Dördüncü Bölüm

1550 Words
Kaçıp kurtulduğum topraklara geri dönmek zorunda olmak, midemde bir bulantı dalgası yarattı. Araba Urfa'nın sınırına yaklaşırken başımın şiddetli bir şekilde ağrıdığını ve mide bulantısının bedenimi zorladığını hissediyordum. İki gündür bir lokma bile yememiştim. Yanımda oturan sert adam ise yolculuğun büyük bir kısmını gözlerini hiç açmadan uyuyarak geçirdi. Sanki günlerdir uyuyamamıştı! Gözlerimi uyuyan adamın kasvetli yüzüne çevirdiğimde anında tek gözünü açtı. Bakışlarımı hemen başka yöne çevirdim. Sanki ona baktığımı hissediyordu. "Lavaboya gitmek ister misin?" diye sordu tok sesiyle. Cevap vermedim. Bu kadar saat boyunca sormamıştı, neden Urfa'ya yaklaşınca soruyorsa! Bacaklarımı karnıma doğru çekip yüzümü buruşturdum. “Arabayı durdur!” Sesiyle kalbim daha da hızlandı. Adam arabayı durdurunca hızla aşağı indim ve tarlalara doğru yürümeye başladım. Midemdeki acı suyu dışarı atarken, dizlerimin üzerine çöktüm. “Su ister misin?” Bana yardım etmesini istemiyordum. Bu yüzden sert bir şekilde başımı iki yana salladım. Gözlerim yaşlıydı ve öfkeyle yanıtladım. "Beni yalnız bırak." Hâlâ yakınımdaydı. "Ne olur, sadece biraz yalnız kalmak istiyorum," dedim daha sert bir tonla. Gözlerimdeki yaşları sildim ve ona karşı koydum. Bu adamın beni daha fazla rahatsız etmesine izin veremezdim. Buradan kaçmaya kalkışsam hemen beni yakalardı. Gözlerini üzerime dikmiş başka yere bakmıyordu. Kurtuluş yoktu ondan. Elimi düz karnıma bastırarak doğruldum. Yüzüne öfkeyle bakıp arabaya ilerlediğimde arabanın kapısını sonuna kadar açtı. Tekrar yerime oturduğumda, “Eve gidince bir şeyler yersin miden düzelir,” dedi. Omzumu silktim. “Ne zamana kadar yemek yemeyeceksin? Yarın nikâhımız kıyılacak, karım olacak ve benim sahip olduğum her şeye sahip olacaksın. Oturup günlerce ölmeyi mi bekleyeceksin?” Başımı öfkeyle çevirdim ona. “Gerekirse evet. Senin karın olmayacağım.” “Sen hâlâ işin ciddiyetini anlamıyorsun, mecbursun evlenmeye. Eğer sen evlenmezsen kız kardeşin evlenecek.” Gözlerim dolarken, “Sonuçta benden küçük kardeşim daha var,” dedi. Tırnaklarımı yüzüne batırmamak adına kendimi zor tutuyordum. Ne kadar gıcık bir adamdı bu! “Kendine zarar verme, henüz gençsin yazık olmasın sana.” “Allah’ın cezası, nereden attım mesajı sana?” “Neymiş, sonunu düşünmediğin işlere bulaşmayacakmışsın.” “Geber!” “Birlikte inşallah.” Psikopat bir babaya sahipken şimdi psikopat bir kocaya sahip olacaktım. Kendi ellerimle kendi başımı yaktım. Konağın taşlı yoluna girdiğimizde arabayı büyük konağın önünde durdurdu. Kapıyı açıp dışarıya indiğinde inmemi bekledi ama inmedim. “İn aşağı.” Omuzlarımı silktim. “Beni babamın evine bırak.” “Senin babanın evi yok, bundan sonra kocanın evi var.” Titreyen alt dudağımı ısırıp, “Gelmeyeceğim,” dediğimde kaşlarını çattı. “Seni buradan indirir, konağa bizzat kollarımda sokarım. Zorlama beni, in şu arabadan.” Gözlerimiz birbirinden ayrılmıyordu ve aramızdaki gerginlik neredeyse dokunulur bir hal aldı. Arabanın içine eğilip kollarını belime yerleştirdiğinde, "Bırak beni, dağ ayısı!" diyerek bağırdım. Fakat bırakmak yerine daha da öfkelendi. Gözleri bir an için ateş saçtı ve ellerini belime bastırdı. "Bana ne dedin?" diye homurdandı dişlerinin arasından. Geri adım atmadım. "Sana dağ ayısı dedim, ne yapacaksın?" dedim, sert bir şekilde karşılık vererek öfkesine meydan okudum. Öfkesi tavan yapmıştı. Birden kolumu yakalayarak beni zorla aşağı çekti. Zorla dengeyi koruyarak yere düşmekten son anda kurtuldum. “Canımı acıttın öküz!” "Seninle evleneceğim, unutma. Bu konağa saygıyla gireceksin. Ve benimle düzgün konuşacaksın, eğer konuşmazsan o diline neler ederim öğrenmek bile istemezsin." İçime yerleşen korkuyla gözlerimi kaçırdım gözlerinden. Kolumu tutan parmakları kolumu hafifçe okşarken beni konağın kapısına doğru yürüttü. Nasıl yapacaktım burada? Bilmediğim evde, düşmanımız olan bir aileye gelin oluyordum. Yaktın başımı abi, sen mutlu olacaksın diye ben istemediğim bir hayatı yaşayacağım. Konağın kapısını açıp içeriye girdi. Gözlerimi hiçbir yere değdirmeden peşinden ilerledim. “Hoş geldin abi.” “Hoş buldum aslanım, bizimkiler neredeler?” “Büyük salondalar.” Taşlı merdivenleri çıkarken güçsüz adımlarıma ayak uyduruyordu. Keşke geriye kaçma ihtimalim olsa. Keşke beni şu an öldürseler de bu anı yaşamasam. Açlıktan dönen başım yürümemi zorlaştırdığında bileğimi sıkı sıkı tuttu. Geniş bir odanın içine girdi. “Cihan?” Sekiz kişi vardı salonda. Gözlerimi tedirginlikle üzerlerinde gezdirdim. Elimden çekerek beni yaşlı bir kadınının yanına getirdi. “Babaanne yarın hocaya getirin dini nikâh kıyılacak.” “Bu ne demek oğlum?” Diğer kadına dönüp, “Dilan benim karım olacak anne.” dedi. “Adetleri yok mu sayıyorsun?” “Kız yanımda anne, yarın dini nikâh kıyılacak hafta sonu da düğün olacak. Bu yüzden dini nikâhtan sonra alışverişe çıkın.” Bedenimi daha fazla ayakta tutamıyordum. “Kızı zorla mı kaçırdın abi?” Gözlerim kararıyordu. Alnım sırtına değerken ters bir durumu anlamış olacak ki, “Yiyecekler bir şeyler ayarlayın,” diye bağırdı. Bedenimi kucağına alıp odadan çıkarken başımı kaldıracak halim yoktu. Kötü hissediyordum. Bütün kemiklerimi kırmışlar gibi ağrıyordu. Beni bir odaya soktuğunda, bedenimi yatağa bıraktı. Kalkmak istedim, kalkamadım. "Yemek yediğin zaman kendine geleceksin." "Hiçbir şey yemek istemiyorum. Kardeşimin yanına gitmek istiyorum." Odanın kapısı açıldı ve içeriye iki kız girdi. "Abi, yemekleri getirdik." Kızların üzerinden bakışlarımı çektim. "Siz çıkabilirsiniz." Odanın kapısı kapandığında elindeki tepsiyi komodinin üzerine bıraktı. Camı kapatıp elindeki kumandayla bir şeyler yaptığında, odanın içi serinlemeye başladı. Kliması mı vardı? Varsa var, bana ne. "Sen mi yersin, ben mi yedireyim?" Dudaklarımı birbirine bastırdım. Yatağın yanına gelip, "Ye şu yemekleri," dedi. "Açlıktan ölmek mi istiyorsun?" "Evet." "Dilan! Beni deli etme, kalk ye şu yemeği." Ona arkamı döndüğümde, "Hasbin Allah" diyerek bağırdı. "Kalk şu çorbayı iç." İçmeyecektim. Ne kadar ısrar ederse etsin ağzıma tek lokma koymayacaktım. "Ulan, adamı sinir hastası edersin sen!" Büyük adımlarla kapıya doğru gidip kapıyı gürültüyle kapatarak dışarıya çıktı. *** Yabancı bir evde elleri titreyen Dilan, berdelin ağırlığını hissediyordu. Gözlerindeki yaşlar, istemediği bir evliliğin ona getirdiği çaresizliği yansıtıyordu. Bu adam, onu zorla bu eve getirmişti ve şimdi odaya kapatmıştı. Pencerelerden gelen ışık, dış dünyanın uzaklığını ve onun için artık ulaşılamaz olduğunu gösteriyordu. Gözlerindeki umutsuzluk, kalbindeki hüznü daha da derinleştiriyordu. Bu evliliğe mecbur bırakılmıştı ve bu çaresizliğin içinde kayboluyordu. Artık özgür olamayacağını, bu yabancı evde hapsolmuş bir ruh olduğunu biliyordu. İçinde, duvarların sessizliği ve bu evin soğukluğuyla sıkışıp kalan bir çaresizlik vardı. Kalbi hızlı atıyordu, çünkü hayatının kontrolünü kaybetmişti. Kendi kararlarını verme özgürlüğü elinden alınmıştı. Dışarıdaki dünya, onun için artık uzak ve ulaşılmazdı. Gözlerinden akan gözyaşları, içindeki umutsuzluğun bir yansımasıydı. Artık kendini tanıyamıyordu, çünkü istemediği bir hayata zorla itiliyordu. Zaman, onun için burada nasıl geçtiğini anlamak istemese de, her geçen an içindeki hüznü daha da derinleştiriyordu. Komodinin üzerinden yayılan yemek kokusu iştahını kabartsa da gururu onu yemek yemekten alıkoyuyordu. Bu evlilik isteği dışında gerçekleşiyordu ve şimdi bu mekânda hapsolmuş bir ruh gibi hissediyordu. Gözleri yemeklere kaydı, ancak gururu, açlığını bastırmaktan daha baskındı. Onun için, yemek yemek, bu istemediği evliliğin dayatmalarına boyun eğmek anlamına geliyordu. Odanın kapısı açıldığında Cihan’ın kız kardeşleri odaya geldiler. “Merhaba,” dedi siyah saçlı, uzun boylu olan kız. “Ben Damla, Cihan ağabeyimin en küçük kardeşiyim.” Kızın yüzüne ifadesiz bir şekilde baktı. "'Ben de Damla’nın ikizi Süeda. Çok solgun gözüküyorsun, yemeği ye lütfen." Kızlar cıvıl cıvıl konuşsa da onun ağzı bıçak açmıyordu. "Töreyi biliyoruz. Eğer siz evlenmezseniz ablamız ve senin ağabeyin ölecekler. Biz ablamızın ölmesini istemiyoruz. O sevdiği için kaçtı. İki aile düşmandı, izin vermezler sandı evliliğe. Lütfen ablama kızma, ne yaptıysa sevgisinden yaptı." "Cihan abim sert ve acımasız biri gibi gözükse de iyi bir adamdır, ona alış lütfen. Eğer onun huyuna gidersen seni baş tacı yapar." "Olan olmuş artık, sen bu konağın kızısın, hanım ağası olacaksın." Kızlar peş peşe konuşsalar da o hiçbir şey demeden yüzlerine bakıyordu. "Biz aşağıdayız, lütfen bir şeyler ye." Konağın avlusunda bulunan genç adam, öfkeyle adım adım sağa sola gidip gelmekteydi. Gözleri öfke doluydu, kaçıp giden kız kardeşine öfkeliydi, kardeşinin aklına giren Zafer’e öfkeliydi. İkisini bulup eşek sudan gelinceye kadar dövmek istiyordu. Bütün planını mahveden bu iki insana nefret besliyordu. Kız kardeşleri aşağı indiğinde öfkeli bakışlarını onlara çevirdi. “Ağabey hiçbir şey yemiyor, konuşmuyor da. Her an bayılabilir.” Bu haber genç adamın içindeki öfkeyi bir üst seviyeye çıkardı. Sinirle yumruğunu duvara geçirdi, bu ani hareket duvarın üzerindeki çiçeklerin yere düşmesine neden oldu. Kız kardeşler ve evdeki diğer kadınlar irkildiler, ancak geriye kaçmadılar. “Evladım neden alıp geldin babasının evinden? İstemeye gitmedik, yüzük takılmadı.” “Babası değil o it onun.” “Oğlum ne dersin sen?” “Duydun beni ana, onun ailesi bundan sonra biziz. Korhanlarla hiçbir bağı kalmadı onun bundan sonra.” Genç adamın öfkesi avluyu gerginlikle doldurdu. Herkesin içindeki gerilim artmıştı ve bu zorlu durumun sonucunu beklemeye başlamışlardı. “Kan dökülmesin diye berdel kararı alınmadı mı? E neden kan dökmeye çalışıyorsun? Her an basacaklar konağı.” “Bir bok yapamazlar. Berzan, git kız kardeşi Havin’i alıp gel buraya.” “Neden? Kız kardeşini de Berzan a mı alacaksın?” “Gerekirse alırım ana, karışmayın siz.” İçindeki öfke, adeta bir volkanın patlamak üzere olduğu gibi yükseliyordu. Gözleri kararmıştı, kimsenin sesini duymaya dahi tahammül edemiyordu. “Ulan Berfin!” Genç adamın yüzü öfkeyle kızarmıştı. Gözleri ateş gibi yanıyor, bakışları keskin ve tehditkâr bir hava taşıyordu. Saçları karışık bir şekilde dağılmıştı, sanki öfkesi onun iç dünyasını yansıtıyordu. Elleri sıkı yumruklar halindeydi, tırnakları neredeyse etine geçmiş gibiydi. Bedeni gergin ve kaslıydı, adeta patlamak üzereydi. “Ulan seviyorum dediğinde engel mi oldum!” Ses tonu sert ve yükselmişti, her cümlenin sonunda öfkeyle titriyordu. Duruşu dik ve kararlıydı, adım adım yaklaşırken etrafındaki her şeyi tehdit ediyormuş gibi hissettiriyordu. Öfkesinin enerjisi odayı sarıyor, etrafındakileri dehşete düşürüyordu. “Oğul, otur sakinleş kurban olduğum.” Kontrolünü kaybetmek üzereydi ve bu çaresiz durumun sonuçlarından kimse emin değildi. “Seviyorum dediğinde dinlemedim mi lan ben onu!” “Cihan ağam. Oturun lütfen.” Peş peşe yumruğunu duvara geçirdi. “Kendi mutluluğun için bizi niye ateşin içine attın Berfin!” Canlar sevdiniz mi kurguyu? Yorumlarınızda belirtirseniz mutlu olurum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD