GÖNÜL YORGUNLUĞU PARTII

3454 Words
Nefes, Doğan’ın banyoya geçmesiyle beraber telefona sarılırken Uygar’dan hala mesaj yok olduğu gibi aramalarına dönmemişti. Bakışlarını tam ekrandan kaldıracakken gelen arama ile hızla kimin olduğunu bilerekten yeşile basarken kulaklarına yaslayıp konuşmaya başladı. “Alo Uygar?” “Bebeğim, benim Arasta. Ne yapıyorsun?” Arasta’nın sesiyle derin bir nefes alıp verdi. Bakışları kısa bir an arkaya dönerken ayaklanıp pencere tarafına geçti. “Sen miydin Arasta, ne yapayım şehir dışındayım öyle.” “Şehir dışında olduğunu biliyorum Nefes zaten. Bana daha bilmediğim bir ne yapıyorsun ver diye sordum.” sesindeki azarla dudaklarını ıslattı. “Sen neredesin?” diye sordu onun yerine. “Kocamlayım başka nerede olacağım?” “Kim o Nefes mi?” arkadan Alper’in sesini işitince aralarında kısa bir muhabbet olduktan sonra Arasta tekrar Nefes’e döndü. “Bebeğim, akşam döner misin peki eve?” diye sorduğunda düşünceli bir sesle “Bilmiyorum. Belki bu akşam dönmeyebilirim?” dedi. Uygar da buradaydı ve onu da burada tek bırakamazdı. Ki hala eve geri dönmemişken. “Tamam öyleyse ben de Ambra ile dışarı çıkarım. Tabi Hortlaktan fırsat kalırsa!” demesiyle Nefes gür bir kahkaha attı. “Hortlak dediğin Uygar mı? Bebeğim artık demesen mi öyle. Duyunca cinleri tepesine çıkıyor zaten?” “Ay ne dememesi? Sırf uyuzluğuna bile söyleyebilirim. Ama aklı başına geldi ya azıcık susabilirim.” “Kiminle konuşuyorsun Nefes. Sesin yine neşeli çıkıyor?” banyodan çıkan Doğan direkt neşeyle sırıtan Nefes’e dönerken Arasta duyduğu sesle dondu kaldı. Birkaç saniye geçmeden çığlık atmaya başlarken ta çığlığından anlayan Doğan yüzünü ekşitti. “Doğan mı o? Nefes hemen bana cevap ver? Sen neredesin?” sesi şaşkınlıkla yükselirken Nefes sakin bir sesle cevapladı. “Evet o.” bakışları, yüzünü ekşiten Doğan’ı buldu. “Ne işin var senin o zibidiyle?” “Ayıp oluyor ama!” diye kinayeyle telefona doğru bağırdı. “Sus sen! Ben Nefes’le konuşuyorum ve araya girme eski best eniştecim.” diye bir kez daha çığlık attığında Doğan televizyon karşısına oturmuştu. “Ne çeviriyorsun sen Nefes? Dökül hemen!” “Bir şey çevirdiğim yok Arasta. Öyle olması gereken bir durum olduğundan buradayım.” diye açıklama yaparken telefonu daha sıkı tuttu. “Ay siz yoksa barıştınız mı?” sevinçle haykırırken arkadan Alper ve Aslan duyduklarına inanamayarak şaşkınlıkla cevap verdiler. “Lan ne barışması? Doğan evlenme teklifi mi etmiş?” Nefes'in gözleri kocaman olurken Doğan’dan farksızdı tepkileri. “Ne teklifi? Alper uydurmayın bir tarafınızdan! Yok öyle bir şey. Arasta sen de her şeyi farklı anlama. Doğan'ın başında bir bela bulaştı ve bu bela beni de ilgilendirdiğinden buradayım.” hızlı hızlı anlatırken Doğan da söylediklerini onayladı. “Aynen öyle oldu Arasta. Biz zaten arkadaş kalmaya karar kıldık. Ona göre cümlelerini seçersen çok sevinirim.” “Ay sen bir sus ex enişte! Ben o arkadaş ayaklarını da bilirim? Yemeyin beni!” “Arasta.” diye seslendi Nefes gözlerini yumarken. “Barışmasanız barışmayın be! Pis bekarlar sizi neyse. Nerede olduğunu öğrendiğime göre telefonu suratına çarpabilirim. Kendinize mukayet olun, öptüm bebeğim.” öpücük de atıp telefonu kapattığında klasik Arasta diye içinden geçirerek üstelemedi. Doğan'ın yanına geçip saçlarını arka attı. “Ben de gideyim. Benlik bir şey yok burada. O adamlarını da halledeceğim ben. Gece uçağına yetişsem iyi olur.” deyip çantanı da eline alırken Doğan yerinde doğruldu. Elini ensesine atarken çekingen bir tavırla “İstersen bu gece burada kal. Saat geç oldu. Yarın sabah uçağına binersin.” diye öneride bulunurken papağan da ortak çıktı. “Kal, kal. Gitme.” “Bu doğru olmaz. Ben gideyim, Aden huysuzlanmasın iyice. Hem sen de dinlenirsin iyice. Fazla ayakta durma.” tebessüm ederek kapıya doğru ilerlerken fazla ısrarda bulunmadı. Kapıya kadar eşlik ederken “İyi geceler.” dedi. “Kendine dikkat et Doğan. Sadece kendine odaklan.” “Başımı belaya sokmam endişe etme.” eğlenerek sırıtırken Nefes yine akıllanmaz der gibi başını salladı. Ve arkasını dönüp giderken Doğan arkasından gidişini seyretti. Gönül yorgunluğunun en ağır ağrı olduğunu bilir miydiniz? ** “Sözde bir de devleti temsil edeceksiniz! Böyle mi temsil edilir lan. Böyle mi örnek olmayı düşünüyordunuz? Gücünüz sizden güçsüz birine mi yetiyor? Bir çocuğun kötü yola daha fazla başvurmasın diye bir öğretmenin şikayeti üzerine adam dövdürtmek ne lan! Sen hiç okul denetimi yaptırmıyor musun?” eski Bakanın karşısında öfkesini bağırarak hafifletmek istese de daha da harmanlıyordu. Burnundan soluyup derin nefesler aldığı sırada gözlerinin içine öfkeyle bakmaya devam etti. “O öğretmen işime burnunu sokmayacaktı yüzbaşım! Ayrıca sıradan bir öğretmen ne işi olur devletle? Ortada bir suç bile yoktu bence ve başkan beni işimden etti. Bir salağın işe yaramazın lafına inandı.” söylediklerine inanamayarak bakarken yumruk yaptığı eli havaya kalktı. Tam gözüne doğru yumruğunu indirecekti ki içeriye polis ekibiyle başkomiser Şevket’in girmesiyle eli havada asılı kaldı. “Uygar Yüzbaşım?” diyerek yanına ulaştığında geriye çekildi. Bir yumruk borcu olsa da sakinliğini korumak zorundaydı. Karşısındaki eski bakan göğsünü gere gere başkomiserin karşısına geçerken göz ucuyla Uygar’a baktı. “Başkomiserim. Umarım evimi basan Uygar yüzbaşı için gelmişsinizdir umarım* kendisi devletin askeri sözde ama gelin görün ki bir askere yakışmayacak hareketler de bulunuyor?” ima ve alay dolu sözleriyle Uygar daha da öfkelendi. Üzerine doğru yürüyecekken Şevket başkomiser kolunu tutarak geriye itti. “Sakin ol.” demesi üzerine hızla başkomisere doğru döndü. “Sakin olamam! Yüzsüz gibi konuşmasına müsaade mi vereceksiniz?” “Uygar yüzbaşım kendisini sorguya alacağız zaten. Cezası neyse alacak.” deyip eski bakana döndü. İmayla dudak kıvırıp “Sonuçta adam darp ettirmek bir suç, değil mi?” dediğinde boğazını temizleyip sertçe yutkundu. Başıyla işaret veren başkomiserle, polis ekipleri harekete geçtiğinde eski bakanın ellerine kelepçe takıldığı gibi araca bindirildi. “Doğan’a ilet de kendini bu tip işlere bulaştırmasın. Onun güvenliği için.” diyerek elini dostane bir şekilde omzuna atıp sıktı. Ardından kendisi de araca binerken polis ekiplerle birlikte oradan ayrılmıştı. Uygar terleyen alnını sinirle silip saçlarını arasından ellerini boynuna getirdi. Arkada ellerini birleştirip ovaladı. Yumruk borcu içinde ukde kalmıştı. Daha fazla orada durmayı keserek ayrılırken gün boyu susmayan telefonu tekrardan çaldı. “Efendim?” “Beau?” sesini anında tanıyıp rahatladığında bedeni gevşemişti. “Söyle güzelim benim?” “Neredesin? Benim işim bitti. Senin işin yoksa buluşalım?” Ambra’nın neşeli sesiyle dudakları iki yana doğru kıvrıldı. “Benim işim bitti sayılır. Uçağa atlayıp geleceğim?” “Sen ve ablam olacak Nefes, çat kapı şehir değiştirip akşamında dönmeyi ne zaman keseceksiniz acaba, çok merak ediyorum!” kinayeyle söylenirken Uygar başını yere doğru eğip sanki karşısındaymış gibi bıyık altından sırıttı.” “Güzelim benim, onu bana değil ablana sor. Çünkü benim öyle huylarım yok.” “Tabi canım!” harfleri uzatarak söylediğinde sesi kızgınlıkla doldu. “Sen hiç ortalıkta görünme sonra da gel benim öyle huylarım yok, de! Bak sen au beau.” “Fransızca bilmiyorum ben, umarım bana küfretmemişsindir?” sesinde munzurluk akarken Ambra’nın çığlığı kulaklarına doldu. Bir hızla telefonu kulağından uzaklaştırıp yüzünü buruşturduğunda “Benimle dalga geçme çakma Yüzbaşı! Sinirlerimle oynama.” demesiyle Uygar tek kaşını havaya kaldırıp kollarını gövdesinde bağdaş yaptı. Hala yolun kenarında duruyordu. “Çakma mı?” bozgun bir ifadeyle sorarken “Ayıp ayıp?” diye cıkladı. “Sinirlerimle oynama daha beterini söylerim sana!” “Mesaj alınmıştır güzelim, söyle bana gelirken istediğiniz bir şey var mıdır?” Ambra’nın yanında kendini o kadar çok huzurlu hissediyordu ki, tatlı, neşeli hallerine doyamıyordu. “Sensin Beau ve canının sağlığı.” yüzündeki tebessüm büyürken telefonu kapatmıştı. Dudaklarındaki hiç bozulmayan tebessümüyle başını sallayıp “Canına ölürüm.” demişti telefon kapansa da. Ambra telefonu yüzüne kapattıktan hemen sonra mutfağa geçerken Aslı Hanım hemen yerinden ayaklanıp yanına ulaştığında “Bir şey mi istediniz Ambra Hanım? Söyleyin ben hemen hazır edeyim?” demesiyle Ambra sevecen bir tavırla itiraz etti. “Kendime şöyle bol köpüklü kahve armağan etmek istiyorum ve kendim yapmak istiyorum.” neşeli oluşuyla Aslı Hanım mahcup içinde tekrar etti. “Yine ben yapsaydım...” “Sen bana tatlı çıkart kâfi.” deyişiyle Aslı hanım peki dercesine başını sallayıp dolaba doğru ilerledi. O sırada Ambra da kahveyi yapmaya başlarken “Arasta bugün eve geldi mi?” diye sordu. “Yok efendim. Hiç uğramadı.” Gözlerinde hafif şaşkınlık ve merak olurken kaşlarını yukarıya doğru kaldırdı. “Allah Allah bir şey mi oldu acaba? Normalde sabah kapıya eniştemizle dalması gerekti.” endişesi çoğalırken düşünceli bir hale büründü. “Endişe edilecek bir durum yoktur efendim. Eşiyle evinde vakit geçiriyordur?” elindeki tatlıyı sofra masasına bıraktığında “Buldu tabi gül gibi aslanı, gelir mi artık buraya. Ah aha acaba biz ne zaman Uygar ile bir yuva kurarız?” diyerek hülyalı hülyalı bir iç çekti. Kahveyi de tatlının yanına bırakırken ayakta dikilen Aslı hanıma oturmasını söyledi. Ona da kahve yaptığını fark edince tereddüt içindeydi. “Hadi otursana!” “Aman Ambra hanım hiç rahatsızlık vermeyeyim size. Kahve için zahmet etmişs...” “Ay oturur musun? Biri içerken biri bakarsa olmaz. Kendine de bir tatlı kap ve yanıma otur da iki sohbetin gıybetini yapalım? Hem siz benden büyüksünüz. Akıl verirsiniz.” Gözleri kocaman oldu. Telaş içinde yutkunurken saygıdan dediğini yapıp tatlı ile yerine otururken “Size akıl vermem ne haddime. Siz sonuçta patronumun...” diye devam edecekken sözünü yine kesti. “İlk önce estağfurullah. Sizden o kadar küçüğüm, tabi ki saygım size hep olacak. Öyle düşünmeyin lütfen. Patronunuz diye yaşınızı görmezlikten gelmemeli. Buyurun kahveniz?” kahvesini gülümseyerek uzattıktan sonra Uygar gelene kadar koyu bir muhabbet başlattı. *** “Ya uzaklaş benden kocacığım! Çok yanaşma.” midesi ağzına gelircesine kocasını kendinden uzaklaştırmaya çalışsa da Alper’in uzaklaşacağı yoktu. Arasta hala yanında duracağını anlayarak kendisi olabildiğince gövdesinden ittirirken bir kez daha ikaz etti. “Alper! Bak üstüne kusarım, senin de miden bulanır.” “Bebeğim, senden iğrenmem ben. Rahatla sonra doktora götüreceğim seni. Son zamanlarda hiç iyi değilsin.” dedi endişe bir tavırla saçlarını arkasına atmaya yardımcı olurken. “Öyle abartılacak bir şey yok. Alt tarafı birkaç gündür midem bulanıyor. Üşüttüm herhalde.” “Bu yazda mı?” inanamayarak sorarken daha fazla dayanamadı ve karısının işini bitirmesini beklediği gibi kucağına sarsmayacak bir şekilde alıp banyodan çıkardı. “İndir beni Alper! Yok bir şey diyorum. Neden inanmıyorsun?” tam düşecek gibi olurken halsizce ellerini boynuna doladı. “Nah yok! Kaç gündür neyin olduğunun farkında değil miyim sanıyorsun? İlk başta normal sandım ama sonra sende birçok değişikler oldu. Bir bakıyorum iştahının üzerinde yemek yiyorsun, bir bakıyorum benden nefret eder gibi iğrenir gibi uzaklaşıyorsun, bir bakıyorum kusuyorsun? Hiç normal değil.” “Senden ne zaman iğrenmişim be?” onca sözden aklına takılan tek şey bu olmuştu. “İki gün önce mesela?” tek kaşını havaya kaldırırken yanlarına Aslan geldi. Meraklı bir edayla kaşlarını çatarken “Ne oluyor yine? Arasta'nın midesi yine mi bulandı?” diye sordu bakışları halsizce kucağında duran Arasta’ya dönerken. “Evet abi ve karım önemli bir şey olmadığını söylüyor?” kinayeyle karısına kısa bir bakış attı. Arasta göz devirirken Aslan kızar gibi homurdandı. “Sen Arasta’ya ne bakıyorsun oğlum? Götür karını, şu ana kadar durduğun kabahat!” “İyiyim ben ya!” “Sus karıcığım.” diyerek konuşmasını engellerken evden çıktığı gibi acile doğru arabayı sürdü. Birkaç dakika sonra acilin önüne vardıklarında arabadan inerek karısını tekrar kucağına aldı. “Kendim yürüyebilirim kocacığım.” “Kendin yürüyebildiğini biliyorum bebeğim ama hastasın, yürüyebileceğinden emin değilim.” diyerek ilerlerken hemen acil tarafına aldılar. Doktora şikayetini anlatırken kan vermek için kan odasına götürülmüştü. İki tüp kan verdikten sonra sonuçları için kantinde bir şeyler atıştırarak beklelerken kendini toparlamıştı az da olsa. “Boşu boşuna buradayız biliyorsun?” huysuzlanan Arasta’ya göz devirip kaşlarını hafif çattı. “Öyle olsa bile içimin rahatlaması gerek. Ki öyle değil bence? Umarım kötü bir şey yoktur.” olma ihtimalini düşünmek bile kalbinin sıkışmasına neden olmuştu. “Bebeğim, boş yere endişe ediyorsun? Bak göreceksin bir şey çıkmayacak.” içini rahatlamaya çalışarak gülümserken ellerini tuttu. Mide bulantısı geçmiş gibi görünüyordu. Hafif baş ağrısı çekse de normaldi. “Arasta hanım doktor sizi bekliyor?” diyerek yanlarında bulunan sekreter adını seslendiğinde yerlerinden doğrularak doktorun odasına doğru ilerlediler. Kapıyı açıp içeriye geçtiklerinde doktor bilgisayar ekrandan bakışlarını çekip sıcak bir tebessüm dudaklarına bahşetti. “Arasta hanım buyurun şöyle geçin?” eliyle ultrason tarafı işaret edince Arasta ve Alper anlamayarak birbirine baktıklarında doktor tekrar gülümsedi. “Endişe etmeyin, korkulacak bir şey yok. Sizi şöyle alalım? Bizzat şahit olun.” demesiyle adımları istemsizce ultrasonun olduğu yere doğru ilerledi. Sedye gibi olan tekli yataya uzandığında Alper anlamayarak doktora soru sordu. “Ne oluyor, bir şey mi var doktor hanım?” “Sen de taktın şu soruya ha Alper!” bıkkınlıkla oflarken doktor hanım “Önemli bir şey var ama kötü değil.” demesiyle daha da merak etti. “Üstünüzü yukarıya doğru karnınız gözükecek kadar sıyrılabilir misiniz Arasta hanım?” diyerek elindeki alete jel sürerken Arasta anlamasa da dediğini yaptı. Gözü önündeki cevabı idrak edemeyecek kadar yorgundu. Onunla birlikte Alper de idrak edemezken son anda şimşek çarpmışa dönerken gözleri yuvalarından çıkacak gibi oldu. Arasta bunu fark ederek merakla kaşlarını çatarken karnına değen soğuklukla irkildi. “Karım hamile mi?” diye pat diye söylediğinde Arasta duyduğu şeyle yerinden hızla doğruldu. Gözleri inanamayarak büyürken doktor hanım onaylar gibi başını salladı. Böyle bir şekilde anlatmak istemişti fakat Arasta anlayamamıştı. “Benim karnımda şimdi bir can mı var?” sesi içine kaçmış, gözleri dolu dolu olmuştu. Doktor hanım işine konsantre olurken bakışları küçük ekrandaydı. Arasta'nın sorusuyla başını olumsuz bir şekilde salladı ve asıl bombayı patlattı. “Hayır Arasta hanım, bir değil iki can var karnınızda. İkizlere hamilesiniz.” Karı koca aynı anda “Ne?” diye bağırdığında olayın şokunu hala atlatamamışlardı. Arasta'nın eli anında karnını bulurken bakışları karnına gitti. Ardından dudakları aralı kalırken kendisine mutlulukla bakan kocasıyla baş başa kaldı. Doktorun uyarısıyla tekrar yerine uzanırken neden bunu daha önce anlamadıkları ile ilgili bir nutuk çekmişti. “İki aylık hamileymişsiniz? Hiç mi anlamadınız şikayetlerinizden?” Anlamamışlardı gerçekten. “Anlayamadık...” kısıkça mırıldanan Arasta’ya destek vermek adına elini tutup sıktı Alper. “Karnınızın şişmesinden de mi?” diye sordu bu sefer de. İflah olmazcasına başını sallarken “Normalde de karnım bu kadar şiştiğinden pek umursadım. Kusmalarımı ise...” diye devam edecekken anladım der gibi onayladı doktor hanım. İçi içine sığmıyordu. Sevinçten haykırası vardı. “Peki ne yapmamız gerekiyor doktor hanım?” diye sordu Alper. Doktor hanım bir fotoğraf çıkarıp ardından karnını peçeteyle silmesine yardımcı olurken “Ben size şimdi bir liste hazırlayacağım. Ona uyacaksınız ve Arasta hanımın mümkün oldukça ağır işlerden uzak durması gerekli. Bu aylarda risk taşıdığından daha çok dikkatli olmalı.” diyerek kendi koltuğuna otururken Alper, karısına yardımcı olarak yerinden doğruldu. Doktorun karşısındaki koltuklara otururken Alper'in sevinci yerinde sürekli hareketlenip duruşundan anlaşıyordu. İçi kıpır kıpırdı. Arasta şimdi anne mi olacaktı? Karnında iki canın varlığıyla duygusallığı artarken Alper, doktorun elinden listeyi aldı. “Haftaya randevu ayarlıyorum size. Kalp atışlarını duymak istersiniz diye.” “Kalp atışlarını şimdiden dinleyebiliyor muyuz?” kısa bir şok yaşayarak sorarken “Evet Arasta hanım.” dedi. “Genelde 7. haftadan sonra kalp atışları dinlenebilir.” “Duyuyor musun bebeğim, kalp atışlarını duyabilirmişiz?” gerçekten inanılmaz gibiydi. “Duydum güzelim, bebeğimin bebeklerinin kalp atışlarını duyacağız.” gözlerine aşkla bakarken ellerin üstüne buse kondurdu. ** Doktordan çıktıkları gibi eve geçerlerken Aslan soru yağmurlarına tutmuştu fakat ağzından tek kelime alamamıştı. Çünkü Arasta bu güzel haberi ilk Nefes’e vermek istiyordu. Alper ile öyle anlamışlardı. Aslan bozguna uğrasa da Arasta’nın bir şey olmadığına sevinerek üstelemedi daha fazla. Yatağında dinlemesini kırk defa söyleyen Alper’in ısrarına dayanamayarak kabul ederken yanında olmasını istemişti. Alper hiç itiraz etmeyerek yatağında kendine de yer açarken karısına sıkıca sarılıp dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu. Bu Arasta’ya yetmemiş olacak ki daha da dudaklarına yapışırken bir eli ensesini buldu. Nefes nefese kalırken üst dudağını ısırdı. Alper bu işin sonunu bildiğinde karısından hafifçe uzaklaşmaya çabalarken Arasta’nın işveli hali buna izin vermiyordu. Elleri yanaklarını bulup dudaklarını zorlukla ayırırken ikisi de soluk soluğaydı. Gözlerinde geçen duygular harlanırken huysuz bir çocuk gibi homurdandı. “Bu bana yetmedi ama.” “Yavrum.” demeye kalmadan bir kez daha dudaklarına dadanırken bu sefer kısa bir öpücük bıraktı. Yatakta yan dönüp kolunu yastıkla başının arasına yaslarken “Bizim şimdi iki tane bebeğiz mi olacak?” dedi sevinçle haykırmamak için zor dururken. “Ve bunu iki aydır fark edemememiz?” “Gerçekten nasıl anlayamadık bunu?” düşündükçe geriliyordu. İki aydır karnındaki iki canın varlığını fark edememek... “Hani ben anlamadım aptal gibi sen nasıl anlamadın? Söz de asker olacan bir de!” Alper'in gözleri anında büyüdü ve yerinde hafif doğrulurken dudakları şaşkınlıkla aralandı. “Yavrum asker olmamla ne alakası var? Sen anlamadıysan ben hiç anlamam. Senin karnında sonuçta.” Son sözleri Arasta’da büyük bir öfke patlamasına neden olurken Alper tedirgin içinde yarım ağız kendine sövdü. Kendini anında savunmaya geçerken ellerini havaya doğru kaldırdı. “Şey demek istedim yani... bebeğim? Senin karnında ya bizim bebeklerimiz, hissetme açısında dedim.” “Sus Alper! İnsan en azından karnımın şiştiğini fark eder?” Yana doğru sertçe dönerken Alper anında endişe ile doldu. Elini omzuna atıp kendine çekerken “Ani hareketler yapmasana karıcığım! Karnında bizim bebeklerimiz var.” deyişiyle Arasta kendine gelerek “Doğru.” dedi ve Alper’i yataktan resmen attı. “Biz şimdi uyuyacağız bu koca yatakta ve sen bizi rahatsız etmiyorsun!” uyarını da yaparak son kez yere düşen kocasına bakarken Alper acıyla inledi. “Ben?” küçük bir çocuk gibi hevesle sorarken yerden doğrulmuş melül melül bakıyordu. “Hadi naş naş!” dese de Alper gitmeyi düşünmeyip yanına sıvışırken boynuna küçük küçük öpücükler koyarak saçlarını kokladı. Bedenin gevşediğini öpmesiyle anlarken kendi tarafına dönmemişti hala. Elini beline atarak kendine yasladığında başını omzuna bastırıp ellerini karnına götürdü. Yüzünde geniş bir gülümseme olurken karnını ovalayarak “Burada şimdi bizim iki tane bebeğimiz mi var?” diye sordu hala inanamayarak. Arasta'nın kısık mırıltısını duyamadığı gibi kendine doğru çevirip ellerini beline sardı bu sefer. Arasta zorlukla yutkunurken bu sefer daha gür bir şekilde yanıtladı. “Evet. İki tane ve bizim bebeklerimiz...” Sakinleştiğini fark ederek fırsattan istifade dudaklarından bir öpücük kapıp alnına alnını yasladı. İkisi göz göze gelirken Arasta’nın elleri suratında yeni yeni çıkan sakallarını buldu. “Baba oluyorum.” “Evet bebeğim. Baba oluyorsun.” Alper kocaman gülümsedi. Daha sesli bir şekilde tekrar etti. “Babayım ben artık. Baba...” “Bu çok... güzel hismiş Arasta. İçim içime sığmıyor. Haykırmak istiyorum tüm dünyaya. Baba oluyorum. Baba oluyorum lan ben!” kendini tutamayarak haykırırken karısına sımsıkı sarıldı. Arasta kahkahalar eşliğinde kocasına sığınırken Alper yüzünde öpülmedik yer bırakmadı. Baba oluyordu, var mıydı bundan daha güzel bir şey. “Seni çok seviyorum.” deyişine karşılık verdi Arasta. “Ben de seni çok seviyorum bebeğim. Çok seviyorum.” ** “Oğlum az sessiz olsana karım uyuyor odada?” sessizce azarlarcasına abisine ters bir bakış atarken Aslan umursamayarak ayaklarını sehpanın üzerine uzattı. “Sen de iyice hanımcı kesildin başıma! Abi ses çıkarma karım uyuyor, abi kahvaltıya birlikte oturacağız yeme bir şey, abi çoraplarını yere atma abi de abi!” “Karım değil mi?” yüzüne aval aval baktıkça yüzüne bir tane çakası geliyordu. Elinin tersini gösterdiği sırada yüzünde geldiğinden beri silinmeyen gülümsemesini fark ederek sorgular gibi kaş göz işareti yaptı. “Hayırdır, bu yüzündeki gülümsemeni sebebi ne? Arasta'nın bir şeyi olmaması mı?” “Yok abi.” diye geçiştirse de hala gülümsüyordu. Kahkaha attı ardından kendini tutamıyordu. Aslan sert bir bakış atarken “Ne oluyor lan şeytan mı kaçtı içine?” demesiyle Alper gülüşünü sonlandırıp derin bir nefes aldı. Gözlerinin içi parlarken abisiyle paylaşmak istiyordu bu sevinci. “Abi?” dedi ciddi ama sevinçli bir şekilde. “Ne var lan? Abi demeyen sen bugün abini mi anasın geldi ne?” “Baba oluyorum abi.” dedi pat diye. Aslan ilk başta yüzüne aval aval baktı. Sonra bu muydu der gibi bir bakış atıp burun kıvırarak bakışlarını ondan çekti. “Ben de ciddi bir şey söyleyeceksin diye bekliyorum. Puştun aklı da gevşek. Baba oluyormuş, bana ne...” demeye kalmadan aklına dank edince kaskatı kesildi. Ağzı şaşkınlıkla aralanırken bir hızla Alper’e döndü. “Hass*ktir lan! Baba mı oluyorsun sen?” “Deminden beri ne diyorum ben abi?” kaşları çatılınca arkaya yaslandı. “Ciddisin sen?” dedi yana doğru dönüp bir bacağını koltuğa yaslarken. “Abi, Arasta bile daha makul şaşkınlığını belirtti. Ayrıca sana yalan borcum mu var?” “Gel buraya lan?” der demez omzundan sertçe tutup kendine doğru çekerken sevinçle kardeşine sarıldı. Alper de abisine sarılırken “Çok sevindim lan? Başka kim biliyor?” diyerek kardeşinden ayrıldı. “Başka kimse bilmiyor. İlk sana söyledim.” “Doğru ya sevinçten kafa kalmadı bende. Amcayım ha ben artık. Küçük küçük Sarıkamış’lar.” “Amcalık sana uyar mı abi. Sen o kadar yaşlı değilsin hani?” alayla sırıtırken ensesine bir tane şaplak yedi. “Sensin lan yaşlı! Yakında bastonla gezersin.” “Tamam kıskanma abicim en genç sensin. İkizler sana genç amca der artık.” Aslan ikiz lafını duyduğu gibi dehşetle gözlerini açarken “Ne ikizi lan?” diye sordu. “Ee, karım ikizlere hamile abi. Söylemedim mi?” Boğazına bir şey kaçmış gibi hızlı hızlı öksürürken “Ne?” dedi tedirginlikle. “Bir tane Alper yetmiyormuş gibi iki tane daha mı Alper olacak. Allah’ıma benden uzak kalsın.” “Ne demek benden uzak kalsınlar?” merdivenlerin başında dikilen ve trabzana yaslı duran Arasta ile sertçe yutkundu. “İnsan yeğenlerini şimdiden kendinden uzaklaştırır mı? Ayıp ayıp!” ***
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD