Berdel

3279 Words
Kalbim yerinden çıkacaktı neredeyse. Bu adam neden gelmişti konağın önüne? Yanımda öfkeden duramayan Havin, “Ne yapacağız ne yapacağız?” diyerek odanın içinde dönerken sakin olmak adına derin derin nefes alıp verdim. Yatağa oturup telefonun ekranını açtım. Dilan Korhan: Dışarıya gelmem imkânsız, eğer gelirsem biri beni gördüğünde takdir edersin ki benim için iyi şeyler olmaz. Sana mesaj atmam bile delilikken cesaret edip attım. Lütfen beni zor duruma sokma. Mesajı gönderip sıkıntıyla beklemeye başladım. Yazıyor yazısını gördüğüm an gözlerimi ekrandan çekmedim. Cihan Ağa: Fotoğrafını gönder! Dilan Korhan: Neden? Cihan Ağa: Gönderiyor musun, geleyim mi? Korkuyla fotoğrafımı çekip gönderdim. Delinin birine çattım. Cihan Ağa: Bir daha boyundan büyük işlere kalkışma, başına bela alırsın. Gidiyor muydu? Dilan Korhan: Gidiyor musun? Görüldü atınca tekrar, “Gidiyor musun?” yazdım ama cevap vermedi. “Gitti galiba.” “Çok şükür. Abla bir daha yazma buna.” “Niye ya?” Ayağını yere vurdu sinirle. “Hâlâ niye ya diyorsun. Başına bela alacaksın.” “Git dedim gitti o kadar zor biri değil sanırım.” Gözlerini devirip, “Of abla,” diyerek bedenini yatağa attı. “Lütfen uyandırma beni.” Gözlerim sabahın erken ışıklarıyla açıldığında, Urfa'nın yaz güneşi odama hızla doluverdi. Hemen terlemeye başladım, sanki ince bir çarşafın altında fırın gibiydim. "Yazın bu sıcağına dayanmak zorunda mıyım her sabah? Neden odamda klima yok?" Yatakta uzanırken, terimle yapışmış gibiydim. Odanın havası durgun ve sıcaktı. Dudaklarım kurumuş, boğazım yanıyordu. Perdeleri açmaya karar verdim, belki biraz serin hava alabilirim diye umut ettim. Ancak pencereyi açtığımda, beklediğim serinlik yerine daha fazla sıcak hava geldi. "Bu sıcak beni mahvedecek." Havin her zamanki gibi uyanıp alt kata inmişti. Hazırlanıp ben de inecektim ama mesajlar gelince aklıma gözlerim kocaman açıldı. Nasıl unuturum? Yatağa oturup yastığın altına giren telefonu aldım. Bir tane bile mesaj yoktu. İnsan günaydın yazardı, gıcık ne olacak. Neyse, sakin ol Dilan. Sinirlenirsen başaramazsın. Dilan Korhan: Günaydın Cihan ağa, nasılsın? Görülmedi. Uyuyor muydu? Dilan Korhan: Uyuyor musun? Umarım uyursundur, uyanıp da günaydın mesajı atmadıysan kırılırım bak. Çevrimiçi olduğunda sanki beni görüyor gibi telefonu içime saklayasım geldi. Yazmasını bekledim ama tekrar çevrimdışı olunca kaşlarım çatıldı. Kasıntı ne olacak. Dilan Korhan: Bir günaydın demek çok mu zor? O kadar konuşuyoruz insan günaydın der. Tekrar çevrimiçi oldu. Dilan Korhan: Ben senin çevrimiçi olduğunu görebiliyorum, niye yazmıyorsun? Kırılacağım bak! Cihan Ağa: Günaydın! Alt dudağımı ısırıp, “Yavaş yavaş olacaksın sen,” diyerek mırıldandım. Dilan Korhan: Bu sabah hava çok sıcak değil mi? Uyuyamıyorum. Cihan Ağa: Ne yapayım? Dilan Korhan: Ben sıcağı hiç sevmiyorum, keşke soğuk bir şehirde yaşasak. Cihan Ağa: Kızım bunları bana niye anlatıyorsun? Dilan Korhan: Birlikte yaşasak güzel olurdu değil mi? Acaba evlenir miyiz? Bak eğer evlenirsek söyleyeyim, ben odamda klima isterim. Sıcağı hiç sevmem bilmiş ol. Cihan Ağa: Sen ne yaşıyorsun ben bir türlü çözemedim seni. Ne istiyorsun benden tam olarak? Dilan Korhan: Dün akşam söyledim ya, bir şans istiyorum. Cihan Ağa: Bir şans istiyorsun öyle mi? Göndereyim anamı kapına istesin seni. Gözlerim korkuyla yuvalarından çıkacakken, “Ne istemesi?” diyerek ayağa kalktım. İnsanların dediği gibi deliydi bu adam. Cihan Ağa: Ne oldu, sesin soluğun çıkmıyor. Korktun mu? Dilan Korhan: Niye korkacakmışım, şaşırdım sadece. Cihan Ağa: Niyetin bu değil miydi? Manyak mı ne ya! Hoşlanıyoruz dediysek hemen evlenelim mi dedik? Telefonu yatağın üstüne bıraktım. Üzerine fazla gitmeyeyim en iyisi, maazallah kaçırır falan… Banyoda elimi yüzümü yıkadıktan sonra hazırlanıp avluya indim. Ailem masada kahvaltı yaparken, hiçbirine bakmadan sessizce yerime oturdum. Gözlerim tabağımdaki zeytinlere ve peynire odaklanmıştı, çünkü yüzlerini görmek istemiyordum. Babam masanın bir ucunda oturuyordu, onun bakışları hep sert ve acımasızdı. Her anın bir potansiyel şiddet anı olduğunu hissediyordum. Annem masanın diğer ucundaydı, sessizce kahvaltısını yiyordu, beni hiç görmüyordu, sanki ben burada değilmişim gibi. Diğer aile üyeleri de sessizdi her zamanki gibi beni yok sayıyorlardı. Sanki varlığımı kabul etmemişler gibi davranıyorlardı. Ancak tek anlayışlı kişi, yanımda oturan küçük kardeşim Havin'di. Onunla göz teması kurabiliyor, sessizce anlaşabiliyorduk. Birbirimize gönderdiğimiz bakışlar, içimizdeki hüznü paylaşıyordu. Kahvaltımı sessizce yaptım, bu sessizliği daha fazla dayanamayacağımı biliyordum. Belki bir gün, bu aile içi fırtınaların yerini sıcak bir huzura bırakır diye düşündüm ama her zamanki gibi yanılıyordum. Babam ve diğer erkekler işlerine gitmek üzere masayı terk ederken, masada sadece kadınlar kalmıştık. Annem sessizliği gaddar bir ifadeyle konuşarak bozdu. "Bundan sonra adımlarına dikkat edeceksin Dilan. Bir daha genç erkeklerin arabalarına binersen babana bırakmam ben parçalarım seni. Herkesin gözü senin üstünde, evde kaldın utanmıyor musun ailemize laf söz getirmeye?" Halamın kızları her haltı yedikleri halde hiçbirini gözleri görmüyordu ben hiçbir şey yapmadığım halde beni suçlamaları zoruma gidiyordu artık. "Bir kere bile bana güvenmedin, bir kere bile bana inanmadın." Kısık sesle konuşsam da sözlerimi duydu, duydular. “Annene, babana, atana saygılı olacaksın Dilan. Dik başlı hallerin canımızı sıkıyor. Bu zamana kadar babana engel oldum ama bu saatten sonra seni kim ilk isterse ona veririm.” Kahkaha atan rahmetli halamın kızı Şermin, “Bunu kim ister ki?” dediğinde kaşlarımı çattım. “Ben hiç duymadım biri gelip istesin.” “Birinin beni istemesine gerek yok Şermin, benim erkeğe ihtiyacım yok.” Yüzündeki sırıtıştan nefret ediyorum. “Ben senin gibi arsız değilim. Kendi kuzenimi mutfakta kıstırıp öpen biri değilim. Evli bir erkeğin peşine düşüp koskoca konaktan ailemi ettirmedim.” Yüzü mora dönerken, “Ne oldu?” dedim. “Kenan ağabeye yaptıklarını ne çabukta unuttunuz. Senin yüzünden bu küçük konakta yaşıyoruz. Adamın yuvasını bozmaya çalıştın Allah sana bu fırsatı vermedi.” “Kes sesini!” diye bağıran babaanneme, “Bir kere de benim arkamda dur,” dedim. “Onun yaptığı bütün terbiyesizlikleri görmezden geliyorsunuz.” “Arjin, Dilan’ı da al pazara git. Bütün yükü ona taşıt ki aklı başına gelsin.” Beni bununla mı korkutuyorlardı? Annemin gözlerinin içine baka baka ayağa kalktım. En azından temiz hava alırdım. “Ben de ablamla gideyim.” Peşimden gelen Havine, “Hiç uğraşma,” dedim. “Yoruluyorsun.” “Yok abla, seni yalnız bırakmak istemiyorum.” Benim ondan başka kimim vardı ki? Saatler sonra pazarı gezerken içimdeki sıkıntıyı bir türlü atamıyordum. Bazen üvey çocuk olduğumu düşünüyordum. İnsan kendi evladını sevmez miydi? Bizimkiler istiyorlardı ki Havin’le ben sürekli evde iş yapalım. Yemek yapalım diğer kuzenlerim gibi gezip dolaşmayalım. Bizi sıktıkları halde bu onlara yetmiyordu. Hep daha fazlasını istiyorlardı. “Abla?” “Efendim canım.” “Dışarıya çıktığımız andan beri takip ediliyormuşuz gibi hissediyorum.” Bakışlarımı etrafta gezdirdim. Olumsuz bir durum yoktu. “Sana öyle geliyordur. Kimse yok etrafta.” “İçimde sıkıntı var.” “Bizimkiler yüzündendir, rahat ol.” Arjin ablaya yardım ederken bakışlarımı tekrar gezdirdim etrafta. Annem peşimize birini takmış olabilirdi. “Kızlar domates de alıp çıkalım pazardan.” “Bir yerde oturup kahve içelim mi Arjin abla?” “Olmaz kızım, annen hemen eve gelin diye tembih etti.” “Sen söylemezsen duymaz ki, lütfen kabul et. Bak eğleneceğiz.” Ofladı ama bize kıyamadığı için kabul etti. “Siz bekleyin burada ben domates alıp geliyorum.” Sıcaktan çok bunalmış oldukları için onlar oldukları yerde dururken domates tezgâhına gittim. Tezgâhtan domatesleri seçerken, “Hoş geldiniz Cihan ağam,” diyen adamın sesiyle elimdeki domates tezgâha düştü. Bedenim tezgâhın başında donup kalırken yanıma gelen adam, “Hoş bulduk,” dediği an bacaklarım titremeye başladı. “Ne vereyim Ağam?” “Bir şey istemiyorum, usulsüzlük yapılıyor mu diye kontrol ediyorum.” “Aman Ağam, biz de olmaz öyle şey.” Bir an önce kaçmam gerekiyordu. Adam resmen dibime kadar gelmişti. Domatesleri tezgâhın üzerine bırakıp yavaş yavaş kaçmaya hazırlanırken gözlerimi ona çevirme gafletinde bulundum. Her zamanki gibi çatık kaşları, asık suratıyla yüzüme bakıyordu. “Domatesleri unuttun.” Yutkundum. Bir adım geriye çekilip, “Almayacağım,” dedim. Sesim resmen içime kaçmıştı. Gözlerini gözlerimden çekip üzerimde dolaştırınca gerim gerim gerildim. Neden alıcı gibi bakıyordu bu? Telefonu çıkarıp ekrana bastığında telefonum çaldı. Ne yapıyordu? “Ne yapıyorsun?” “Kontrol ediyorum.” “Neyi?” “Sen misin değil misin diye.” “Akşam inanmadın mı ben olduğuma?” “İnandım da bir de yakından kontrol etmek istedim.” “Ettin, inandın mı?” “İnandım.” “İyi, ben gidiyorum sana iyi alışverişler.” Kolumu tuttuğunda gözlerim korkuyla açıldı. “Ne yapıyorsun, görürlerse ne derler bilmez misin?” “Bilirim.” “E o zaman neden kolumu tutuyorsun? Bıraksana yanlış anlayacaklar.” “Seviyorum diyordun?” “Ne zaman dedim?” “Dün akşam.” “Dedim diye herkesin için de kolumu mu tutman gerekiyor? Bıraksana.” “Konuşacağız Dilan.” Kolumu elinden kurtarıp koşar adım arkamı dönerek pazardan uzaklaştım. “Abla ne oldu?” diyen Havine cevap vermeden, “Hemen eve gidelim, çok sıcak,” dedim. Arabayla eve dönüş yolunda giderken yerimde hiç rahat değildim. Korkuyorum, buna rağmen Cihan ağayı kendime âşık etme planlarımı da düşünüyordum. Ama bir yandan da, bu planın ne kadar yanlış olabileceğini sorguluyordum. Kendime, "Gerçekten doğru bir şey mi yapıyorum?" diye soruyordum sürekli. Doğru mu yapıyorum? Dün akşam evimin önüne gelmişti. Bugün de pazara geldi, acaba ileride daha da fazlasını yapar mı? Kendimi korumak istiyorum ama aynı zamanda onunla yakın olma isteğiyle çelişiyordum. Ben ne istiyorum tam olarak bilmiyorum, Allah’ım yardım et bana. Bir yanda bu planın işe yaramayacağından ve Cihan'ın beni herkese söyleyeceğinden korkuyordum. Diğer yandan da olsun istiyordum. Arabanın içinde titreyen ellerimle cep telefonumu alıp, "Beni mi takip ediyorsun?" diye yazıp gönderdim. Yazıyor yazısını görünce gerildim. Hızlıca cevap vermesi beni daha da tedirgin ediyordu. "Bana bulaşan sensin. Bundan sonra sen nereye, ben oraya." Mesajı okuyunca kalbim heyecandan değil korkudan hızlı atmaya başladı. Allah’ım, ben nasıl bela aldım başıma? Kalbim hızla atıyor ve endişe dolu düşünceler içindeydim. Bu kısa ve sert yanıtı, içimde daha fazla gerilim yaratıyordu. Kendime sakin olmam gerektiğini hatırlatıyordum ama bu zordu. Uzatmamalıydım, hiç başlamamam gerekiyordu. “Bir kere seviyorum,” dedim diye bana âşık mı oldu cidden anlamıyorum. Dilan Korhan: Özür dilerim. Cihan Ağa: Hangi konuda özür diliyorsun? Alt dudağımı ısırdım. Mesaj attıkça uzuyordu. Bu yüzden her şeyi açıklayıp numarasını silmekti. Dilan Korhan: Dün düğünde seninle göz göze geldiğimizde arkadaşım bana o sana bakmaz, sen erkek gibisin dedi. Ben de bunu kendime yediremeyip hırs yaptım. Seni kendime âşık etmek istedim ama yanlış yaptım. Lütfen kusuruma bakma. Korka korka mesaj atmasını beklerken yazıyor yazısını görünce arabanın içinde uyuya kalkan Havin ve Arjin ablaya baktım. İkisinin de dünya umurumda değildi. Cihan Ağa: Âşık oldum sana, en yakın zamanda geleceğim seni almaya. “Ah!” “Ne oldu be?” Uykusundan sıçrayan Havin’in başına bastırarak, “Uyu sen,” dedim. “Bir sorun mu var Dilan Hanım?” diyen kâhyaya yok dedim. Ne diyordu bu adam? Ne demek âşık oldum sana! Dilan Korhan: Lütfen benimle oyun oynama. Eminim şu an çok sinirlisindir, sakin ol. Cihan Ağa: Sakinim, rahat ol. Hazırla kendini, geleceğim seni almaya. Dilan Korhan: Delirdin mi sen? Özür diledim, sanki sana umut vermişim gibi konuşma. Ben sana âşık değilim, sen de bana değilsin. Bir daha konuşmayalım. Cevap vermesini beklemeden numarasını engelledim. Başıma bela olmazdı değil mi? Allah’ım ne olursun olmasın, çok pişmanım… “Abla sen yine bir boklar yemişsin yüzünden belli.” “Sus sus, eve gidince anlatacağım.” Telaş içinde eve geldiğimizde direkt odama çıktım. Peşimden gelen Havin, “Olan biteni anlat,” dediğinde her şeyi anlattım ona. Yaşlı kadınlar gibi ellerini başının iki yanına vurup, “Şimdi ne yapacağız, şimdi ne yapacağız?” diye geziyordu ortalıkta. “Numarasını silip engelledim. Bence bu durumdan kimseye bahsetmeyecek, beni de aramayacak. İki mesaj attım diye bana âşık olacak hali yok ya.” “Adam psikopat kafayı sana taktıysa ne yapacağız?” “Kız ben kimimde bana kafayı taksın. Rojda’nın dediği gibi erkek gibi kızım kimse bana bakmaz.” “Umarım dediğin gibi olur, ben daha fazla zarar görmeni istemiyorum.” Güneş yavaşça batıyor, akşamın hafif serinliği evin etrafını sarmıştı. Mutfakta bulaşık yıkarken hissettiğim yorgunluk beni sarıp sarmalamıştı. Ellerim, sabun ve suyun etkisiyle buruşmuştu. Göz kapaklarım ağırlaşmış, sanki her bir kirli tabak ve çatal, beni daha da derinlere çekiyordu. Evdeki ahalinin sürekli bir şeyler yemesi gerekiyor gibi görünüyordu ve bulaşıklar bir türlü bitmek bilmiyordu. Babam yemeklerin tadının damağına en iyi gelen şekilde hazırlamasını isterdi. Eğer yemeği beğenmezse yemez baştan yaptırırdı bize. Yorulmuştum, sadece ben değil Arjin ablada yorulmuştu. Her bir tabağı yıkarken, düşüncelerim bir an için uzaklara kayıyor, hayallerin arasında yüzmeye başlıyordu. Bir kitap okumak, yazmaya başlamak veya sadece kendi düşüncelerimle baş başa kalmak istiyordum. Ama bu hayaller, kirli bulaşıkların gerçekliğiyle bir kez daha çarpışıyordu. O kadar zor hayatım vardı ki yaşamak zor geliyordu. Mutfaktaki işlerimi nihayet bitirdikten sonra yorgun bir adımla odama doğru yürüdüm. Kapıyı açtığımda ışığı yakıp kapıyı kapadım. Yatağıma doğru ilerleyecekken yatağın ortasında duran gülü görünce adımlarım sendeledi. Yatağımın üzerinde solmuş olmayan taze bir kırmızı gül duruyordu. Ellerim titreyerek güle doğru yaklaştım ve parmaklarımın arasına ince bir kâğıt parçası olan notu aldım. İçimde garip bir sıkışma hissettim. Korkuyla notu açtım ve üzerindeki yazıyı okudum. Engellediğin numaramı kaldır. Cihan Acem. Dizlerimin üzerine düşerken şok olmuş bir halde yazıyı sürekli okudum. Cihan'ın bu çiçeği nasıl odama soktuğunu, konağa nasıl girdiğini düşünmek istemediğim bir gerçekti. Endişeyle dolu bir sessizlik içinde notu tekrar okudum, kelimeler yavaşça içime kazındı. Bu ansızın gelen gül ve not, içimde karmaşık bir duygu fırtınası yaratmıştı. Artık ne yapmam gerektiğini düşünmek, hem heyecan hem de korkuyla doluydu. Başıma büyük bela almıştım. Odanın kapısı gürültüyle açıldığında korkuyla yerimden sıçradım. Elim yüreğimde içeriye giren Havin’e dolu gözlerle baktım. "Abla, ne oldu?" dedi endişeyle, yanıma yaklaşıp yere oturdu. "Niye ağlıyorsun?" Elimi titreyerek gülün üzerine koydum ve notu gösterdim. Gözleri büyüdü, ciddiyetle yaklaştı ve notu okumak için aldı. Yavaşça kelimeleri okuduğunda suratı asıldı. "Abla sana nasıl bu kadar yaklaşabildi?" diye sordu ciddi bir tonla. "Ne yapacağız şimdi?" Kelimeler dudaklarımda sıkıştı, çünkü ben de ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Cihan'ın bana nasıl bu kadar yaklaşabildiğini anlayamıyordum. İçimde korku, endişe ve belirsizlikle doluydu. Havin'in bu ciddi sorusu karşısında, sadece omuzlarımı çekip sessizce başımı salladım. Ne yapacağımızı bilmiyordum ve Cihan'ın bu saplantılı ilgisiyle nasıl başa çıkacağımızı düşünmek korkutucuydu. “Bence sana takmasının sebebi mesajlar değil. Düğünde göz göze geldik ve beni süzdü dedin değil mi?” “Evet.” “Seni daha önceden görmüş olmasın? Sen mesaj atınca cesaret bulup seni bırakmak istemiyor olabilir mi?” “Bu zamana kadar adamın sadece adını duyuyordum. İki kere gördüm onu. Biri hastanede, diğeri düğündü. Takmaz bana değil mi?” “Odana kadar girmiş, herkes aşağıda kimse fark etmemiş. Çok korkuyorum.” “Ben de. Engeli kaldırıp, beni rahat bırakmasını söyleyeyim mi? Ya da onunla bir süre konuşup sonra yazmaması için ikna edeyim mi?” “Hayır, mümkün oldukça uzak dur ondan.” Başıma ağrı saplanmıştı iki dakika içinde. Havin'le konuştuktan sonra, odadan sessizce çıktım ve banyoya yöneldim. İçimde hâlâ bir korku ve belirsizlik vardı. Banyonun kapısını kapatıp üzerimi çıkararak sıcak suyun altına girdim. Suyun altında, yüzümü yıkarken ve saçlarımı şampuanladığımda, sessizce ağlamaya başladım. Kendime kızıyordum. Sırf arkadaşıma kızdığım için, Cihan adında daha önce hiç konuşmadığım adama mesaj attığım için. Bu hata yüzünden ne tür bir tehlikeye atıldığımı biliyordum. Cihan Ağa köyde dolaşan tehlikeli bir adamdı ve onunla uğraşmak hiç iyi bir fikir değildi. Biz düşman ailelerin çocuklarıydık. Suya karışan gözyaşlarımla birlikte, bu hatanın bedelini ödediğimi düşündüm. Kendime, arkadaşımın tuhaf laflarına nasıl bu kadar kolay kapıldığımı sorguladım. Cihan’ın tehdidi hakkında ne yapmam gerektiğini düşünüyordum, ama bu düşünce bile içimi daha fazla korkuyla doldurdu. Duşun altında sessizce ağlayarak, kendi hatalarım yüzünden suçlu hissettim. Kendime kızdım ve Cihan Ağa'nın tehlikeli bir adam olduğunu bilmeme rağmen, neden bu kadar düşüncesizce davrandığımı sorguladım. Artık sadece kendimle başa çıkmam gerekiyordu. *** Bir ay geçmişti ve hayatım tamamen değişmişti. Artık evden dışarıya çıkmak, rahat bir şekilde sokakta yürümek neredeyse imkânsız hale gelmişti. Cihan ağa tarafından izleniyordum, her seferinde gözlerinin üzerimde olduğunu hissediyordum. Başta bu korkularımı hafife almaya çalıştım. Belki de sadece kendi kendime paranoyaklaşıyorum diye düşündüm. Ama her gün biraz daha fazla huzursuz hissetmeye başladım. Her adımımın, her bakışımın izlendiğini hissetmek, beni içimdeki korkuyla boğuyordu. Artık dışarıya çıkmamak, benim için bir tür güvenlik duvarı haline gelmişti. Evim, içinde güvende hissettiğim tek yerdi. Arkadaşlarımla görüşmeyi bıraktım. Mesajlarına cevap vermemeye başladım. Kimseye nedenini açıklayamadım çünkü anlatamazdım. Evdeki günlerim sessizlik içinde geçiyordu. Herhangi bir sesin, herhangi bir yaklaşımın beni ürküttüğü bir dönemdi. Kendime, bir şekilde bu kâbusun sona ereceğine inandırmak zorundaydım, ama içimdeki korku ve endişe beni her gün biraz daha sarıyordu. Artık sadece beklemek ve umut etmekten başka bir şey yapamıyordum. Cihan'ın gölgesi üzerimdeydi ve bu karanlık dönemi atlatmanın bir yolunu bulamıyordum. Babam kahvesini içerken diğerleri kendi aralarında konuşuyorlardı. Havinle birbirimize bakıp bir an önce uyumaya gitseler de rahat rahat televizyon izlesek düşüncesindeydik. “Cabbar ağa!” Büyük bir gürültüyle avlunun kapısı açıldığında babam ayağa fırladı, gözleri öfkeyle kapının yönüne döndü. "Ne bu gürültü?" diye bağırdı. “Ağam, ağam başımıza neler geldi bir bilseniz, çok kötü şeyler olacak.” Herkes panik içinde ayağa kalktı. Annem, kız kardeşim Havin ve ben hızla babamın yanına gittik. Konağın kâhyası, babamın karşısına geçti ve endişeli bir ifadeyle konuşmaya devam etti. "Ağam, oğlunuz Zafer Ağa, Acem aşiretinin kızı Berfin’i kaçırmış.” Annem, “Allah’ım!” diyerek çığlık atarken gözlerim kocaman olmuş bir şekilde Havine yaslandım. “Cihan ağa geliyor.” “Haysiyetsiz herif kaçıra kaçıra düşmanımın kardeşini mi kaçırmış?” “Ağam ne olur oğlumu kurtar lütfen ona bir şey yapmasınlar.” Annemin yakarışları bir patlamayla kesildi. Gürültüyle açılan kapının ardından içeri Cihan Ağa ve onun adamları girdiler, silahlarını hazırda tutarak. Bizimkiler de bellerindeki silahları alıp onlara doğrulttuğunda büyük bir kaosun ortasında kaldık. Her iki aile üyesi hızla birbirlerine yaklaştı, gözlerinde öfke ve endişe vardı. Kadınlar korkudan titreyerek birbirlerine bakarken, bazıları ağlayıp çığlık atıyordu. Gözlerim, annemin ve diğer kadınların çaresiz yüzlerine takıldı. Bir an için tüm konakta nefes almak için yeterince hava olmadığını düşündüm. Cihan Ağa öfkeyle yükselen sesiyle bağırdı, "Oğlunun yerini söyle, sonu benim elimden gelecek Cabbar Ağa” "Oğlumun yerini bilmiyorum Cihan Ağa, bilsem de söylemem!" Bu sözler üzerine Cihan Ağa öfkeyle havaya ateş etti, silah sesiyle birlikte gözlerimizin önünde duman yükseldi. O anki patlama ile birlikte herkes şaşkınlık içinde donakaldı. Etrafta uçuşan toz ve duman, gözlerimi yakıyordu. Kadınların hepsi çığlık atarak panik içinde dağıldı. Annemin yanına koştum, gözyaşları içindeydi ve elleri titriyordu. "Oğlumu öldürmesinler?" diyerek ağlıyordu. “Cihan ağa, biz çocuklar nerede bilmiyoruz. Bilsek de bu iş böyle çözülmez.” “Nasıl çözülürmüş Mahmut ağa? Bacımı kaçıran soysuzun kanını yerde bırakacağımı sanıyorsunuz?” “Yapma, kadınlarımız korkuyor görmüyor musun? Konuşacağımız yer burası değil.” Gözleri kadınların üzerinde kısa bir an gezdiğinde annemin yanında duran beni buldu. Uzun uzun yüzüme baktı. Yanağımın içini ısırıp elbisemin eteğini sıktım. “Derhal bir karar alınacak, ya ölüm…” “Ya da?” Başka bir şey demeden geriye geriye gitti. Peşlerinden giden evin erkekleri bizi avlunun ortasında bir başımıza bırakırlarken annem dizlerine dövüne dövüne ağladı. Ağabeyim ölmüş gibi ağıtlar yakıp yakasını çekiştirdi. “Akılsız oğlum benim, bırak o kızı dedim neden bırakmadın? Sana yar etmezler dedim neden dinlemedin?” “Gelin sen biliyor muydun kızlarını sevdiğini?” “Biliyordum ana, durdurmak istedim durduramadım onu. Kız da beni seviyor, gidip isteyelim dediğinde öldürürler diye hep vazgeçirdim onu. Ah ana, bir tanecik oğlum var kıymasınlar ona.” Havin’le göz göze geldik. Neler olacaktı hiçbir fikrimiz yoktu. Korkuyordum, bir o kadar kızıyordum da. Ağabeyim töreyi bildiği halde nasıl böyle bir şey yapar? Ya onu öldürürlerse, geride bıraktığı ailesini hiç mi düşünmüyordu? Gece yarısına kadar annemin ağlamalarını dinleyerek babamların eve gelmesini bekledik. Saat on ikiyi gösterdiğinde babam, eniştem ve kuzenlerim konağa girdiler. “Oğlum nerede!” diye bağırdı annem. “Eğer oğluma bir şey yapmalarına müsaade ettiysen seni asla affetmem Cabbar.” Her zamanki oturduğu sedire oturan babam cebinden çıkardığı beyaz mendille alnındaki teri sildi. “Ölüm olmayacak.” Annemle birlikte herkes derin nefes aldı. “Nasıl ikna ettiniz?” Gözlerini bana çevirdi babam. “Berdel istediler.” Havin’in elini sıkarken sessizlik oluştu. Az önce dövünen annemin kanlanmış gözleri kardeşimle bana kaydı. Yapmazlar değil mi? “Cihan ağa oğlumun canına karşılık Dilan’la evlenmek istedi. Berdel olacak, yarın akşam gelecekler.” Adımlarım geriye doğru sendelerken, “Abla,” diyerek kolumdan sıkı sıkı tuttu Havin. “İki tane kızım var, birini kaybetsem diğeriyle avunurum. Ama bir tane oğlum var ona bir şey olsa yaşayamam.” Gözlerimden yaşlar akarken, çenem kasıldı. Oğlu için beni ölüme gönderiyordu…
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD