosyal, eğlenmesini, kalabalık ortamları, şaşalı yaşamı seven biriydi. Bütün bu takılmalara rağmen üstelik başarılıydı da. Yakışıklıydı. O yaşlarda erkeklerle ilgilenmek yerine sahilde oturup kitap okurdum. Benimle ilgilenmeye başladığında ilk defa bir duyguyu keşfetmeye başladım. Birinin benden hoşlanması hoşuma gitmişti. Sanırım biraz da onun benden farklı enerjisi beni ona çekmişti. Gözlüklerimin arkasından gizli gizli onu izlemeye başladım. İlk heyecanım. İlk dudaklarıma değen dudaklar. Buna takılarak yıllarımız geçti. O dışarı çıktığında ben hep evde olurdum. Gittiği yerlere beni davet etmezdi. Yine de herkesçe bilinen bir ilişkimiz vardı. İnişli çıkışlı bu ilişkiyi kafamda birkaç şüphe oluşunca bitirmek istedim. Her defasında onu affediyordum. Yine affettim. Bir gün ailesi artık mezun olduğumuza göre ciddi ve resmi bir adım atmamız gerektiğini söyledi. Bir anda kendimi tekrar bir baskı içinde bulmuştum. Kendi tartımda tartmış o kişiye yıllarımı verdiğimi o kişiyi sevdiğimi düşünmüş bunun çok kötü bir fikir olmadığını fakat yurt dışından dönene kadar beklemeleri gerektiğini daha sonra etraflıca bu konuyu aileme açacağımı söylemiştim. Bu cevap biraz geçiştirmek içindi. Biraz da beni şimdiye kadar hiç kırmamış babamı hayal kırıklığına uğratmak istemediğimdendi. Hayat benim seçimimi merak etmişti. Zamanla özellikle babamın hastalığından sonra ailemden uzaklaşmak konusunda çok istekli değildim fakat yeni şeyler öğrenmek, kendimi geliştirip en iyi halimle dönmek düşüncesi heyecanlıydı. Kız kardeşim Arzu, eve her zaman geç gelen ve oldukça açık sözlü ve sivri biriydi. Gideceğimi öğrendiği andan itibaren günlerini evde geçirmeye başlamıştı. Birkaç defa gelip gerçekten gidip gitmeyeceğimi sormuştu. Bazen düşünüyorum. Acaba gitmemeyi seçseydim… Kader aynı plana devam mı edecekti? Sanırım gitmem yaşanılacak olan her şeyi kolaylaştırdı. Mehlika'nın ailesi Mehlika gitmeden aile dostlarıyla bir araya geldi. Bu sıradan yemek daveti, onlar için standart bir şekilde başlamıştı. Abartılmış kıyafetleri, samimiyetsiz kibarlıklarıyla insanlar bir araya gelmeye devam etti. Gecenin şerefine düzenlendiği kişi Mehlika dışında herkes bir aradaydı. Aynanın karşısında oturmuş huzursuz bir şekilde kendini izleyen Mehlika derin bir nefes alıp ayağa kalktı. Bütün bu insanların arasına karışmadan annesinin odaya bıraktığı üç elbiseden en sade olanını giydi. Kendine bir daha baktı. Yeterince sade mi, diye düşündü. Zarif adımlarla merdivenlerden indi. orada olan herkes alkışlamaya ve sırasıyla onu tebrik etmeye başlamıştı. Zenginler arasındaki mezuniyet tam da böyle kutlanırdı. Mehlika bu durumun abartılı olduğunu düşündü. Uzaklardan onu gururla izleyen babası yavaş adımlarla Mehlika'ya ulaştı. Kızının koluna girip; "Muhteşem görünüyorsun, bana tanıdığım birini hatırlatıyorsun." dedi. Mehlika sadece gülümsedi. Zuhal hanım, onları uzaktan izliyordu. Annemin yüzündeki ifadeyi gördüm. Onur, benden ziyade arkadaşlarıyla ilgileniyor, bir şeyler içiyor, gülüp eğleniyordu. Sanki birkaç saat sonra gidecek olan kişi sevgilisi değilmiş gibi. Onların dışında ve uzağında olmak benim tercihimdi. O gece yanlarına gittim. Gittiğim andan itibaren herkes temkinli görünmeye başlamıştı. Bir arkadaşı gülümseyerek; "Tebrik ederim duyduğuma göre döndüğünde yüzükler takılacakmış" dedi. Bunu duyan arkadaşları durur mu gereksiz yaygara yaptılar, samimiyetsiz alkışlar ve uzaktan duyulan gülüşmeler hala aklımda. Onur'a baktım. Henüz böyle bir adımı duyurmak istemediğimi net bir şekilde söylediğimi sanıyordum. Geçiştirerek; "Döndüğümde hala devam eden bir ilişkimiz olursa tabi" dedim. Onur'un yüzündeki ifadeyi görebiliyordum. Problemlerimizin hepsi farklılıklarımızdan ve bakış açılarımızdan kaynaklıydı. Bir süre sonra içlerinden bir kız adı Buse. İsmini çokça duyduğum birkaç kere tanıştığım bu kız Onur'u işaret ederek; "Buraları çok boş bırakma" dedi. Ne demek istediğini o zaman anlayamamıştım. Olduğum yerden gülümseyerek, " sana emanet" dedim. Alay ettiğimin farkındaydı. Bana nasıl yaklaşırlarsa onlara aynı şekilde karşılık veriyordum. Bu sırada annem ve kız kardeşim arasında hararetli bir konuşma yaşanıyor gibiydi. Arzu'nun köşeden içip insanları izlediğini fark etmiştim. Annem, Arzu'ya baktığımı görüp onun yanına gitti. Aralarında hararetli bir konuşma yaşanıyor gibiydi. Kız kardeşim bir şeylere kızmış gibi annemi orada bırakıp içeriye yürümüştü. Peşinden gideceğim sırada "kendini iyi hissetmiyor sanırım, ben gidip bir bakayım sen misafirlere ilgilen" diyerek peşinden gitti. Babam gözleriyle devam etmem gerektiğini belirtti. Ben de aptal mutlu oyunuma devam ettim. Şimdi gitmem konusunda neden bu kadar ısrarcı olduklarını anlayabiliyordum. Bu ayrılık tam da planlandığı gibi evlilik aşamasını geciktirecekti. Ben bir an önce gitmek ve dönmek istiyordum. Yaşanacak güzel günler için heyecanlıydım. Onlarsa sadece gitmemi istiyorlardı. O gece gözerimin içine baka baka bana yalan söyleyen herkesi aklıma kazıdım. Benim hiçbir şeyden haberimin olmadığı ama orada bulunan hemen hemen herkesin bir şeylerden haberi olduğu son geceydi… Yeni karakter Kerem önemsiz görünen ama önemli bir bilgiye sahipti. Erkek arkadaşımın kardeşi Kerem de beni tebrik etmek için yanıma gelmişti. Yanımdan ayrılmadan "doğru bir karar verdiğine emin misin?" diye sordu. Bu soruyu neden sorduğunu o gece anlayamamıştım. "Ne için?" diye sordum. Etrafıma baktığımda anlayacağımı söyleyerek uzaklaştı. İnsanlar yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Gitmeden kesin bir karar vermem gerektiğini düşünüyordum. Onur biraz içmiş olmanın verdiği rahatlıkla; "Yarın gideceğine göre bu gece birlikte kalabiliriz" cümlesini kurdu. Beni sinirlendiren şey ise ona defalarca kesin çizgilerimden bahsetmiş olmama rağmen yine aptalca aynı şeyleri kafasında ısıtıp ısıtıp önüme koymasıydı. Çok düşünmüştüm. "Yarın gideceğime göre seninle bir konu hakkında konuşmak istiyorum" dedim. Kelimenin tam anlamıyla aval aval suratıma baktı. Nedense o akşam onu izlemeye tahammül edemiyordum. Onun beni ne kadar dinlediğini, duyduğunu bilmesem de devam ettim; "Bu ilişkiye ara vermek istiyorum. Bence buna ihtiyacımız var..." Yüzüme baktı. Gülümsedi. Bir kere daha baktı. Bir kere daha gülümsedi. İçkiyi biraz azaltması gerektiğini düşündüm. Zavallıca geliyordu. Birikmiş çok yaşanmışlık vardı. Bu cümleyi defalarca zihnimde düşünmüş ancak cesaretimi toplayıp söyleyebilmiştim. "Peki" dedi. Sadece bir peki. Bu sefer ikna edici bir cümle kurmamıştı. Duygusal konuşmalara girmemişti. Dışardan ne kadar eğleniyor görünse de bana karşı her zaman açık olduğunu düşünürdüm. Bazen bazı davranışları soğuk parçaları değiştirmek istiyor gibiydi. Çocukluğumuzu birlikte yaşayıp birlikte büyüdüğümüz bu adamı gerçekten seviyor muydum? Yoksa gözlerimi ona açtığım için yeterince görmüyor muydum? Biraz burnu sürtsün, bana verdiği değerden ve sevgiden emin olsun istemiştim. Öyle olur diye ummuştum. Öyle mi oldu? Kendimi yatağa nasıl attığımı hatırlamıyorum. Çok yorgundum. Üstümdeki kıyafeti olduğu gibi çıkarmış geride kalan bedenimle kendimi yatağa bırakmıştım. Düşünüyordum. Bu gece neler olmuştu? Benim dışımdaki insanlar neden bu kadar dikkatliydi. Onur neden arkadaşlarına evlilik muhabbetini açmıştı, o kız neden o cümleyi kurmuştu, Kerem neden aklımı bulandırmıştı, kız kardeşim neden mutsuzdu? Yüksek tavana baktım. Bir koyun, iki koyun, üç koyun...451 koyun... Birilerinin komşusu Mehlika Sultan gözlerini eskimiş, paslanmış, kim bilir kimlerin altında kalmış yalnız sandalyesinde açtı. Öncesini hatırladı. Saatlerce oturup pencerenin dışına bakmıştı. Bakmaya ve düşünmeye devam etti. Mutluluk sarhoşluğu, gözlerini kitliyormuş insanın. Sarhoş ya da çok mutlu olmama rağmen konduramıyordum. İhtimal vermiyordum. Daha sonra çokça düşünme fırsatım oldu. Etrafımı görebilseydim arkamdan konuşulan cümleleri daha net duyabilir, görebilir, bir araya getirebilirdim. Benim dışımda herkesin her şeyi gördüğünü bilmiyordum. Büyük aptalı oynamıştım. Dalga geçilmiştim. Gidecek olmam herkes için büyük rahatlamaydı. Ben dönmeden bu karmaşıklığı düzeltebileceklerini, her şeyi yoluna koyabileceklerini düşündüler. Düşündükleri gibi olmadı. Beklenilenin aksine döndüğümde her şey daha da altüst olacaktı. Ertesi gün gitmeden önceki son aile kahvaltısı için uyandım. Yastığıma kocaman sarıldım. Gitmek istemediğimi biliyordum fakat bir o kadar da heyecanlıydım yeni deneyimler için. Valizlerim çoktan annem tarafından hazırlanmış aşağıya inmişti. Ben de son kez odamda vakit geçirdim. Hazırlandım, makyajımı yaptım. Bugün ilk defa annem giymem için kıyafet çıkarmamıştı. Sanırım beni buna hazırlamaya çalışıyordu. Aşağıya inmeden odama son kez baktım kapı ardından.. ... Geri geleceğim, diye düşündüm. Merdivenlerden gülümseyerek iniyordum. Küçük ailem kahvaltı masasında toplanmıştı. Annem gergin görünüyordu, babam da huzursuzdu. "hadi ama gideceğim için huysuzlanmıyorsunuz değil mi?" diyerek babama sarıldım. "Bir günaydın öpücüğü de anneme gelsin" kocaman sarılıyordum aileme. Endişelendikleri her neyse, endişelenmesinler iyi olsunlar istiyordum. O zamanlar en çok aileme kırılmıştım sanırım. Zaman hızla geçecekti. Zamanın hızla geçeceğini biliyorduk fakat bu zaman yaşanılanları düzeltmeye yetecek miydi... Ailem yüzlerine bir maske takarak kahvaltımıza katılmaya başladı. Babam Paris'i anlatmaya başlamıştı. Kesinlikle gitmem gereken yerlerden, uğramam gereken müzelerden, kahve içmem gereken kafelerden bahsediyordu.. Annem ise ufak bir tebessümle dinliyordu fakat sesi çıkmıyordu. Her konuda söyleyecek birçok cümleye sahip annem ilk defa bu kadar sessizdi. "Siz de ziyaretime gelirsiniz." dedim laf arasında. Annem babama alttan bir bakış attı. Babam sessizce kafasıyla onaylarken annem; "Tabi, biz de geliriz. Babanın da sevdiği bir ülke nihayetinde." alaycı bir ekleme yapmıştı fakat o zamanlar bununla ilgilenmiyordum. Her şeyin sonunda annem kendini haklı çıkartırdı. Babam da asla annemin söylediklerine ters düşmezdi. Annemin otoritesi baskındı, sanırım bazen babamın neden bu kadar tarafsız davrandığını, tahammül edilemez noktalarda neden sesini çıkarmadığını merak ederdim. Zaman bunu da öğretecekti. Hem o zamanlar kendimi o kadar özletmeyi düşünmüyordum. Bu kadar özlerken özlenmediğim gerçeğini çok uzun zaman içimde tutacaktım. O gün kız kardeşim hasta hissettiği için kahvaltıya inmemişti. Son birkaç gündür kendini iyi hissetmediğini söylüyordu. Annem rahatsız etmememizi biraz dinlenmesini söylese de gidecektim ve uzun bir süre görüşemeyecektik. Böyle düşünerek yukarıya yanına çıktım, kapıyı çaldım fakat açmadı. Uyuyor olabileceğini ya da gittiğim için kendini kötü hissediyor olabileceğini düşünmüştüm. Havaalanına gitmeden birkaç dakika önce Onur geldi. Şaşırmıştım. Dün gece ara vermek istediğimi çok net söylemiştim. Soğuk, anlamsız bir vedaydı. Daha sonra konuştuğumuzda benden sonra hemen gittiğini söylemişti annem... Oysa benden sonra halledilecek başka meseleler varmış. Hemen sonra giden benmişim. Arabaya binmeden kız kardeşimin odasına baktığımı hatırlıyorum. Pencerenin arkasındaki silueti ordaydı. Yüzündeki ifadeyi seçemiyordum ama kötü hissettiğini biliyordum. Bir şeyler yavaş yavaş anlamsız gelmeye başlamıştı. Üstünde çok durmadım. Herkesin apar topar hareket etmesinin de üstünde çok durmadım. Kimsenin yüzüme dürüstçe gülümsememesinin de üstünde çok durmadım. Bu bir veda değildi sonuçta. Son bir kucaklaşma. Son bir söz; Hoşça kalın. Olur mu? Gelecek bölümlerden haberi olmayan Mehlika Sultan bir oyunun içinde senaryoda ne yazıyorsa onu oynamaya devam etti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD